18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 MAYIS 2013 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yobazlık mı? ÇOK şey özlenebilir de yobazlığın özlenmesine hiç tanık olmamıştık. Bu iktidar “sayesinde” nihayet öyle bir özlemin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini yaşayacağa benziyoruz. O çevreden bazı gazetelere şimdiden sızan ya da sızdırılan haberlere göre Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları’nın kapatılması planlanmaktaymış. Parasızlık mı, halkın ilgisizliği mi, sanatçı ve teknik eleman yokluğu ya da çok daha derin bir başka etken mi? Vaktiyle zaman zaman ve yer yer bunlara benzer nedenler hep yaşanmıştır ama, şimdiki durum öyle değil ve tam anlamıyla ideolojik: Hazretler, devletin böyle alanlarla meşgul olmasından pek hoşlanmıyorlar. Çünkü opera, tiyatro ve müzik de aydınlanmanın birer parçasıdır, devletin böyle bir aydınlatma görevi olamaz, olmamalı onlara göre. endi inançlarının en yüksek ve en kutsal etik kaynağı olduğunu öğrenerek yetişen bazı insanlar nedense kendilerinden başkasının etiğinden pek memnun olmazlar ve hatta çoğu zaman bu farklılıkta endişe verici bir tehlike sezip telaşa düşerler. Batı dünyasının Rönesans’ı bir bakıma düşüncenin aydınlığına sanatın parlaklığını da ekleyen bir evrensellik aramasıydı. Aynı çabayı Türk Cumhuriyetçiliğinin devrim anlayışında da görmek çok doğal. Nitekim bugün yıldönümü yaşanan 1960 tarihli 27 Mayıs hareketinin sahipleri, “darbe” ya da “cunta” kavramlarını dile getirmenin tam tersine, “devrim” sözcüğünün tarihsel parlaklığından yararlanmayı seçmişlerdi. akın tarihimizin bu tür çağdaşlık ya da evrensellik çırpınışlarını anımsadıkça, cumhuriyetçilikle sanatçılık arasındaki yakın ilişki bağının aslında nasıl derin bir paylaşım olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Onun içindir ki, köklü sanat mekânlarının her bakımdan bu tür bücür nedenlerle kapatılmak isteniyor olmasındaki acıklı hüznü mutlaka yenmek ve o eski kuruluş yıllarının coşkulu devrim havasını Cumhuriyete yeniden vermek bu anlamlı sürece bir çeşit sosyal psikoloji tedavisi niteliği kazandırmış oluyor ister istemez. Gece Gündüz Kafa Kıyak Dolaşan Bir Nesil Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Gece gündüz içen, gece gündüz kafa kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz” dediği Türkiye’de, 15 19 yaşlarındaki gençlerde alkol tüketimi yüzde 1.4 oranındadır, oranlar erkeklerde yüzde 1.1, kızlarda binde 5’tir. (Dünya Sağlık Örgütü 2004) Prof. Dr. Aysel EKŞİ Psikiyatrist. Mustafa Şerif Onaran’ın Ardından Hüseyin ATABAŞ K Y Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda alkol düzenlemesi ile ilgili yasa teklifi sert tartışma ve kavgalardan sonra kabul edildi. Başbakan Erdoğan, “Gece gündüz içen, gece gündüz kafa kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz” demiş, amaç gençlerimizi alkolün zararlı etkilerinden korumakmış. Hiç kuşkusuz hepimizin amacı budur, bu konuda bugüne kadar ülkemizde çok şey yapılmıştır, daha da yapılacak çok şey vardır. Ama yapılmaması gereken belki de tek şey vardır, o da çözümü yasaklarda aramaktır. Çünkü İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde, yasakların ne kadar işe yaradığını görüyoruz. Şeriat kuralları ile idare edilen bu ülkelerde alkol ve madde kullanımının ve bağımlılığın “sorun” niteliğinde olduğunu kendi bilim insanlarının yaptığı araştırmalar gösteriyor. (Amir 2001, Talaei ve arkadaşları 2008, Al Nahedh 1999, Al Umran, Mahgoub ve Rashi 1993, Ahmadi ve Ghanizadeh 2001, Pooras 2007, Momtazi ve Rawson 2010). İlk kez 1987 yılında madde bağımlısı erkeklerin tedavisi için Riyad’da AlAmal Hastanesi açılmış, bunu üç hastane ve rehabilitasyon merkezinin açılması izlemiş. (Al Nahedh 1999). Bağımlıların yüzde 24’ünün alkol, yüzde 18’inin eroin, yüzde 11’inin haşiş kullandığı saptanmış. Gençler ve kadın bağımlılar doğrudan Cidde’de psikiyatri hastanesine alınmışlar. Riyad’daki Al Amal Hastanesi’nde tedavi edilip taburcu olanların dörtte biri gene maddeye başladıkları için tekrar tekrar hastaneye yatırılmışlar (AlAmal Hospital. Official publication of the Ministry of Health). Alkol pahalı olduğu için Ortadoğu ülkelerinde “uçucu madde” kullanımı ve buna bağımlılık hayli sıktır. Bir çalışmada bütün Suudi öğrencilerini temsil yeteneğinde 1778 öğrenci incelenmiş. Bu gençlerin yüzde 5.3’ünün uçucu madde bağımlısı oldukları anlaşılmış (Al Umran, Mahgoub ve Rashi 1993). Suudi Arabistan Krallığı’nda ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde madde ve alkol bağımlıları açısından bir fark olup olmadığını, varsa benzerlikleri ortaya koymak üzere, Birleşik Arap Emirlikleri üniversitesinde bir araştırma yapılmış. Katılanlar madde bağımlısı 120 Suudi Arabistan genci ve madde bağımlısı 79 Arap Emirlikleri’nden gençtir. Bunların hepsi erkektir ve bağımlıdır. Suudi Arabistanlı bağımlıların en büyük bölümü eroin, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki bağımlıların en büyük bölümü alkol, esrar, sakinleştirici uyarıcı ilaç ve kokain kullanır. Araştırma iki gerçeği önemle vurguladı: Esrar ve alkol her iki ülkedeki bağımlıların en çok tercih ettiği maddelerdir, ikinci bulgu Birleşik Arap Emirlikleri’nde çok daha fazla kişi, tek maddeye değil birden çok sayıda maddeye bağımlıdır (Amir 2001). İslami dinsel baskı, kısıtlama ve yasaklamaların yer aldığı İran’daki gençlerde alkol ve madde kullanımına gelince. İranlı araştırıcılar İran’da bu konulardaki yayımları taramışlar, alkol ve esrarın ciddi boyutlarda en sık kullanılan, yasadışı maddeler olduğunu belirtmişlerdir. İranlı genç Tamamı erkek lerde nargile içme de çok popülerdir (Momtazi ve Rawson 2010) . İran’ın Tebriz şehrinde 2005 2006 yıllarında 16 yaşındaki erkek gençlerde bir araştırma yapılmış. Onuncu sınıflardaki tüm öğrencilerden 1785 genç öğrenci seçilmiş, adlarını ve kimliklerini bildirmeksizin, öğrenciler verilen soruları kendileri cevaplamış. İnceleme bu öğrencilerin yüzde 12.7’sinin “alkol”, yüzde 2’sinin “madde” kullandıklarını gösteriyor. Yaşları büyüdükçe, gençler daha fazla tehlike üstlenen davranışlara başvuruyor, daha çok sigara içiyor, daha çok yaralanıyor ve madde kullanıyor. Diğer sorulara verdikleri cevaplara göre, bu gençlerin yüzde 80’i kendilerini “çok dindar” olarak tanımlamış. İlginç olan şu: Çok dindar gençlerin yüzde 17’si alkol ve yüzde 2’si madde kullanmaktadır (Pooras ve ark 2007). . Bir başka araştırma İran Üniversitesi öğrencilerinde yapılmış. 843 öğrenci çeşitli soruları içeren anketleri ve psikolojik testleri cevaplamışlar. Araştırmaya alınanların yüzde 31’i yani üçte biri, madde kullanmış olduklarını bildirmiş. Erkek öğrencilerde alkol, sigara, esrar ve eroin anlamlı şekilde daha yüksektir. Katılanlara “maddeyi” en son ne zaman kullandıkları sorulduğunda, yüzde 15’i geçen ay kullandığını bildirmiş. Alkol öğrencilerin yüzde 19.2’si tarafından kullanılmış. (Talaei ve ark. 2008) İran’da yaklaşık 3 milyon genç veya yetişkin, her yaştan insan, madde kullanır, dünyanın en büyük eroin probleminin olduğu yerdir İran. Alkol içmeleri yasaklanan İranlı gençler “kulüp içkisi” dedikleri bol miktarlarda sentetik madde metamfetamin (crank), LSD, ecstasy eroin kullanırlar (Booth 2002). Dünya Sağlık Örgütü dünya istatistiklerinde İran ve Suudi Arabistan yer almaz. Çünkü verilen cevap şudur: “Bizde alkol kullanılmaz”. TBMM’de alkol düzenleme yasası ile ilgili görüşmeler sırasında gece saat 22.00’den sonra alkol satışının yasak olduğu tartışılan İsveç’te, Dünya Sağlık Örgütü istatistiklerine göre, 15 16 yaş grubu gençlerde alkol tüketme oranı yüzde 17’dir. Oran erkeklerde yüzde 22, kızlarda yüzde 13’ tür. Aynı istatistiklere göre gençlerde alkol tüketiminde en yüksek oranlar Danimarka’da yüzde 62, İngiltere’de yüzde 30, İrlanda’da ve Polonya’da yüzde 31, Macaristan’da yüzde 27. 5, Avustralya, Bulgaristan ve ABD’de yüzde 10.7’dir. En düşük oranlar ise Çin, Hindistan, Endonezya, Meksika gibi ülkelerdedir. AlNahedh N (1999) Relapse Among Substance–Abuse Patients in Riyadh, Saudi Arabia. Vol 5, issue 2, sayfa: 241 246 Momtazi S, Rawson R (2010) Substance abuse among Iranian high school students Current Opinion in Psychiatry: 23, 3, 221–226 Pooras MA, Fakhari A, Rostami F, Vahid R, Dastghiri S ( 2007) Substance abuse in Iranian high school Addictive Behaviors,  32, 3,  622627. Talaei A,  Mokhber N,  Bordbar MRF, Javanbakht A (2008) Patterns and Correlates of Substance Use Among University Students in Iran. Iranian J Psychiat Behav Sciences, 2, 2, 1522. İstatistikler Toplumsal Uzlaşının Adresi Neresi Mete YARAR Güvenlik politikaları uzmanı “Kurucu Meclis” tabirini duyduğumda içimi hem hüzün hem mutluluklar kaplar. Mutluluk yeni bir başlangıcı yaptıkları içindir. Hüzün ise bu başlangıç için ödenen bedelleri tahminimden kaynaklanmaktadır. Ama nedense bu kavramı bizler çok yakından bilen bir toplumuz. Anılarımızın içinde de ciddi bir yer tutmaktadır. Bu “kurucu meclisler”in neden kurulduğunu, tarihi nedenlerini anlatmak niyetinde asla değilim. Bu nedenlerle ilgili bir uzlaşı bile olduğu kanısını taşımıyorum. İşte, asıl sorun da burada başlıyor. Bir ulus aynı çatı altında neden kurucu meclisler kurar? Bir kısmınız darbeler sonucunda olduğunu söyleyecektir. Bu cevap herhalde kısmen doğrudur. Çünkü darbe cevabı verildiğinde hepimiz (yaşı müsait olanlar) demokrasiye neden sahip çıkılmadığının da cevabını vermek zorundayız. Bizler sonucu değerlendirirken çoğunlukla ana başlangıcı hep kaçırıyoruz. Kendimi bildiğim günden beri hep düğ meye basan bir elden ve yabancı güçlerden söz edilir. Anladığım kadarıyla bu insanların tek işleri Türkiye’yi ve Türk halkını provoke etmek. Nedense bu amaçlarına da hep ulaşırlar. Sonra merak ettim, neden bizler bu kadar provokasyona açık bir toplumuz, diye. Çünkü provokasyonun malzemesi asla yurtdışından ithal edilemiyor. Bu provokasyon ancak kendi topraklarınızda yetişebilecek bir nesne. O zaman demek ki kendi kendimizi zehirleyecek bu nesneyi kendimiz üretiyoruz. Sonra da bunu çeşitli amaçlar için kullananları suçluyoruz. Üreten bizler mi yoksa kullananlar mı suçlu sizce? Mevzuyu çok karıştırmadan tekrar başa dönmek istiyorum. Yıkmadan yenisini neden geliştiremiyoruz? Neden kurucu meclisler tarihimizde mevcut? Bu soruların yanıtını kendimce vermeye çalışayım. Yoksa asıl uzlaşı yeri olması gereken meclis bu işi beceremiyor mu? Meclisler toplumların günlük hayatlarını organize edecek kanunları yapmak için yok tur. Çünkü reel hayat bu kuralları kendi içinde zaten oluşturur. Meclisler eski Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi toplumların ilerleyen yıllara uyum sağlayabilmelerine yardımcı olacak yaşam kurallarını koyar. Bu kurallar ne kadar doğruysa toplum o kadar uzlaşı içinde yaşar. Bu yaşam kuralları tıpkı anayasa bağlamında olduğu gibi toplumsal uzlaşıya ihtiyaç duyar. İsterseniz buna birkaç örnek verelim. Dış politika, çalışma ortamı, kültürel haklar vb. Bunları yalnızca kanunlarla düzenleyebileceğinizi düşündüğünüzde hatalar başlar. Yaşam önce felsefesiyle, sonra uygulamalarıyla oluşturulabilir. Meclisimiz şu sıkıntılı dönemde anayasa, dış politika ve güvenlik politikaları konusunda bir uzlaşı sağlamak zorundadır. Bu uzlaşıyı toplumun kendi içinde sağlamasını beklememelidir. Kolay varken zor seçilmemelidir. Meclis’in saygınlığı bu uzlaşı kültürü sayesinde artacaktır. Unutmayın, Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunan eski Türk devletleri kuruldukları gibi yıkılmışlardır. Devlet kurmakla değil, onu sürdürmekle övünen bir toplumun parçası olmak istiyorum. Mustafa Şerif Onaran’ı hem Türk Dili dergisindeki “değini” yazılarından hem de elbette şair olarak biliyordum. Ama sanırım yüz yüze tanışmamız 1970’lerin ikinci yarısında bir grup şairyazar arkadaşa Ankara Karanfil Sokak’taki Karadeniz Lokantası’nda verdiği yemekte tanışmıştık. Hareketli, konuşmayı şehvetle seven, kendine güveni olan bir insan portresi çiziyordu. Bu tanışmadan kısa bir süre sonra, yaz dinlencesinden dönerken eşi Prof. Dr. Leziz Onaran’la geçirdiği trafik kazasında kalça kemiği kırılmış, ondan sonra hep ünlü bastonuyla dolaşmak durumunda kalmıştı. O kaza nedeniyle uzunca bir süre hastanede yatarken, ortak dostumuz Osman Numan Baranus dergilerde kalan şiirlerini toplamış, yine dostu olan Bilgi Yayınevi’nin sahibi Ahmet Tevfik Küflü “Unutulmuş Şiirler” adıyla kitaplaştırmıştı. Bu şiirler genel olarak memleketçihececi şiirin kurudidaktik havasını taşımakla birlikte, içlerinde “Şerif Efendi” gibi tat alınarak okunacak olan başka şiirler de vardır. Benim bulunduğum şiir toplantılarında özellikle bu şiiri okumasını kendisinden rica ederdim. Onaran, 1940’lı yılların başlarından 1952 yıllarının başlarına on yıl kadar bir zaman şiir yazıp yayımlamış; kendi deyişiyle, İkinci Yeni hareketine ayak uyduramadığı için de 1950’lerde şiiri bırakmıştı. Ancak şiiri bıraksa bile, yoğun hekimlik uğraşısı nedeniyle yayımlamadığı zamanlarda bile yazıdan hiç kopmamıştı. En azından, teksir kâğıdından ciltlettiği koca koca defterlere yazmayı, notlar almayı ömrü boyunca hep sürdürdü. 1990’lı yıllarda “Siyah Beyaz” gazetesindeki köşesinde yazdıkları da, bugüne dek yazdıkları da güçlü belleğinin yanında, o bellek defterlerine aldığı notların hale yola sokulmuş biçimleridir bir anlamda. Sanırım günümüzün okuru; Cumhuriyet Kitap’taki, Gösteri’deki, Varlık’taki yazılarından, genel cerrahi uzmanı olan Onaran’ın Divan edebiyatını bildiğinin ayrımına varmıştır. Belleğinde pek çok Divan şairinin dizeleri, beyitleri, şiirleri dolaşmakta, yeri geldiğinde de onları kulustafa Şerif lanmaktaydı. MustaOnaran anadili fa Şerif Onaran, Divan şiiri bilgisini kenkonusunda da di merakının yanınduyarlıklı bir da, Milli Eğitim Bayazardı. Yıllarca kanlığı eski müsteşarı da olan Divan edeTürk Dil Kurumu biyatı uzmanı Hikmet yönetiminde İlaydın’la yaptığı sohgörev almış, yayın betlerden biriktirmişti çoğunlukla. çalışmalarına Mustafa Şerif Onakatılmıştı. ran anadili konusunda da duyarlıklı bir yazardı. Yıllarca Türk Dil Kurumu yönetiminde görev almış, yayın çalışmalarına katılmıştı. O zamanın Dil Kurumu bugün çoktan bitirilmiş olsa bile, Onaran’ın dil savaşımı sürmekte, yeni kurumun tutarsızlıklarını yazmaktan, söylemekten geri durmamaktaydı. Türkçenin kullanımına önem vererek pürüzsüz bir söylem edinmiş, bu özenle okurunu yormayan, yani temiz söylemeye özen gösteren bir yazar kimliği sahibiydi. Benim Onaran’ı asıl tanımam, 1992 yılında Edebiyatçılar Derneği’ni kurduktan sonraki yıllara rastlar. Edebiyatçılar Derneği’nin kurucularından olmasa da, bu kuruluşa en çok emeği geçenlerdendi. Kurumsal çalışmaya önem verir, bu bağlamda elde edilen kazanımların heder olmamasına çaba harcayan vefalı bir insandı... Edebiyatçılar Derneği kurulduktan bir buçuk yıl kadar sonra, Başkan Ahmet Say ile yürütme kurulunun öteki üyeleriyle arasında çıkan anlaşmazlık sonucunda, başkanlıktan ve üyelikten ayrılmıştı. Bunun üzerine, 16 Ekim 1993 günü yapılan yönetim kurulu toplantısında genel başkanlığa Mustafa Şerif Onaran getirildi. Bu süreçte, Onaran’ın ünsüz bir edebiyatçı olduğu, bu nedenle de derneğin başkanlığına getirilmeyi hak etmediğini söyleyenler oldu. Ancak Onaran derleyip toparlayıcılığı, girişkenliği, becerisi, çalışma arkadaşlarının görüşlerine önem vermesiyle, Edebiyatçılar Derneği’nin başkanlığı için biçilmiş kaftandı bana göre. M
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle