19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 AĞUSTOS 2013 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yüksek Mahkemelerden Şikâyet... Rejimleri Etiketlemek MISIR’DA olup bitenler dolayısıyla yaşanan bir ikilem yalnız bizim toplumu değil, başka toplumları da belirgin bir şaşkınlığa sürüklemişe benziyor: Tamam, Mursi rejiminin yerine şimdiki yönetiminin gelmesi görüntü ve öz açısından elbet “darbe” tanımlamasına uygun düşüyor ama birçok ülkede buna “darbe” etiketinin yapıştırılması ya da devrilen Mursi yönetiminin tam anlamıyla darbe kurbanı sayılması kolay olmuyor. Bu duruma yakından bakmak, insanların davranışlarında rol oynayan etkenleri değişik bir açıdan irdelemekte yararlı olabilir. amam, Amerika Birleşik Devletleri açısından bu çekingenliğin nedenini anlamak pek zor değil: Olaya darbe adını vermek ABD’nin mevzuatı açısından Mısır gibi “darbe kurbanı” bir ülkeye ekonomik yardımda bulunmak sorun yaratıyormuş. Washington’ı yönetenler bu duruma düşmek istemiyorlar. Çünkü, darbe kurbanı olma yarışına girme modasının “gelişmekte olan ülkeler” açısından yardım bulmak için yeni bir yöntem haline gelmesinden korkuluyormuş. Mısır gibi ülkelerin Batı dünyasında fazla sempati toplayamayışlarının başka nedenleri var ve onlar çok daha ilginç. Her şeyden önce, din etkeni: Bu ülkelerin çoğu Müslüman olduğu için Hıristiyan kiliselerinin yardımseverlikleri ya da Musevi çevrelerin ilgisi onlar açısından pek sıcak olmayabiliyor. Ne de olsa, belirli bir uygarlık düzeyinin değerlerini benimsemiş olanlar aynı benimseyişi gösterememiş olanları kendilerinden saymakta güçlük çekmekteler. ütün bunlar, teknolojik gelişmelerin, ekonomik ilişkilerin ve kültürel bağların iç içe getirdiği ve neredeyse tek bir dünya durumuna soktuğu insanların çeşitli kategorilere ayrılmasını önlemiş olmuyor. Büyük çoğunluğu oluşturanlar değerlerini paylaşanlara paylaşmayanlardan daha yakın hissediyorlar kendilerini. Galiba insanlığın huzuru, etiketlerin hakça dağıtımıyla doğru orantılı. Yeri geldiğinde, zaman zaman kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda, uzun tutukluluk uygulamasından kendilerinin de şikâyetçi olduğunu ve yerel mahkemelerin daha titiz ve özgürlükçü kararlar vermesi gerektiğini belirten yüksek mahkemelerimizin başkan ve üyelerine seslenmek istiyoruz: Ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olun lütfen. B Akın ATALAY rın bu uygulamasına açıkça vize veren, önlerini açan da ne yazık ki yüksek mahkemelerimiz olmuştur. üksek mahkemelerin kararları Yeri geldiğinde, zaman zaman kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda, uzun tutukluluk uygulamasından kendilerinin de şikâyetçi olduğunu ve yerel mahkemelerin daha titiz ve özgürlükçü kararlar vermesi gerektiğini belirten yüksek mahkemelerimizin başkan ve üyelerine seslenmek istiyoruz: Ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olun lütfen. Bir yanda uzun tutuklamalardan, kötü uygulama ve yorumlardan dem vuran beyanlarınız varken, öte yanda buna olanak veren, hatta teşvik eden kararlarınızı nasıl görmezden geleceğiz? Bakınız AİHM birçok kararında diyor ki: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), taraf ülkelerin uyması gereken asgari standartları belirler. Eğer taraf ülkeler kendi kanunlarında AİHS’den daha iyi ve ileri haklar getirmişse, o zaman AİHS değil bu iç mevzuat uygulanmalıdır. Şimdi, tutuklama konusunda AİHS’nin öngördüğü düzenleme ile iç mevzuatımız olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) öngördüğü düzenlemeyi bir karşılaştıralım. AİHS’de tutukluluk için her davanın özelliğine göre ayrı değerlendirilen “makul süre” terimi kullanılmış. Bu nedenle, AİHM bazı olaylarda 35 aylık tutukluluk süresini fazla bulurken, bazı olaylarda ise 23 yılı bile fazla bulmuyor. Bir de ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararı vermesinden sonra temyiz sürecinde geçecek zaman dilimini tutukluluk süresinden saymıyor. Buna karşın, tutuklamayla ilgili bizim iç hukukumuz ise; kovuşturmanın, iddianamenin kabulü ile başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi kapsadığını, kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar suç şüphesi altında olan kişinin sanık olduğunu (CMK, md. 2) ve masumiyet karinesi gereğince suçlu sayılamayacağını (Anayasa md. 38), şüpheli ya da sanık olan bir kişinin yargılama süresince belirsiz ve sonsuz bir şekilde tutuklu olarak bulundurulamayacağını, bunun için azami tutukluluk süreleri öngörüldüğünü (CMK, md. 102), soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında (yerel mahkemede ve Yargıtay aşamasında da) bu kişilerin salıverilmesini isteyebileceğini (CMK, md. 104) düzenlemiş. Yani bizim kanunumuz, hâkimlerimizin genellikle özgürlükten yana bir tutum almadıklarını, AİHS’deki “makul süre” kavramını da kötüye kullanacaklarını düşünerek olsa gerek, “makul süre tutukluluk” terimi ye T ir ülkede yüksek mahkemelerin varlığı, kendi alanında hukuksal konularda en son sözü söylemek, olası hukuksal hataları düzeltmek, ilk derece mahkemelere yol göstericilik yapmak, ülkede aynı konuda değişik mahkemeler arasındaki uygulama farklılığını gidermek, hukukun üstünlüğünü sağlamak içindir. Toplumun yüksek mahkemelerden beklentisi yasalarla ve hukukun genel ilkeleriyle belirlenmiş olan hakkının, hukukunun, özgürlüğünün sağlanması, adaletin tesis edilmesidir. Ülkemizde, hukuksal alanda uzun yıllardır süregelen ve bir türlü çözülemeyen konulardan birisi de “uzun tutukluluk” konusudur. Tutukluluğun kabul edilemez ölçülerdeki mevcut uygulamasının, zaman zaman kamuoyu baskısından da kaynaklansa, özgürlükçü bir toplum ve hukuk kültürüyle bağdaştırılması zordur. Tutuklu yargılama, suçlu olduğu yargı kararı ile tescil edilmeden, kişileri özgürlüğünden yoksun bırakmaktadır. Herkesin bildiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM), ülkemiz ve yargımız bakımından en çok ihlal kararı verilen konulardan birisi uzun tutukluluk uygulamasıdır. Bu konuda, tutuklama kararlarını veren yerel mahkeme yargıçları kadar onla Y rine, kesin ve belirli bir süre sınırı koymayı tercih etmiş. Tutuklulukta azami süreyi öngören iç mevzuatın yanı sıra AİHS’de temyiz aşamasında geçen sürenin tutukluluktan sayılamayacağına ilişkin hükmü de birlikte uyguluyorum, dedi. Demek istedi ki, AİHS’nin tanıdığı olanağı da, kanunun tanıdığı olanağı da birleştiriyor ve sonuçta kişileri olabildiği kadar uzun tutuklu bulundurmanın bir yolunu açıyorum, bu şekilde fiili tutukluluk süresi 1520 yıl bile olsa hukuka uygun hale geliyor, dedi. AİHM’nin işlevini yerine getirmek, kişi hak ve özgürlüklerini koruyup, AİHM’den alınan ihlal kararlarını azaltmak için getirilen bireysel başvuruları inceleyen Anayasa Mahkememiz bu yorumu doğru ve haklı buldu. Buyrun size özgürlükçü Anayasa Mahkemesi. onuç Hani denildiği gibi; çelebi bizde böyle olur yargı ve hukuk dediğin... 2010 anayasa referandumu sonrasında yargının artık bağımsız ve tarafsız olduğunu, üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğünün egemen olacağını, daha özgürlükçü bir yargı olacağını söyleyenlere, yeniden yapılandırılan bu yüksek yargıyı takdimimizdir. Eski yargı, yeni yargı ne fark var derseniz, al birini vur ötekine... Çünkü, hepsinin bilinçaltındaki hukuk algısı, hukukun özgürlükleri koruyan, kollayan değil, gerektiği her anda vatandaşları cezalandıran bir kurallar yığını olması şeklindedir. Mesele, tutuklama konusundaki hukuk metinlerinde değil, bu metinleri eğip bükerek, olabilecek en ağır şekilde nasıl uygularız diyen hukukçuların her daim rağbet görmesindedir. ‘Son Kullanma Tarihi’ ABD, Ortadoğu’yu ve Kuzey Afrika’yı yeniden düzenliyor… Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz ve Fransız cetvelleri ile çizilen sınırlar değişiyor… Görülen o ki, mevcut sınırlar kalkacak, etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinden yeni sınırlar çizilecek! HHH Eşzamanlı ve eşdeğerli üç hedef görünüyor: 1) İsrail devletinin varlığını güvenceye kavuşturmak. 2) Petrol üretimini denetlemek. 3) Küresel tehdit iddiasıyla ortaya çıkan Radikal Siyasal İslam akımlarını engellemek. HHH Elbette bu proje, “zamanın ruhuna uygun” etiketlerle sunuluyor: “Demokratikleşme”… “İnsan hakları”… “Terörle mücadele”… “Kitle İmha Silahlarına” karşı kampanya… “Halkını katleden diktatörlere karşı” müdahale… HHH Zaman zaman Suudi Arabistan, BAE gibi diktatörlüklerin de, bu sözde “Demokrasi” savaşında “demokrasi güçlerinden yana tavır koyması” ya da Mısır’da olduğu gibi, “demokrasi adına darbe yapanların halkı katletmeleri” tarzında gariplikler görülüyor ve taraflarla amaçlar birbirine karışıyor ama, artık “Olacak o kadar”! HHH Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da neler olup bittiğini ve bu olaylar sırasında ABD ile Türkiye’nin rollerini, “son kullanma tarihi geçen” liderlere neler olduğunu merak edenler, benim “ABD’nin Siyasal İslamla Dansı” adlı kitabıma bakabilir. HHH Bütün bu süreç içinde Türkiye, ne yazık ki “Kendi ayağına kurşun sıkan” bir devlet konumunda oldu: Irak’ta, Saddam’ın devrilmesine destek verdi; Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırdı, Güney sınırının bir bölümü üzerindeki denetimini yitirdi ve PKK terörünü tırmandırdı. Suriye’de, önce Esad’la kanka oldu, onu güçlendirdi, sonra Suriye politikasını, yanlış olarak tek kişiye indirgedi; Esad karşıtlığına dönüştürdü… Böylece Güney sınırının geri kalan bölümünü de, hem İslam adına terör yapan örgütlerin hem de kimlik savaşı veren Kürtlerin savaş alanı haline getirdi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi: Irak’taki siyasal çekişmelerde, Suriye’deki sıcak savaşta ve Mısır’daki kardeş katliamında taraf oldu… Ülkenin güvenliğini, güvenilirliğini, prestijini, gücünü, hem müttefikleri hem de muarızları nezdinde erozyona uğrattı. Bundan sonra ne olacağını görmek için benim “Dans” kitabıma tekrar bakabilirsiniz! S Uzun tutukluluk B AİHS ve CMK Gençler Sesleniyor: Bizi Dinleyin, Anlayın Her ülkede olduğu gibi ülkemizde de aile içinde ve toplumda genç kuşakla yaşlı kuşak arasında kuşak çatışmasından kaynaklanan sorunlar olabilir. Bu durum toplumsal bir olgudur. Prof. Dr. Özcan KÖKNEL mez. Aile ilkelerini, kurallarını çocuğun ve gencin yaşına, zekâ düzeyine, becerisine, yetisine, yeteneğine göre değil, kendine göre acımasız, değişmez, katı, sert tutum içinde aktarmaya çalışır. Amacına ulaşmak için kendince hatalı, kötü gördüğü davranışları hiçbir açıklama, anlatma gereğini duymadan, fiziksel cezalandırma, dayak dahil her türlü ceza yolunu, yöntemini kullanır. Çocuk ve genç “şımarmasın”, “yüz bulmasın” diye doğru, güzel, iyi davranışlarını ödüllendirmez, görmezlikten gelir. Özgür ve özerk davranışlara olanak tanımaz. Ya hiç sorumluluk vermez ya da gereğinden fazla sorumlulukla çocuğu, genci ezer. Ataerkil aile yapısında yetişen politikacılar, yöneticiler, etkili, yetkili kişiler, siyasal, toplumsal düzeni sürdürmek amacıyla ataerkil aile yapısının ilkelerini, kurallarını, değerlerini uygulamaya çalışırlar. Buna karşın demokratik, ilgili, bilgili aile çocukların, gençlerin yaşına, zekâ düzeyine, becerisine, yetisine, yeteneğine ilgi gösterir. İletişim kurar. Duygularını, düşüncelerini, sorunlarını anlayışla dinler, paylaşır, çözüm arar. Belirli sınırlar içinde özgür ve özerk davranmasına, sorumluluk yüklenmesine olanak tanır. Başarıları ödüllendirir. Başarısız sorumsuz davranışların nedenini arar. Gerekirse nedenini açıklayarak fiziksel olmayan cezalar verir. Kimliğine, kişiliğine saygı gösterir. Öte yandan, çağın ruhu öncelikle gençleri etkiler. Geçmişi unutmamak, hatırlamak bireysel ve toplumsal açıdan sağlıklı düşünmek, davranmak için gereklidir. Ancak geçmişi yaşamak ve yaşatmak istemek, bireysel hastalık, toplumsal çatışma nedenidir. Çağdaş kuşaklar, kişiliğine saygı duyulmasını, düşünce özgürlüğünün tanınmasını, güven içinde bulunmayı, gerçekçi olmayı, karşılıklı tartışma ortamının açık tutulmasını, toplumda yetkeyi simgeleyen kurum ve liderlerin, güçlerini korkutma ve sindirmekten almamalarını istemektedirler. Bu koşullarda, kargaşa sorununun temel çözümü, çağdaş bir anlayış içinde, bilimsel yaklaşımla sağlıklı bir kültür bileşimine gitmeye dayalıdır. Her ülkede olduğu gibi ülkemizde de aile içinde ve toplumda genç kuşakla yaşlı kuşak arasında kuşak çatışmasından kaynaklanan sorunlar olabilir. Bu durum toplumsal bir olgudur. Ancak hükümetin görevi, bu olgunun varlığını söylemek değil, çözüm yollarını araştırmak, bulmak ve uygulamaktır. Parlamento içinde ve dışında hükümeti oluşturan partilere karşıt görüşlü gruplar, kişiler ve kurumlar olabilir. Parlamentonun otoritesini uygulayan güçlerin, bu aşamada onları suçlaması olaylara yaklaşımını zorlaştırır. Sağlam verilere dayanan tanılar, gerçekçi çözüm önerileri, hiç değilse bu konu üzerinde ortak noktalarda birleşme olasılığı verecektir. Gençleri anlamak için Lübnanlı ozan, yazar, ressam Halil Cibran’ın (18811931) dizelerini bilmek, anlamak, uygulamak gerekiyor. Anne babalarla, çocuklar, gençler arasındaki ilişkiyi ünlü şair aşağıdaki dizelerle anlatıyor: YAY ve OK Çocuklarınız sizin çocuklarınız değildir. Onlar hayatın kendi varoluş özlemi için doğan kızlar ve erkeklerdir. Sizin vasıtanızla dünyaya gelirler, fakat sizden gelmezler. Sizinle beraberdirler, fakat size ait değildirler. Onlara sevginizi verebilirsiniz, fakat düşüncelerinizi veremezsiniz. Çünkü kendi düşünceleri vardır. Vücutlarını yanınızda tutabilirsiniz, ruhlarını tutamazsınız. Çünkü ruhları yarında yaşar, yarına gidemezsiniz rüyanızda bile Onlar gibi olmak için çabalayabilirsiniz, fakat onları kendinize benzetmeye çalışmayın. Çünkü hayat ileriye doğru yürür, dünde oyalanmaz. Siz “yay”sınız, çocuklarınız geleceğe fırlatılmış canlı “ok”lardır. U NESCO, gençlik çağını 1224 yaş dilimleri arasında göstermektedir. Gençlik çağı bedensel, ruhsal, toplumsal değişme ve gelişme süreçlerini içerir. Bedensel gelişme ve değişmeyle başlar. Bunu ruhsal, toplumsal değişme ve gelişme izler. Aşırı duyarlılık, kolay değişen duygular; kimlik arayışı, ilgi, sevgi ve özdeşleşme, özerklik, özgürlük, saygınlık, görev ve sorumluluk, toplumsal durum, rol, yer, kendini gerçekleştirme gibi duygusalbilişsel kavramlar gençlik çağının anahtar sözcükleridir. Bu kavramlar önce gencin aile ortamında; sonra yaşadığı ortak toplumsal kültür içinde biçim ve renk kazanır. Aile içinde bulunduğu bölgenin toplum kesiminin toplumun ilkelerinden, kurallarından, değerlerinden etkilenir. Bunları yetişen kuşaklara aktarmak ister. Ülkemizde annebaba çocuk ilişkisine, iletişim biçimine göre beş aile tipi saptanmıştır. Bunlar önem, etkinlik ve yaygınlık sırasıyla ataerkil aile; gevşek aile; tutarsız aile; ilgisiz aile; demokratikbilgili, ilgili aile. İlk sırada yer alan, en eski ve yaygın olan ataerkil sert ve sıkı aile yapısının özünü, temelini birincil toplumsal kurumlar oluşturur. Bunların başında inanç sistemi, gelenek, görenek, töre yer alır. Kuranıkerim’de yer almayan, akılla, bilimle çatışan dini uygulamalar geleneğin, göreneğin, törenin, baskıcı, cezalandırıcı, sert, sıkı yönleri aile yapısına yansır. Yüzyıllar boyu bu aile yapısını sürdürenlerin bir bölümünde ikincil temel toplumsal yapılardan ve çağın ruhundan kaynaklanan önemli değişmeler olmuştur. Ataerkilsert, sıkı aile yapısında egemenlik babadadır. Aile ilkelerini kurallarını, değerlerini, yaşam biçimini baba belirler. Çocuğun ve gencin kimliğine, kişiliğine değer ver
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle