14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 TEMMUZ 2013 CUMA 14 Tarih bu zulmü unutmasın... Deniz Kurmay Albay Erhan ŞENSOY / Hasdal Cezaevi Sevgili Cumhuriyet Gazetesi; Ben Balyoz Davası’nda 16 yıl ceza almış ve 19 Ağustos 2011’den beri Hasdal Cezaevi’nde tutuklu bulunan Deniz Kurmay Albay Erhan ŞENSOY. Malum “asrın iftirası” Balyoz Davası sonucunun ne olacağını kestirmenin pek de zor olmadığı Yargıtay sürecinde. Bu kapsamda, haklılığımızı ve masumiyetimizi altımızdaki sandalyenin tekmelenmesinin arifesinde kamuoyu ile paylaşmaya ve izah etmeye çalışıyoruz. Tarih yapılan bu zulmü unutmasın istiyoruz. Sürecin sonucu “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” sözüne uygun olacak gibi görünüyor. Zaten “Yargıtay Başsavcılığı’nın Tebliğnamesi” ile de bunun ilk işareti alınmış oldu. Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi de 15 Temmuz 2013 Pazartesi günü davayı duruşmalı olarak görüşmeye başlayacak. Bu kadar peşin hükümlü karalamadan ve yargılamadan sonra hiç kimsenin “pardon sizler suçsuzmuşsunuz” diyebileceğini sanmıyorum. İnşallah yanılırım ama adalete yeni bir kara leke daha eklenmek üzere. Dava sürecinde evrensel hukuk ilkelerinin bir kenara atılması, siyasisinden köşe yazarına birçok insanın mahkeme sürecinde yargıyı etkilemek ve yargısız infaz konularında ellerinden geleni yapması, özgürlükten, demokrasiden, insan haklarından bahseden ve bunların ateşli savunucuları kimi aydınlarımızın sırf biz askeriz diye bu davaya ve bizlere sırtlarını dönmesi ve “bu kapsamda insanlık ve adalet gibi kavramlarda hak edişliğin evrensellikten mesleksele indirgenmesi” iftiracıların arzu ettiği ortamın yaratılmasını ve “masumların lincinin” toplum huzurunda “hesap şöleni” havasında yapılmasını sağlamıştır. Türkiye için bir utanç olan bu davada ve benzer diğer davalarda yüzlerce masum insan aileleri ile beraber psikolojik işkenceye maruz kalmakta ve seneler geçtikçe artan mağduriyetle birlikte bu işkencenin de dozu artmaktadır. Siyasilerimiz ve devlet büyüklerimiz insan hakları konusunda başı dik dolaşmak istiyorlarsa, öncelikle onlarca senedir Türkiye’nin toplumsal yapısında derin yaralar açan hukuk yoluyla öç alma şeklindeki yöntemi ortadan kaldıracak tedbirleri alarak işe başlamaları gerekmektedir. Çünkü bu yöntem yeni mağdurlar yaratmak, geleceğe sorun aktarmak, toplumun huzurunu bozmak ve medeni dünyanın eleştirilerine maruz kalmaktan başka hiçbir işe yaramamaktadır. Tabii öç almak isteyene sağladığı geçici hazzı saymazsak! Hukuk tarihimizde “kara leke” olarak bilinen yargılamalar ile ilgili olarak zamanın gün yüzüne çıkardığı haksız ve hukuk dışı kararları milletimiz adına yargılama yapan mahkemeler vermemiş miydi? O zaman “Adalet yerini buldu” diye reklam edilen kararlar için şimdi geriye dönüp baktığımızda doğruymuş diyebiliyor muyuz? İçimiz rahat mı? Değil. Bu yüzden o davalarda mağdur olanların adlarını parklara, bahçelere veriyoruz, anıtmezarlar yapıyoruz, o kararları veren mahkemeleri lanetliyoruz ve kararlarını yok sayıyoruz, televizyonda programlar yapıp tartışıyoruz, filmler yapıyoruz, kitaplar yazıyoruz ki vicdanımız rahatlasın, Kemal Avcı’nın ölmesine izin vermeyin! Duygu Yücel / Bakırköy Hapishanesi C10 Koğuşu İstanbul Merhaba! Size Bakırköy Kadın Hapishanesi’nden yazıyorum. Buna benzer bir mektubu daha önce de kanser hastası tutsak Mete Diş için yazmıştım. Şimdi ise hapishanelerdeki tecrit koşullarından bu hastalığa yakalanan ve hastalığı gün geçtikçe ilerleyen tutsak Kemal Avcı için yazıyorum. 10 Aralık 2012’de gözaltına alınan Kemal Avcı, 13 Aralık 2012’de tutuklanarak Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’ne gönderildi. Örgüt üyeliği ile suçlanan Kemal Avcı, henüz 26 yaşında. Kemal Avcı her gün saatlerce süren ring yolculuğu ile Edirne Tıp Fakültesi’ne “tedaviye” götürülüyordu. Şimdi ise Edirne F Tipi Hapishanesi’ne sevki çıktı. Hastaneyle aynı şehirde bulunan bir hapishaneye sevkinin çıkması Kemal Avcı’yı iyileştirmeyecek. Çünkü onu hasta eden tecrit koşullarıdır. Kemal Avcı’ya hapishanede güç bela çıkarılan sevkle gittiği hastanede mide kanseri teşhisi konuldu. Doktorlar midesinin beşte dördünün alınmasına karar verdi. Kanserin yanında bir de ülser, epilepsi, romatizma ve yüksek tansiyon hastalıklarıyla mücadele ediyor ve tecrit koşullarında Kemal Avcı, her geçen gün biraz daha ölüme yaklaşıyor. Yakın zamanda Mete Diş’i sizlerin de duyarlılığınızla zulmün elinden çekip aldık. O şimdi dışarda ailesinin, arkadaşlarının yanında, daha iyi koşullarda tedavi görüyor. Aynı şeyi Kemal Avcı için de yapabiliriz. Kemal’in her geçen gün tel örgüler ardında ölmesine izin vermeyin. Kemal Avcı’nın bir an önce tahliye edilmesi ve dışarıda daha iyi şartlarda tedavi olması gerekiyor. Kemal’in 10 Eylül’de İstanbul Adliyesi’nde mahkemesi var. Siz bu ülkenin aydınlarını, yazarlarını, tüm duyarlı insanlarını 10 Eylül’e kadar Kemal için harekete geçmeye davet ediyorum. Kemal’i zulmün elinden çekip almak elinizde. Sadece Kemal’i de değil. Kemal gibi tecrit zulmünün pençesinde yaşam savaşı veren tüm hasta tutsakları... GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT Gerilim de Kurtarmaz İnsanlar gibi siyasi iktidarlar da gizlenecek bir şeyleri kalmayınca, her şey açığa çıkınca, kontrolden çıkar ve azarlar. İnsanlar ilk tanıştıklarında beğenilme duygusuyla kendilerini olduklarından farklı gösterme çabasına girerler. Bu ilişki süreklilik arzedecekse, sinsi bir araştırmatanıma çabası içine girilir. Bu ilişkinin başarısının sırrı, deneylerle sabittir ki; karşı taraf hakkında bilinenöğrenilen olumsuzlukları, bilinmiyormuş gibi sır olarak saklayabilmektir. Bu tavrı devam ettirebilirseniz, karşı tarafın olumsuzlukları da törpülenebilir. Bu psikolojik çaba, zorunlu olarak ilişkilerin de etkisiyle olumlu bir kişilik yaratabilir. İnsan üzerinde denenen bu analizi, siyaset dünyasına taşırsak, aynı sonuçları alabiliriz. Biz solcular olarak AKP’nin demokrasiAB gibi bir niyet ve çabası olamayacağını zaten biliyor ve söylüyorduk. Ama birtakım eskiden solcu olan abiler, devletten öç alabilmek için, AKP’nin bunu yapacağına kendilerini inandırmışlardı. AKP’yi destekleme çabalarında iyi de paralar kazandılar. Rakamlar, gerçekten ikna ediciydi. Ölçüyü o kadar kaçırdılar ki, sürekli sola küfrettiler, solcuların darbeleri desteklediklerini söylediler. Serbest piyasanın, yani kapitalizmin ülkeyi kurtaracağını yazdılar. AKP yaklaşık sekiz yıl bu abileri çok yönlü kullandı ve devletin bütün kurum ve kaynaklarını ele geçirince, bunlarla olan aşkını bitirdi. Buraya kadar, artık size ihtiyacım yok, dedi. Onlar artık konuşacak ekran, yazacak gazete bulamıyorlar. Daha kötüsü gidip rahatça oturacakları mekân da bulamıyorlar. AKP’nin artık kimseye yaranmak diye bir derdi kalmadı, gizleyecek bir şeyi de yok, artık açık oynuyor. İşler de kötüye gidince tek çareleri gerilim yaratmak oldu. 12 Eylül’den önce solcular Kars Kalesi’ne kızıl bayrak astılar diye salakça ve manyakça bir laf ortaya atmışlar ve ortalık karışmıştı. Demirel muhalefetteydi ve müthiş bir gerilim ustasıydı. Siyasetini genellikle gerilim ortamında yürütüyordu. Gizleyecek bir şeyi yoktu. Herkes onu tanıyordu. Aynen bugün Tayyip Erdoğan’ın, camide bira içtiler, seviştiler diye abuk bir iddiada bulunması gibi. Müezzin, yok öyle bir şey demesine rağmen 6 saat sorguda ikna edilmeye, yalan söylemeye zorlandı. Yalan olmasına rağmen Başbakan bu iddiayı her gün, her yerde tekrarlıyor. Çünkü iş çığrından çıkmış, gizleyecekleri hiçbir şeyleri kalmamış. İktidarları döneminde kalkınma hızı yüzde 4.5, yani cumhuriyet döneminin ortalama kalkınma hızıyla aynı. Sadece AKP ve çevresinin kalkınma hızları oldukça yüksek. Kendi kalkınma hızlarını ülke içinde yakalayabilselerdi, dünyanın en zengin ülkesi olurduk. Yeni yapacakları anayasanın 1. maddesine, darbe yapmak ve dini siyasete alet etmek yasaktır, diye yazılsın. AKP gerçekten inanıyorsa, dini kutsal sayıyorsa bu konuda darbede olduğu gibi ısrarcı olmalıdır. Deniz bitti, gerilimden medet umacağına bunu yapsın ve uygulasın. Bu ülke bunlara layık değil, canımız çok acıyor, yetsin artık. ders alınsın. Ama bu geç kalmış vicdan rahatlatma faaliyetlerinin onlar için artık bir faydası yok. O insanlar da o zaman adil yargılamak istiyoruz, gerçekler bu değil diye haykırmışlardı. Bu davada da tek bir gerçek vardır, o da; bir sürü insanın suçsuz günahsız bir şekilde hapislerde çürüyor olmasıdır. “Bu gerçeği hiçbir mahkeme kararı değiştiremez.” Görmek istemesek de, devekuşu gibi başımızı kumlara gömsek de, en süslü yalanları söylesek de, göz boyayarak şapkadan tavşan çıkarsak da gerçek budur. Faniler olarak üstünü örtmeye çalışsak da Allah katındaki gerçek de budur. Benim şahsi düşüncem, bu taraflı adalet ve hukuk anlayışı devam ettiği sürece maalesef bu ülkenin başının dik olamayacağı şeklindedir. Bizim başımız dik, vicdanımız rahat ama bu çağda Türkiye’nin hâlâ uygarlık yolunda başı dik yürüyememesi üzüntü verici bir durumdur. Bir ülke halkının yarısından fazlası adalete güvenmiyorsa durum hakikaten vahimdir. Dolayısıyla, insanların tweet attı, gösteri yaptı diye “darbeye teşebbüsten” gözaltına alınarak sorgulandığı bu “ileri demokrasi” ortamında bizim bu davada adalet aramamız çok komik olur. Saygılarımla. 10 Temmuz 2010 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Yargıtay’da ‘15 Temmuz’ Günü “1958 Gençliği” bugünün yaşlılarının gençliğiydi; onlar “Yargıtay” adını ilk duyanlardı. “28 Nisan 1960” eylemlerinin somut sonucu olan “1961 Anayasası”yla gelen çağdaş yeniliklerden biriydi “Yargıtay”, kardeşleri “Danıştay”, “Sayıştay” ile birlikte. “Yargıtay” “saygınlık”tı, “kesinlik”ti... Zaten böyle olmasını istiyorduk, bekliyorduk “Demokrat Parti” iktidarının “hukuk”u, “adalet”i dışlayan “dinci”liği içeren bir “faşizm”e kucak açan “rejim”i ve “yönetim”i dolaysiyle. Doğrusu, “Yargıtay” da, uzun yıllar boyu bu kuruma olan bağlılığımızı, inancımızı çoğunlukla sarsmayacak kararlarla çıktı karşımıza. Günümüzün “AKP” iktidarının, kurumda yapılan son seçimlerle “taraftar” üyelerin çoğunlukta olduğu bir “Yargıtay” oluşturduğu açıkça belirtilip uzun uzun konu edildi medyada. Bu yeni “Yargıtay”da “15 Temmuz” günü “Balyoz Davası”nın “temyiz duruşması” başladı; İstanbul’un “Sessiz Çığlık” eylemcileri olarak bizler de “Ankara”da olmalıydık bu yargılamayı izlemek üzere. Bütün gece süren bir yolculuktan sonra pazartesi sabahı saat “07.00”de “Ankara”daydık, zaman geçirmeden “Yargıtay”ın “Vekâletler Caddesi”ndeki giriş kapısına geldik, acele acele konulmaya başlanan “barikat”lara ulaşıp dayandık, çift sıralı uzun bir zincir oluşturduk. Bizi gören büyük bir “polis” kalabalığı da koşa koşa geldi; onlar da yayılıp tıpkı bizim gibi demir engellere dayandı; böylece “polis”lerle aramızda “4050 cm” bir aralık oluştu... Her birimiz yüz yüze olduğumuz “polis”e ne zaman içeriye girebileceğimizi sormaya başladık; hepsi de “Bilmiyoruz!” diye yanıtladılar. Bu sırada bir görevli “barikat”ları birbirine bağlamaya başlayınca, tutuklu bir komutan eşi: “Bunca zahmete niye katlanıyorsunuz, korkmayın biz bunları devirmeden de gireriz!” diye seslendi... “Polis”lerle tartışmalı konuşmalar yoğunlaşınca, “23” metre ötemize “robokop”lar yerleşmeye başladı; neredeyse her birimize “biri” düşecek sayıda; her an üzerimize yıkılmaya hazır koca bir beton gibi bir kütle oluşturdular. Yeni gelenlerle yavaş yavaş çoğalmaya başladık; henüz daha bizi aydınlatacak “biri/ birileri” yok; sol tarafta da bir “polis” grubu oluştu, böylece arkamız dışında her yanımız “polis”lerle sarıldı; bir karış boşluk yok Yargıtay’ın bu ön bahçesinde, “polis” kaynıyor... Arkamızda ise “TOMA”; bir gelip bir gidiyor. Ve “savunman”lar gelmeye başladı akın akın; dile kolay “361” sanık var. Davayı “365” sanıkla başlatmışlardı; kuşkusuz “beraat”ler, eksilmeler yeni eklemeler oldu; ama bir eksilme vardı ki hiç unutulmayacaktı. Komutanlarına “suikast” düzenlemekle suçlanan “Dz. Yrb. Ali Tatar”; ona bu “iftira”nın atılmasına olanak veren duruma getirilen hukuk düzenini; “Bu hukuksuzluk sürecine, hukuk adına saygı gösterilemez!” diye değerlendirip ardından da “Ben bu hukuksuzlukla yaşayamam” dedirten bir “sonuç”a vararak yaşamına son vermişti; “Işıklar içinde yatsın!” Bu sırada elinde bir tomar kâğıt olan sivil bir görevli belirdi; hemen ona doğru akıp hep bir ağızdan seslendik: “Ne zaman içeriye girebileceğiz” diye; aldırış bile etmedi, ama hiç olmazsa savunmanlara seslendi: “Adları yazılı avukatlar içeri girebilecekler!”. Eh, buna da sevindik!.. Ne ki onca savunmana yol verebilmek için, herkesin geriye çekilmesi gerek, ama hiç kimse yerini kaybetmek istemiyor; peki nasıl olacak bu? Zorunlu olarak bir itiş kakış başladı, soluk almak zorlaştı, nerdeyse “pestil” gibi olacağız. Oysa başka bir “giriş” daha var; savunmanları o kapıdan alsalar olmaz mı? Bunun yanıtını lütfen “siz” verin!.. Ne var ki duruşmada “müvekkil”i olan savunmanın bile, eğer “liste”de adı yoksa içeriye girmesine, görevini yapmasına “izin” verilmiyor. O yoğunluğu yarıp öne, girişe gelebilen; yaka bir yanda, evrakçanta bir yanda olan bir savunman haykırıyordu: “Beş müvekkilim var, savunma yapacağım, içeri girmem gerek!” Olursa olsun! Listede adı yok! Giremez! Adın yoksa yasak var! İyice sıkılan, yüzü kıpkırmızı kesilen savunman sordu: “Kim hazırlamış bu listeyi?” Görevli dikleşip yüksek sesle yanıt verdi: “YARGITAY!” Birden yoğun bir “sessizlik” çöktü; görevli kendi söylediğine şaşırmış gibi; arkasında duran “takım elbiseli”, telefonları kulaklarında, gözleri “biz”de onca görevliden birine dönerek konuştu; o da yanındakine, bu görevli de iki üç adım ötedekine gidip sordu; böylece “izin” çıktı... Sıra “basın”daydı; benzer güçlükler “basın”a da çıkarıldı; bunları aşıp mahkeme salonuna girdiğimde “Başkan” çok “yüksek” bir sesle bir savunmana: “...ancak dikkate almayacağız!” diyordu; gerisini duyamadım; kendimi “Silivri” duruşmalarında sandım... Oysa “Yargıtay” çok “farklı” deniyordu, doğruydu; yargıç cüppelerinin “yaka”larına bakmak yeterliydi... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SEDAT YAŞAYAN Bir çocuk daha okusun diye... 21. YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212.274 15 02 • 0212. 213 74 02 Fax: 0212.275 52 44 www.yekuv.org • [email protected] Vakıflar Bankası: Osmanbey Şubesi 00158007287986476 SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Osmanlılar 1 döneminde 2 İstanbul’un güvenliğini 3 sağlamakla 4 görevli ye 5 niçerilere 6 verilen ad. 2/ Hz. Mu 7 hammed’in 8 aile üyele 9 rine verilen ad... Eski ve 1 2 3 4 5 6 7 8 9 bilinmeyen bir 1 B R O K K O L İ tarihi anlatmakta 2 R Ö T A R A S T kullanılan deyim 3 A L A M A N P O sözü. 3/ Temiz... 4 S Ö R K E L İ K Çöl Arapları. 4/ 5 E V İ Y E A R A ABD’ye özgü, ata A R A S A T binme ve kement 6 R E A K S O L atma gibi beceri 7 İ 8 U L U F E Y A lere dayalı yarışma. 5/ Amerika’da 9 P R O T E S T A N yaşayan, kedi büyüklüğünde memeli bir hayvan... Köpük kıvamında, tuzlu ya da tatlı yiyecek. 6/ Akıl... İnce dantel... Boru sesi. 7/ Kokmuş hayvan ölüsü... Yunan abecesinde bir harf. 8/ Orduda malzeme ve personel taşıma işlerini sağlayan sınıf. 9/ Felsefede, bir durumdan başka bir duruma geçmeye verilen ad... İnanmış, aklı yatmış. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlı devletinin sürekli ordusunu oluşturan ücretli askerler. 2/ Muğla’nın bir ilçesi... Kürkü değerli bir yaban kedisi. 3/ Çok esnek bir kumaş cinsi... Kadınların omuzlarını örtmek için kullandıkları geniş atkı. 4/ Bir nota... Yapısına girdiği sözcüğe “kendi kendine” anlamı katan yabancı önek... Pasta hamuru. 5/ Kölelik, kulluk. 6/ Briç, poker, okey gibi oyunları oynayan dört kişilik grup... Bir üretim ya da kullanım süreci sonucunda arta kalan madde. 7/ Bir iskambil oyunu... Mesafe. 8/ Rusya’daki Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti... Utanma duygusu... Bir nota. 9/ Bir adın ya da sözcüğün baş harfi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle