16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 HAZİRAN 2013 PAZAR CUMHURİYET KÜLTÜR [email protected] 19 Ali Kazma ve Yüksel Arslan’ın yapıtları, 55. Venedik Bienali’nin ‘Ansiklopedik Sarayı’nda buluştu Venedik’te yaşama direniş rslan’ın bedenin bilgisini içeren ‘arture’leri ile Kazma’nın bedenin direncini kaydettiği videoları; biri 1971, diğeri 1933 doğumlu bu iki sanatçının 2013’te yeryüzünün tüm bilgilerini isteyen bir sergide Venedik’te yer almaları kuşkusuz onların sanatlarının etkileyici gücü. Türkiye’de Gezi Direnişi sürerken “Rezistans” (Direniş) başlıklı bir video yerleştirmenin ve hayata direnen ‘arture’lerin Venedik’te direnmeleri yaşama sıkı bir destek. A Gençlere Teşekkür Bugün direnişin 19. günü. Bu yazıyı yazdığım sırada Taksim Dayanışması’nın ne karar alacağını bilmiyorum. Ama kararları ne olursa olsun, ben bugün Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’nda direnen gençlere teşekkür etmek istiyorum. Sevgili gençler: Hepimize, ama hepimize verdiğiniz hayat dersleri için tek tek teşekkür ediyorum. Biliyorum milyonlarcasınız. Yaşınız kaç olursa olsun gençsiniz. Yaratıcısınız. Güzelsiniz. Hepinizi, sevinçle, gözyaşları içinde kucaklıyorum. (Bizim kuşak öyledir, üzülünce de sevinince de ağlarız!) Başta iktidara ve muhalefete nasıl siyaset yapılabileceğini ve yapılmayacağını gösterdiğiniz için teşekkür ediyorum. Siyasetin günlük yaşamdan, hayatın ta kendisinden kaynaklandığını gösterdiğiniz için... Çan çalıp, afra tafra yapmadan, ahkâm kesmeden, son yıllarda kimilerinin yaptığı gibi “ezber bozuyoruz” diye ilan etmeden ezber bozduğunuz için... Size uygulanan o korkunç şiddet karşısında bile şiddete başvurmadığınız; şiddet, saldırganlık ve vandalizmle aranıza hep mesafe koyduğunuz için... Her tür haksızlığa ve mağduriyete karşı çıktığınız için... Korkunç ve muhteşem farklılıklarınız içinde bir araya gelip eşsiz bir dayanışma örneği verdiğiniz için... Kışkırtmalara yüz vermeyip, yalanlara kanmayıp, varsayımlara inanmayıp, tüm “ötekileştirilmeye” çalışılanlara yaşam hakkı tanıdığınız, saygı duyduğunuz ve farklılıklarınızı zenginliğe dönüştürdüğünüz için... Farklılıklarınızı gizlemeden konuşabildiğiniz, birbirinizi dinleyebildiğiniz , tartışabildiğiniz, anlaşabildiğiniz, birbirinizin yardımına koşabildiğiniz için... Lider, şef, başkan, altbaşkan, üstbaşkan sultasına yüz vermeyip kendi sözcünüz olduğunuz için... “Vatanı kurtarmak” ya da “vatan hainini cezalandırmak” için değil, haysiyetinizi, insanlık onurunuzu korumak için, “ben de varım” demek için; yaşadığınız çevreye, yaşam tarzınıza, düşünce ve ifade biçiminize tepeden inme kararlarla, baskıcı yöntemle, şiddet kullanılarak müdahale edilemeyeceğini gösterdiğiniz için... Erk sarhoşluğuna, erk buyurganlığına, erk tehditlerine, erk baskısına boyun eğmediğiniz için... Direnişinizi, muhteşem bir mizah duygusuyla, yaratıcılıkta birbiriyle yarışan buluşlarla, söylemlerle, eylemlerle, sanatın her alanını kapsayan, müzikle, dansla, tiyatroyla, sözle, çizgiyle ortaya koyduğunuz için... Yaratıcılığınızda, söylemlerinizde ve eylemlerinizde asla niteliği, seviyeyi düşürmediğiniz için... (Üstelik ülkenin Başbakan’ı, idrarabdest kokusuyla, gaz kokusunu birbirine karıştırmışken bile!) İstemeden bile olsa eğer zarar verdikleriniz olduysa, özür dilemeyi bildiğiniz için... Özgürlük mücadelenizi, eşitlik mücadelenizi, hayatı savunma mücadelenizi, sevgiyle saygıyla sürdürdüğünüz için teşekkür ediyorum. NOT: Dünkü gazetede Joan Baez’in Gezi’ye yolladığı mesajı okudunuz. Bugün onun öyküsünü anlatacaktım ama “gençlere teşekkür” ağır bastı. Joan Baez öyküsü bir sonraki yazıya kaldı. 13 videoda, müdahale eylemi öncülüğünde bedene odaklanıyor. Farklı coğrafyalarda, farklı mekânlarda ve farklı öznelerle yaptığı çekimlerle nesnenin bedende olduğu, bedenin de nesnede an olduğu noktada özne olan bedeni; gören ve görünür olan haliyle apaçık ortaya seriyor. 1960 sonrası sanat üretiminde sanatçılar, bedenleri aracılığıyla ve onu merkeze alarak gerçekleştirdikleri sunum ve performanslarında, dünya ile iç içe geçen tenleriyle, gerçekleştirdikleri üretimlerinde, algı yoluyla kendilerindeki dünyayı sanata çevirirler. Ali Kazma da bu video serisinde gerçek yaşamda nesne olan bedenin direnç noktalarını arar. Bu süreçte; dünyadan tene, tenden dünyaya akanların performe edildiği hayatları, sanata çevirmektedir. Paris’te bir film seti, Sakarya’da bir hapishane, İstanbul’da bir okul ve bir ameliyathane, Berlin’de robot üretim ve deneylerinin yapıldığı bir üniversite, Lozan’da bir genetik araştırma laboratuvarı ve Londra’da bir dövme stüdyosu ve diğerleri... Venedik’te, Arsenale’nin Artigliere binasında buluşarak, birbirlerini de izlerler ve izleyen bedenlere direnmelerini söylemektedirler. “Dövme” de izlediğimizle, “Hat” videosunda izlediklerimiz çarpışırken, beden algısıyla açıldığımız dünyaya çevirdiğimiz gözün, direncine tanık oluruz. Hat sanatçısı ve dövme sanatçısı arasındaki bağ, mürekkebin kâğıt ve deriye tutunduğu an’da kurulur. “Okul”u izlerken boş koridorlarda bedenimizi sıkıştıran kurallarla, “Cezaevi”ni izlerken yakalandığımız güvenlik kameraları, aynı zeminde bedenlere müdahale edildiğini hatırlatır. Arslan’ın bedenin bilgisini içeren “arture”leri ile Kazma’nın bedenin direncini kaydettiği videoları; biri 1971, diğeri 1933 doğumlu bu iki sanatçının 2013’te yeryüzünün tüm bilgilerini isteyen bir sergide Venedik’te yer almaları kuşkusuz onların sanatlarının etkileyici gücü. Öte yandan da Türkiye’de direniş devam ederken rastlantı da olsa “Rezistans” (Direniş) başlıklı bir video yerleştirmenin ve hayata direnen “arture”lerin, Venedik’te direnmeleri, yaşama sıkı bir destek. Bedenin direnç noktaları NAZLI PEKTAŞ ézanne, “Doğa içeridedir” der. Sanatçı, şeylere bakarken onları bedeni kılar. Üretilene bakan göz ise bakarken şeylerin ardını, sanatçıyı ve onun da ardını görmektedir aslında. Bu iletişimde özne bedendir, hiçbir aracı olmadan kendini ve nesneler dünyasını dillendirmektedir. MerleauPonty de gören bedeni şöyle anlatır: “Vücudum hem görendir, hem de görünürdür. O ki her şeye bakmaktadır, kendine de bakabilir ve o zaman, gördüğünde kendi görme gücünün ‘öbür yanını’ tanıyabilir...” Günlerdir, Gezi Parkı’nda ve Türkiye’nin pek çok park ve meydanında yaşayan bedenler, görünürlükleriyle görüyorlar. Direnişleri, bedenleriyle işgal ettikleri alana, alanlara Cézanne’ın sözünü ettiği doğadan yayılıyor. Bildiğiniz gibi bu seneki bienal “Ansiklopedik Saray” başlığını taşıyor. Uluslararası serginin küratörü Massimiliano Gioni, İtalyanAmerikan asıllı sanatçı Marino Auriti’nin “Il Palazzo Enciclopedico” isimli eserinden esinlenerek çıkıyor yola. 136 kattan oluşan, dünyanın tüm bilgisine ev sahipliği yapan ve asla inşa edilmemiş hayali bir sarayın sahip olabileceği tüm bilgileri Venedik’te topluyor. Gioni’nin bu çerçeveden çıktığı yolda Yüksel Arslan’ı bu sergide izlemek son derece heyecan verici bir deneyimdi. Sanat yaşamı boyunca 650’den fazla “arture”e imza atmış olan sanatçının, 55. Venedik Bienali’nde 50 “arture” ü yer alıyor. Kendisini “Ressamdan çok, okurum” diye C Venedik Bienali’nde Yüksel Arslan’ın ünlü ‘arture’leri de yer alıyor. (Üstte) Ali Kazma 5 kanallı video yerleştirmesinde, müdahale eylemi öncülüğünde bedene odaklanıyor. (yanda) ifade eden bir sanatçının çizdiği, okuma ve yaşama notları bienal izleyicisine sunuluyor. Arslan’ın Santralistanbul’da açılan retrospektif sergisini izlerken; hiç durmadan çizdiğini düşünmüş ve tabii bunu hemen orada öğrenmiştim. Sanki ansiklopedik bilgilerin çizgiye dönüştüğü resimanlatılar yana yana dizildikçe yepyeni bir yapı oluşuyor, bilmem kaç yılından bir figür, 2000’lerin başında yepyeni bir role bürünüyordu. Çoğunluğun yağlıboya yaptığı yıllarda sanat yaşamına başlayan bir sanatçının çeşitli doğal malzemelerle (toprak boyalar, bal, çay, tütün, kan ve idrar) yaptığı ve Fransızca “art” (sanat) ve “peinture” (tablo) sözcüklerini birleştirerek “arture” ismini verdiği eserleri okuma eyleminin görüntüye dönüşmüş biçimidir. Ama asla son kare değildir. Zira bu sanatçının yaşama Yaşama eylemi eylemidir. Okuyarak direnmek ve yaşama çizerek müdahale etmek... Onun “arture”lerinde izlediğimiz, biyolojik sınıflandırmalar, dinsel hikâyeler, ekonomik gerçekler bizi onun okuduklarına bağlar. Yazıdan çıkanlar bedenlenerek kâğıda yerleşir. Karşılaştıklarımızsa, Karl Marx, Nietzsche, Schopenhauer, Thomas Bernhard, Walter Benjamin, Kant, Beckett, Pascal, James Joyce’un sözlerinin resim heykelidir. Arslan ‘arture’lerinde bedenin üzerinde tahakküm kurmaya çalışan düşüncenin karşısında durmuş, onları hep okuduğu yazarlardan anlatarak direnmiştir. Bu yıl 55. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda (iki gün önce Türkiye Pavyonu Gezi eylemlerine destek amaçlı İtalyan aktivistler tarafından işgal edildi) Emre Baykal’ın küratörlüğünde yer alan, Ali Kazma’nın “Rezistans” (Direniş) başlıklı yeni video serisi de Arslan’ın direndiği cepheye dev ekranlar yerleştirerek gerçeği kameraya alıyor. Ali Kazma 5 kanallı video yerleştirmesinde Boran’ın mektupları Tarih Vakfı’ndan çıktı Kültür Servisi ‘Türkiye’nin ilk kadın sosyoloğu’, ‘ilk kadın Marksist kuramcısı’ ve ilk kadın parti genel başkanı olarak bilinen Behice Boran’ın yaşattığı devrimci ve mücadeleci ruhu, Tarih Vakfı Yayınları’nın derlemesiyle yıllar sonra ortaya çıkan, ailesine ve yakın dostlarına yazdığı mektuplarla yeniden hayat buldu. “Behice Boran’ın Mektupları”, Türkiye’de siyaset ve kadın denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri olan Behice Boran’ın hem akademisyen hem milletvekili hem de sosyalist kimliğini iki farklı cilt olarak aynı anda okuyuculara aktarıyor. Tuba Akekmekçi ve Tuğba Yıldırım editörlüğünde hazırlanan kitabın 1. cildi 19321984 yılları, ikinci cildi ise 19321986 yılları arasında yazdığı mektupları bir araya getiriyor. Elçilerin kültüre katkısı konuşuldu Kültür Servisi Viyana Don Juan Arşivi, Pera Müzesi, Viyana UNESCO Uluslararası Tiyatro Enstitüsü ve İstanbul Avusturya Kültür Forumu işbirliğiyle hazırlanan, “Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa Tiyatrosu” sempozyumlarının altıncısı önceki gün sona erdi. Pera Müzesi Oditoryumu’nda iki gün boyunca İngilizce gerçekleşen sempozyumun bu yılki alt başlığı “Siyaset Kültürü ya da Kültürel Siyaset: Osmanlı Avrupa İlişkilerinde Kültürel Aktör Olarak Elçiler”di. Açılışını Avusturya Büyükelçisi Klaus Wölfer’in yaptığı sempozyumda Türkiye, Danimarka, Almanya, Avusturya’dan 17 bildiri sunuldu. lardan uzak dünyasından sesleniyor bize. Sanat camiasına yakın olduğu söylenemez onun; müzik ortamlarında bulunmaz, adına sağda solda rastlanmaz, sesi yüksek çıkmaz. Şimdi kendi adıyla yayımladığı ilk albümüyle burada, “Insight.” Tutarlı bir çizgiye sahip “Insight”; sakinliğinin arkasında kopan fırtınalarla varoluşçuluktan karanlık bilim kurgu edebiyatına kadar uzanıyor. En can alıcı ifadeler parçalarının gitar seslerine benzeyen içe kapanık feryatlarla dolu sololarında gizli. Bir orkestradaki ses zenginliğine eşdeğer sounduna rağmen, tüm sesler bir Roland FantomG6 sintisayzırdan çıkıyor. Bu albümdeki parçalarda herhangi bir ses örneği kopyalamaları ya da basit kes yapıştırlar yok. Bir kişinin bir masada ürettiği eser olarak düşünüldüğünde, hiç de soğuk bir çalışma değil “Insight.” Geçmişte yaptığı sayısız kayda oranla daha gelişkin. Her parçasında yalnızlık önde de olsa, derin bir sevgi barındırıyor. Elektronik müzikte insana uzak bir soğukluk her zaman sıklıkla rastlanır bir durumdur, ancak “Insight”, bu tuhaf dünyaya ait değil. Bu albümü ve Güney Hanedan’ı elektronik müziğin düşünsel ve insani tarafındaki yalnızlardan biri olarak görebiliriz. Güney Hanedan ‘Insight’ Caro Emerald ‘The Shocking Miss Güney Hanedan kalabalık Emerald’ (Grandmono) Genç bir kadının ikinci albümü dişli İngiltere listelerine birinci sıradan girdi. Geçen yaz İstanbul Caz Festivali’nde konser veren Hollandalı şarkıcı Caro Emerald bu kadın; albümünün adı da “The Shocking Miss Emerald.” Altı yıl önce eline geçirdiği fırsatı iyi değerlendirmiş, tek şarkıyla patlamıştı. Sosyal medyayı iyi kullanan Caro, düşük bütçeli bir video ile dünya yıldızı olmuştu. Kostümü, makyajı ve sesinde balo salonlarından kopup gelmiş bir imajı vardı. Elindeki sigara, büyük şapkası ve yırtmacıyla yeni bir fenomendi artık. “The Shocking Miss Emerald”, neşeli ve melankolik ruh haline sahip şarkılardan oluşuyor. Müzikal çizgi ise ilkinin devamı; kabare, tango gibi unsurlarla buluşturduğu romantik cazibenin yanında swing caz ve pop. Bir ileri bir geri; kırklı yıllardaki gangster filmlerine, şaşaalı ve bir o kadar da tehlikeli bir hayata davet ediyor. Sonra triphop beat unsurlar da günümüze; yeni kuşaklarını beğeni yelpazesine taşıyor onu. Caro, müzikal malzemesini Paris’in haute couture hikâyelerinden toplamasıyla, piyasa zekâsını da kanıtlıyor. Onun sadece büyük bir şarkıcı değil, aynı zamanda sofistike bir stil ikonu olduğunun altını çizen başarılı bir ikinci albüm. [email protected] İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ Aya İrini’de müzik ve barış Kültür Servisi 41. İstanbul Müzik Festivali’nde, önceki akşam şef Alpaslan Ertüngealp yönetiminde “Deutsche Kammerphilharmonie Bremen” orkestrasının konseri vardı. Portekizli yaşayan efsane piyanistlerden Maria João Pires’in solist olduğu konserde Prokofiev’in “1. Senfonisi”, Beethoven’ın “2. Piyano Konçertosu” ve “4. Senfonisi” seslendirildi. İlk bölümün sonunda alkışlarla sahneye davet edilen piyanist şef ve Pires’in orkestrayı da şaşırtan bir sürprizi vardı. İki sanatçı Grieg’in “Peer Gynt” süitlerinden ikisini dört el piyano çaldılar. Konserin bitiminde ise ısrarlı alkışlar sonunda sahneye sırtında “Barış” sembolü olan tişörtle çıkan şef Ertüngealp, Mozart’ın “Contredanse KV 587” eserini çalarak, sanatseverlerin duygularını paylaşan, dünyaya seslenen anlamlı bir mesaj verdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle