06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 OCAK 2014 CUMARTESİ 4 İnternet sitemin “Güncel” bölümünde pazartesi günü yazdığım yorumda, “ABD ‘Ilımlı İslam’ Projesinden Vazgeçti mi?” başlığıyla şöyle demiştim: “2013’e baktığımızda, özellikle Libya, Mısır, Suriye ve Türkiye’deki olayları düşündüğümüzde, ABD’nin ‘Ilımlı İslam’ veya ‘Amerikancı İslam’ ya da ‘Küreselleşmeyle bütünleşmiş Liberal İslam’ projesinin, sadece Türkiye’de değil, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu kapsayan bütün coğrafyada çöktüğünü söyleyebiliriz. Elbette bu gerçeği ABD’nin görmemesi olanaklı değil... Ellerinde daha fazla ve daha güncel veri var. Bütün olaylar, ‘Ilımlı İslam’ adı altında, ABD’nin onayı ya da doğrudan desteği ile iktidara gelenlerin, rüşvet, yolsuzluk ve diktatörlük batağına saplandığını gösteriyor. Rüşvet, yolsuzluk ve diktatörlük HABERLER ABD ve ‘Ilımlı İslam’: Çöken Model batağı, hem bu yönetimlerin uluslararası piyasalarla bütünleşmesini engelliyor, hem ülkenin demokratikleşmesini geriye götürüyor, hem de bu eksik ve yanlışlarıyla, ABD’nin çıkarlarına hizmet etmiyor. Bu açılardan, ABD’nin ‘uyanmaya’ başladığını söyleyebiliriz. Sanıyorum, bu ‘uyanmanın’ en somut verileri, Mısır ve Suriye olaylarında açıkça görüldü!” HHH Daha sonra Türkiye’nin özel durumuna geçiyor ve gazetedeki sütunumda da bu konuyu ele alacağımı belirtiyordum. Konuya bir giriş olsun diye, uluslararası camiada Türkiye’nin nasıl göründüğünü anlatmak için, son iki gündür burada “Haydut devlet” ve FATF olayını yazdım. Şimdi, “Haydut devlet” tanımını anımsayalım: “Otoriter, insan haklarına riayet etmeyen, terörizme destek veren ve kitle imha silahlarının kullanılmasını yaygınlaştıran devlet.” FATF’ın (Terör Finansmanında Kullanılan Kara Paranın Aklanmasına Karşı Finansal Eylem Görev Gücü) izlemeye aldığı ülkelere baktığımızda, bunların “Haydut devlet” tanımına çok yaklaştıklarını görüyoruz. Libya, Irak, Suriye gibi ülkelerde ortaya çıkan İslamcı grupların, hem ülkelerinde hem de komşularında “terörü tırmandırdıkları” artık kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçek olarak ortaya çıktı. Çünkü “İslamın ılımlısı, ılımsızı” olmuyor, İslam, İslamdır: Mevcut rejimlere karşı İslami bir siyasal hareket başlatıldığında da bunun radikal siyasal İslama kayması engellenemez. Sanıyorum, ABD’nin “Ilımlı İslam” modelinin ya da projesinin, Ortadoğu’da ve elbette Türkiye de dahil olmak üzere bütün dünyada artık geçersiz kabul edilmesinin temel nedeni, bu gerçeğin herkes tarafından anlaşılmış olmasıdır. Yarın Türkiye’ye yakından bakmaya çalışalım. İki Cumhurbaşkanı Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, girişiminin olumsuz sonuçlanması şaşırtıcı değil. Deniz Bey’in, temsil ettiği yasamanın çoğunluğu, Erdoğan tarafından sıkı sıkıya denetim altında tutulduğu için fiilen hiçbir gücü olmayan TBMM Başkanı ile yapacağı görüşmenin ne kıymeti olabilirdi ki? “Cumhurbaşkanı, devletin başı sıfatıyla anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” diyen anayasanın 104. maddesinin içinde bulunduğumuz devlet krizinde yükümlülükler getirdiği Cumhurbaşkanı ile görüşmenin de bir anlamı olmadığı tabii ki söylenemez. Ancak Cumhurbaşkanı, içinde bulunduğumuz durumun bir devlet krizi olmadığını söyleyerek, Baykal’ın çağrısını geri çevirdi. Bu olumsuz yanıt, Cumhurbaşkanı’nın kendisini konumlandırdığı yerden kaynaklanıyor. Aslında, Sayın Gül’ün anayasanın kendisini yerleştirdiği yer gereği duruma müdahil olması gerekiyordu. Şu anda Türkiye, şimdiye dek görmediği büyük bir devlet krizinin içinde bulunuyor. Devlet krizi, anayasanın 104. maddesindeki deyimle devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmamasından patlak vermiş durumda. Şu anda, yürütme, yargının kendisine karşı bir komplonun içinde olduğunu ilan ediyor. HHH Öyle midir, değil midir tartışmasından da önemlisi, öyle olsa bile bunun çaresinin, yürütmenin yargıyı esir alarak tamamen kendi sultasına sokması ve adalet bakanını aynı zamanda yargı üzerinde vesayet yetkisine sahip özel yetkili bakan konumuna getirmesi olmadığıdır. Şu anda dünyanın hiçbir demokrasisinde, Bekir Bozdağ gibi bir ayağı yürütmede, öbür ayağı yargıda olan tek bir örnek yoktur. Kısacası, devletin iki erki birbiriyle gayet vahim bir düzensizlik ve uyumsuzluk içinde, hatta çatışma halindedirler. Yargı ve yürütmenin bu durumu karşısında, yasama da yürütmenin yargıya da egemen olan başkanının sultası altındadır. Bu durumda, Sayın Gül daha Çankaya’ya seçildiği zaman, “rejimi kuşatma ve devleti istila girişimleri sırasında, kendilerine destek olması için onu oraya getirdiler” suçlamalarını hatırlatan bir tavırla hareketsiz kalmayı yeğlemekte, bunu gözden kaçırmak için de içeriksiz yuvarlak açıklamalarla yetinmektedir. “İleri demokrasi”mizin Cumhurbaşkanı’nın bu tavrına bir de AKP tarafından çok eleştirilen İnönü’nün 1947 yılında Çankaya’da otururken benimsemediği tavra bakınca nereden nereye vardığımızı görerek hayıflanmamak gerçekten elde değil. HHH Yıl 1947, Türkiye çok partili yaşama geçmiştir. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı’dır. İktidarda CHP, muhalefette ise DP bulunmaktadır. Başbakan Recep Peker’in bütçe görüşmeleri sırasında, Adnan Menderes’e psikopat demesi muhalefetiktidar ilişkilerini iyice germiştir. Muhalefet iktidarı baskı yapmakla, iktidar ise muhalefeti meşru sınırlar dışına çıkmakla suçlamaktadır. Devletin erkleri değil ama iktidar ile muhalefet arasında rejimi tehdit edecek bir gerginlik söz konusudur. İsmet İnönü bu durumda Başbakan Recep Peker ve ana muhalefetin o günkü lideri Celal Bayar’ı, Çankaya’ya çağırır, konuşur ve sonunda, 11 Temmuz günü bir açıklama yapar. 12 Temmuz günü gazetelerde yayımlandığı için “12 Temmuz Beyannamesi” olarak anılan bu açıklamada, İnönü, muhalefet ve iktidara güvenceler veriyor ve temsilcisi olduğu devletin onlara karşı tarafsız davranacağını belirtiyordu. İnönü, iktidar ile muhalefetin arasındaki rejim krizinin, devleti temsil eden Çankaya’nın aktif tarafsızlığı güvencesiyle aşılmasını sağlıyordu. İnönü böyle yapıyordu, çünkü kendi temelini attığı demokrasiye inanıyor ve rejimi demokrasi rayına oturtmak amacını güdüyordu... Takvimler o zaman 1947 Temmuzu’nu gösteriyordu, bugün ise 2014 Ocak’ını. Nereden nereye Türkiye?!.. HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici, zehir zemberek açıklama yaptı: Kurul siyasallaştırılıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Ahmet Hamsici, HSYK’nin TBMM Adalet Komisyonu’nda görüşmelerine başlanan ve HSYK’nin yapısını düzenleyen yasa taslağı ile ilgili görüşlerini 66 sayfalık yazılı açıklama ile paylaştı. Hamsici, teklif ile “kurulun siyasallaştırıldığını, yargı yetkilerinin adalet bakanına devredildiğini, önemli bir soruşturma yürüten cumhuriyet savcısı veya dava gören hâkimin bakanın tek başına vereceği bir kararla yurtdışına gönderilebileceğini ve böylece yargılama süreçlerine yürütme tarafından müdahale edilebileceğini, teklifin anayasaya aykırı olduğunu, iktidarın da bu aykırılığın farkında olduğunu” belirtti. HSYK Basın Bürosu ise Hamsici’nin değerlendirmelerinin “kurumsal bir açıklama olmadığını” bildirdi. Hamsici’nin “kişisel değerlendirmelerim” dediği irdelemesinde dikkat çeken başlıklar şöyle: Bakana bağlı ve bağımlı: Eylül 2010 anayasa değişikliği ile birlikte HSYK Adalet Bakanlığı’ndan bağımsız, yargının ayrı bir erk olması kuralına uygun bir düzenlemeye kavuşturulmuş iken, yapılmak istenen kanun değişikliği ile kurulun fiilen adalet bakanına bağlı ve bağımlı, ayrı bir erkten daha çok yürütmenin emir ve gözetimi altında görev yapan bir yapı haline getirilmesi söz konusudur. Bu durum yapılan anayasa değişikliği ile kurulan bağımsız bir kurulun oluşumuna aykırıdır. Açık siyasallaştırma: Kurulun organizasyon yapısı ve işleyişine ilişkin düzenlemelerde “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” ilkeleri hiçe sayılmış ve bir yandan kurul adeta adalet bakanının emrinde, bakanın iradesi dışında irade kullanamayan sıradan, klasik bir kamu kurumuna dönüştürülürken diğer taraftan seçimle gelen üyeler de bakanın emrinde, bakanın izni dışında karar alamayacak konuma getirilmiştir. “Dönüştürme/siyasallaştırma” çok açık bir şekilde görülebilmektedir. Buna göre belirtilen düzenlemelerin anayasada ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesine aykırılık teşkil ettiği değerlendirilmektedir. kararları bakan belirleyecek Bakan, Birinci Daire’ye müsteşarla beraber 2 üye, İkinci Daire’ye 3 üye belirlediğinde toplam 6 üye ile kurulun dairelerinden çıkacak önemli tüm kararları belirleyebilecektir. Yani 6 üyenin oyu 15 üyenin oyundan üstün olabilecektir. Millet adına yargı yetkisini kullanan hâkim ve savcılarla ilgili atama, yetki, terfi ve disiplin gibi çok önemli işler hakkında görünürde kurul üyeleri olsa bile doğrudan veya dolaylı olarak adalet bakanının karar vereceği göz önüne alındığında demokratik hukuk devletinde olmazsa olmaz olan kuvvetler ayrılığı ilkesi de ortadan kalkabilecektir. Hiçbir üye muhalif hareket edemeyecek: Teklifin yasalaşması durumunda hiçbir kurul üyesi, bakanın iradesine muhalif hareket edemeyecektir. Çünkü kurul üyesi hakkında gelecek bir şikâyet dilekçesi üzerine bakan tek başına soruşturma izni verebilecek, üyelikten çekilmeye davet edebilecek, üye kendisi çekilmese bile 1 ay içinde üyeliği kendiliğinden düşecektir. Ayrıca yine tek başına kovuşturma izni verip kurul üyelerinin yargılanmasının yolu açılacaktır. Destek var ‘İmdat çığlığı’ Y ARSAV: Yargı kurulları, kuvvetler ayrılığı ilkesine saygı bağlamında hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri olan “yargı bağımsızlığı” ilkesini etkili bir biçimde hayata geçirme, yargıç güvencesini sağlama, adaletin etkinliğini ve kalitesini teşvik etme, yargı sistemine toplumun güvenini tesis etmeye yardımcı olma amacıyla oluşturulmuş kurumlardır. Bu niteliğinden dolayı yargı yüksek kurullarının varlığı hemen hemen tüm ülkelerde anayasal düzeyde güvence altına alınmıştır. Yasalarla bu kurulların yapısıyla sürekli oynamak kabul edilemez. CHP’li İlhan Cihaner: HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici’nin tüm yaptıklarına rağmen, HSYK konusunda radikal bir değişiklik yapılırken, onlara “konuşma” demek, doğru değildir. Elbette konuşacaklar. Bakanın “konuşmayın” demesine rağmen konuşması, bir tür meydan okumadır. Kurul başkanı olarak bakan Bozdağ, bir şikâyet dilekçesi verebilir. 3 kişilik bir soruşturma komisyonu oluşturulur; inceleme yapar ve gerekli görürse yargılanmasını ister. Ancak HSYK Genel Kurulu bu kararı alabilir. Kurul yargılanması kararını alırsa dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderir. Hikmet Sami Türk: Sanıyorum artık bu bir imdat çığlığıdır. Boğulmakta olan bir insanın imdat çağrısıdır. Bakan, konuşmayı yasaklamış. Boş verin artık bunları. Öyle bir günde değiliz artık. Hukuk devletine sahip çıkan herkesin bu yasa teklifine itiraz etmesi, sesini çıkarması gereken bir gündeyiz. HSYK diye bir şey kalmıyor. Bakan ne derse o! Onlar da gelsinler çaylarını içip, gitsinler. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş: AKP’nin girişimi tehlikeli ve yanlıştır. HSYK’nin ayrı ayrı düzenlenmesi gerekir. Biz AKPcemaat çatışmasında taraf değiliz. Pozisyonumuz haktan ve adaletten yanadır. Türkiye’deki ulusal çevreler hep derin yapılarla uzlaşma içerisinde oldular. Şu anda cemaatin ipiyle kuyuya inmeye çalışıyorlar. Bu kriz çözüm sürecini etkiliyor. AKP çözüm sürecini unutmuş ve büyük bir krize yol açmış durumdadır. BDP’li Hasip Kaplan: HSYK’nin açıklama yapmasının yasaklanmasına da, bu yasağın demeçlerle delinmesine de karşıyız. Türkiye’de pek çok dava oldu. HSYK üyeleri bu konularda hiçbir açıklama yapmadı. Bu konu basın üzerinden demeçler vererek çözülmez. Bu konunun çözüm yeri Meclis’tir. Dört partinin bir araya geleceği bir çalışma grubu oluşturulmalıdır. Ankara Barosu Başkanı Sema Aksoy: HSYK ile ilgili teklifte yönetmeliklerin çıkarılması yetkisinin dahi adalet bakanına verilmesi, HSYK’nin bütün personelinin görevinin sona erdirilmesi ve yeni şekillendirmenin adalet bakanı tarafından yapılmasının sağlanması, HSYK’nin bağımsız ve tarafsız bir kurul olmaktan çok Adalet Bakanlığı’nın bir şubesi konumuna düşeceğinin göstergesidir. Ahmet Hamsici Yargı yetkisi bakana verilmiş: Yargıya ilişkin en temel ve önemli yetkilerin doğrudan veya dolaylı olarak kurul başkanı sıfatıyla adalet bakanına verilmiş olduğu görülmektedir. Bu durumun da yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına ve HSYK’nin, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarına göre hareket etmesi prensibine aykırılık teşkil ettiği açıktır. İptal edilmesinin de anlamı olmaz: Teklif kanunlaşır ve yürürlüğe girerse HSYK’nin tüm çalışanlarının görevi sona erer. Üyelerin dairelerdeki görevleri iptal olur. Bakan 23 gün içinde yeni kanuna göre atama, tayin, seçme gibi yetkilerini kullanarak kurulu yeniden düzenler. Bu arada kanun Anayasa Mahkemesi’ne götürülür. Anayasa Mahkemesi kısa süre içinde yürütmeyi durdurma verebilir ve ardından da iptal edebilir ancak bunun bir anlamı olmaz. Zira iptal sonrası eski kanun hükmü yürürlükten kaldırıldığı için uygulanamaz. yeni kanun hükmü de iptal edilmiştir. İptal edildiği gün itibarıyla yeni kurulan yapı ise o şekliyle kalır. Ta ki yeni bir kanunla düzenleme yapılıncaya kadar. İktidar partisi de bu düzenlemenin anayasaya aykırılığını ve sonuçlarını bilerek bu düzenlemeyi yapmak istemektedir.  Bakanlıkta soruşturma yetkisi yok, kurulda var: Genel kurula ait olan “Kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürütmek ve bu konuda gerekli kararları vermek” yetkisi, bakana verilmektedir. Bu yetki kurul üyelerinin yürütmeden bağımsız olarak özgür biçimde çalışabilmeleri ve karar alabilmeleri yönünde önemli bir engeldir. Adalet Bakanlığı’nda çalışan bir tetkik hâkiminin suç soruşturma işlemleri üzerinde dahi yetkisi bulunmayan adalet bakanının, kurul üyeleri üzerinde böyle bir yetkiye sahip kılınması kurul üyelerini yürütme organına bağımlı hale getirmektedir. HSYK üyelerinin bir kısmının aynı zamanda yüksek yargı veya ilk derece yargı mensubu olduğu da göze alındığında sözü edilen görevlerle ilgili önceden ve halen sahip oldukları statüden daha geriye götürücü ve aleyhe bir düzenleme yapılması açıkça evrensel hukuk bağlamında yargı bağımsızlığı ilkeleri ile hukuk devleti ilkelerine aykırıdır. Kurul üzerinde egemen olma isteği: Adalet bakanı, HSYK başkanı sıfatıyla dairelerin oluşumunda, üyelerin dağılımı ve başkanların seçiminde neredeyse tam yetkili bir pozisyona getirilmektedir. Bu, açık bir şekilde yürütmenin yargıya kurul üzerinden egemen olma isteğinin bir tezahürüdür. Hâkim ve savcı atamalarında yürütmenin müdahalesi olanaklı hale gelmektedir. Atalay: Yine korsan açıklama TÜRMEN: ZAMANLAMA MANİDAR n ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, katıldığı bir televizyon programında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici’nin yazılı açıklaması ile ilgili değerlendirmesi sorulan Atalay, şunları kaydetti: “Yani bu biraz yine korsan bir şeydir. Belli ki Adalet Bakanımızın yayımladığı o genelge veya yazdığı yazıdan sonra kurul olarak yapmıyorlar. İşte bir anlamda ona bir hiledir. İşte ‘şahsi görüşüm’ diye açıklama yapıyor. Eminim kurul içinde çalışılmış, hazırlanmış. Ama bakanın genelgesini delmek için böyle bir yol izlemişler.” Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili yeniden yargılama tartışmaları konusunda “İşe öyle hemen, çok kapsam ve çok kısa sürede olacak şeyler gibi bakmamak lazım. Mevcut mevzuatta onun şartları var” dedi. Otoriterleşme tarihinde İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) CHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen, hükümetin yargıda yapmayı planladığı değişikliklerin “Türkiye’nin otoriterleşme tarihinde bir dönüm noktası” olduğunu söyledi. CHP İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel’le birlikte partisinin İzmir il başkanlığında basın toplantısı yapan Türmen, yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrasında yapılmaya çalışılan değişikliklere ilişkin “zamanlama manidar” ifadesini kullandı. Türmen, değişikliklerin anayasaya aykırı olduğunu, yasalaşmaması için Meclis’te ellerinden geleni yapacaklarını, ancak başaramazlarsa Anayasa Mahkemesi’ne başvuracaklarını belirtti. HSYK’nin bütün yetkilerinin adalet bakanına devredilmek istendiğini dile getiren Türmen, “Üstelik teftiş kurulu da bakana bağlanıyor. Bu da demektir ki son bildiriye imza atan 17 HSYK üyesi hapı yuttu. Yapılmak istenen değişikliklerle Adalet Bakanı HSYK’ye el koymuştur. Yasama zaten yürütmeye tabiydi, şimdi yargı da öyle oluyor. Türkiye’nin hukuk devletiyle ilgisinin kalmadığı net biçimde ortaya çıkmıştır. İşin kötüsü, hükümetin hukuk devleti diye bir kaygısı da yoktur” diye konuştu. Yüksel de Bekir Bozdağ’ın “özel görevli adalet bakanı” olduğunu vurgulayarak “Bozdağ, boğazına kadar yolsuzluklara batmış iktidarın, bunlardan kurtulabilmesi için başbakan tarafından özel görevlendirilmiştir” dedi. dönüm noktası! AKP’den ‘yolsuzluk’ istifası n İstanbul Haber Servisi Avcılar Belediyesi AKP’li meclis üyesi Hüseyin Küçük, partisinden ve meclis üyeliğinden istifa etti. Küçük yaptığı açıklamada “Yolsuzluk çamuruna batmış bir parti ile yolumu sürdüremeyeceğim” dedi. Olcayto, Altınok’la görüştü n İstanbul Haber Servisi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto, Başkanvekili Vahap Munyar ve Genel Sekreter Sibel Güneş, İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok’u makamında ziyaret etti. Olcayto yaptığı açıklamada, “Şu anda Emniyet Genel Müdürlüğü’nün davanın sonucuna yönelik kararı bekleniyor. Ama görünen o ki; Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Emniyet müdürlüklerindeki odalarına bakışı pek sıcak değil” dedi. Vahap Munyar da Emniyet Müdürü Altınok’un “Mahkeme ‘basın odaları açık kalacak’ derse biz bu karara uyarız” dediğini söyledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle