16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 TEMMUZ 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Halk Bilinçsiz Olursa! “Örgütsüz bir halka güven olmaz. Örgütsüz halk bir yığındır. Örgütsüz bir halkın kapısı açıktır. Her geleni memnun etmeye çalışır.” Albert Camus Sel gibi akıyor yüz binler. Parkları doldurdular, yolları, meydanları. Bağırdılar çağırdılar, sonra gittiler. Nereye mi? Evlerine... Bir başka gün yine öfkelendiler. Evlerden, odalardan fırladılar. Ellerinde bayraklar, flamalar. Kimi zaman polisle çatıştılar. Gaz bombaları altında inlediler. Taşla sopayla, kendilerini savundular. Sonra onlar da gittiler, bir gece, beş gece uykusuz kaldılar. O kadar. İstedikleri neydi? Özlemleri?.. Bir büyük karışıklıkta uçtu gitti. Onun bunun sözleri oldu. Ya unutuldu ya da yeni bir halk gösterisinde kullanılmak üzere saklandı. Günlerdir, geceleri oldukça kalabalık bir halk topluluğu meydan okuyor. Bir şeyler arıyor, özlüyor, ama bir çizgide, bir ilkede birleşecek örgüt kuramıyor. Olan örgütler ise birbiriyle anlaşamıyor. Meydan yine ötekilere kalıyor. Bu gidişle sonsuza kadar onlar da kalacağa benziyor. Tek bir örgütte birleşmek... Adı ne olursa olsun, senin benim onun bunun kafası farklı olabilir. Bu yüzden durmaksızın tartışabiliriz. Gerekirse dövüşebiliriz. Ama bir sonuç alamayız. İktidar sahibi ustalara karşı bir güç oluşturamayız. Önce bir adam, önce bir gerçek öncü, bir lider, bir aydınlatıcı, bütün bu şaşkın kafaları bir önemli noktada toplamış bir insan... Örgüt kendi başına boş bir sözdür. Önde giden bir önderi olmazsa boş bir yığındır. Dünyada bütün devrimler bir liderin öncülüğünde başlar. Önce kitaplardır, onları yazanlardır, derken onları okuyup halklarının yolunun nerede olduğunu anlamaya çalışanlardır. Bir Mustafa Kemal çıktı... Örgütü mörgütü var mıydı, yoktu. Ama insanlara güven veren, inandıran bir gücü vardı. Danton’lar, Robespierre’ler gibi. Bizde de Tevfik Fikret’ler, Namık Kemal’ler. Örgüt diye bir “şey”e sırtlarını dayamadılar. Vatan, millet, insan dediler, savaştılar, çarpıştılar. Türk halkını yeni bir aydınlığa götürmek istediler. Sonunda Mustafa Kemal gibi güçlü bir önderin ortaya çıkmasına zemin hazırladılar. Örgütsüz bir halka güven olmaz demiş ama, hangi örgüte bağlı olunacak, sorun burada. Örgüt diye insana, insanlığın yenilmez gücüne... Özgür Suriye Ordusu Köle Türkiye Köylüsü Reyhanlı’da katledilenleri mi, atalardan miras elden çıkan zeytinleri mi, “zeytine, incire, emin beldeye ant olsun” diyen, Tanrı’nın dediklerine takıyye yapmakla mı, sebep olunan acılarla mı secdedeki alınlar güçlü oluyor? Bu olup gidenlerin sorumlusu kim, kim hesap verecek? Var mı hesap soracak? K Murat NARİN afiyeli bir başlık oldu belki ama ne çare ki ülkemizde yaşanmakta olan türev sonuç, gerçek bu! Konumuz ülkemiz zeytinciliğinin bugününe ilişkin olup gidenler ve sonuçlarına ilişkin bir pencere açmak... Ne ilgisi olduğu sorusunun cevaplarını bulmak için bazı bilgiler verilmeli. Dünya zeytinyağı üretimi ortalama 3 milyon ton. Bunun 1.5 milyon tonunu İspanya tek başına üretir ve dünyanın en büyük üreticisi ülkedir. İtalya, Yunanistan, Türkiye, Suriye, Tunus sıralamadaki diğer üretici ülkelerdir. 20122013 hasat yılında İspanya kuraklık ve iklim değişikliklerinin etkisi ile “1 milyon ton”a yakın bir üretimi yapamadı. Diğer ülkelerle birlikte dünya üretimi toplam 2 milyon ton civarında bir rakam gerçekleşti. Dünyanın zeytinyağı tüketimi ise “3 milyon ton”. Geçmişte hiç zeytinyağı tüketmeyen Japonya, Çin, Hindistan gibi dünyanın büyük nüfusuna sahip ülkeleri, zeytinyağını her yıl yüzde yüz büyüyen rakamlar ile (Çin 2010 tüketimi 30 bin ton, 2015 öngörülen tüketimi 160 bin ton) önemli tüketici ülkeler sınıfında yer alıyorlar. Üretici ülkeler içerisinde Türkiye, Tunus, Suriye o yılki iklim koşulları ile doğru orantılı oluşan, üretim miktarına göre sıralamada birbirleri ile yer değiştirmekte, ortalama 200 bin ton üretim yapan, aynı büyüklükteki ülkeler. Suriye’de yaşananlar ortada. Tunus ve diğer “Arap Baharı” yaşayan ülkelerde de durum ortada… Tarihin tanığı zeytin, üretici ülkelerinde iklimsel, toplumsal altüst oluşlara tanıklık ediyor! Dünyanın toplam üretimi dünya tüketimini karşılamaya yetmiyor. “Talep yüksek, arz eksik.” Hem üretim azlığından hem de Akdeniz civarındaki üretici ülkelerde yaşanan kaos nedeni ile gerçekleştirilemeyen üretimler nedeniyle bu böyle.. Ülkemiz 20122013 üretim yılında, “200 bin ton”dan biraz fazla zeytinyağı üretimi yaptı. Bu son yıllarda yaptığı en yüksek üretim rakamı anlamına da geliyor. “İktisadın basit kuralıdır; arz eksik talep fazla ise fiyat artar…” Hele bir de liberal ekonomi, serbest piyasa koşulları varsa ciddi spekülasyonlar bile yapılır. Böylesi, ele geçmez (!) bir fırsattır… Ama gelin görün ki üreticiler, küçükorta boy işletmeler iflas etmekte, varlıklarını elden çıkartmakta. Bu sonuç, yaşanan tarihsel dönemle uyumlu, açıklanır bir durumdur. Bazı sigorta şirketleri zeytinzeytinyağı fabrikalarını “risk faktörü yüksek” topladığımız pirimler, ödediklerimizi karşılamıyor gerekçesi ile bu işletmeleri sigorta yapmıyor! Son biriki yılda sayısız küçükorta boy marka/işletme sektörden çekilmek zorunda kaldı... Bu ölçekteki işletmelerin çokluğu, (diğer üretici ülkelerde de olduğu gibi) sektördeki ürün kalitesinin de yükselmesi anlamına gelir. Zeytinyağı iç piyasa fiyatları “on yıl önceki fiyatlarla” nerdeyse aynı! İç pazarda 140150 bin ton zeytinyağı tüketiliyor. 30 Haziran 2013 itibarıyla ihraç edilen zeytinyağı 70 bin ton. “Dış pazar alıcılı... İhracatta bir önceki yıla oranla yüzde 450 artış var.” Birileri tatlı kârlar ediyor yani.. Bir önceki yıl devir stoklarıyla birlikte bu “yılki üretim toplamı, bu gün itibarıyla iç tüketim+ihracat rakamları ile eşit…” İç piyasada sızma zeytinyağı fiyatları üreticilerden üretim maliyetlerinin altında alınıyor. Hasatla birlikte üreticilerin elindeki yağlar aracı tüccarların eline geçti... Üreticilerin yağlarını elinde tutabilme şansları yoktu, çünkü alacaklılar daha hasat öncesinden kapılara dikilmişlerdi bile.. Fiyatlar neden tarihi dip seviyelerde? Çünkü ülkeye kaçak yollardan giren Suriye zeytinyağı baş nedenlerden birisi. 200 bin ton yağ üretme kapasitesi olan Suriye’den ülkemize 4050 bin ton “kaçak yollardan zeytinyağı girdiği için fiyatlar yerle bir... Bu kaçak yağları kim getiriyor? İçerideki işbirlikçileri kim?” Bu miktar 35 teneke ile araba bagajında, katır sırtında gelmediğine göre hangi yollarla geliyor? Savaşa, kan ve gözyaşına mahkum edilmiş yoksul Suriye halkının, zeytincilerinin “yağmalanan” ürünleri değil mi bu kaçak zeytinyağları? Her şeyden öte, ülkemiz zeytinciliğinin yıkılmasına yol açan böyle bir şeye nasıl görmezden gelinir, izin verilir? “Bu, bir ülkenin egemenlik konusu değil midir?” İşin bir başka boyutu ise “ülkemizin kaynakları ile bu yasadışılığın finansmanıdır.” Her yıl tarımsal ürünlere, tarım kanunu ve bütçe kanunları ile destekleme ödemeleri yapılır. Zeytinyağı için bu yıl, üreticilere kilogram başına 70 kuruş destekleme primi verileceğini tarım bakanı açıkladı... Suriye’den kaçak giren zeytinyağları, miktarı her ne kadar olursa olsun iç piyasada dolaşımda olabilmesi için meşrulaştırılması gerekiyor. Bunu da tarımsal ürünlerin vergi mevzuatımıza göre “müstahsil makbuzu” ile kayıt altına alınması gerekiyor. Prime esas belgeyi de müstahsil makbuzu oluşturuyor. Suriye’den kaçak getirilip müstahsil makbuzuna bağlanan yağların her kilogramı için 70 kuruş ödenmesi anlamına gelir ki, bu paralar “tüyü bitmemiş yetimin hakkı, bizim ödediğimiz vergilerimizdir...” 50 bin ton kaçak zeytinyağı için ödenecek prim 350 milyon lira... “Toplam tarım destek bütçesinin yüzde 7’si!” Üretici köylüler tarihteki en yüksek borca sahipken... Zeytinlikler, traktörler icralıkken... Zeytin üreticileri sayısız trajik yaşamöyküleri, acılar yaşarken... Dedelerden kalma zeytin işletmeleri ardı ardına kapanırken... Reyhanlı’da katledilenleri mi, atalardan miras elden çıkan zeytinleri mi, “zeytine, incire, emin beldeye ant olsun” diyen Tanrı’nın dediklerine takıyye yapmakla mı, sebep olunan acılarla mı secdedeki alınlar güçlü oluyor? Bu olup gidenlerin sorumlusu kim, kim hesap verecek? Var mı hesap soracak? Kimin parası ile kimler finanse ediliyor? Sancak sallayan kimler? Barışın ve adaletin simgesi zeytin, hangi kanlı ellerin yıkanması için kullanılıyor? Neredesin ey adalet? Gezi Turnusolu ve Liberaller Şiddet ve nefret içermeyen her fikre saygım var... Ama sahtekârlığı hazmedemiyorum! HHH İnsanlar solcu veya sağcı olabilir… Kapitalizmden veya sosyalizmden yana olabilir... Liberal veya sosyal demokrat olabilir... Geleneklerine bağlı, muhafazakâr olabilir veya gelenekleri önemsemeyebilir... Elbette dindar ya da dinsiz de olabilir... Kendisini etnik veya dinsel bir kimlik aidiyetiyle, bir ideolojiyle tanımlayabilir veya tanımlamayabilir... Bütün bu düşünce ve inançlarını, sert ya da yumuşak olarak, farklı biçimlerde ve derecelerde savunabilir... Şiddet ve nefret içermeyen, başkalarının varlıklarını, yaşam biçimlerini, özgürlüklerini sınırlamaya yönelik olmayan her düşünce, “en az benimki kadar” saygı görmeye layıktır! HHH Herhangi bir kimliğe yönelik ayrımcılık, nefret suçları, hiçbir biçimde kabul edilemez. Bir politikacı çıkıp da muhalefet lideri için “Onun mezhebi malum” der, zencibeyaz göndermeleriyle rakibinin inancını ve etnik kökenini eleştirmeye kalkarsa... Bir grup için “Onlar Zerdüşt” derse... Öldürülen masum insanları mezhepleriyle tanımlarsa... Muhalif nitelik taşıyan hareketler için etnik veya mezhepsel grupları, gayrimüslimleri suçlarsa... Muhaliflerini Ermeni diye niteleyip onlara küfür edenleri, uluslararası spor karşılaşmalarında ülke temsilcisi yaparsa... Ona destek verenler, “Onu da anlamak lazım” diyenler, kendilerini “Liberal” diye niteleyebilirler mi? HHH Bir yönetim, parasız eğitim isteyen öğrencileri terör örgütü üyesi diye içeri tıkıyorsa... İnsanları daha yargılanırken senelerce hapiste tutuyorsa... Medya üzerinde açık ve kapalı baskı uyguluyorsa... Barışçı yöntemlerle gösteri yapanları “ilaçlı” su ve biber gazıyla dağıtıyorsa... Çevrecilere darbeci diyorsa... Özgürlük isteyenlere terörist diyorsa... Gezi Parkı Direnişi’ni, faiz lobisi ve Yahudi komplosu olarak niteliyorsa... O yönetime destek yazıları yazanlar “liberal” olabilir mi? HHH Gezi Parkı Direnişi pek çok şeyi değiştirdi... Birçok konuda farkındalık yarattı... Ve sahtekârların da maskelerini düşürdü! Muhalefet Var mı, Yeterli mi? Bulunduğumuz siyasal aşamada aydınlarımızın, ‘muhalefet yetersiz kalıyor, umut vermiyor’ yaklaşımları yerine, kendilerini muhalefet partisi lideri yerine koyarak bireysel etkinliklerini kullanmayı yeğlerlerse 2015’te yapılacak milletvekili seçimlerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz, kendi içinde güçlü, bölünmez dünyada ise saygınlığına ve etkinliğine yeniden kavuşacaktır. T Av. Ziya Erdal GÜÇ Eski CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı DK sözlüğünde “Muhalefet”: Bir tutuma, bir görüşe karşı olma “Muhalefet Partisi” de, hükümet kurmaya katılmamış parti olarak tanımlanmıştır. Konumuz; MHP, BDP ve diğer muhalefet partileri dışında ana muhalefet partisi CHP’nin kapsamındadır. CHP’nin varlığının, etkinliğinin değerlendirilmesi, anlaşılması için öncelikle iktidarda bulunan siyasi iradenin oluşturduğu kendine özgün hukuk düzenine göre verilen hakların irdelenmesi gerekir. Hukuk devletlerinde muhalefet partilerinin etkinliği, evrensel hukuk kurallarına göre yürütülür. Kanun devletlerinde ise muhalefet partilerinin etkinliği, yürürlükteki yasalara göre yürütülür. Ülkemizde iktidarda bulunan siyasal irade, CHP’nin muhalefet etkinliğini evrensel hukuk kurallarına göre yer vermediği gibi; yürürlükteki yasalar ölçeğinde bile engellemektedir. Bu engelleme aslında, düzen (rejim) değişikliğidir. CHP’nin muhalefet et kinlikleri bakımından girişimleri: CHP’nin yürütmenin denetimi bakımından hükümetin düşürülmesini içeren “gensoru istemleri”, iktidar partisinin çoğunluk oyları ile reddedilmesi, gündeme alınmamasına; “Araştırma, soruşturma, bilgilendirme” istemleri ile ilgili bakanların açıklama yükümlülüklerini yerine getirmemelerine; Anayasaya aykırı yasaların “iptal istemlerinden” kabul edilenlerin de yürürlükten kaldırılmamasına; Mütekabiliyet ilkesi dışlanarak vatan topraklarının tekrar geriye alınamayacak biçimde satılmasına; Özelleştirme adı altında Cumhuriyetimizin birikimlerinin, kazanımlarının “tahkim yoluyla”, tekrar geri alınamayacak sonuçlara bağlanarak yok edilmesine; İlk eğitimde, 4+4+4 uygulamasıyla ceninden itibaren beyin gelişmesi, bilimsel deneyimlere dayandırılma yerine; denenmemişlere, boş inançlara (hurafelere) yer verilerek birbirine zıt, karşıt iki kuşak yetiştirilerek ülkemizin ulusumuzun bölünme yolunun açılmasına; Eğitim birliği dışlanarak üniversitelerin, akla dayanan gelişmelere bağlı aydınlatma ile birlikte ülkemize, yurttaşlarımıza sağlayacakları yarar ve kazanımların kaybedilmesine karşı çıkmıştır. Milletvekili seçilenlere farklı uygulama: BDP üyesi tutuklu iken milletvekili seçilince “kabul edilen gerekçe” ile tutukluluktan kurtulurken CHP’den milletvekili seçilen gazeteci yazar Sayın Mustafa Balbay, dünyaca ünlü bilim adamı, Başkent Üniversitesi’nin kurucusu Prof. Dr. Mehmet Haberal ve MHP’den milletvekili seçilen Korgeneral Engin Alan’ın tutukluluk halleri ile ilgili gerekçe yok sayılarak milli irade kavramına aykırı uygulamayla Meclis’teki görevlerinden men edilmektedirler. Bu uygulamalar, Meclis’te çoğunluk oylarına sahip siyasi iradenin, ülkeyi kendi keyfine göre; kayıtsız, koşulsuz yerine getirilen buyrukları ile yönetme biçimidir. Evrensel hukuk kurallarına göre de demokrasi içinde demokrasinin de gerisinde kalan, siyasi erkin, birkaç kişinin, grubun elinde bulunduğu rejimdir. Bu rejimin adı da oligarşidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, art arda gelen sürekli devrimlerden sonra hiçbir güç oligarşi düzenini kabul ettiremez. Ancak yaşadığımız siyasal ortamdan, sorunlardan kaynaklanan haklı sızlanmaların giderilmesi bakımından muhalefete ve bireylere düşen seçeneklere de değinmek yararlı olacaktır. Atatürk’ün ilke ve devrimlerine bağlı kesim, CHP’nin ülke sorunlarını, Meclis dışında meydanlarda halka anlatılmasını beklemektedir. CHP’nin meydan mitingleri ile halka açılması girişimlerinden uzak kalması, siyasi iradenin orantısız güç ve biber gazı kullanma yöntemlerinin sürdürülmesi uygulamalarından kargaşa, çatışma çıkabileceği endişesinden kaynaklanıyorsa, kapalı toplantılarda bilinçlenen bireylerin etkinliği ile görevlerini sürdürme seçeneğinin değerlendirilmesi halkın takdirine bağlıdır. Bulunduğumuz siyasal aşamada aydınlarımızın, “muhalefet yetersiz kalıyor, umut vermiyor” yaklaşımları yerine; Cumhuriyetimize bağlılığın gereği olan düşüncelerinin de ilerisinde kendilerini muhalefet partisi lideri yerine koyarak bireysel etkinliklerini kullanmayı yeğlerlerse devletimiz 2015 yılında yapılacak milletvekili seçimlerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz, kendi içinde güçlü, bölünmez dünyada ise saygınlığına ve etkinliğine yeniden kavuşacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle