14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 TEMMUZ 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yüz Binler Tek Kişi... Görmedin mi? On binlerce insanın tek kişi olduğunu? Düşüncesiyle, eylemiyle, neyi, nasıl, niçin özlemle beklediğini? Siz buna demokrasi diyeceksiniz biliyorum. Adı var kendi pek yoktur bu sözcüğün. Dillerde, kalemlerde, söylevlerde ön yeri alır. Hepsi bu kadar. Ben pek çok hatipler tanıdım, izledim, dinledim, tanıştım da... Söylediklerine önce kendileri inanıyorlar mıydı? Gençlik ateşinde iken fazla kafa yorulmuyor. Kolayca benimsiyoruz. Doğrusu, kolayca hepsini kabul ediyoruz. Yıllar gerisine gidelim mi? 1945 yılındayız. Cumhuriyeti kuran, getiren yaklaşık kırk yıldır başarıyla yaşatan bir politikacı grubu yalnızlıktan mı bıkmış, yoksa kendiliğinden çok parti olsa ne iyi olur diye mi düşünmüş. Bu millet mi düşündü, istedi çok partili bir düzenin kurulmasını? Halkımızda öyle bir özlemin işareti pek yoktu. Çocuk yaşımdan beri siyaset dünyasını izlerim. Ben de önceleri demokrasi gereği gibi kurulsun istedim. İlk kez çok partili seçimde ne olacak diye bekledim. Muhalefetteki DP kırk beş milletvekili çıkarmıştı. Öteki partiler de bir iki... Yeni partiler yeni bir şeyler kazandıracak mıydı topluma? “Artık yeter söz milletindir” afişleri bunu söylüyordu. Ama söz nasıl milletin olacaktı? Yıllar geçti, bir sürü parti, bir sürü lider ortaya çıktı. Ama Mustafa Kemal Atatürk’ün altı ilkesini savunanlar yok oldu. Devrimler de eridi gitti. Adı kaldı hatırlamak için ara sıra... Mart 1924’te öğretimi birleştirme kararı alınmıştı. Birleştirildi mi? Normal liselerin yanı sıra imam liseleri de açılmadı mı? Giderek liselerde imam okullarındaki derslere de yer verilmedi mi? 1925’te tekkelerin türbelerin kapatılması gerçekleştirildi. Bugün bütün bunlar gözlerimizin önünde yaşamıyor mu? Dinsel giysilerin giyilmemesi de 1934’te çıkan bir yasayla istenmişti. Daha birçok cumhuriyet devrimlerinin Türk ulusuna kazandırdığı çağdaş felsefenin, düşüncenin, bilimin yolları tutucu iktidarlarca yok edilmeye kalkışılmadı mı? Şimdi iyi bilelim, siz, ben, o, yani tüm yurttaşlar Atatürk’ün ülkesinde miyiz diye düşünmeliyiz. Gide gide daha nereye gideceğiz? Arap mollaların yanına mı, emirlerine mi? Biber Gazı Kullanım ‘Hakkı’ Hukukun tezahürü için öncelikle savcılara ve onları harekete geçirecek mağdurlara çok önemli yükümlülükler düşmektedir. Bu yükümlülüklerin ihlali, benzer hak arayışlarında veya taleplerde aynı mağduriyetlerin tekrardan yaşanmasına yol açacaktır. Olumlu bir değişiklik için hukuk mekanizması sonuna kadar işletilmeye çalışılmalıdır. Aras TÜRAY İstanbul Bilgi Üniv. Hukuk Fak. Araştırma Görevlisi S on günlerde ülkemizde çok ilginç ve başta hukukçular olmak üzere hemen herkesi dehşete düşüren gelişmeler yaşanmaktadır. Kolluk güçleri tarafından çadırların yakılması, insanların kaskı, maskesi ve benzeri korunmasına hizmet eden eşyaların herhangi bir el koyma kararı olmaksızın alınarak kullanılmaz hale getirilmesi gibi çeşitli örneklerle karşılaşılmıştır. Ancak üzerinde durulması gereken bir gelişme, 18 Haziran 2013 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin TBMM Grubu toplantısında yaptığı konuşmada, polisin demokrasi sınavını geçtiği, orantısız güç kullanmadığı ve biber gazı kullanımının polisin en doğal hakkı olduğu yönündeki söylemleridir. Öncelikle belirtilmesi gereken, biber gazı kullanmak bir hak değildir. Kolluk güçlerinin kuvvet kullanma yetkisinin bir görünümüdür. Dolayısıyla biber gazı kullanımı, kuvvet kullanmaya ilişkin sınırlama ve düzenlemeler çerçevesinde icra edilmelidir. Kuvvet kullanımının orantısız olması, yalnızca kurşun sıkılması anlamına gelmemektedir. Kullanılan araç ne derece az zarara yol açacak olursa olsun, eğer gerekmediği durumlarda veya gerekse bile ihtiyaç duyulduğundan fazla kullanılıyorsa, kuvvet orantısızdır. Yaklaşık yirmi gündür süren eylemlerde kolluk güçleri tarafından kullanılan kuvvet orantısızdır. Polis güçlerinin şüphesiz ki kuvvet kullanma yetkileri vardır. Ancak kuvvet kullanımı orantılı bir biçimde, yani gerekli olduğu kadar gerçekleştirilmelidir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ali Güneş v. Türkiye kararında (Başvuru no. 9829/07, 10/04/2012), Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin biber gazı kullanımı ile ilgili, biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiği, açık alanlarda kullanıldığı takdirde buna maruz kalanların acilen bir hastaneye götürülmeleri gerektiği ve bu kişilere panzehir sağlanması yönündeki görüşlerine katılmıştır. Bunun yanı sıra AİHM, biber gazı kullanımının solunum problemleri, bulantı, kusma, soluk borusu irritasyonu, göz irritasyonu, spazm, göğüs ağrısı, dermatit ve alerji gibi sorunlara ve aşırı doz halinde, bu gazın solunum ve sindirim borularında doku ölümüne, akciğer ödemi ve iç hemorajiye yol açabileceğini kabul etmiştir (paragraf 37 40). Ali Güneş davasında başvuran, polis tarafından etkisiz hale getirilmiş ancak polis görevlileri buna rağmen başvurucunun yüzüne biber gazı sıkmıştır. Dolayısıyla başvurucunun polise karşı aktif bir saldırısı yoktur. Bu kişiye biber gazı sıkılması AİHM tarafından Sözleşme’nin 3. maddesinin, yani işkence yasağının ihlali olarak nitelendirilmiştir. 15 Haziran 2013 akşamı Gezi Parkı’na gerçekleştirilen operasyonda, basın mensupları ve vatandaşlar çadırların olduğu bölgeden çıkarılmıştır. O gece polis, revirler de dahil olmak üzere, parkı biber gazına boğarak, göstericileri direnişe son vermek ve çadırları arayabilmek için parktan çıkmaya zorlamıştır. Halbuki o sırada parkta yaralılar veya polise karşı aktif bir biçimde saldırmayan göstericiler de bulunmaktaydı. Bu kapsamda büyük bir kısmı polise karşı aktif bir tutum içinde olmayan göstericilerin, revirde veya revir dışında yatmakta olan yaralıların, hatta çocukların da bulunduğu bir ortama biber gazı ile yoğun bir biçimde müdahale etmek, orantılı güç kullanıldığı şeklinde yorumlanamaz. Yaman Yener: Amerika’da Bir Yıldız Kaydı! Başarılı bir araştırmacılık ve bilim insanlığıyla iyilikseverlik, iyi insan olmak her zaman çakışmayabilir. Ender olarak bu iki özellik bir insanda birleşir, bütünleşir, onu hem insanlığıyla hem de bilime yaptığı katkılarıyla ölümsüzleştirir: İşte 14 Haziran Cuma sabahı yitirdiğimiz Prof. Yaman Yener, böyle hem mükemmel bir bilimci hem de çok iyi bir insandı. HHH En son görüştüğümüzde heyecanla federal fonlardan aldığı büyük bir para desteğiyle geliştirilen “Yüzey altını görme ve anlama” diyebileceğimiz bir projeden söz ediyordu: Her yerin altını, insanın derisinin altını da, yeryüzünün toprak tabakasının altını da, görebilme üzerine geliştirilen muhteşem bir araştırma. HHH Amerika’nın bilim merkezlerinden biri olan Boston’da “Türklerin babasıydı!”: Sadece bilimsel alanlarda onlara yol göstererek, yardım ederek değil, aynı zamanda Türkiye’den yetenekli üniversite öğrencilerinin Boston’a gelmesine yardımcı olarak da. Bir gazetede yayımlanan konuşmasında “300’ün üzerinde Türk öğrencinin ABD’ye gelmesi için uğraştım. Dünyanın pek çok ülkesinden çok yetenekli öğrencilerin doktora ve yüksek lisans başvuruları oluyor. Bunların hepsini elbette kabul edemiyorsunuz. Ama ben bunlar Türk olduğunda yetenekli olanların hepsini kabul ettiriyorum” demişti. HHH 1946 Ankara doğumlu, ODTÜ Makine Mühendisliği mezunuydu. Northeastern Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyesiydi. Alanında çok değerli kitaplara ve makalelere imza atmış, üniversitede çok kritik araştırma merkezleri kurmuş ve önemli dekanlık görevlerinde bulunmuştu. Aramızdan ayrılışı üzerine The Turkish American Society (TACS)New England Başkanı Erkut Gömülü ayrıntılı bir yaşamöyküsü ve başsağlığı mesajı yayımlamıştır. Başsağlığı mesajları, “www. yamanyener.com” sitesindeki “Guest Book” bölümüne iletilebilir. Ben de annesine, eşi Demet’e kızı Zeynep’e ve bilim alanına kazandırdığı yüzlerce manevi evladına başsağlığı diliyorum. HHH Türkiye gelişiyor, değişiyor ve bilimsel olarak dünyada adını duyuruyorsa hiç kuşkunuz olmasın bunu Yaman Yener gibi kendini hem bilime, hem insanlığa hem de Türkiye’ye adamış kişilere borçludur! Mağdurlar ne yapabilir? Kanaatimizce kolluk güçlerinden kasten hareket edenler, zor kullanma yetkilerinde sınırı aşarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 256. maddesinde düzenlenen suçun işlenmesine sebebiyet vermişlerdir. Bu konuyla ilgili suç duyurusunda bulunmak üzere mağdurlar Cumhuriyet savcılıklarına müracaat edebilirler. Toplumsal olaylarda ceza hukuku genellikle işlevsiz kalmaktadır. Uygulamada çeşitli örneklerde bazı savcıların bu gibi olaylarda suç işlenmediği kanaatinde oldukları ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 172. maddesinde düzenleme alanı bulan kovuşturmaya yer olmadığı, yani takipsizlik kararı verdikleri görülmüştür. Bu karara karşı CMK m. 173 uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde o yerdeki ağır ceza mahkemesine itiraz edilmelidir. Yine uygulamada bu itirazın da reddedilerek savcının takipsizlik kararının kesinleştiği görülmektedir. Bunun üzerine mağdurlar Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunu tüketmelidirler. Anayasa Mahkemesi’nden de olumsuz bir sonuç alındığı takdirde AİHM’ye başvurulabilecektir. Ancak AİHM’ye başvurulurken dikkat edilmesi gereken önemli bir kriter, yine AİHM’nin Oya Ataman v. Türkiye (başvuru no. 74552/01, 05/12/2006) kararından çıkartılabilmektedir. Bu kararda AİHM, biber gazı kullanımına ilişkin herhangi bir delil ileri sürmeyen Ataman’ın başvurusunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi, yani işkence yasağı ihlaline ilişkin kısmını reddetmiştir. Görülüyor ki AİHM, biber gazı kullanımından kaynaklanan zarara veya mağdura karşı biber gazının orantısız bir biçimde kullanıldığına dair bir delil aramaktadır. Bu nedenle mağdurlar öncelikle mağduriyetlerine ilişkin bir delil elde etmelilerdir. Bu delil bir video kaydı, güvenilir bir tanığın beyanları veya bir doktor raporu olabilecektir. Kanaatimizce bu delillerden en güveniliri ve hem eylemi hem de mağduriyeti ispat edebilecek olanı doktor raporudur. Ancak gerek hastanelere giden kişilerin fişlendiği yönünde duyum ve tecrübeler, gerekse mağdurlara yardımcı olan doktorların maruz kaldığı muameleler, doktor raporu alımını oldukça güçleştirmektedir. Yine de mağdurların, biber gazı veya başka bir şekilde kuvvet kullanımını ispat edecek bir delili, olaylardan sonra ivedilikle elde etmesi gerekmektedir. Sonuç Hukukun tezahürü için öncelikle savcılara ve onları harekete geçirecek mağdurlara çok önemli yükümlülükler düşmektedir. Bu yükümlülüklerin ihlali, benzer hak arayışlarında veya taleplerde aynı mağduriyetlerin tekrardan yaşanmasına yol açacaktır. Olumlu bir değişiklik için hukuk mekanizması sonuna kadar işletilmeye çalışılmalıdır. Bu şekilde kolluk güçlerinin “demokrasi sınavından” geçip geçemediği, hak kavramını ve orantılı güç kullanımını muhtemelen daha iyi bilebilecek olan yargılama makamları tarafından takdir edilebilecektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle