16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 HAZİRAN 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 15 ransa’da idamların F “zanatkârca” yapıldığı krallık dönemiydi. Kelle vurularak infaz edilen idamları ince el işi olmaktan çıkarıp, sınai bir tekniğe dönüşterecek giyotin aleti henüz icat edilmemişti. İdam cezası infazlarında seri üretim, daha doğrusu tüketime geçilmemişti. Dolayısıyla kol gücüne daha çok ihtiyaç vardı ve cellatlar kol geziyordu ülkede. Kafa kesilerek idam cezası ve baltalı infazcı bolluğuna karşın, cellatları maaşa bağlamamıştı, Fransa kralları. Yani devlet bu mesleğe kadro açmamış, cellat beslemiyordu. Cellatların geçimini “halk” sağlıyordu. Çok ince siyasal bir hesap vardı, düzenekte: Kral idam cezasını kesiyor, ama infazından halkı sorumlu tutuyordu. Eğer toplum, infazlardan yanaysa besliyordu mahallenin celladını, yok karşıysa, kendi bilirdi. Halk, cellat besleme geleneğini bozmadığı sürece kralın kararını onaylıyor ve devlet önündeki boynun kıldan ince olduğunu da kabulleniyordu. HHH Fransız halkı, yazılı olmayan bu kurala 1775 yılına kadar uydu. Eliyle besledi saflarından kelle alan cellatlarını, yüzyıllar boyunca. Ama dışlardı. Öylesine dışlardı ki, Katolik Kilisesi halktan kimsenin kız vermediği cellat soyunun tükenmemesi için, tüm müminlere yasakladığı aile yuvarlanıp gittiler aramızda. Hatta yuvalanıp, çoğaldılar… İdam cezası kalkınca, cellatlığa değgin ne toplumsal algı değişti, zaten ne de cellatlık. İnsafsız cezalar verip infazını emredenlerin vicdanı hep aynı karalıkta kaldı. Ama karaya “Ak” dediler, o ayrı. Salt infaz yöntemleri değişti. Kol gücü, oldu size kolluk gücü. İnsan canı alabilenlerin genetiği, kelle kesmek değil de öldürme olmadan kurşun sıkmaya, acımasızca vurmaya, dövmeye, bazen işkence ederek kazayla hacamata programlandı. HHH Ama bunları biliyorsunuz, siz. Ruhlar cellat kaldı, kollar uzmanlaştı: Sade memur, acul kuvvet, özel harekât, terörle savaşım, muhbir vatandaş, ajan provokatör, özel muhaberat, sivil istihbaratçı, peşin hükümlü hukukçu falan oldular. Hatta biri, 1970’lerin deşifre muhbiri Mahir Kaynak, profesör doktor unvanıyla işin bilgesi sayıldı… Şimdi bunlardan bir ordu kuracak, Başbakan. Halkı sorgusuz sualsiz izleyecek, kışkırtacak, tuzağa düşürecek, içeri tıkacak, 15 bin infazcı ordusu. Ve her infazın altında bizim mührümüz olacak. Çünkü onları biz besliyoruz ve cellatlarını dışlamayan bir millet olarak ekmeklerini ters çevirmiyoruz. Yediğimiz ve yedirdiğimiz her lokma ekmek, hep uğursuz. “Celladın suratındaki maske, adaletin yüzüdür.” STANISLAW JERZY LEC Celladın Ekmeği içi evlilik ve çocuk yapabilmek hakkını cellatlara tanımıştı. Bırakın evlenmeyi, cellatlarla kimse konuşmazdı. Celladın geçtiği sokakta bir sessizlik olur, herkes başını öne eğerdi. Güneşin batmasına yakın çıkardı mahallenin celladı, ortaya. Pazaryerine gelir ve kasabın, manavın tezgâhın ucuna bıraktığı “cellat payını”, şarapçının kenara koyduğu testiyi sessizce alır, uzaklaşırdı. Fırında ise, özel bir ekmek beklerdi kendisini. Fırıncının, tersine çevirdiği bir ekmek. Halka satılacak tüm somunlar, yarık yüzleriyle sırtüstü sıralanırken tezgâha, biri yüzüstü konulurdu köşeye. “Celladın payı” demekti ters çevrilmiş ekmek. Fransız devrimiyle birlikte Doktor Josephe Ignace Guillotin’in adını taşıyan giyotin aleti devletin resmi infaz aracı kabul edildikten öteye; cellatlar Fransa’da idam cezasının kaldırıldığı Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN İtiraz Görmez Kelimeler Bulamadık ayrılık hattında  büyüdük biz aynı dil’de itiraz görmez kelimeler bulamadık yanlış dizilince harfler ne yazık. ayrı konuştuk ayrıldık bu tercih bu seçilmiş yazgı dünyanın bir iyi tarafı  bir az’da kaldık çocuklar siz yaşayın  cennetler kalsın diye size ne kadar cehennem varsa  tüketiyoruz biz. yeni bir “şafak türküsü” söylenir belki bir şairin  çatlamış yiğit sesinden aynı yıldız’da  aydınlanmış saçları aynı anaç ağlamış savaş analarının mahkum analarının ellerini tuttu ellerimiz ilk yürümeyi eteklerinde öğrendik. büyümesin diye çocuklarımız aynı yetim  yaralı kırılmış camlar gibi iz taşımasın diye anıları ve tüketmek için bütün hastalıkları aşısız büyüdük biz. ALİ GÜNEŞ Anlamamakta Direnmek Başbakan son bir aydır Türkiye’de olan bitenleri anlamamakta direniyor. Pek haksız da sayılmaz, çünkü olan bitenleri anlayacak olsa bir şeyler yapması gerekecek, oysa “bir şeyler” yapmaya niyeti olmadığı gibi eski gücü de yok artık. Başta “yetmez ama evetçiler” olmak üzere kendisini düne kadar desteklemiş olan çeşitli kesimler nezdinde inanılırlığını yitirmiş. Öz yandaşları dışında, Taksim’e cami de yapacağız, AKM’yi de yıkacağız, Topçu Kışlası’nı yapmakla kalmayıp içinde hem AVM hem de rezidanslar açacağız, yollu çıkışlarını ciddiye alanların sayısı hızla azalıyor. O da zaten çok geçmeden atıp tuttuklarından çark ediyor. HHH Geriye “bunlar camide içki içtiler”, “bayrak yaktılar”, “türbanlı kızlarımızı yerlerde sürüklediler” türünden kanıtsız, delilsiz, tanıksız, asılsız, dolayısıyla inandırıcılığı olmayan suçlamalar kalıyor. Direnişçileri kovalarken duvardan düşüp yaşamını yitiren polisten söz ederken “Bunlar polisimizi şehit ettiler” diyor. Türkiye geneline yayılan ve milyonlarca insanın katıldığı “parlamento dışı toplumsal muhalefet” eylemlerini, ülkemizden ‘90 kuşağı gençliğin, taraftar gruplarının, aydınların, yazarların, sanatçıların, işçilerin, farklı siyasal görüş ve dinsel/ mezhepsel inançlardan insanların, metropol burjuvazisinin, medyanın, finans çevrelerinin paydaş oldukları ve Birleşmiş Milletler’in, Avrupa Birliği’nin, Avrupa Konseyi’nin, BBC World, CNN International, ARD, The New York Times, The Guardian, Le Monde, Corriere della Sera, Der Spiegel gibi uluslararası medyanın kışkırtıcılığında kotarılmış, amacı Türkiye’nin önünü kesmek olan uluslararası bir komplo olduğunu ileri sürüyor. Başbakan’ın bu söylediklerine Egemen Bağış, Bekir Bozdağ, Ahmet Davutoğlu gibi üçbeş politikacı ile Faruk Mercan, Akif Beki, Nagehan Alçı gibi ikiüç gazeteciyazardan başka kimse inanmıyor. Başbakan adına hiç hoş bir durum değil! HHH Tevfik Fikret’in “Devenin Başı” şiirinde dediği gibi “Ne yapsın? Kime küssün?” Demokrasiye küsüyor! Seçim barajı: “Düşünmüyoruz!” Anadilinde eğitim: “Ne anadili?” Anayasal reformlar: “PKK hele bir çekilsin!” 7836 yaralı, gözü çıkanlar, sakat kalanlar, ölenler: “Polisimiz efsane yazdı!” Başbakan’ın işi zor, bu gidişle daha da zorlaşacağa benziyor. Ne diyelim? Hadi hayırlısı! 1981 yılına kadar maaşa bağlandılar, memur oldular. Ama Fransa’daki ekmek fırınlarında, evlerde, davetlerde, ekmeğin ters konulmamasına hâlâ dikkat edilir. Çünkü ekmeğin tersi uğursuzluk işareti, ölüm habercisidir. HHH Oysa bizim cellatlarımızı, geçmişten günümüze hep devlet besledi, sevgili okurlar. Osmanlı’nın resmi cellat kadrosu vardı, Türkiye Cumhuriyeti de infazcıların emeğini hep devlet kesesinden ödedi. Halka doğrudan besletmedi. Dolayısıyla halk arasında gezinen cellatlara da kız vermemezlik, konuşmamazlık edilmedi. Âli devlet anlayışımız, celladını dışlamadı, ötekileştirmedi. Osmanlı’nın dilsizi, Cumhuriyet’in Çingenesi, cellat cellat KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI [email protected] Neden Çekemiyorlar? Gezi Direnişi’nin başlangıcından bu yana bir ay geçti… bir düşünün; hangi eylem iktidarın “miting gündemi”ni de belirlemişti? Hangi direniş böylesi uzun süren “kızgın konuşmalar” yaratmıştı? Denebilir ki bu direniş siyasetin “polemik gündemi”ni de belirledi. Sadece Başbakan değil, hemen tüm kurmayları da her fırsatta sözü Gezi’ye getirerek veryansın ediyor; her gün, her ortamda “çapulcu”ların ülkeye ve demokrasiye ne denli zarar verdiklerini dinleyip duruyoruz… medya”ydı. Politikayla ilgilenmediklerinden yakınılan her yaştangörüşten kadınerkek gençlerinyetişkinlerin “tenceretava” dahil tüm barışçıl eylem türleriyle eşzamanlı direnişe geçmelerinde, sadece bu haberleşmenin gücü, olağanüstü değil miydi? Nitekim bu “şaşılası” durumun, şu seçim arifesinde beklenmedik oy oranları yaratabileceği endişesi iktidarı öylesine sarmaladı ki, Başbakan, “hararetli” konuşmalarında eleştiriden çok suçlamayı yeğledi; hâlâ da dozunu yükselterek sürdürüyor... Direnişin ayrıntı, slogan, yaşanmışlık, söylem ve yakında umarım kapsamlı bir kitap olarak da derlenecek tüm anekdotlarında, yine geçmişteki gibi doğrudan siyasi sözlerin ya da ideolojik vurgulamaların bulunmaması, özellikle 12 Eylül sürecini yaşamış büyüklerin de bu eyleme duydukları hayranlığın başlıca nedenleri arasında... O kadar ki aklı başında gazetelerde günlerdir sayfa sayfa yayımlanan “Gezi röportajları”, “Gezi anıları”, “Gezi sözleri”, “Gezi gözlemleri” vb yazıları herkes gülümseyerek okuyor. Hatta bu eylem sayesinde, son yıllarda unutturulan o güzelim “siyasi hiciv geleneğimiz”in yeniden filiz verdiğini söyleyenler var… Haksız da değiller. İşte bu geleneği bile çekemeyen bir iktidarın, filiz verme bir yana, fidanlara ve hatta ağaçlara dönüşen, Sevgili Balbay’ın deyişiyle “Gezi (m)izahı” karşısında ne yapacağını şaşırması doğal değil mi? Umuyorum ki “Gezi fıkraları”yla daha “özgürce güleceğimiz” günler de gelecek. Hem de çok yakın... raksiyon”suz eylem Peki, Gezi Direnişi iktidardakileri neden böylesine çileden çıkardı? Yanıt çok kısa; “herkesin direnişe duyduğu hayranlık neyse, ondan..” Eski eylemler genellikle belli bir siyasi eğilimin/ ideolojik birlikteliğin gösterileriydi. Eleştirmek, hatta karalamak için bu dar siyasi kimlik yeter de artardı bile... Şimdi ise ortada ne bir politik teşkilat, ne siyasi bir önder ne de “fraksiyon” dedikleri türden “örgüt”lenmeler var. Denebilir ki neredeyse 80 ilde birbirlerini tanımayan milyonlarca çapulcudan sokağa çıkan milyonlarcası tam bir ulusal birlik içindeler; karşı çıktıkları tek şey, iktidarın izlediği siyaset. Buna bozulmasınlar da ne yapsınlar? Gezi Direnişi’nin geçmişteki eylemlerle diğer farklarına gelince... Sadece İstanbul’da değil, büyüklü küçüklü tüm illerimizdeki her türlü eylem ve gösteri için de yegâne örgütlenme aracı “sosyal “F ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] Sosyal medya SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yalnızca 1 1’e ve kendi 2 sine bölünebilen pozitif 3 tamsayılara 4 verilen ad... 5 Yeteneği ve 6 saygınlığıyla ünlü kadın 7 şarkıcılara 8 verilen ad. 9 2/ Satrançta bir taş... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Dinsel şarkı. 1 K E L O Ğ L A N 3/ ABD’nin bir 2 E S İ R A Y A S eyaleti... Asya’da 3 L İ K İ T N U bir ırmak. 4/ Ka 4 O R İ J İ N A L dınların sokakta T İ İ Z İ N giydikleri, man 5 Ğ 6 L A N İ Ş P A toya benzer bol 7 A Y N A Z S A Z ve uzun giysi... L İ P A R İ Bir zaman biri 8 N A mi. 5/ Akdeniz 9 S U N A Z İ K Bölgesi’nde bir akarsu. 6/ Pişmekte olan et ya da tavuk suyundan elde edilen kahverengi sos... Tiyatrolarda oyunu alkışlamak için parayla tutulmuş kimse. 7/ Nazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad... “Şık, güzel giyimli” anlamında argo sözcük. 8/ Samsun’un bir ilçesi... Gece. 9/ Doğalgazın önemli bir bileşeni olan gaz... Mobilya kasası. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tiyatro sahnelerinin ilk Müslüman Türk kızı. 2/ Antalya’nın Manavgat ilçesine bağlı, turistik ve arkeolojik bir belde... Ürik asidin tuzu ya da esteri. 3/ Alanya ilçesinde, Kilikya Ermeni Krallığı döneminde yapılmış bir kale... Kaz Dağı’nın antik dönemlerdeki adı. 4/ Yaratma, yoktan var etme... Küçük mağara. 5/ Sıcak bölgelerde yaşayan bir cins büyük çaylak. 6/ Bir nota... Bir yarışın belirli uzaklığı kapsayan bölümlerinden her biri. 7/ Oylumlu... Japonya kökenli bir köpek cinsi. 8/ Baş örtüsü olarak kullanılan bir tür ipekli dokuma... Burulmuş erkek sığır. 9/ Çileli Anadolu kadınını canlandırdığı rolleriyle tanınmış oyuncumuz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle