16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 HAZİRAN 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Günlerdir biber gazlı havayı solurken siyasi havayı da koklamaya çalışıyorum. Kadıköy’den girip Taksim’den çıkıyor, Gezi’ye dalıp Ankara’ya gidiyorum. Kızılay’a, Tunalı Hilmi, Kuğulu Park’a uğruyorum. İzlenimlerim içimi acıtıyor. gözlerimi dolduruyor, yüreğimi sıkıştırıyor. Yer: Bağdat Caddesi. Anlı şanlı bir kafede oturanlar var. Bir grup genç ellerinde Atatürk posterleri ve Türk bayraklarıyla gelip bağırmaya başlıyor: “… dışarı” diye. Kafede oturanlar şaşkın şaşkın gençlere bakıyorlar. Derken yaşlı bir çift ayağa kalkıp alel acele paralarını ödeyip gençlerin arasına katılıyor. Aynı anda onlarca genç, yaşlı çiftin yanına gelip sarılıyor, adamın elini öpüyorlar. Çift önce şaşırıyor, sonra onlar da gençlerle cadde boyu el ele, kol kola konvoya katılıyor… Yer: Taksim. Ankara’daki sırça köşklerinden başlarını uzatıp buraya bakmayanlara inat insan selinin arasında ilerlemeye çalışıyorum. Kadın, erkek, yaşlı genç, çoluk çocuk, okumuş okumamış, işçi memur, emekli, işsiz binlerce yurttaş tazyikli su, biber gazı, TOMA, panzer dinlemeden sesini duyurmaya çalışıyor. Yer: Gezi Parkı. Anadolu’nun imece kültürü hayata geçmiş. Su, simit, karpuz dağları oluşmuş çevrede. Birbirinden etkili mesajlar, sözler, resimler asılı her yana. Kızlı erkekli gruplar ellerinde mavi çöp torbaları ortalığı temizliyor. Çadırlardan müzik, gitar, saz sesleri geliyor. Herkes son derece hoşgörülü, ikramcı, paylaşımcı ve konuk sever. GÖRÜŞ NEŞE DOSTER ‘Biberine Gazına, Tekmelerin Hasına’ Çadırların üstündeki yazılara bakıyorum. “Çapulcu Palas No 1”, “Ücretsiz Şarj Noktası”, “Çapul Klüp…” Duvar yazılarına takılıyor gözlerim bu kez; “Biz kim miyiz? Tophane’nin karanlık sokaklarında koyun koyuna yatan kirli çocuklarız. Boşanmak istediği için öldürülen kadınlarız. Kömür için yerin altına inen emekçileriz. Yolları süpüren işçileriz. Eğitimli ve işsiz gençleriz.” Yer: Kızılay. Taksim’i aratmayan bir kalabalığın arasında gençlerle konuşuyorum. “Makine mühendisiyim, işsizim” diyor. “İletişim mezunuyum, işim yok” diyor. “İngilizce öğretmeniyim atamam yapılmadı” diyor. “Ziraat mühendisiyim, 3 yıldır iş arıyorum” diyor. Kendi kendime “Keşke Başbakan bu çocukları dinlese” diyorum, belki etkilenir diye düşünüyorum. Mesai saatlerinde meydanları dolduranların çoğu işsiz gençlerse, Başbakan’ın kendini de, getirdiği sistemi de sorgulaması gerekir diye düşünüyorum. Sıra izlenimlerimi yazmaya geliyor. O kadar çok kişiyle görüşmüş, öylesine çok şey dinlemişim ki sıraya koymak zorluyor beni. Ortak paydaları yazmaya karar veriyorum. Ortaya şu çıkıyor: Ülkemizi saran bu direnişin özünde ne mi var? HES’ler var, altın avcılarına peşkeş çekilen topraklarımız var. Kirletilen göllerimiz var. Nesli tüketilen balıklarımız var. Dev yapılara, AVM’lere kurban edilen ve edilecek olan ağaçlarımız var. En masum istekleri nedeniyle gözaltına alınan öğrencilerimiz var. Uyduruk delillerle, hukuksuz davalarla cezaevlerinde çürütülen aydınlarımız, askerlerimiz, bilim insanlarımız, gazetecilerimiz var. Alkol bahanesiyle kısıtlanmak istenen bireysel özgürlüklerimiz var. Kapatılmak istenen devlet opera ve balesine duyulan öfke var. Steinbeck, Yunus Emre, Cemal Süreya, Cahit Külebi, Melih Cevdet Anday’a getirilen yasaklar var. Atatürk’e, ulusal değerlere, milli bayramlara ve TC’ye indirilen darbelere duyulan tepki var. Bölücü anayasaya, akil adamlara, açılım süreci denen parçalanma projesine yönelik öfke var. Başbakan’ın ayrımcı, hoyrat, kızgın, tehdit dolu üslubuna tepki var. Kısacası sorun iki ağaç, bir AVM değil. Yandaş basın görse de görmese de, göstermese de sorunun özü ve özeti bu. Meydan yoldaşlığını çok önemseyen ve içselleştiren gençlik, takdire şayan bir birliktelikle ayağa kalktı, oturmaya da niyeti yok. Ucuz numaralara, danışıklı dövüşlere, rol çalmalara karnı tok bu gençlerin. Dayatılan kalıplara, dayatılan kimliklere dur diyecek bilinçteler. Yaratıcılar, muzipler, esprililer, yardımseverler, teknolojiye hâkimler. Gittiğim her yerde, dolaştığım her meydanda Yazarımız gelecek pazar gününe kadar izne ayrılmıştır. kamplaşan değil uzlaşan, özgürlüğünü de, geleneğini de sahiplenen gençler gördüm. Gözlerindeki kararlılık bana umut verdi. Atatürk’ün Cumhuriyeti neden gençlere emanet ettiğini bir kez daha duyumsattı. Mutluyum. Taşımalı sistemle, bindirilmiş kıtalarla miting düzenlemek, o mitinglerde gözdağı vermek, “Ben çevrecinin daniskasıyım” diye övünmek, 3 milyar ağaç diktiğini söylemek gençleri sadece güldürüyor. O gençlerin gözlerinde korku yok, kararlılık var. Vurmuyor, kırmıyorlar. Paylaşıyor, bölüşüyorlar. Kendileri gibi olmayanlara da, farklı siyasal kimlikleri, ideolojik tercihleri olanlara da saygı duyuyorlar. “Gölge CIA” olarak bilinen Stratfor’un TR 1 kodlu muhbiri olarak kayıtlara geçen danışmanın verdiği gazla, kendisini uluslararası, aktör sanan eş başkanın, bu gençlikten alacağı çok ders, öğreneceği çok şey var. Marjinalden çapulcuya, yağmacıdan talancıya, faiz lobisinden dış mihraklara kadar pek çok sıfat yakıştırdıkları gençleri tanısa, anlamaya çalışsa, onların isteklerini yandaş korodan değil, art niyetli basından değil, kendilerinden dinlese keşke. Bir diğer danışmanının deyimiyle, kendisini “deliğe süpürmeyip kullanan” Beyaz Saray’ın sözlerine kulak verse, gece özür dileyip gündüz “gaz püskürtün” emri veren valilerden çok Çarşı grubunun ve Duman’ın bestelerini dinlese bu kadar hata yapmazdı. Ne diyor Çarşı: “Bize eşlik eden martılara ve gölgesini esirgemeyen ağaçlara da teşekkür ediyoruz.” Ne diyor Duman 3 saat içinde yaptığı bestesinde: “Biberine gazına, tekmelerin hasına. Eyvallah” Ne diyor bu satırların yazarı: Cumhuriyet çınarına sahip çıkan Umut Üretim Merkezi fidanlarına selam olsun… ‘Pazar’lık “Parlamentodan her zaman ‘demokrasi’ çıkmaz; ‘halkoylamalı otoriterizm’ (plesibiter otoriteryenizm) de çıkar, 19. yüzyılın ikinci ve 20. yüzyılın birinci yarısı bunun çok sayıda örneğiyle doludur. Evrensel demokrasinin içselleştirilmediği, modernleşme sürecinin çeşitli nedenlerden ötürü akamete uğradığı toplumlarda parlamenterdemokratik yöntemle işbaşına gelmiş yönetimler, liderler kolayca despotlaşırlar ve giderek otoriterleşirler. Türkiye’de bugün görünen durum budur.” Bu alıntıyı 5.6.2013 tarihli “Halkoylamalı Otoriterizm” başlıklı yazımdan yaptım. Bu yazıda da işaret edildiği gibi Taksim Gezi Parkı’na ilişkin olarak Başbakan’ın, “Yargı sürecinin Topçu Kışlası’nın yapımına yeşil ışık yakması durumunda bunu İstanbul’da plesibiteye (halkoylamasına) götürürüz” açıklamasında “Aman ne güzel!” denecek bir yan yoktur. Referandum/plesibit/halkoylaması çağın gerisinde kalmış otoriter rejimlerin bugün de sıkça başvurdukları uygulamalardır. Başbakan’ın “Diktatörler halkoylaması yaparlar mı?” retoriği de doğruyu yansıtmayan bir laf ebeliğidir. Örneğin, Irak eski diktatörü Saddam “kendini” 1995 yılında ilk kez halkoylamasına sunduğunda, yüzde 99.96, 2002 yılında ikinci kez sunduğunda ise yüzde 100 oranında oy alarak Başkan “seçilmiştir”. Etiyopya 1993 yılında, Sudan da 2011 yılında yapılan halkoylamalarıyla parçalanmış, ikiye bölünmüşlerdir. HHH İktidar çevreleri kendilerine karşı düzenlenen gösterilerde yer alan gençleri “marjinallik”, “vandallık”, “anarşistlik” ile suçladıklarında gözlerimin önüne gençlik yıllarımdan insan yüzleri geliyor. Joschka Fischer örneğin… Stern dergisi onun 1974 yılında bir sokak gösterisinde polislerle boğuşurken çekilen fotoğraflarını yayımladığında çok sayıda Alman şaşırmıştı; “Nasıl olur? Bu bizim dışişleri bakanımız, başbakan yardımcımız değil mi” diye. Herhalde yine birçok Fransız ve Alman Avrupa milletvekili “Kızıl Dany” lakaplı Daniel CohnBendit’i parlamento kürsüsünde ilk kez konuşurken gördüklerinde benzer bir şaşkınlığı yaşamışlardır. Öyle ya, 1968 yılında koca Fransa’nın altını üstüne getiren o değil miydi? 1970’lerin başında Söke dağlarına çıkan, bir mağarada barınmaya çalışan dört genç adamı anımsıyorum. Dördü de aranıyordu; daha sonra ikisi yurtdışına gitmeyi başardı, ikisi yakalandı. Aradan birkaç yıl geçti, 1974 affıyla birlikte yurtdışına gidenler döndüler, cezaevindekiler çıktılar. Biri “anayasa profesörü”, biri “baro başkanı”, biri “tarih profesörü”, bir diğeri de ünlü bir “araştırmacı yazar” oldu. Böyle yüzlerce, binlerce örnek var. Adam olacak çocuk… durumu yani. HHH Geçen çarşamba günkü “Teyakkuz” başlıklı yazımda vahim bir hata yapmışım. “Yeni Şafak gazetesinden Meltem Arıkan’ı kutluyorum. Gerektiğince teyakkuz halindeki yazarımız aylar öncesinde Mehmet Ali Alabora ve Pınar Öğün tarafından sahnelenen Mi Minör oyununun ‘Gezi protestolarının provası olduğunu’ ileri sürüyor…” diye devam eden paragrafta “Yeni Şafak gazetesinden Kezban Bülbül” yazacağım yerde Meltem Arıkan yazmışım. Meltem Arıkan, bilindiği gibi roman, öykü, tiyatro, araştırma dallarında ürün veren değerli bir yazarımız, aynı zamanda da “Mi Minör” oyununun yazarı. 2004 yılında “Yeter Canımı Acıtmayın” yapıtıyla Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü aldığında yürekten alkışladığım, çalışmalarını artan saygılarımla izlediğim Meltem Arıkan’dan özür diliyorum. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Gazanız Mübarek Olsun... İtiraf edeyim, olanı biteni “edep dahilinde” yazmaya Türkçem yetmiyor… Yeteneksizliğimden yakınmıyorum, edep dışına çıkmanın bile kâr etmeyeceği bir süreç yaşamıyor muyuz? Ülkemizi hem sarsan, hem de aydınlatan kahramanlara adeta “küfür” anlamında “çapulcu” denmesi bir yana, biber gazı, tazyikli su, plastik mermi ve acımasız cop darbelerinden korunmaya çalışan gençlerle onlara saldıran polis ordusuna “taraf”lar diyebilen bir medyaya, örneğin “ayıp bu yaptığınız” demek yeterli mi? Hele böylesi aşırı mı aşırı bir “orantısız güç” gösterisini “karşılıklı çatışma(!)” ilan edenleri, hakaret etmeden eleştirebilen varsa beri gelsin.. Mesela Taksim’in, “afişlerden temizleme” adına basıldığı gün, “Gezi’ye dokunulmayacak” deyip; ardından kendi “söz”lerini tutmayanlar için ne yazılsa faydası yok. Dahası, gerçek olmadığı resmen açıklandığı halde, “camide içki içtiler” iftirasına da “kuyruklu yalan” deseniz bile, direnişçileri küçük düşürmek için sürekli yinelenmesine ne söylenebilir ki?.. Kısaca, ister kibar kibar, ister edep dışı yazın, asıl felaketin “en doğruyu sadece ben bilirim” kafasıyla ülkeyi yönetmek olduğunu kanıtlayan bir direniş tarihe geçiyor… Eminim ki şöyle yazılacak: “Taksim’in yegâne yeşil alanına rant projeleri dayatan siyasi egemenlere karşı çıkan halka, polis ordusuyla saldırıldı. Saldırganlar kendilerini haklı göstermek için yalana, dolana ve her türlü ahlak dışı söyleme başvurdukları eşi görülmemiş siyasal bir çapulculuğa imza attılar.” Neyse ki geleceğin tarihçilerine “Vay, sen iktidara hakaret ettin” diye davalar açıp ceza yağdırmak mümkün olmayacak. Direnişin simgesel sözüne dönüşen “çapulcu”luğa gelince; kimi sözlüklerde “başkasının malını alan; talancı, yağmacı” deniyor… O gençlerin “başkasının malını çapullayan” olduklarını ileri sürmek kadar komik ne olabilir ki? Oysa, yeşil alanı korumak isteyenlere köpürenlerin, örneğin özelleştirmeyle “toplumun malını çapullayan” olmaları; yeni imar yasasıyla “kıyıları ‘talan’a açma”ları; “orman tahsisi”nden, “ayrıcalıklı yapılaşma” kararlarına kadar her türlü “imar çapulu”na önderlik etmeleri acaba rastlantı mıdır? Taksim’deki parkı yok etmek; İstanbul’un yaşam kaynaklarına başta 3’üncü köprü, 3’üncü havaalanı ve büyük kanal vb projelerle göz dikmek; diğer kentlerimizde de “rant oyunları”nı doruğa çıkarmak, imar düzenine aykırı davranmanın “daniskası”dır. Yoksa bunları da Gezi direnişçileri mi yapıyor? “Çapulcu”nun ikinci tanımında da deniyor ki; “düzene aykırı davranışlarda bulunan; düzeni bozan.” Direnişçiler, resmi sözlükteki bu tanımından ötürü çapulcu olmaya fazla alınmadılar; hatta “bozuk düzene karşı” oldukları için benimseyenler bile var; ancak, “çapulculuğu imar politikalarının temeli yapanlar”ın, amaçları “imar düzenini ‘asıl çapulcular’ın elinden kurtarmak olanlar”a ‘çapulcu’ demeleri asla unutulmayacak... Eskilerin deyimiyle “gazanız mübarek ola” arkadaşlar... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY Türkçede ‘çapul’ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Etnik bir 1 grup, kabi2 le ya da ulus için öngörü 3 len basmaka 4 lıp yargı. 2/ 5 İnsan bedeni çevresin 6 deki manye 7 tik alan... Ar8 goda kaba saba, görgüsüz 9 kimselere ve1 2 3 4 5 6 7 8 9 rilen ad. 3/ Kurutulmuş ringa ba 1 İ Z M A R İ T A lığı... Bir işte bir 2 Z A R A B E S K kimse ya da şe 3 M A Y A İ R İ S yin üstüne düşen 4 A R A L I K N A görev. 4/ Kahve 5 R A I R K A K rengi kabuklu ve D EM yeşil etli bir mey 6 İ B İ K K E L E K ve... Bir soru sözü. 7 T E R 5/ Ölüm cezası... 8 S İ N AME K İ Çayın etkin mad 9 A K S A K K İ P desi. 6/ Bir gösterme sıfatı... Paulo Coelho’nun bir romanı. 7/ Gözde sarıya çalar kestanerengi... Temizlik işlerinde kullanılan bir cins toprak. 8/ Eskiden bir sömürgede çalışmak için ücretle tutulan Hintli, Çinli ve öteki Asyalılara verilen ad... Gizli görevli. 9/ Çıplak kişiyi gizlice seyretmekten cinsel haz duyma. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dizi, sıra... Suriye ve Ürdün’de yaşayan, güçlü ve uzun boynuzları olan dağ keçisi. 2/ Bir bölgenin görülmeye değer yerlerini dolaşmak için yapılan gezi... Yüzün şakakla çene arasındaki bölümü. 3/ Funda, süpürgeotu... Telefon sözü. 4/ Tören, merasim... Kalın bükülmüş sicim. 5/ Tuzağa düşürülen şey... Bir nota. 6/ Y.K.Beyatlı’nın hece ölçüsüyle yazdığı tek şiiri... Bir gerçeği saklamaktan vazgeçip açıklama. 7/ Uluslararası alanda mal taşımacılığında kullanılan büyük kamyon... Maden ya da kâğıt para üstündeki kafa resmi. 8/ Düşünülenin tersini söyleyerek yapılan ince alay... Hizmet hayvanlarının ayağına çakılan demir. 9/ Çiçektozu... Kars’ın doğusundaki ünlü eskiçağ kenti. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle