27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 AĞUSTOS 2013 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 T ürk polisi, 18 Ocak 2013 tarihinde de bir “destan” yazmış ve Çağdaş Hukukçular Derneği’nin 11 çelik kapıyla korunan kozmik odasına girmeyi başarmıştı. İstanbul Emniyeti’nin zor bela geçip, yandaş basının destanlaştırdığı bu kapılar ve kozmik oda, kamuoyunu ÇHD’nin aslında terör örgütü DHKPC kuruluşu olduğuna inandırmaya yaradı. Ve üyesi 9 avukat, o gün bugündür tutuklu yargılanmayı beklerken, dava ile ilgili iddianame de artık hazır. Aşağıda okuyacağınız mektup, T.C. Adalet Bakanlığı’nın “görülmüştür” damgasını taşıyor ve bu davada çelik kapılarla korunan kozmik oda destanına ilişkin bir gelişmeyi içeriyor. Özetliyorum: “Size, tutsak bir öğretmen, tutsak bir sendikacı olarak yazıyorum. Altı aydır, adalet denilen çarkın içinde, gerçeğin yalan, yalanın da gerçek diye sunulduğu sözde hukuk devletinde, Themis’in terazisinin Demokles’in kılıcı tarafından parçalanmasına tanıklık ediyorum. İlkokul 4. sınıfa giden öğrencilerim, yazdıkları mektuplarda, ‘Keşke hemen büyüsem, avukat olup sizi oradan çıkarabilsem!’ hayalleri kurarken; nasıl anlatırım onlara beni savunacak olanların da o ‘adalet’ten payını aldığını ve avukatlarımla aynı koğuşu paylaşıp, birlikte tutsaklık yaşadığımızı? Nasıl anlatırım avukatlık onurunun da ayaklar altına alındığını, savunma hakkına yapılan saldırıları... En önemlisi, nasıl anlatırım adaletin, artık adalet sarayında dağıtılmadığını... 18 Ocak’ta savunma saldırıya uğramış ve 9 avukat, son dönemde karşımıza sıkça çıkan, hukuki Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN Yok Kozmik, Var Kozmonot? anlamda geçerliliği şaibeli olan moda delillerle gizli tanık, CD, dinleme tutuklanarak, bugüne kadar savunmalarını üstlendikleri tutsakların yanına, hücre arkadaşı olarak gönderilmişti. Altı ayın sonunda, yargı 622 sayfalık bir iddianame ile tutsak avukatların karşısına çıktı. 622 sayfalık hukuksuzluk demek daha doğru olacaktır: Yapılan baskınlarda ortaya çıkarıldığı söylenen 11 kapılı kozmik odanın bile yer almadığı bir iddianame... Kozmik oda, altı ay içinde kozmik dünyaya göçüvermiş. Onu bırakın, somut hiçbir suçlama yokken, soyutlama üzerine bolca çalışıldığı anlaşılıyor. Bulamadıkları suçlar için kozmik cezalar istiyorlar. Akılları, fikirleri kozmik dünyada olanlardan da ancak bu kadarı beklenirdi. Bu mahkemede yargılanacak olan avukatlık mesleği ve savunmadır. Siyasi iktidara bağımlı bir yargıyla ve onun yönelimlerine göre programlanmış hâkim ve savcılar karşısında, savunma hakkının uygulayıcısı avukatlar, meslek ilkelerine sahip çıkmanın ve bu ülkenin onurlu insanlarını sahiplenmenin suç olamayacağını bir kez de sanık sandalyesinden haykıracaklar. Ve hesap sormaya devam edecekler. Bu kez de Ethem’lerin, Ali İsmail’lerin, Mehmet’lerin, Abdullah’ların, Medeni’lerin hesabını soracaklar. Hapishanelerde yüzlerce insan düşündükleri, inandıkları uğruna tutsak edilmişken Ethem’i vuran polis niye dışarda, diye soracaklar. Palalı, sopalı, satırlı adamlar niye serbestçe dolaşıyor, diye soracaklar. 14 yaşındaki E.A’ya tecavüz eden uzman çavuş kamu görevlisi olduğu için serbest bırakılırken, sendikacılık yaptıkları için tutsak edilen 98 KESK’li kamu görevlisi niye içerde, diye soracaklar. Tutuklu öğrenciler, tutuklu gazeteciler, tutuklu siyasetçiler ve tutuklu Gezi Parkı direnişçileri için soracaklar. Sanık sandalyesinde de olsalar, avukatlığı her şart altında sürdürecek bir meslek ahlakına sahipler ve bu yüzden adalet istemeye devam edecekler. Hem kendileri, hem bizler için... Sessiz kalmak, bu hukuksuzluğa ortak olmaktır. Ses çıkarmanız umuduyla...” Aynur BARKIN Kadın Kapalı Hapishanesi C10 Bakırköy/İstanbul “Mehmet Hazineler içi ndesin Bu toprağın altında ne var ne yok Kömür bakır altın demi r Hepsi senin, hepsi senin dir Çıkar çıkarabildiğin ka dar Ne çıkarırsan Hepsi benimdir.” MELİH CEVDET ANDA Y GÖRÜŞ AHMET ÖZGÜNEŞ Yabancı Vatandaşlar(!) Türk vatandaşı bir Hıristiyan veya Museviye kendisini en üzen şeyin ne olduğunu sorun. Cevap, annebabasının ihmal ettiği, diğer çocuklarından ayırdığı bir çocuğun söyleyecekleri olacaktır: “Yabancı muamelesi görmek.” Bu memleketin öz evlatları olan Rumlar, Ermeniler, Museviler, Süryaniler ve diğerleri yabancı muamelesi görmüyor mu? Bu vatandaşlarımızdan hangisi devlette görev alma imkânı buluyor; hiç Hıristiyan subay, Musevi hâkim gören var mı? Bu vatandaşlarımızı “gayrimüslim” olarak adlandırmak dahi üzücüdür, çünkü bu birbirinden farklı kültürel değerleri olan çok sayıda insan grubunu sadece Müslüman olmamak gibi amorf bir sıfatla değerlendirmektir. Öyle gözüküyor ki devletimiz sadece Müslümanları gerçek vatandaş olarak görüyor; Sünni Müslümanları dahi diyebiliriz, çünkü devlette görev alan Alevilerin kimliklerini açıkça ifade etme hakları var mı? Bu garip durumun kökenleri Osmanlı geleneğine ve biraz da 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında olan olaylara dayanıyor. Osmanlı geleneğinde insanlar dinlerine göre “milletlere” ayrılmışlardı. Etnik kökeni ne olursa olsun Müslümanlar “Müslüman Milleti”, Ortodoks Hıristiyanlar “Rum Milleti”, Ermeni kilisesine bağlı olanlar “Ermeni Milleti” olarak adlandırılırdı. Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nde Sünni Müslümanlar “Milleti Hâkime”, Hıristiyan ve Museviler “Dımmi” yani yaşam tarzlarını kamu alanında sergilememek ve devlete fazladan vergi vermek şartları ile kendi geleneklerine göre yaşamalarına izin verilen insanlardı. Cumhuriyet yönetimi bu konuda Osmanlı kriterlerini benimsedi ve Türk Milleti kavramını din bazında oluşturdu. Bu anlayışın bir diğer sonucu olarak Türkçeden başka dil bilmeyen ve Türkçe ibadet eden Anadolu Hıristiyanları mübadele ile Yunanistan’a gönderildiler. Laik ve modern Türkiye Cumhuriyeti artık vatandaşlarını tarihin çok da hoş olmayan izlerine göre değerlendirmekten vazgeçmelidir. Vatandaşlık bir vatan, kültür ve dil birliğidir. Hıristiyan ve Musevi vatandaşlarımızı tanıyanlar onlarda bu unsurların fazlasıyla bulunduğunu bilirler. Şimdi sayıları çok azalan bu vatandaşlarımıza yapılan haksız uygulamaları düzeltmek zamanıdır. Öncelikle Heybeliada Ruhban Okulu açılmalıdır. Bu bir insan hakları meselesidir. 1844 yılından başlayarak İstiklal Harbi ve sonrasının en buhranlı günlerinde dahi eğitime devam eden bu okul 1971 yılında sudan sebeplerle kapatıldı. 300 milyon Ortodoks Hıristiyanın manevi lideri olan Ortodoks Patrikhanesi’nin ve Ortodoks din adamı yetiştiren okulun İstanbul’da olması uluslararası arenada Türkiye’nin gücünü ve saygınlığını artırır. Bu kurumlara artık tarihte kalmış argümanlarla karşı çıkmak vatanımızın imajına zarar vermektedir. İkinci olarak kökleri Türkiye’de olan insanlardan isteyenlere tekrar Türk vatandaşlığı vermeliyiz. İspanya 1492 yılında kovduğu insanlara bu olanağı verdi ve büyük saygınlık kazandı. Bu uygulama ile Türkiye’ye kaç kişi gelir? Herhalde çok fazla değil. Bu bağlamda yapılabilecek bir eylem Türkiye’de kaçak yaşayan ve sayıları 30000 olarak tahmin edilen Ermenilere vatandaşlık vermektir. Bu insanların çoğunun ataları Anadolu insanlarıydı ve darda kalınca sığındıkları yer Türkiye oldu. Konu bir temel ilkeye varıyor; Türkiye, bütün vatandaşları için demokratik ve insan haklarına dayalı bir devlet olmalıdır. Başbakan Erdoğan, ÇHD üyesi 9 avukatın tutuklanmasıyla sonuçlanan DHKPC terör örgütüne yönelik polis baskınını şu sözlerle savunmuştu: “Bir apartman dairesinde gecenin yarısında avukatlar toplanıp, 11 çelik kapı var orada, ne iş görür? Bu çelik kapıların arkasında acaba ne iş yapılıyor? Bu çelik kapılar açılamıyor. Bu çelik kapılar açılmaya çalışılıyor. Açılamayınca ne yapacak güvenlik, camdan giriyor. İçerde ne isterseniz var. Yakılmak istenen evraklar, sahte kimlikler…” Eğer yandaki mektupta iddia edilen yokluk doğru ve bu davayla ilgili iddianamede, kamuoyunu ÇHD üyesi avukatların, terörist olabileceğine inandıran bu çelik kapılar ve kozmik odanın sözü geçmiyorsa... Tutuklu 9 avukata yöneltilen “terörist” suçlamasına ilişkin diğer kanıtların gerçekliği de tartışmalı hale gelir. Ve bazı soruları akla getirir: Asıl çelik kapılar, hapishane kapıları, acaba ne işe yaramakta, kimlerin üzerine kapanmaktadır? Asıl çelik kapılar, açılamayan hapishane kapıları, acaba dışardaki suçluları, içerdeki suçsuzlardan mı korumaya yaramaktadır? KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI [email protected] Ahmet Eyüce Mimarlık dünyamızın “özgün fikirler”iyle tanınan öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Eyüce’yi 10 Ağustos Cumartesi İstanbul’daki Karacaahmet Mezarlığı’nda sonsuz dinlencesine uğurlarken, Cumhuriyet’teki haberine şunu eklemiştim: “Eyüce’nin Şeker Bayramı nedeniyle bulunduğu İzmirÇeşme’deki sıcaklarla baş edemediği söylense bile, yılların duyarlı mimarı olarak yarımadadaki betonlaşmaya dayanamadığını tahmin edenler de yanılıyor sayılmazlar...” Neden mi? İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Bölümü’nün kuruluşunda önemli katkıları olan mimar Eyüce, 1973’te ODTÜ’den mezun olmuştu. Yüksek lisans ve doktorasını yaptığı Ege Çetinsoy, Mimarlar Odası’ndan Sami Yılmaztürk, Bursa’dan Neslihan Dostoğlu’yla birlikte öğretim üyesi arkadaşları, üniversite yöneticileri, yakınları, dostları ve öğrencileriyle.. kalabalık, gözü nemli bir topluluğun “şaşkınlık dolu hüzün”lerine ortak olmuştum. Eşi ve meslektaşı Özen Hanım’a sarılırken “Yokluğunu yaşatmayacağız” demem üzerine şunları söyledi: “Ahmet’i sadece ben değil, hepimiz çok seviyoruz; düşüncelerini sonuna dek savunarak yaşatacağız, size güveniyorum...” insan Mimaride önce ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaracı@gmail.com Üniversitesi’nin emektarı olarak İzmir’in mimarlık ortamına unutulmaz kazanımlar armağan etti. Bu süreçte en etkili çalışmaları ise “kent ve mimarlık kimliği” üzerineydi. Örneğin son zamanlarda yitirilen “sokak” ve “mahalle” gibi bize ait kavramların yeniden önemsenmesini savunan Eyüce’ye göre AVM’leri yaygınlaştırmak yerine “çarşıpazar” geleneğimizin sürdürülmesi, günümüz mimarlığının esasları arasında yer almalıydı… İstanbul’daki Bahçeşehir Üniversitesi’nin Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dekanlığı’nı bu düşünceleriyle üstlendiğinde, akademik yaşamının en verimli yıllarını okulun karşısındaki Sinan Paşa Camisi’nde noktalayacağını nereden bilebilirdi? O gün ikindideki cenaze namazına zor yetişmiş, görebildiğim duayenlerden Metin Sözen, Doğan Hasol, Cengiz Bektaş, İzmir’den Aysel Peki, neydi Ahmet Eyüce’nin onca insanı ve meslektaşını bir araya toplaya(bile)n düşünceleri? Haberde yer verdiğim bir özeti yineliyorum: “Modern mimarlığı kimlikli kentleşmeden uzaklaşmanın aracı olarak kullanmaya çalışanları en kapsamlı sorgulayan mimarların başında Eyüce gelmiştir.” Nitekim Çatı ve Cephe dergisindeki bir röportajında, insanı dışlayan “kentsel dönüşüm” kavramını sorgularken bakın neler söylüyor: “Mesela son dönemde ‘soylulaştırma’ diye bir kavram çıktı. Burada oturanların yerine başkaları gelince semt soylulaşmış mı olacak? Sağlıklaştırma daha doğru kavram.” (Nisan2007) Aynı bakış açısıyla “kültürel miras”la ilgili şu sözlerini de sayısız kez kullanmışımdır: “Tarihi, turistler için değil kendimiz için koruduğumuz zaman karakterli toplum olur; dünyanın kişilikli kentlerini yaratabiliriz.” Eyüce, çağdaş mimarlığımızın kimlikli gelişmesine yaptığı akademik katkılarla kuşaktan kuşağa anılacak. Bahçeşehir’in bu katkılara desteğini hep gururla anlatırdı; aynı üniversitede adının sonsuza dek yaşatılacağından eminim. Işıklar içinde yatsın... BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Konya’nın 1 Akşehir ilçe 2 sine özgü bir tür çörek. 2/ 3 Ateş... Eski 4 Mısır inanı 5 şında, ölüle6 rin koruyucusu olan tan 7 rı. 3/ Bir ili 8 miz... Çalıştı 9 ğı sanat alanında başarı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 gösteremeyen, 1 G A D İ R H U M yeteneksiz sanat 2 Ö R E K E G A F çı. 4/ Üniversite 3 R O M A N T İ ZM lerde ortak zorun 4 A M E R A Y I lu dersleri okutan O K R A H öğretim görevli 5 N A İ S İ S B U si. 5/ Deniz kıyıla 6 L K U Y UM rındaki bahçelerde 7 A R P S A ĞU yetiştirilen bir süs 8 R A K S ağacı... Bir toplu 9 N A U T İ L U S luğu oluşturan bireylerden her biri. 6/ Tümör... Görünüşe göre olacağı sanılan. 7/ Erzurum’un bir ilçesi... Bir nota. 8/ İskambilde bir kâğıt... Kemiklerin yuvarlak ucu... Güneydoğu Anadolu’da, daha çok kadınların çeşitli yerlerine yaptırdıkları bir tür dövme. 9/ Şarkı, türkü... Sesle yapılan duyuru. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Sumo güreşinde en büyük derece. 2/ Avşa’da yetişen ve kaliteli bir şarap veren üzüm cinsi. 3/ Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi. 4/ Ticaret gemilerinde tayfaların başı. 5/ Sahip... Samanla karışık tahıl. 6/ İcar... Tarlalar arasında sınır çizgisi olarak kullanılan ekilmemiş bölüm. 7/ Bir gezegen... Bir nota. 8/ Âdem ile Havva’nın üçüncü oğlu... Sürüngen bir hayvan. 9/ Bisikletin oturulacak yeri... Dingil.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle