16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 TEMMUZ 2013 PERŞEMBE 4 HABERLER Pufun üzerinde karpuz gibisin... Düştü düşecek... H Çünkü seni orada tutacak ne varsa yıktın.... H “Hukuk” diyelim... Aklınca kendini sağlama almak için hukuku yok ettin... Kimse diktatörün hukukuna güvenmiyor... İnsanlar onu sokakta arıyorlar... H “Demokrasi” keza... Seni oraya getiren ve orada tutan en büyük güçtü... Silip attın... Şimdi istediğin kadar “sandık” de... H “Türkiye Büyük Millet Meclisi” mesela... TBMM, tek adamın iki dudağı olunca... İnsanlar parklarda kendi meclislerini Tabii karpuzu kurtaramıyor... H Keza seni orada tutan ne varsa... Hoşgörü... Saygı... Barış... Özveri... Tahammül... Tümünü yok ettiğin için, pufun üzeri zor... H “Laiklik” mesela... Laik devletin yerini cemaat aldı mı?.. Aldı... Puftan en çok ittiren kim?.. Cemaat... Masum Müslümanlar ise içini gördüler... H Sahi karpuz gibisin mübarek... Dışın yeşil... İçin ....... ‘Artık Darbe Olmaz’ TSK İç Hizmet Yasası 35. madde değişikliği TBMM Savunma Komisyonu’nda CHP’lilerin de oylarıyla kabul edildi. Zaten kimsenin, Cumhuriyeti koruyup kollama diye anılan bu maddenin kalmasını istediği de yoktu. Nitekim CHP’liler biri 2010, öbürü 2011’de olmak üzere bundan önce iki kez söz konusu maddenin kaldırılması için Meclis’e başvurduklarında, AKP oylarıyla akemete uğratılmışlardı. Bu da AKP’nin son girişiminin içtenliği konusunu açıklar. Cumartesi günü bu köşede, Türkiye’nin asıl sorununun sivil vesayet olduğu dönemde, askeri vesayeti kaldırıyoruz şovunun bir aldatmaca olduğunu belirtmiştim. Bugün de 35. maddenin kaldırılmasının askeri darbeleri sona erdirip erdirmeyeceği konusu üzerinde durmak istiyorum. Mantıken açıktır ki, “35. madde kalktıktan sonra askeri darbe olmaz” ya da “bundan böyle askeri darbelerin olmayacak olmasının nedeni 35. maddenin kaldırılmasıdır,” demek askeri darbelerin nedeninin yalnızca 35. madde olduğunu iddia etmekle eş anlamlıdır. O zaman da şu sorunun yanıtını mutlaka vermek gerekiyor: Bu maddeyi içeren yasa 1961 yılında kabul edildiğine göre, 1960’taki 27 Mayıs darbesi nasıl olabildi peki? HHH Türkiye’deki bütün askeri darbeleri, zengin gazetecilik deneyimleri içinde yaşamış olan Metin Toker’in 12 Eylül darbesiyle ilgili şu tespiti çok yerindedir: Ne zaman 11 Eylül 1980’in koşulları bir araya gelse, yine 12 Eylül 1980 olur. Burada anlatılmak istenen, sosyal ve siyasal yaşamdaki boşluğun demokrasinin kurumları tarafından, demokrasinin kuralları içinde giderilememesi halinde, demokrasi dışı çözümlerin kaçınılmaz olarak gündeme geleceğiydi. 11 Eylül koşullarına askeri yönetimler altında gitmediğimiz, o koşulların sorumluları askerler olmadığına göre bundan çıkarılması gereken demokrasi dersi şu olmalı: Darbeleri kınamak ya da onlardan şikâyet etmek yetmez, koşullarını da yaratmamak için çalışmak gerek. Askeri darbelerin hepsini reşit kişi olarak yaşadım ve askeri mahkemelerin tutukluluk kararıyla hapiste bulunduğum dönemde, başka bir isimle yazdığım yazılarda da şu gerçeği sürekli belirtmeye çalıştım: Türkiye’de askeri darbelerin sivil sorumluluğu en az askeri sorumluluğu kadardır. Bu gerçeği görmez isek, 12 Eylül 1980 sabahı veya onu izleyen günlerde darbeciler ve özellikle liderleri Kenan Evren’in halk nezdindeki itibarının nedenlerini anlamakta büyük güçlükler çekeriz. Tabii ki bütün bunlar, darbeleri meşru kılmıyor. Tabii ki, bunca şey yaşadıktan sonra, darbeyle kurtuluş ummak akılla bağdaşmıyor. Ama darbelerin sivil sorumluluklarını da görmek durumundayız. HHH Salt askeri darbeye karşı olmak da demokrasiyi cebir yoluyla ortadan kaldırılmasını engellemeye yetmeyeceğini görmek zorunlu. Yaşayarak gördük ki, zaman zaman maddi cebir şiddet olmadan da demokrasiye tasallut edilebiliyor. Yaşayarak gördük ki, bu tasallut için salt tank, top, tüfek gerekmiyor. Onun yerini bazen manevi cebir unsurları alıyor. Devlet erki, ona sahip olunca demokrasi karşıtı emeller için kullananların elinde tank, top, tüfekten daha tehlikeli bir silah değil midir? 35. maddenin kaldırılması, bu olasılığı da yok etmeye yetiyor mu? Tabii ki hayır. Sorun yalnız 35. madde sorunu olmadığı gibi, yalnız askeri vesayet sorunu da değildir. Askeri ya da sivil vesayetin her türlüsünü demokratik yoldan engellemektir sorun. Bunun yolu da 35. madde aldatmacasında değil, Gezi de somutlaşan toplumun uyanık, demokratik, laik, çoğulcu tepkisinde çare aramaktır. Ama ondan korktukları için yapmak istemeyenler, toplumu 35. madde yalanıyla avutmaya uğraşıyorlar. Çoğunluk artık bu oyunu pek yutmuyor galiba. Karpuz... kurdular... H “Medya” örneğin... Bütün medya senin... Böylece itibarsızlaşan ve inandırıcılığını yitiren medya toplumu yönlendirme yeteneğini tümden yitirdi... Yanaşma kendi gazetesini satın alıyor... ‘Hâkim hukuku aştı’ CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, MYK toplantısı sırasında basın toplantısı düzenledi. Koç, AKP’de Erdoğan sonrası hesaplarının yapılmaya başlandığını söyledi. (Fotoğraf: AA) Fazıl Say’ın davasında hâkim, kendi kararı için Adalet Bakanlığı’na başvuru yapmış uFazıl Say’a ceza veren hâkimin kendi kararı için Bakanlığa ‘kanun yararına bozma’ başvurusu yaptığını belirten avukat Meltem Akyol, “Türk hukuk sistemi için korkunç bir durum. Hâkimlik makamı karar verir, talepte bulunmaz’’ dedi. İLHAN TAŞCI Haluk Koç, TBMM Başkanı seçimindeki 40 fireye dikkat çekti ‘AKP’de saflar belirleniyor’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Haluk Koç, TBMM Başkanlığı seçimleriyle ilgili olarak “40’a yakın milletvekili ‘direngezi’ ruhunu hissedip direndi. Tayyip Bey sonrası saflar belirleniyor” dedi. CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) dün toplandı. Toplantı sürerken basına açıklamalar yapan Haluk Koç, “AKP iktidarı ve Başbakan Erdoğan’ın ülkeyi yönetme yeteneğini kaybettiğini” vurguladı. Koç, “Eğer gerçekten yönetme yeteneği ve isteği kalmış olsaydı Başbakan Reyhanlı’da katledilen yurttaşlarımızı mezhebine göre ayrıma tabi tutmazdı. Yasal haklarını kullanan gencecik çocuk Erdoğan’ın tatilini yarıda kesip Ankara’ya gelme nedeninin ‘’TBMM Başkanlığı seçiminde çıkarttığı adaya oy vermek zorunda bıraktığı AKP milletvekillerini dikizlemek’ olduğunu söyleyen Koç, ‘’Buna rağmen 40’a yakın milletvekili ‘direngezi’ ruhunu hissedip, Tayyip Erdoğan’a karşı bir direnç sergileyip onun çiçeğine su vermediler dün” dedi. ların üzerine TOMA’larla, gaz mermileriyle, plastik mermileriyle saldırıp Türkiye’yi ayağa kaldırmazdı” dedi. Bu söylemin Türkiye koşullarında belirli noktalardaki fay hatlarını ateşleyebilecek çok ciddi bir provokasyon olduğunun altını çizen Koç, “Şükürler olsun ki halkımız bu yalana kanmamıştır. Yine şükürler olsun ki ‘Ben Müslümanım, yalan söyleyemem’ diyen bir din adamımız ortaya çıkmıştır. Bütün ısrarlarımıza rağmen Kabataş’ta vuku bulduğu iddia edilen o lanetlenecek saldırının faillerini her nedense bir türlü yakalayıp yargıya teslim edememiştir bu iktidar” açıklamasını yaptı. Koç, TBMM Başkanlığı seçimlerindeki AKP firesine dikkat çekerken şu değerlendirmeleri yaptı: “Yani kendi içerisinde de Tayyip Bey sonrası fetret dönemine hazırlanan bir AKP manzarası var karşımızda. Herkes hazırlığını yapıyor, Tayyip Bey sonrası saflar belirleniyor AKP içinde. Başbakan tatilini yarıda kesip geldi. Grup konuşması yapmak için gelmedi. Beşiktaş’ta otururken Kadıköy vapurundan gelen bayanları dikizlediğini söylemişti, TBMM Başkanlığı seçiminde de çıkarttığı adaya oy vermek zorunda bıraktığı AKP milletvekillerini dikizleme görevini yapmak için geldi. Buna rağmen 40’a yakın milletvekili ‘direngezi’ ruhunu hissedip, Tayyip Erdoğan’a karşı bir direnç sergileyip, onun çiçeğine su vermediler dün. ” Lice’de yaşanan olaylara dikkat çeken Koç, “ne sebeple olursa olsun güvenlik güçlerinin kendi yurttaşlarına karşı ateşli silah kullanmasının asla kabul edilemeyeceğini” kaydetti. ANKARA Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say’ın avukatı Meltem Akyol, Fazıl Say dosyasıyla ilgili İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi hâkiminin “kanun yararına bozma” isteminde bulunmasını “skandal” olarak nitelendirerek “Hâkim talepte bulunmaz, karar verir. Hâkimin böyle bir yetkisi de yok.” değerlendirmesini yaptı. İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi, Fazıl Say’ı, Twitter’dan Ömer Hayyam’ın dörtlüğünü paylaşıp “dini değerlere hakaret ettiği” savıyla 10 ay hapis cezasına çarptırmış, 5 yıllık denetimli serbestlik şartıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kararlaştırmıştı. Önceki gün Adalet Bakanlığı “kanun yararına bozma” istemini reddetti. Bu ret kararı Say’ın isteminin reddi gibi değerlendirildi. Oysa Fazıl Say’ın bakanlıktan kanun yararına bozma istemi bulunmuyordu. Bakanlıktan kanun yararına bozma isteminde bulunan Say hakkındaki kararı veren İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi Hulusi Pur’du. Yaşananlara anlam vermekte güçlük çektiğini belirten Fazıl Say’ın avukatı Meltem Akyol, “Kanun yararına bozma; bir şekilde kesinleşmiş, Yargıtay denetiminden geçmemiş kararlar için gidilebilecek bir olağanüstü kanun yolu. Karar bir şekilde açıklandığı zaman zaten Yargıtay’da denetime tabi olacağı için kanun yararına bozma yolu olanağı da yok” dedi. Yargıcın kanun yararına bozma yoluna başvurmasını “skandal” olarak nitelendiren avukat Meltem Akyol, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bizim davamızla da ilgili değil, Türk hukuk sistemi için korkunç bir durum hâkimin böyle bir yola gitmiş olması. Hâkimlik makamı karar verir, talepte bulunmaz. Herkes, mahkeme Adalet Bakanlığı’na gönderdi ve normalmiş gibi bahsediyor. Ama bu bir skandal. Bir kararı hâkimin temyiz ettiğini düşünebiliyor musunuz? Hâkim, kendi kararı bir üst mahkemede bozulursa o karara karşı direnebilir. Ama tutup da dilekçe verip ‘netice talep’ yazıp altına da imza atıp böyle bir yola gidemez. Bunu bir avukat yapsa çok rahat hukuk bilmediğini söylüyoruz da hâkim yapınca niye söylenmesin? Bu hukuku bilmemek. Ayrıca tarafsızlığını da gölge düşürüyor. Hâkim taraf gibi kanun yoluna gidiyor. Kanun yararına bozma, Adalet bakanı ve Yargıtay cumhuriyet başsavcısının yetkisinde.” Akyol, Say’ın “suçlu olabileceğini” düşünen dünya görüşüne sahip insanlara da hâkimin bu başvurusunun sorulması önerisinde bulunurken, “Avrupa’dan da arıyorlar izah etmekte zorlanıyorum. Hâkimin bir kara rı temyiz etmesi gibi bir şey bu” yorumunu yaptı. Skandal Anayasa Mahkemesi, uzun yargılama nedeniyle yapılan şikâyeti haklı buldu Bireyselde ilk tazminat İLHAN TAŞCI BARIŞ MECLİSİ LİCE RAPORU ‘Asker ve polis kaçakçılarla ortak’ MAHMUT ORAL DİYARBAKIR Türkiye Barış Meclisi (TBM), Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Kayacık köyünde 28 Haziran günü yurttaşların karakol yapımını protesto için düzenlediği eylemde askerlerin ateş açması sonucu 18 yaşındaki Medeni Yıldırım’ın yaşamını yitirdiği, 9 kişinin de yaralandığı olayla ilgili hazırladığı raporda, bölgedeki asker ve polislerin uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği içinde olduğunu iddia ederek mal varlıklarının araştırılmasını istedi. TBM Sözcüsü Hakan Tahmaz, eylemciler tarafından karakola ateş edildiği iddialarının gerçeği yansıtmadığını ifade etti. ANKARA Uzun tutukluluktan, bireysel hak ve özgürlüklere yönelik ihlallere kadar çeşitli konularda vereceği kararlar merakla beklenen Anayasa Mahkemesi, ilk kararlarını şekillendirmeye başladı. AYM, bireysel başvuruyla Fethiye’den gelen ve 41 davalısı bulunan dosyadaki bir yurttaşa, uzun yargılama nedeniyle “gereksiz yere mahkemelere gidip geldiği ve bu nedenle mağdur olduğu” gerekçesiyle tazminat ödenmesine hükmetti. Tazminata konu dosya Fethiye Kayaköy’den geldi. Davacısının Orman İdaresi, davalısının ise 41 yurttaş olduğu dosyadaki vatandaşlardan birisi bireysel başvuru yaptı. Yüksek mahkeme, uzun süre mahkemelerin kendi aralarında görev alanı tartışması yaptıkları ve dosyanın mahkemeler arasında gidip geldiği saptamasını yaptı. Anayasa Mahkemesi, “Kişinin mahkemelere gidip geldiği, sürekli mahkemelerle ilgilenmek zorunda kaldığı, bunun da yaşamında olumsuz etki yarattığı” gerekçesiyle şikâyetçiyi haklı bularak kendisine tazminat ödenmesine hükmetti. Anayasa Mahkemesi görüştüğü adli suçlularla ilgili dosyalardan üçünü uzun tutukluluk, birini ise uzun yargılama nedeniyle ihlal kararı verdi. AYM kaynakları, tutukluluk süreleriyle ilgili olarak Ceza Muhakemesi Kanunu 102. maddesinde düzenlenen “tutuklulukta geçecek süre” hükmünü dikkate aldıklarını bildirdi. Başvurucuların tamamının tutuklulukta 5 yılın üzerinde süre geçirdikleri belirtildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 5 yılın üzerindeki tutukluluğu da “makul süre” saydığı durumları da irdeleyen Anayasa Mahkemesi, tutukluluk süresi konusunda hem AİHM’den hem de Yargıtay’dan ayrıştı. Yargıtay, birden fazla suçu içeren dosyalarda her bir suç için tutukluluk süresini 5 yıl olarak değerlendirebiliyordu. Ancak Anayasa Mahkemesi, aynı olayın soruşturulması sırasında çoklu suç olması durumunda bile en fazla tutuklulukta geçirilecek sürenin 5 yıl olması gerektiği ilkesini benimsedi. Balyoz tutuklusuna ‘davayı bekle’ yanıtı Yüksek mahkeme, Balyoz davası kapsamında tutuklu olan Korgeneral Korcan Pulatsü’nün uzun tutukluluk dışında “adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle yaptığı başvuruyu da karara bağladı. Pulatsü’nün dijital verilerle haksız yere tutuklandığı, adil şekilde yargılanmadığı yönündeki itirazına ilişkin AYM, davanın halen sürdüğü ve kesin karara bağlanmadığı; bu nedenle adil yargılanıp yargılanmadığı yönünden inceleme yapamayacağı gerekçesiyle başvuruya bakamayacağına karar verdi. Pulatsü’nün avukatı Ali Fahir Kayacan, Anayasa Mahkemesi’nin “kolaycılığa kaçtığını” belirterek “Önemli olan süre değil. Tutuklamaya dayanak yapılan kuvvetli suç şüphesi sürüyor mu ona bakılmalı. Burada işin özüne girilmiyor. Özgürlük ve güvenlik ihlalini gerektiren eylem var mı yok mu onlar irdelenmeden doğrudan doğruya kolaycılığa kaçılıp süre unsuruna bakılıyor” yorumunu yaptı. Yargıtay’dan ayrıştı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle