19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 AĞUSTOS 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 Fethullahçı hareketin Almanya’da teşkilatlanması camilerde başladı ‘Odalardan çıktılar’ G azeteciyazar Metin Gür’ün “Avrupa’da İslamcı ÖrgütlerTürkiye Kökenli” adlı incelemesinin en önemli özelliği, yıllara yayılan yetkin bir birikimin yanı sıra belgeli ve tanıklı çalışılması. Ele alınan hemen her başlık için geçerli bu. Fethullah Gülen Hareketi de bunlardan biri. Tanığımızın adı Fikri Emanet. Eski müftülerden... Almanya’da Fethullah Gülen hareketinin odalardan çıkarak teşkilatlanmaya başladığını anlatan Emanet, şunları söylüyor: “Dortmund ve çevresinde, ‘çocukları okutacağız’ diyerek iki, üç odalı daireler kiralıyorlar. İki odasını çocukların ev ödevlerine yardım edecek şekilde düzenlerken, bir odasını da velileri ağırlamak için kullanıyorlar. Orada velilere ikramda bulunuyorlar, çocuklarına yardım edeceklerini söylüyorlar. Nurcu geleneğinden gelen bu evlerin bazılarını gördüm. Önce bedava ders veriyorlar, sayı çoğalınca para almaya başlıyorlar. Milli Görüş’ten bile çocuklarını bu okulda okutanlar var. Bu odaları ilk önce ve en çok esnaf destekliyor.” İncelemenin İslamcıların Hollanda ayağına dair bölümünde, bu ülkede yaşayan ve 23 yaşında Müslüman olan yazar Abdulwahid van Bommel ile de konuşuyor Metin Gür. İlk kuruluşa kendisinin öncülük ettiğini açıklıyor Bommel. Dedikleri yenilir yutulur cinsten değil: “Türk Müslümanlar yerinde saymayı seviyor. Bilimsel ve kültürel çalışmalar camilerde zayıf kalıyor. Vatana hasret camileri deniliyor. Türkiye kökenli İslam kuruluşları birbirlerinin aleyhinde konuşuyorlar. İslamiyete daveti yerine getiremiyorlar; camiler çayevi gibi kullanılıyor. Hollanda’da vakıf statüsünde 400’ün üzerinde Türkiye çıkışlı İslam kuruluşu var. Ekonomik kişilikleri dinden önce geliyor. Yardım konusunda çok dolap dönüyor. Ve takıyyeyi en çok Gülenciler yapıyor.” Haziran Bir Ruh mu? Toplumsal muhalefetin muhalif siyasi partilerin bir adım önünde olması şaşırtıcı gelebilir, ama belli dönemlerde böyle olması da kaçınılmazdır. Haziran ayının tümünü kaplayan, neredeyse tüm illerde, ilçelerde kendini gösteren direniş, bu türden bir toplumsal muhalefet hareketiydi. Yaygınlığının, yığınsallığının ve sürekliliğinin temel nedeni farklı siyasi görüşlerin kendiliğinden cepheleşmesi de değildi. Direnişe karakterini veren, farklı toplumsal muhalefet hareketlerinin varlığı oldu. Akademideki itirazların, bir süredir su yüzüne çıkmış ve haklılık kazanmış öğrenci hareketinin, gittikçe genişleyen, tüm yurtta nerede bir HES girişimi varsa orada örgütlenmeye başlamış, nükleer santrallara, siyanürlü altın arama girişimlerine, betonlaşmaya karşı dirençli bir çevre hareketinin varlığı, bir araya gelmesi Haziran Direnişi’ni belirledi. Güçten düşmüş işçi hareketinin direnişe desteği, sol siyasi partilerin, sosyal demokrat milletvekillerinin dayanışması hareketi renklendirdi ama belirlemedi. Kürt hareketinin AKP ile direniş arasına sıkışmış desteği de öyle. HHH Haziran Direnişi ile ilgili nesnel bir durum saptaması yapmak gerekiyorsa, ki gerekiyor, öncelikle bunları söylemek yerinde olur diye düşünüyorum. Haziran Direnişi klasik anlamda siyasi bir nitelik taşımıyor. Ama savunduğu hedefler açısından tümüyle siyasi bir karakterdedir. Yukarıda saymaya çalıştığım toplumsal muhalefet hareketlerinin tümünün karşı olduğu, itiraz ettiği odak siyasi iktidardır. Çevre hareketi her kasabada, her ilde karşısında iktidar partisini buldu. Statükonun hep kendine yontan keseri ile karşılaştı. Sorunlarını dile getiren öğrenciler karşılarında hep onu buldular, onun düşmanca, sert darbesi ile karşılaştılar. Kadınlar karşılaştıkları erkek şiddetinin ideolojik formasyonunu iktidar blokunda ve onun kararlarında, söylemlerinde gördüler. Meslek odaları zaten on yıldan bu yana sürekli olarak hak ve yetkilerinin tırpanlanması için olağanüstü bir çaba harcayan iktidarla mücadele halindeler. Sendikalar ise 12 Eylül’de aldıkları darbelerin üstesinden gelmeye çabaladıkça iktidardan yeni ve daha kalıcı darbeler yediler. HHH Bu arada iktidarın topyekun saldırısının Ergenekon, Balyoz, KCK dava ve tutuklamalarının yarattığı gergin siyasi ve psikolojik ortamın, insanları yıldıran ve “eh artık yeter!” dedirten gözleme, dinleme, izleme faaliyetlerinin, “her şeyi ben bilir ben belirlerim” despotluğunun payı da büyüktür. Böyle bir zemin üzerinde Gezi Parkı’nda ağaç kırımına girişilmesi ve TOMA’lı, biber gazlı sert müdahale, bardağı taşırdı, direnişi başlattı. Gezi Parkı’na saldırı direnişin nedeni değil, vesilesidir. HHH Şimdi iktidar çevrelerinde bir “Eylül korkusu” olduğu söyleniyor. Haziran Direnişi’nin geniş kitlelerde “bundan böyle her şeye eyvallah demeyeceğiz” bilincini canlandırdığı söylenebilir. Artık böyle bir toplumsal muhalefet var ve bu yeniden şişeye sokulamaz. İktidar çevrelerinin ısrarla “Eylülde yeniden başlayacaklarmış” fısıltısı ise daha çok hareketi bastırmaya yönelik bir ön alma gibi görülmelidir. Haziran Direnişi canlıdır. Kimileri ise bu hareketi tanımlar, geleceğini okumaya çalışırken, “buharlaşan spontane hareketlere” benzetmeyi pek seviyor. Şöyle diyorlar mesela: “Bilincine varıp da ‘örgütlenmek’ benzeri girişimlerden söz etmiyorum bu aşamada. ‘Eyleme devam’ falan hiç demiyorum. Ama bir bilinci açık, uyanık tutmak ve yaratıcı olmak gerek. Olay, bunların mümkün olduğunun işaretlerini verdi.” Kısası şudur: Örgütlenmeyiniz, eyleme devamı zihhar düşünmeyiniz. Ruh gibi geldiniz, ruh gibi gidiniz. ‘YARDIMLARDA ÇOK DOLAP DÖNÜYOR’ Adının açıklanmasını istemeyen bir din görevlisinin söylediklerine de dikkat! “Fethullahçı hareketin Almanya’da teşkilatlanması camilerde başladı. Oralara girip çalıştılar. Tabanlarını oluştururken her cami teşkilatından aldılar. İşin farkına varan camiler mesafe koydular. Ama DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) yakayı kaptırdı. Alevi toplumuna da, Yunus’un ve Mevlana’nın felsefesiyle yanaşmaya çalıştılar.” Nuri Yazar... Köln’de yaşıyor. Eski Diyanet Müftüsü. Nurculuğu ve Gülen’i yakından tanıyor. Gülen ile geçmişteki yakınlığına rağmen birlikte yürümeyi tercih etmemiş. Nedenini “gözyaşı”yla anlatıyor: “Hocalığından üç kat fazla ağlaması vardı. Bunu sevmedim. Gülen’de ağlama sanatı var. Gayet güzel ağlamasını beceriyor. Bu da taraftar toplamada etkili bir araç. Bu mesleği bildiğim için söylüyorum. Diyanet camiasında müftüler ve vaizler içinde aylık vaazlarında on damla gözyaşı dökenlerin sayısı iki elin on parmağı kadardır. Gülen’in bir haftada yaptığı vaazda döktüğü gözyaşı birkaç kişiye aptes suyu olur!” ‘Alevilere Yunus Emre formülü’ Açık artırmalı cihat! Gülen hareketinin Köln’de yapılan ev toplantılarına katılanlardan isminin verilmesini istemeyen bir babanın, cemaatin tarzına dair anlattıkları da önemli: “Yegâne anlatılan konu, sahabenin hayatının dramatize edilmesidir, bir anlamda duygu sömürüsüdür. Sahabenin hayatı da biraz ütopiktir. ‘Gençlik mahvoluyor. İslam yavaş yavaş beyinlerinden silinmeye başlıyor’ diyerek toplantıyı açıyorlar. İki saat sürüyor. ‘Bu anlattığımız sahabenin başına gelenlerin sizlerin de başına gelmesini istemiyorsanız malınızla cihat etmeniz gerekiyor. Taahhütte bulunun’ deniyor. Fethullahçılardan ya da zenginlerden biri el kaldırarak küsuratlı bir meblağ söylüyor. Örneğin ‘1000’ demiyor da ‘9 bin 999’ diyor. Rakam çoğaldıkça sevabı bol anlamına geliyor. Bunu örnek alanlar bu minval üzerinden değişik miktarlarda söz veriyorlar. En iyi para toplayan grup Fethullah Hoca grubudur. Fethullahçılar halkla çalışmıyorlar. Ya akademisyenlerle ya da işadamlarıyla çalışıyorlar. Milli Görüş bunlar gibi hareket edemez.” DİTİB’İ EVREN CUNTASI DEVREYE SOKTU Metin Gür’ün çalışmasında Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) özel bir yer ayrılmasının nedeni açık; Türkiye’nin Avrupa’daki resmi din kuruluşu DİTİB. Hem cami, hem cemaat sayısı bakımından Almanya ve Avrupa’da avantajlı konumda doğal olarak. Yıllardır AKP hükümetinin özenli desteği de arkasında. DİTİB’in Türkiye’den nasıl yönetildiği, hangi partilerin bu dev kuruluşta etkili olduğu, Almanya’da görevleri sadece imam olan din görevlilerinin gizli rapor hazırlayıp vermeye zorlanmaları yine belgeler eşliğinde gözler önünde. Kaplancılar dışında öteki İslami kuruluşlarla ilişkileri hep gelişme kaydeden ve öteki İslam ülkelerinden gelen göçmenlerin arasında da çekim merkezi haline gelen DİTİB’in tarihi çarpıcı ve belirleyici örneklerle dolu. Kuruluşuna faşist Evren cuntası damgasını vuruyor. Devrimcilere sığınma hakkı tanıyan başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’da da sürek avı yapmak isteyen cunta, DİTİB koordinasyon kurullarını en önce Almanya genelinde devreye sokuyor. Tüm olanaklar seferber ediliyor. Doğrudan Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliği’ne bağlanıyor. Burada MGK’nin şeriatçılara verdiği desteği, dinci dernek ve vakıfların MGK desteğiyle kurulup desteklendiğini anlatan eski Kültür bakanlarından Fikri Sağlar’ın 18 Ağustos 1995’te Siyah Beyaz gazetesinde yayımlanan şu açıklamalarını anımsatmakta da fayda var: “Çift gizli mühür vurulmuş, Kültür Bakanlığı’na görev yükleyen MGK kararını, bakanlığa gelişimin haftasında gördüm ve bu karara karşı çıkarak MGK’ye başvurdum. Hem gizli belge, hem de yazışmalarım bakanlığın arşivlerindedir. Sonuçta bu işleyişi durdurdum. Yerine aynı amaca yönelik olarak Avrupa’da Kültürevleri, Türk Kültür Merkezleri projesini getirdim. Projeler bakanlıkça yürürlüğe kondu. Ancak üzülerek belirteyim ki, dinci örgüt ve vakıfların kurulması için ayrılan bütçenin yarısı kadar bir payı Kültürevleri için alamadım.” Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in başkanlığında Başbakan Turgut Özal’ın da katıldığı MGK toplantısında tarikatlara yardım edilmesinin karara bağlandığına dikkat çeken Sağlar, “Bunun için Kültür Bakanlığı görevlendirildi ve bu konuda ilk etapta kullanılmak üzere 350 milyon dolar ayrıldı. Demirel’in danışmanlığını yürüten Namık Kemal Zeybek’in ve büyükelçiliklerin de katkısıyla çok sayıda dinci vakıf ve dernek kuruldu” diyor. DİTİB’in önceki başkanı Sadi Arslan’ın verdiği bilgilere göre Köln, Duisburg, Dortmund, Münih ve Berlin başta olmak üzere DİTİB’in en etkin olduğu bölge sayısı 13. DİTİB’e bağlı camilerde yılda Kuran kursu gören 712 yaş arasındaki çocukların sayısı ise 150 bin dolayında. Camilerin yüzde 90’ının mülkiyeti DİTİB’e ait.” Kaplan’a biat şart! MGK Sekreterliği’ne bağlı Metin Gür’ün “Avrupa’da İslamcı ÖrgütlerTürkiye Kökenli” adlı incelemesinin son bölümü “Cemalettin Kaplan’a Yenik Düşen Hocalar” adını taşıyor. Mevzu “yenik” hocaların yazılı tarihi açıklaması, geçmişte Kaplancı olanların itirafları, eski Almanya Şeyhülislamı Ali Yüksel’in Kaplan’a biat etmemesi üzerine yaşanan gerginlikleri yazıyor Gür. Almanya ve Avrupa’da artık iyice ezici bir güce ulaşmış Türkiye kaynaklı tarikatla rın şiddeti üstlendikleri rollere, şeyhlerin yol yordamına ve siyasi arenadaki etkinliklerin derinliğine göre değişmekle birlikte cami ve mescitlerin hem içinde, hem dışında olmaları, yeni ayrıntılarla bu bölümün de konusu. Ve son kertede, Türkiye’de 22 yıl müftülük yaptıktan sonra yurtdışına çıkan Selahattin Yazıcı’nın, bu konudaki sorulara yanıtı kısa ve net: “Dini eğitim gören hocalar, İslam devletinden yanadır!” ALMANYA’DAN İŞÇİ MANZARALARI... ‘Alevi, Sünni, Türk, Kürt ayrımı yoktu’ Rıza Yıldız... Yozgatlı. 1971’de gittiği Fransa’da, bir atölyede işçilik yapmış. Allah’ın adını dilinden düşürmeyen bir din simsarının Almanya’ya götürmek vaadiyle işçilerin epey bir parasını çarptığına şahit olmuş. Sonra Almanya’ya istek yaptırtıp Wuppertal’e bahçe işçisi olmuş. O dönemde kentte cami ya da mescit yokmuş. 30 kişi gibi bir cemaatle yurtlarda veya ardiyelerde kılmışlar namazlarını. Kısa sürede sayı seksene ulaşınca, yer yetmez olmuş. Aynı dönemde o bölgede cami açma dönemi başlamış. Tarikatlar kente el atınca kısa sürede sosyal hayatta işin rengi değişmiş! Aynen şunları söylüyor Yıldız: “Dernekler olmadan önce insanlar hep gidip gelirlerdi. Anadolu halkı, Alevi, Sünni, Kürt ayrımı yoktu. Hanımlar börek çörek yaparlardı, biz de ocakbaşı sohbet yapardık. Otururduk, yenilir içilirdi; hanımlar bir yerde, aynı odanın içinde. Bana göre, camiler ve dernekler kurulduktan sonra insanlar birbirinden koptu. Sonra da bir kirli el geldi, herkesin camiye gitmesini mecbur eder gibi Wuppertal’de bir gelişme oldu. Buraya ilk önce Milli Görüş ve Kadiri tarikatı el attı. Özellikle tarikatlara bağlı camilerde kadınların, kızların başlarını zorla kapatma baskısı olduğunu söyleyebilirim. Bu tip davranışlar 7780’li yıllarda başladı. Ondan önce birbirimize bağlılık ve güven vardı. O güven ortamı kalmadı.” ‘Yaşam asılı kaldı’ Cumartesi Anneleri, Galatasaray’da dün 437. kez gerçekleştirdikleri oturma eyleminde 2004’te gözaltında kaybedilen Tolga Baykal Ceylan’ı anarak, sorumluların yargılanmasını istedi. Tolga Baykal Ceylan’ın annesi Kadriye Ceylan oğlunun tatil için gittiği İğneada’da 10 Ağustos 2004’te kaybedildiğini belirterek “O tarihte anaoğul yaşamımız asılı kaldı” dedi. Ceylan, “AİHM’ye açtığımız davada hükümet ‘sebepsiz zenginleşme’ olduğunu iddia ederek davanın reddedilmesini talep etmektedir. Tek evladını kaybettiğiniz bu ana zenginliği ne yapsın. Zenginlik sizin derdiniz” diye konuştu. Tarikatlara yardım edilecek! ‘Onlar esir değil’ İstanbul Haber Servisi İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’nun F tipi cezaevleri ve ağır hastalıklarla mücadele eden tutukluların durumlarına dikkat çekmek için düzenlediği “F Oturmaları” eyleminin 73. haftasında Metris Cezaevi’ndeki hasta tutuklu ve hükümlülerin durumlarına dikkat çekildi. Galatasaray’da dün gerçekleştirilen oturma eyleminde açıklamayı okuyan İHD’li Meryem Bars, işkencelerin 80’li yılları aratmadığını belirterek “O günlerde mahpusu esir olarak gören cunta vardı, bugünse yalnızca elbiseleri farklı olan sivil iktidar” dedi. BİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle