14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 EYLÜL 2013 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Kedinin oyuncağı İ insan! O gizem dolu bir yaratık. O dünyanın en çok sevilen evcil hayvanı. İnsana bağlı, fakat hiçbir zaman insanın emrine girmiyor. Kendini sevdiriyor, kendine bağlıyor. İnsan onun emrine giriyor. Kedi denen yaratık köpek gibi değil, isterse insansız da yaşayabilir. Dokuz canlı! Canı istedi mi, karnı acıktı mı sokuluyor, bacağınıza sürünüyor, kucağınıza çıkıyor, okuduğunuz gazetenin üzerine çörekleniyor, kendini okşatıyor. İşi bitince de çekip gidiyor; evin ya da bahçenin bir köşesinde, sizden uzak, ne kadar arasanız bulamayacağınız, aklınızın köşesinden geçmeyecek bir yerde keyif çatıp uyuyor. Yüksek sesle ne kadar çağırırsanız çağırın, umurunda bile değil, lütfedip gelmiyor. Ta ki karnı acıkana kadar. O zaman sallana sallana çıkıveriyor ortaya! Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Gençten biri yere oturmuş, elindeki kumaştan bebeği havaya atıp duruyor. Yanındaki tekir bütün dikkatini bebeğe vermiş, yakalamak için ikide bir havaya sıçrıyor. Yakaladığı anda pençeleriyle kavrayıp altına alıyor. Az ötede iki küçük çocuklu kadın oturduğu sıraya kurulmuş siyahlı beyazlı bir kedinin karnını okşuyor. Çocukları ise ne yapacaklarını bilmiyormuş gibi annelerini seyrediyor. Pencerenin yanındaki kırmızı mindere kurulmuş bir samur yanında duran kahve fincanına önce merakla bakıyor, sonra burun kıvırıp başını dışarıya çeviyor. En son Münih ziyaretimizde bir dostun önerisi üzerine ünlü Schwabing semtindeki Kediler Cafèsi’ne de (www.cafekatzentempel.de) uğramıştık. Türk Caddesi 29 numaradaki kahvenin hemen hemen tüm müşterileri kediseverler! Masalar arasında dolaşan güleryüzlü gencin adı Thomas. Kediler Cafèsi’nin sahibi. Meslek yaşamına bankacı olarak atılmış olan kedisever Thomas, kız arkadaşıyla yaptığı bir Viyana gezisinde, Stephan Katedrali’nin az ötesinde, Ball Sokağı’ndaki, Japon bir ailenin çalıştırdığı Cafè Neko’yu ve oradaki kedileri görünce Münih’e döner dönmez mesleğini bırakmaya karar vermiş. Ailesi ona destek vermiş, bankadan kredi almış, fakat insanların kahve içip, pasta yediği bir salonda kedilerin dolaşmasına, kucaklarına çıkmasına belediye önce izin vermek istememiş. Thomas yılmamış, inat etmiş, belediyenin çıkardığı her engeli aşmış ve kısa süre önce “kedili kahvehane” düşünü gerçekleştirmiş. Şimdi bakımevinden aldığı altı kedi, Balou, Gizmo, Jack, Saphyra, Tobyn ve Ayla masaların arasında cakayla dolaşıyor, canları istedi mi bacaklarınıza sürüyor, okşamanıza izin veriyorlar... En gençleri ve en meraklıları Balou, STUTTGART çabucak yanınıza sokuluyor ve mırıldanmaya başlıyor. Bir otomobil kazasında arka ayaklarından birini yitirmiş olması Jack’ın hiç umurunda değil, AHMET ARPAD keyfi yerinde, oyunu seviyor. Az sonra güzel Ayla yumuşak minderine kuruluyor, kendini okşatıyor; kardeşi Gizo ise içlerinde en küstahı ve en sokulganı, kendini grubun şefi gibi gördüğü hemen belli oluyor. Dördü de daha bir yaşında. Saphyra ve Tobyn diğerlerinden birkaç yaş büyük. Müşterilerin ilgisinden sıkılan, başını dinlemek isteyen kedi, Thomas’ın onlara ayırmış olduğu özel odaya çekiliyor! Kediler Cafèsi’ne her türlü insan geliyor. Ne de olsa Schwabing kozmopolit bir semt. Bohem yaşamı yeğleyen sanatçılar, müzisyenler, akademisyenler, yüksek sosyete, üniversite öğrencileri, alternatif yaşamı seven tuhaf giyimli gençler, emekliler Schwabing’in insanları. Thomas’ın söylediğine göre hepsini burada görmek mümkün. Münih dışından gelenler de uğruyormuş. Kedisever olmaları onları Kediler Cafèsi’nde bir araya getiriyor! Biz otururken, ellerinde fotoğraf makineleri, birkaç Asyalı turist de şöyle bir girip çıktı. Kediler dünyanın her ülkesinde aynı. İster Beyaz Saray’da otursun, Londra’da başbakan konutunda keyif çıkarsın, isterse bir gecekonduda yaşasın... Kedi her yerde insanı parmağında oynatmasını beceriyor. Zengini de, karnını zor doyuran fakiri de. İnsanla kedi tam 6 bin yıldır bir arada yaşıyor. Evcilleşmesi ise 3500 yıl önce olmuş. Mısır firavunları Tutankamon ve Ramses döneminde kediye tapılmış, yurtdışına çıkarılması yasaklanmış. Ancak kaçak yollardan, özellikle Fenikeliler zamanında Avrupa’ya sokulmuş. Ortaçağda Avrupa’da farelerin büyük artış göstermesiyle kedilerin değeri çok artmış... “Kedi, anarşist bir aristokrattır” demiş Hamburglu yazar Axel Eggebrecht. Kedi bir eşsizlik, kedi gizem dolu mistik bir yaratık... www.ahmetarpad.de Norveç’i de kaybettik... hırsı olsa gerek. Bir zamanlar İsveç de Erna Solberg’i neden başbakanlığa Norveç gibi huzurlu bir ülkeydi. Şimdi taşıdıklarını kameralar karşısında çok bir kaosun içinde yuvarlanmasa bile, duru bir dille açıkladılar. Muhafazakâr İsveçliler eskiye göre daha az mutlu. kadın lider Erna Solberg’in, seçim Zaten küresel mutluluk klasmanında kampanyası boyunca iktidar partisini da beşinci sıraya geriledi. Tabii ne eleştirmek yerine, kendi vizyonunu İsveç ne de Norveç derin çelişkilerin anlatması seçmenleri etkilemeye ve gerginliklerin yaşandığı Türkiye yeterli olmuş. Kavga etmeyi marifet ve benzeri ülkelerle kıyaslanabilir. sayan politikacılar acaba bundan İskandinavların sorunları için fazlasıyla ders çıkarabilir mi? Zannetmiyorum. Norveçliler ayrıca sekiz yıl başbakanlık lüks denebilir. Ama bu lüks tercihlerin gereksiz sorunları yarattığı koltuğunda oturan bir da İsveç’teki son yedi yıllık liderin yorulmuş olacağı STOCKHOLM sağ partiler koalisyonunun inancındalar. Bu bakımdan uygulamalarından biliniyor. da değişikliğin yararlı Norveç göz göre göre şimdi olacağını düşünüyorlar. aynı yola girdi. Örneğin Tuhaf olan, sistemin muhafazakâr lider Erna temelleri ne kadar sağlam Solberg, bütün çocuklara olsa da muhafazakârların aynı ve yüksek düzeyde yapacakları değişikliklerle OSMAN İKİZ eğitim olanağı sağlanmasına sistemi yeni bir rotaya karşın özel okullara sokabileceklerini seçmenin izin verileceğini açıkladı. Sağlık önemsememesi. Ya da seçmen hizmetlerinde de rekabetçi piyasa ulaşılan refah düzeyinden sonra keskin oluşturulacak, yani özel hastaneler çizgilerle ayrılmış bir sınıflı toplumu dönemine geçilecek. Tıpkı İsveç’teki tercih ettiğinden dolayı iktidarı sağcıların iktidara gelir gelmez değiştirmek istedi. Gelir dağılımında yaptıkları gibi iş güvencesi yasası olabilecek en adaletli modeli ve toplumsal huzuru yaratmış bir toplumda gevşetilecek. Başka bir ifadeyle sendikalar “hadım” edilerek işten insan bu dengeyi niçin bozmak ister çıkarmalar kolaylaştırılacak. Sosyal acaba? Pastadan daha büyük pay alma güvenlik yasası da değiştirilecek. Bu da özel sigorta sistemine geçileceğinin işareti. Norveç ve Avrupa için yeni bir gelişme daha var. Norveç’in kırk yıllık yabancı karşıtı İlerleme Partisi hükümet ortağı olacak. Eskiden bu partinin ırkçı olduğu söylenirdi. Şimdi sağ popülist deniyor. Nihayet Avrupa’da yirmi yıldan bu yana güçlenmekte olan aşırı sağcı partilerden biri Norveç’te iktidar ortağı olacak. Bu parti iki yıl önce Oslo’da büyük katliamı gerçekleştiren Anders Bhring Breivikin de bir dönem üye olduğu bir parti. Ne diyelim, hayırlı olsun. Artık yabancıları Norveç’te zor günler bekliyor. Bu koalisyonun yabancı karşıtlığında ne kadar ileriye gideceğini yakında göreceğiz. İlerleme Partisi’nin programına bakılacak olursa, ülkeye sığınan bir mülteci kendi ülkesine tatile gidecek olursa, Norveç’teki oturma ve çalışma izni iptal edilecek. Ülkeye gelen bir sığınmacı ancak on yıl vergi ödedikten sonra vatandaşlık hakkını kazanacak. Özetlemek gerekirse, Norveç’i de kaybettik. [email protected] skandinavya’nın Atlantik Okyanusu kıyısındaki binlerce fiyorduyla bir doğa cenneti olan Norveç’te seçim vardı. Uluslararası bir araştırmaya göre Danimarkalılar ile birlikte dünyanın en mutlu halkı olan Norveçliler pazartesi günü sandık başına gitti ve sağ partileri iktidara taşıdı. Seçimden önce yapılan anketler sağ kanattaki partilerin kazanacağını göstermişti. Bu yüzden sonuç şaşırtıcı olmadı. Sonuç şaşırtıcı değil ama bayağı düşündürücü. Dünyanın en mutlu ve en zengin halkının sekiz yıldır ülkeyi yöneten sosyal demokratlardan hiçbir şikâyeti olmamasına karşın neden sağ partileri seçtiği tam olarak açıklanamıyor. Ekonomik ve politik istikrarın sarsılma olasılığı çok düşük olan ülkelerde, geleceğinden kaygı duymayan varlıklı insanlar galiba sırf değişiklik olsun, monotonluk kırılsın diye iktidarları değiştiriyorlar. Tabii liderlerin özelliklerinin seçmen eğilimini belirlediğini de yadsımamak gerekiyor. Denizden çıkan petrol ve balıkla refah içinde yaşayan, dahası devletin petrol fonundaki 4.5 trilyon kronluk servetiyle her biri milyoner kabul edilen bu beş milyonluk ülkenin gamsız, kedersiz vatandaşları muhafazakâr partinin lideri Tramvayda devrimci T Her seçim öncesi oynanan oyun 29 Eylül’de Avusturya’da genel seçimler var. Ciddi bir değişikliğe sebep olmayacak seçimde hangi partiye oy verelim veya seçime gitmeyeceğim soru ve sözleri daha sık duyulmaya başlandı. Avusturya vatandaşlığına geçmiş Türklerin günden güne artan oy potansiyelindeki önemi kavranıldığından bu yana her seçim öncesi bir oyun oynanır. Eskilerden hatırladığım bir reklam sözlerini bu oyuna uyarlayacak olursam: Her seçim öncesi oynanır, acaba nedir nedir? Oy deyince, hemen onun adı gelir; aday, aday, aday.. Hemen her parti, üyeleri arasında cemaat ve derneklerde öne çıkmış kişilerden aday belirler. Bu adaylar arasından bazıları seçilir ve fotoğraflar çektirilir. Almanca klavye ile yazılmış ı’ların i, ş’lerin s, ç’lerin c olarak yazıldığı, özensiz el ilanı basılır. Bu el ilanları aday olunan partinin bütçesinden karşılanır. Her aday için de bu durum söz konusu değildir. Artık el ilanları dağıtılmalıdır; dernekler, camiler, kahveler ve Türk mağazalarının ziyaret edilmesi gerekir. Seçim öncesinde bireysel seçim çalışması yapanlar sadece partilerin Türk adaylarıdır, diğerleri ortalık da görülmez. Türk kökenli adaylar listede seçilebilecek yerde bulunmadıklarından, kendilerine adeta tercihli oy çalışması yapmaları dayatılır. İşte her seçim öncesi oynanan oyun burada yatmaktadır. Bir seçim bölgesinde 5 milletvekili çıkması söz konusuysa, orada bizim Türk aday en iyi durumda 20. sıradadır. Normal hallerde seçilemeyeceklerini kendileri de bildikleri için kapı kapı dolaşıp, tercihli oy istemekten başka çarelerinin VİYANA de olmadığını bilirler. Bu çalışmalar sürerken bir de parti başkanlarıyla fotoğraf çektirebilir de, onu da yerel bir gazetede yayınlatırlarsa, keyiflerine diyecek olmaz. Parti başkanı ile tokalaşmak KADİM ÜLKER ve onunla birlikte fotoğraf çektirmek her adayın harcı değildir diye düşünürler. Bu güne kadar Türk adaylar defalarca seçimlere katılmıştır. Onlar için destek ve çalışma komiteleri oluşturulmuştur, günlerce, haftalarca çalışmışlardır. Adaylar, yirmi otuz oydan, yüzlerce ve birkaç bine varan oy toplamışlardır. Yüzde otuzların üzerinde olan seçime katılmayanların en büyük siyasi güç ve en güçlü partinin seçime katılanların yüzde 25’inin oyunu aldığını düşündüğümüzde, partiler için her oy çok önemlidir. Yalnız, tarih bugüne kadar tercihli oy ile milletvekili seçilen Türk’ü Avusturya’da henüz yazmadı. Doğma büyüme Avusturyalı için de aynı durumda son 20 yıl içinde görülmedi. Türk adaylar arasında bir iki bin tercihli oy toplayabilenler, o oy sayısını bir sonraki seçimde partisinin kendisini tekrar, ama biraz daha yukarılarda aday gösterebileceğine destek kabul ederler. Ancak seçilemeyen o kişi genellikle ortalıkta bir daha görülmez, unutulur gider. Hayal kırıklıkları yaşarlar. Hayal kırıklıklarının nedenini ise kendisini seçilmeyecek yerde aday gösteren partisinde değil de, söz verip de oy vermeyenlerde ararlar. Bunlardan birisi de Viyana sokaklarını fotoğraflarıyla süsleyen adaylardan birisi oldu. Birkaç bin tercihli oy alan bu milletvekili adayı seçim sonuçlarının açıklandığı günün ertesinde internet sayfasına bir hikâye koymuştu. İki yoksulun evlilik kutlamalarına şarap sözü veren misafirlerin evin önüne şarap için konulan küpe su taşıdıkları anlatılıyordu. Seçim sonuçlarının açıklandığı günün sonrasında Türk kökenli adaylar hayal kırıklıkları yaşayacaklardır. Bunlara rağmen tercihli oylarla değil de listelerde konumlarından dolayı Avusturya Sosyal Demokrat Partisi sıralarından Nurten Yılmaz ve Yeşiller Partisi’nden halen milletvekili olan Alev Korun’un Avusturya Parlamentosu’na girmeleri gerçekçi görülüyor. [email protected] marş yarıştırmak belirttiğimiz gibi, Jesuitewiese adlı geniş yeşil alanda ramvay tıklım tıklım. Kımıldayacak yer (park) yapılıyor. İsteyen her örgüt, grup, çevre, yok. Arabada bebekleri olan bir “çekirdek” önceden yer ayırtarak, bu etkinlikte bir stant, çadır aileye, o da biraz soluk alabilecekleri kadar açabiliyor. Alanı dolaşırken, her türlü örgüt, girişim, yer tanınabilmiş, sürücü durmadan kapılardan platformun stantlarını bulup, görevlileriyle konuşup, uzak durulması uyarısı yapıyor. Yolcular, solukları bildiri ve yayınlarından yararlanabiliyorsunuz. birbirlerine değmesin diye ayarlayabildikleri Kitaplıklar var, komik evet, sözcüğün tam durumlarını bozmamaya büyük gayret gösteriyorlar. Gençlerin ve genç kalanlarınçoğunlukta olduğu tramvay, uzun ve konulu bir filmin fotoğrafı da çekilen en uzun enstantanesinin kımıltısızlığında. Bu arada arkalardan bir ses (erkek), tek başına, güvenle kendini duyuruyor: Enternasyonal Marşı’nı söylüyor. İlk birkaç dizeden sonra katılmaya çalışanlar oluyor, ardından kendiliklerinden marşa başlayanın güzel sesini olumsuz etkilememek için susuyorlar. Arada bir varlığını ifade etmek zorunda kalan bebek dahil, yüzlerce kişi en ufak bir ses çıkarmaksızın tramvay sürücüsünü de içerecek biçimde Enternasyonal’in bitişini zevkle dinliyor, ardından kaldırımdakilerin meraklı bakışları altında, marşı böylesine güzel söyleyeni güçlü biçimde alkışlıyorlar. Arada duraklar, inenler, binenler. Ama bitmedi. Yarış daha yeni başlıyor. Bu kez tramvayın ortalarından, yine erkek, biraz daha olgun bir ses, Avusturya İşçi Marşı’nı (Hayat Denilen Kavga) söylemeye başlıyor. Tekrar sessizlik. Kimse katılmıyor, katılmaya gerek görmüyor bu kez; bir ses, bir tek ses, müziğini nasıl bir yetkinlikle verebiliyorsa, marşı sonuna dek götürüyor. Viyana’nın en kalabalık ulaşım düğümlerinden birine, Schwedenplatz’a yaklaşılmış, ne fark eder, aynı güçlü alkışlar tramvayı inletiyor, duraklarda bekleyenler gülüyorlar. Devrimci marş yarışının galibi yok. Her ikisi de kazanmış çünkü. Komünistlerin, sosyalistlerin bir gecesi ancak böyle bitebilir, geleneksel Volksstimmefest’in Jesuitenwiese’deki etkinliklerinin ardından. Avusturya Komünist Partisi KPÖ, 1946 yılından bu yana 2004’teki bir ara hariç her yıl bu etkinliği düzenliyor. Volksstimme, KPÖ’nün 1991 Martı’na kadar günlük, 1993’ten sonra haftalık, 2004’ten itibaren de aylık yayımlanan organı. Volksstimmefest etkinliklerinin ilki anlamıyla komik bir parayla bir sürü kitap Prater’de, sonrakiler ise Jesuitenwiese’de edinebildiğiniz ya da sergilerin başında gerçekleştiriliyor. Sadece bir yıl, 2004’te VİYANA bulunanlarla kurduğunuz göz temasının bu etkinlik parasal nedenlerden dolayı ardından bedavaya aldığınız kitapları yapılamıyor. Volksstimmefest, Fete çantanıza doldurabildiğiniz. Ve tabii ki, de l’Humanite’yi Fransız Komünist yiyecek ve içecek. Paraguay standından, Partisi’nin önceleri doğrudan, ardından Taş Devri boyutlarında ızgara etler, Irak dolaylı yayın organı örnek alıyor ve Komünist Partisi çadırından ağızda dağılan değişik sahnelerdeki müzik programları, SELİM falafeller, Yunanlılardan şişler, Macarlardan spor karşılaşmaları, satranç yarışmaları, YALÇINER langoslar (bir tür kızartma börek), komedyen gösterileri, edebiyat geceleri Avusturyalılardan şnitzeller, meyveli tatlılar, ile uygulanıyor. Komedyenler Oleg Meksikalılardan çililer (acılı fasulye), sayamadığım Popov, Karel Gott; satranççılar Karpov Smyslov daha birçok ülke komünistlerinin sundukları lezzetler ve Petrosyan; edebiyatçılar Erich Fried, Elfriede ve izinlerini almadığım için adlarını veremeyeceğim Gerstl, Elfriede Jelinek, Josef Haslinger ve Peter Türkiye çıkışlı stantlardan dönerler, mezeler Turrini bu etkinliğe çeşitli zamanlarda katılanlardan alabilirsiniz. İçecek? Serbest. Volksstimmefest’in bir bazıları. Bu yılın programında, daha yakından başka özelliği de, düzenleyicilerinin verdiği bilgiye tanıdık bir isim de var: Grup Yorum. Çav Bella’yı göre, polis ve cankurtaran araçlarına etkinlik alanında İtalyanca, Almanca, İngilizce, Türkçe dillerinde, ve çevresinde hiç denebilecek bir oranda rastlanması gecenin en kalabalık izleyici topluluğuna söyleten, ve birkaç istisna ani hastalık gibi dışında, ihtiyaç şarkının ardından atılan “Her Yer Taksim, Her duyulmaması. Yer Direniş”, “Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam” sloganlarının Almancasını da isteyen. [email protected] Volksstimmefest, her yılın ağustos sonu eylül başı,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle