16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 HAZİRAN 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR YAZILARI 13 elektrik şebekesi için siyasi irade mi gerekli?” Eskiden olsa bu yaklaşımı “Altında bir bit yeniği vardır’’ diye kuşkuyla karşılardık muhtemelen ama artık bambaşka koşullarda yaşıyoruz. İşte çevre bakanlığının “Gezegenimize uygun refah” başlıklı seminerinde de Kuzey Ülkeleri Bakanlar Konseyi’nin yeşil ekonomi kararlarına uygun politikaların tartışılacağı anlaşılıyor. Belli ki yeni politikalara göre doğayı kendimize uydurmaya çalışmak yerine yaşamımızı da, ekonomiyi de doğaya uyumlu hale getireceğiz. Almedalen Haftası çevreci anlayışın kaçınılmaz olarak hayatımıza girdiğini göstermesi bakımından da önemli. Dahası bir haftalık organizasyon da tümüyle çevreci anlayışa uydurulmuş. Etkinlikler alanına şişe suyu sokulmayacak. Herkes musluk suyu içecek, kâğıt israfı yapılmayacak. Sokaklarda etkinlikler hakkında el ilanları dağıtılmayacak. Havaalanından nakiller için bisiklet, otobüs ya da elektrik motorlu taksiler kullanılacak. Etkinlikler için ancak yenilenebilir enerji kullanan lokaller kullanılabilecek. Cop, biber gazı ve tazyikli su olmamasından dolayı biraz yavan olsa da Gezi direnişçileri Almedalen Haftası’na katılabilselerdi mutlaka çok severlerdi. [email protected] ‘türkülerin efendisi’ olmak T evazu hırkasını giymiş bir derviş, türkülerin efendisi, kocaman bir değer yanı başınızdadır da fark etmezsiniz. Schuman Meydanı’nda ya da Place du Luxembourg’da Gezi Parkı’na destek eylemlerinde merhabalaşırsınız. CHP Belçika Birliği’nin, genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katıldığı toplantısına hasta olduğu halde sizi kıramaz gelir. Organizatörler Kılıçdaroğlu’nu onun bestesini çalarak karşılarlar. Sanatçılar Platformu toplantısına gidersiniz, orada kenarda saygıyla dinler herkesi. Mütevazı kişiliğiyle gençlere ışık tutar. Yeri gelince taşın altına da elini sokar, görev üstlenir. 15 yaşında 2 adet 45’liği çıkmıştır. Küçük yaşta geldiği İstanbul’da Âşık Daimi’nin Unkapanı’ndaki dükkânına gidip çaylarını getirmiş, dükkânını süpürmüş. Feyzullah Çınar’ı, Davut Sulari’yi tanımış biridir. 1969 yılında önce Almanya’ya, 2 yıl sonra da Belçika’ya gelir. Almanya’da Türk işçilerinin gittiği lokallerde sahne alır. Belçika’ya geldiğinde maden ocağında işçi olarak çalışmaya başlar. Aydınlık şiirler yazıp bağlamasıyla besteler. 1980 yılında madenler kapatılınca ise kendini tamamen türküye adar. Türkünün geleneksel formunu bozmadan, eskiyi yok etmeden yeniler, yeni bir kişilik kazandırır. Dillerde pelesenk olmuş “Derman Sendedir”, “Çağırırım Dost Dost”, “Hasretim Hasret”, “Güne Reyhan Ekerim”, “Gel Ali’m Yola gidelim”, “Şu Yalan Dünyaya”, “Vahdet Bades’iyle Mestiz”, “Ol Benim Şahıma” gibi türküleri bilirsiniz de bunların yanı başınızdaki birine ait olduğu aklınıza gelmez. Eserlerini Arif Sağ’dan Musa Eroğlu’na, Hasret Gültekin’den Songül Karlı’ya, İlyas Salman’dan İsmail Özden’e, Nilüfer Akbal’dan Nevzat Karataş’a, Sabahat Akkiraz’a kadar onlarca sanatçı seslendirirken beğeniyle dinlersiniz de bu çalışmaların altında imzası olanı hatırlamazsınız. Sabahattin Ali, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin, Ozan Telli gibi çağdaş şairlerin yanı sıra geleneksel halk ozanlarından Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Deli Boran, Ruhi Baba’nın dizelerini türküleriyle ölümsüzleştirir. Ama siz bunu teğet geçersiniz. Zamanında hiçbir siyasi fraksiyona angaje olmaz. Yıllardır “halkın sanatçısı” olmak için uğraş verir. Besteleri Türkiye’nin dört bir yanında çalınır. 500’ü aşkın bestesi vardır. MESAM’a kayıtlı olduğu halde türkülerinden alması gereken telifler bir düzene girmez bir türlü. Vatan hasretini gidermek BRÜKSEL için eşten dostan borç almak zorunda kalır ama bunu siz fark etmezsiniz. “40. Sanat Yılı Etkinliği” 30 Ocak 2011 tarihinde Köln Eurosaal’da ERDİNÇ Emekçi, Ali Asker, UTKU Meftuni, Güler Duman, Sabahat Akkiraz, Emre Saltık, Kıvırcık Ali, Saniye ve Sinan, Mikail Aslan, Tekin Karabey, Aydın Öztürk, Beser Şahin, Ali Özel ve Yılmaz Çelik’in katılımıyla gerçekleşir de sizin Brüksel’de kılınız kıpırdamaz. Belçikalı dostları “Niçin Brüksel’de böyle bir etkinlik yapmıyorsunuz” diye sorunca susmayı yeğler. 2 yıl sonra da olsa 8 Haziran’da Lütfü Gültekin’in “42. Sanat Yılı” Belçikalı ve Türk sanatçıların ortak konseri ile kutlanır. Salonun yüzde 90’ı Belçikalıdır. Biz Türkler yanı başımızdaki türkülerin efendisini 42. yılında da fark etmeyiz maalesef. Türkiye’den ünlü bağlama ustası Cengiz Özkan’ın yanı sıra oğlu Emre Gültekin, Cumali ile aralarında Wouter Vandenabeele, Vardan Hovanissian, Raphael Decock, Thomas Baete ve Véronique Gillet’in de olduğu Belçikalı sanatçılar farklı enstrümanlarla konserde yer aldı. Konserin sürprizi ise Lütfü Gültekin’in 6 yaşındaki torunu Eser’in dedesinin eserlerinden “Vakti Seherde”yi sahnede seslendirmesi olur. Gültekin sadece oğullarına değil, torunlarına da türkü mirası bırakır ama siz görmezsiniz. Konser aynı zamanda Lütfü Gültekin’in müzik yaşamı hakkında çekimi devam eden “Bir Sürgün, Bir Sığınak, Bir Ozan” adlı bir belgeselin de parçasıdır. Her ne kadar 42. sanat yılından sonra daha sakin bir yaşam sürmeye niyetlense de Gültekin’in yarım kalmış onlarca şiiri ve bestesi vardır. Ömrü yettiğince tamamlamaya devam edecektir. Gülten Akın’ın “Kimselerin vakti yok, durup da ince şeyleri anlamaya...” dizelerini doğrulayıp konseri yarıda terk etmek zorunda kalırsın. Kuliste hoşça kal derken gözlerine bakarsın, mütevazılaştıkça devleştiğini fark edersin. Yıllardır tanıdığın sanatçı hakkında yıllar önce “Bir Pınardır Türküler” diye bir Pazar Yazısı dışında kalem oynatmadığını anımsarsın, utanırsın. Brüksel’deki Taksim Dayanışma eylemlerini yazmak üzere, oturduğun halde klavyenin Brüksel’ın Mahzuni’sini, türkülerin efendisini, Lütfü Gültekin’i yazdığını görürsün! [email protected] Brüksel’de O bama hafta başında ABD’nin zehirli gaz salımını düşüreceğini açıkladı. Konuşması hayli dramatikti: “Başkan, bir baba ve Amerikalı olarak mutlaka bir şeyler yapmamız gerektiğini söylemeliyim” diyerek zehirli gaz salımını düşürmek için önlemler alınacağını bildirdi. Bunca yıllık çabalara kulak asmayıp engel olan ABD nihayet tehlikenin farkına vardı. Obama’nın diliyle “Good morning after supper” demek geliyor içimden. Tercümesi “Akşam yemeğinden sonra günaydın” ama “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye” tam anlatıyor durumu. Hatırlayacaksınız 2009’da Kopenhag’daki BM İklim Zirvesi, ABD’nin anlaşmayı imzalamaya yanaşmaması yüzünden fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Oysa gezegenimizden atmosfere salınan zehirli gazların yüzde 20’sinin sorumlusu ABD. Tabii sorumluluğu sadece Obama’ya yüklemek haksızlık. Cumhuriyetçiler son açıklamasına yine tepki gösterdiler. Onlar için para her şeyden önce geldiğinden, alınacak önlemlerin enerji maliyetini artıracağını öne sürerek Obama’nın görüşlerine karşı çıktılar. Marx’ın öngördüğü gibi bindikleri dalı kesmekteler. Avrupalılar ise ideolojileri farklı olmasa da çevre konusunda Amerikalılardan duyarlı. Avrupa’da ekonominin çevreci anlayışla düzenlenmeye başladığından Geziciler Almedalen’i mutlaka çok severdi Programa bakınca ağırlığın iklim söz etmiştim daha önce. Bugün de değişikliği ve çevre sorunları olduğu Gotland Adası’nda başlayan politika görülüyor. Sembolik olarak söylemek maratonundan söz edeceğim. Gotland Adası’nda 1968’den beri temmuz ayının gerekirse İsveçli için üç ağaç meselesi çok gerilerde kaldığından çevre ilk haftasına yayılan politik etkinlikler bilinciyle doğaya uyumlu yaşamanın Almedalen Haftası diye adlandırılıyor. ayrıntıları konuşuluyor. Toplantı Başlatan 1968’de Olof Palme. Amaç başlıkları sivil toplum örgütlerinin, hafta boyunca gündemdeki sorunların çevre konusunda politikacılardan daha halkın önünde tartışılması. Artık hassas olduklarını gösteriyor. oturmuş bir gelenek haline Örneğin İsveç Kilisesi’nin gelen Almedalen Haftası’na STOCKHOLM düzenlediği toplantılardan politika maratonu demek birinin başlığı şöyle: yanlış olmayacak. Katılanlar “Sorumlu yatırım. Finans sadece siyasi partiler sektörü yol ayrımında.” değil. İleri demokrasilerde Tüketiciler birliği de “Avrupa sivil toplum örgütleri de Parlamentosu seçimi demokrasinin işleyişine çok önemli. Brüksel’den aktif olarak katıldığından, OSMAN İKİZ yemek masasına” başlığıyla Almedalen onlar için hayatımızı AB’nin belirlediği de bir platform oluyor. kuralların etkilediğine dikkat çekiyor. Dahası son yıllarda Avrupa’dan da Sendikalar, işveren örgütleri ve şirketler katılımlar başladı. Bu yıl da AB’den de politika maratonunun aktörleri temsilciler katılacak. Katılan örgüt arasında. Örneğin artık günümüze ters sayısı 925. Etkinlik sayısı ise 2 bin olduğu için nükleer santral projelerini 266. Etkinlik deyince aklınıza danslı, bırakan Siemens’in düzenlediği seminer müzikli toplantılar gelmesin. Bütün başlığı oldukça ilgi çekici: “Gelişmeyi toplantılarda İsveç’in, Avrupa’nın piyasa mı belirleyecek yoksa akıllı ve dünyanın sorunları tartışılacak. K anada’nın Fransız bölgesi Quebec’te ayrılıkçımilliyetçi yönetimin “Citoyens, veuillez parler en français! Vatandaş, Fransızca konuş!” diye ısrarı işe yaramışa benziyor. Herkes sus pus! Lokantalar başta olmak üzere, perakende işyerlerinde Fransızca harici lisan iş görmüyor. Quebec’te ayrılıkçı siyaset güden parti QuébécoisPQ, geçen yıl 23 milyon dolar ayırıp bir lisan polisi kurdu ve Fransızca konuşmayanı yakalasın diye sokağa saldı. Lisan polisi olur muymuş demeyiniz, her şeyin bir polisi olur! Siyasi polis oluyor da, niye lisanın yassah hemşerim diyen Bekçi Murtazası olmasın! Lisan polisi sivil kıyafetle, örneğin lokantalarda müşteri gibi masaya oturuyor, garsondan menü istiyor, arada siparişi İngilizce veya başka bir dilde veriyordu. Eğer garson, mazallah, Fransız aksanıyla İngilizce cevap verirse, yandı gülüm keten helva... İşyerine ağır para cezaları geldiği gibi, tekrarında kapatılmaktaydı. Turizm geliri için garsonundan kapıcısına kadar herkesin İngilizce konuşması aranan günümüzde, Quebec kendisini İngilizceye kapatıyor, böylece güya milliyetçilik yaparak ayrılıkçıfaşist bir siyasete kapı açıyordu. Öteden beri Fransız milliyetçisi olup Kanada Federasyonu’ndan ayrılmaya teşne tüm esnaf şimdi rahatsızlık duyarak “Quebec Valisi Madam Pauline Marois ve sağcı laf arasında kapınca ona halkının edebiyatçısı partisi PQ işi azıttı. Vur deyince öldürdü!” diye Fernando Pessoa’dan laf etmiş, hayranlığımdan son duruma karşı çıkıyor. bahsetmiştim. Hele “Pessoa’nın Son Üç Günü” İki akşamını lokantalarında geçirdiğim Montreal başlıklı romanın yazarı Antonio Tabucchi’den kentinde vaziyet endişe vericiydi. Bizi, akşam lakırdıyı geçirince Joana’nın yelkenleri suya indi. yemeğine gittiğimiz lokantada garson, Quebec’in Lizbon treninde ahbap olmuşçasına, Joana’dan gizli ajan gibi ortada dolaşan lisan polisi sanmış öğrendik ki, o aynı zamanda İspanyolca, İtalyanca, olmalıydı; pek çekingendi. Biz dediğim, General hatta biraz Magrip Arapçası, elbette İngilizce Electric’te başarılı işler çıkaran Türk mühendisi, konuşuyordu. Patron sıkı sıkıya tembih edip Özgür Coşar ile Montreal’de yaşayan mimar “Fransızca dışında sipariş almak yok!” demiş, Dilge KarataşDauphin’dir; buluştuk, ne ki ona kalsa azıcık Almanca yemekteyiz. St. Laurent semtindeki MONTREAL dahi paralarmış. Lisan faşizminin hallice bir lokantadayız. Paluze endam bir bu kadarı olabilirdi; sustuk, neme hanım garson masamıza geldi; Portekiz lazım! İşyeri tabelalarında İngilizce göçmeniymiş, kırk yaşlarında, adı yahut İtalyanca yazmak isteyenlerin Joana... Siparişimizi vermek için elimize özel ruhsat alması gerektiği gibi, tutuşturulan Fransızca menüden, kelimelerin ne yazacaklarsa mutlaka görünmesi akrabalığına dayanarak bir şeyler gereken Fransızcasından yüzde MAHMUT çıkarmaya çalıştık, lakin pek müşküldü. 70 eksiğine harf kullanılmasını da ŞENOL Mesela mönüdeki bifteck’i bir bakışta şıp şart koşan Parti Québécois’nin bu diye anlamıştık. İstanbul’da mahallenin buyruğu, Montreal’deki İtalyan numune kasabı, alışık olduğumuz gibi biftek ve Yahudi toplumunu rahatsız etmiştir. Onlar da satıyordu, oradan aşinaydık. Menünün ve garsonun azınlık haklarına dayanıp kendi lisanlarında menü Fransızcada ısrarı ter döktürdü. Sayfamızın hazırlarsa, biz ne yapacaktık? emektar yazarı, Paris’te mukim Uğur Hüküm Bu işin en iyi yolu, bana kalırsa, sağırdilsiz yanımızda yok ki, ona, “Parlezvous français?” alfabesiyle, el oynatıp parmak şıklatarak diye soralım. Balık sipariş edip ıstakozla yapılan bir lisan olmalıdır. Yahut, Yahudi Dr. karşılaşmak da var işin sonunda... Joana’ya Zamenhof’un 1887’de icat ettiği Esperanto’yu ne sorsak cevap Fransızca geliyordu. Belli ki kullanmaktır. Lakin, Portekizli güzel Joana’nın da İngilizce soruları anlıyor, ama Fransız kalıyordu. hem sağırdilsiz alfabesi bilip, hem de Esperanto Biz lisan polisiyiz ya, hani yakayı ele vermemek konuşacağına da inanırım. İnandığım bir şey için ağzındaki baklayı ıslatmıyor, ser verip sır daha var ki, “Vatandaş Türkçe konuş” diye vermiyordu; aferin. Birkaç dolambaçlı manevradan ısrarın benim ülkemde bir faydası olmadı, zira sonra siparişimizi İngilizce, zar zor verebildik; “Biz başka dilde konuşacağız!” diyene kulak o fiyatlara bakarsanız yiyeceğimiz kuş kadar bir tıkayamıyordunuz! şeydi zaten... Garson Joana bize birden itimat etmiş olmalı. Zira Joana’nın Portekizli olduğunu [email protected] ‘Vatandaş, Fransızca konuş!’ Aranıyor: Vergi kaçkınları CD satıcısı A vusturya’da şu sıralarda vergi kaçkınları CD’si satıcısı aranıyor. Almanya, Avusturya’ya hem doğrudan hem de AB üzerinden baskı yapıyor ve bankalarda gizli hesabı bulunan Alman vatandaşlarıyla ilgili bilgileri “paylaşmasını” istiyor. Almanya, aynı baskıyı İsviçre’ye yaptığında, banka sırlarına önem verdiği efsanesine dayanarak ülkesine milyarlarca Avro’yu çeken İsviçre’de bir “çözüm” bulunmuştu: Genç bir banka görevlisi, çalıştığı bankada gizli hesabı bulunan Alman vatandaşlarının ve hesap tutarlarının listesini bir CD’ye geçiriyor ve yedi haneli Avro’luk rakamlarla Alman Maliyesi’ne satıyordu. Böylece Almanya, İsviçre’de gizli hesabı bulunan vatandaşlarının listesini almış ve söz konusu kaçkınlarından vergi tahsil etme yoluna girebilmişti. Ancak, Almanya’nın İsviçre’den önce, bir başka “vergi cenneti” olarak bilinen Lüksemburg’a yaptığını anımsamakta yarar var. Bir grup Alman maliyeci ve vergi uzmanı aniden bu küçük ülkenin bankalarına “ziyaret”te bulunmuş ve Alman vatandaşlarının gizli hesaplarıyla ilgili bilgileri talep etmişlerdi. Bu ziyaret, kimi bankacılar tarafından “baskın” olarak yorumlanmış ve Almanya’nın Lüksemburg’a ve diğer vergi cenneti ülkelere verdiği gözdağı olarak değerlendirilmişti. Metropol ülkelerin, kendi ülkelerinin vatandaşlarının vergi kaçırmalarına karşı önlemlere yönelmeleri, öncelikle trilyon dolarları aştığı öne sürülen bu paradan “paylarını almak” istemeleriyle açıklanıyor. Vergilerin yüzde 50’leri geçtiği koşullar göz önüne alındığında, başta ABD ve Almanya olmak üzere, Britanya, Fransa, İtalya ve İspanya’nın vergi cennetlerine neden bu denli “şiddetli” bir baskıya giriştiklerinin anlaşılabileceği finans çevrelerince dile getiriliyor. Vergi cenneti olduğunu İsviçre gibi deklare etmemeye VİYANA özen gösteren Avusturya’nın da, büyük abi Almanya’ya belirli yanıtları var. Avusturya Başbakanı Werner Faymann, “Konunun, uluslararası bir bankacılık bilgi paylaşım anlaşmasıyla aşılabileceğini” belirtiyor. Bu, SELİM YALÇINER başta Almanya olmak üzere tüm ülkelerin, kendi bankalarında bulunan yabancıların hesaplarıyla ilgili bilgilerin de diğer ülkelere ve dolayısıyla dünya kamuoyuna açıklanması anlamına geliyor. Almanya hapşırsa nezle olan Avusturya’nın, bu kez nasıl oluyor da büyük abiye karşı gelir gibi yaptığının yanıtı ise Alman sermayesinin gücünde yatıyor. Avusturya’daki bankalarda gizli hesabı olan o kadar çok ünlü ve güçlü Alman vatandaşı var ki bunlara Alman devletinin bile güç yetiştirebilmesi olanaksız değilse bile biraz zor. Avusturya hükümeti, işte bu zorluğa dayanarak ve de şimdilik milyon Avro’ları bulan CD’lerin Avusturyalı genç banka görevlileri tarafından Alman maliyesine satılması gibi bir “kolaylığa” sessiz onay vermemiş durumda. İsviçre’nin bulduğu “çözümün” Avusturya tarafından halen benimsenmemiş olabilmesinde, Avusturya’nın AB üyeliğinin rolü vurgulanıyor. Avusturya’nın “vergi cenneti” olması gibi “herkesin bildiği bir sırrın” Almanya tarafından açığa vurulmasının nedenleri de finans uzmanlarınca dikkat çekici bulunuyor. Artık Almanya’nın bile vergi kaçağına tahammülünün bulunmaması, Alman maliyesinin para gereksiniminin yanı sıra trilyonlarca doları bulan gezgin paranın bir ölçüde ulusal denetimlere çekilerek gelecekte karşılaşılacak daha da büyük sorunlara hazırlık yapma niyetiyle açıklanıyor. Avusturya’da konuştuğumuz bankacılar tabii ki adlarının verilmesini istemiyorlar Avusturya’nın bankacılık bilgilerinin uluslararası paylaşımı anlaşması önerisinin kısa vadede sonuç verebilmesinin olanaksızlığı nedeniyle Alman baskısının yön değiştirebileceğini ve bu ülke için de vergi kaçkınları CD satıcılarının gündeme yeni skandallarla sokulabileceğini belirtiyor. Kısacası, Avusturya’da “vergi kaçkınları CD satıcısı” aranıyor. Bulunup bulunmayacağını zaman ve koşullar gösterecek. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle