19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 MAYIS 2013 CUMA 18 Herkesin bir ayıbı var, bazılarının bin ayıbı. Ama herkesin ayıbı kendine. Gazeteci ayıpsız olmaz. Hele siyasete bulaşmış ve bir de milletvekilliği falan yapmış ise hiç olmaz. Ama insan ayıplarıyla insandır. Yeter ki ayıpları arasına kul hakkı karışmış olmasın; hile hurda, üçkâğıtçılık bulaşmasın! Bendenizin de ayıptır söylemesi, bin ayıba değer bir ayıbı var: “Apo’yu teslim alan hükümetin bakanı olmak!” Dahası da var.. Merhum Bülent Ecevit’in bendenize de daha sonra bizzat ve şahsen sorduğu “o soru” karşısında kem küm etmek! Sahi Amerikalılar, bize Apo’yu niye teslim ettiler ki?.. Aradan on dört yıl, dört ay geçti... Yanıtı hâlâ bilen yok! Dün havaalanında Apo’nun avukatlarından Aysel Tuğluk ile karşılaştık. Tuğluk, Demokatik Toplum Kongresi Eş Genel Başkanı ve Van Milletvekili... Ben sormadım. Soru adeta kendiliğinden ortaya düştü: “Apo’yu niye teslim ettiler?” Gülümsemekle yetindi. Apo’nun bilmediğini avukatı nasıl bilsin ki! Suskunluğu bozmak üzere yanıt vermeye çalıştım. “Apo’nun teslim edilmesi günü gelince Ortadoğu’nun nizama sokulması sürecinde bir adım için herhalde!” Tuğluk, gülümsemekle yetindi. Ne de olsa avukatı. Gazeteci ile konuşmak hele de bu dönemde... Evet, çoğunluk hayran olmasa veya nefret de etse Apo bir lider. Bu coğrafyada liderlik için hapislerden geçmek hatta mümkünse sehpalardan dönmek gerek. Menderes’in dramı sehpadan dönememesi oldu. Ama o da öldükten sonra sağın tüm liderlerine örnek oldu. Demirel, “Menderes!” diye diye liderliğini tescil ettirdi. Arada Süleyman Bey’e hürmetsizlik de Şimdi yeni sınırlar ve rejimler için yeni liderler gerekiyor. Talabani ve Barzani gibi iki aşiret reisini dünyanın en büyük üç petrol ülkesinin en tepesine cumhurbaşkanı ve bölge başbakanı diye oturtan kudret nelere kadir olamaz. Dua edelim ki Apo her şeye rağmen yine de helal süt emmiş oldu. Süper gücün elinde oyuncak olmaya “ulusal onuru”, “Kürtlük gururu” izin vermesin. Aslında son ön dört yılda dökülen kanı önlemek mümkündü. Madem sonunda varılacak nokta Apo’ya kulak vermekti. Mahkemeye ilk çıktığı gün yaptığı savunmaya o zaman kulak verilebilseydi. 1 Haziran 1999’da İmralı’da yargıçlara söyledikleriyle... 14 yıl sonra Diyarbakır Meydanı’nda yüz binlerce yurttaşımıza söyledikleri arasında hiç fark yok. İnanmayan buyurur 1 Haziran 1999 günkü gazeteleri açar bakar. Süreç sürüyor. Sonundan geçtik.. Yönünü de tam bilen yok. Erdoğan da bilmiyor. Bilinen tek şey PKK’nin isim tashihi yaptığı.. “Aktivist” olup mevzilerini terk ettiği... Ama nereye, ne diye ve nasıl bilen yok. Güzel dilimizdeki ifadeyle: Tam bir “Saldım çayıra Mevlam kayıra!” durumu yaşıyoruz İnsan çekilirken adını niye “aktivist” diye değiştirir ki? Herhalde, “nezaketinden”! Yani ordu bu kadar pasifleşince / pasifleştirilince PKK’ye de “aktivist” olmak düştü! (Bu “pasifleştirmek” elbette “Süper”in verdiği, uygulattığı süper bir karar... Çünkü bu karar iktidarın boyunu çok aşıyor, ucu Fırat ve Dicle üzerinden Basra Körfezi’ne varıyor.) Sözü burada kesmek gerek: Çekilmek çözüm mü üretecek yoksa kördüğüm mü? Bunu da Obama’nınki ile denk düşerse ne yazık ki Erdoğan’dan daha çok Apo’nun iradesi belirleyecek. GÖRÜŞ Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV ‘PKK Çekiliyor’ mu Dediniz? Silahlı PKK’liler topraklarımızdan (iktidarın “barış” ya da “analar ağlamasın” çarpıcı sözleri ve bunlara bağlı oy hesapları bir yana), ama asıl ABD’nin uzun erimli kurgusu üzerine ve bu kez Suriye’nin kuzeyinde bir “Batı Kürdistan” yaratmak için çekiliyorlar. Bu senaryonun dahası da var. Şu sırada Amerika onlara Suriye’de yeni bir görev biçti. Çekilmenin nedeni ABD’nin Türkiye’ye barış getirmek istemesi değil. Vaşington’un (ve Batı’nın) kendi hesapları var. PKK ve onun çevresindekiler ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki uygulama maşasıdır; başta İsrail ve petrol taşaronu tutucu sultanlıklar gibi. Bölgemiz, en başta Basra Körfezi’nden Hazar’e değin, olmazsaolmaz hammaddelerden petrol ve doğalgaz kaynağıdır. Ortadoğu’nun tek nükleer güç sahibi İsrail bu kaynakların yerel jandarması, sultanlar kümesi destekçileri, PKK ve yandaşları da ABD’nin aralarından su sızmayan dostlarıdır. KürtPKK sorununu Küba önderi Castro’ya da anlattıklarında, şöyle demiş: “Emperyalizmin desteklediği bir akım ulusal kurtuluş akımı olamaz!” ABD, Batı güdümünde olmayan ve Rusya ile İran’ın arka çıktığı Suriye’nin hiç değilse kuzeyinde kendine dost ve Türkiye’ye karşı bir çevreyi bizden çıkıp Batı’ya doğru geçecek silahlı PKK’lilerle kurabilir. Gerçek amaç güney komşumuz Suriye’nin de kuzeyinde, Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, ABD destekli ve sözde özerk bir “Batı Kürdistan” kurmaktır. Bu değişim ABD’yle barışık olmayan Esad yönetimini daha da zayıflatacak, alaşağı edilmesini kolaylaştıracaktır. Aynı çevrede TürkTürkmen bir varlık da var, ama onların haklarının, Irak’ın kuzeyinde MusulKerkükErbil ve çevresinde olduğu gibi, çiğnenmesi ABD’yi, Batı Avrupa’yı, Arapları ve bir sürü başkalarını zerre kadar rahatsız etmez. Türkiye’nin çevresinde örülmekte olan çembere, Kuzey Irak’ta olduğu gibi, Kuzey Suriye’de de bir halka daha eklenir. Bizim “nereye giderlerse gitsinler” tekerlemesiyle avunmamız, geleceğimizi göremediğimizin acı kanıtıdır. Kaldı ki, çember bununla da kalmıyor. İran’da da hem ABD’ye karşı bir iktidar, hem de bir Kürt azınlığı, ayrıca PKK yanlıları var. Aynı silah orada da ABD’nin işine yarayacak. İran’da kalın kabuklu bir çekirdeği olan silahlı Kürt örgütü, orada da bir “Doğu Kürdistan” kurma peşindedir. Oysa İran’da Türk varlığı oradaki Kürtlerin en az altı katıdır. “Güney, batı ve doğu” diye bu üç yönlü stratejiye bir de “kuzey”i katarsanız, ABD ile İsrail’in petrol ve FıratDicle sayesinde su kaynakları güvence altına alınmış oluyor. Doğu komşumuz İran’da yüzyıllardır çok kalabalık bir Azeri Türk azınlığı, ayrıca Hazar’ın güneyinde de Türkmenler var. Onların ötesinde de büyük bir Türk ya da Türkî dünya yer alıyor. Ancak aramıza ABD’nin uzun erimli bir tasarlama ve uygulamasıyla çepeçevre bir Kürt bölgesi girmiş ve Türkiye’nin öteki Türk kardeşleriyle coğrafya bağları da kesilmiş oluyor. Üstelik, emperyalizm bu açılımını Irak, Suriye ve İran gibi üç komşumuzda, bizden destek alarak başarma yolundadır. Konu, ne yazık ki yalnız “akil insanlar” ya da bir barış seçeneği de değil. Ardında koca bir emperyal tasarı, birkaç devletin bölünmesi ve yeni Ortadoğu sınırları yatıyor. Buna şimdilik bir barış elbisesi giydirmek, yabancı çıkarlarının uzun erimli hedeflerini gizlemeye yarar. Bu çerçevede, “akil” sıfatı takılan kişilerin de ne denli akıllı(!) ya da kimin için akıllı oldukları iyi değerlendirilmelidir. Belki birine bu yüzden Nobel Barış Ödülü bile sıradadır ama bu bizi ileride bekleyen tehlikeleri ortadan kaldırmaz. ‘Apo’yu niye teslim ettiler?’ Peygamber Coğrafyasında Liderlik… etse Tayyip Bey de “Menderes” dedi durdu. Menderes’i kutsadı. Erbakan, Türkeş, Ecevit hatta Baykal bile hapislerden geçti. Apo da bu coğrafyanın insanı. Ömrü günü, dağlarda dolaşmakla, gizli evlerde, kaçak villalarda yaşamakla geçmiş biri... Böyle bir “CV” ile lider olmak mümkün değil. Amerikalılar da ondaki bu “eksiği” gidermek üzere, “asılmamak” koşuluyla paketleyip bize teslim ettiler. Asılmadıktan sonra bu coğrafyada liderler bir gün mutlaka bir yerlere geliyorlar. Sabırla koruğun helva olması... Ak akçanın kara günler için saklanması bu coğrafyanın iki temel ilkesi. Sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da lider kolay yetişmiyor..! Bu coğrafya liderlerle ayakta duruyor. Kuran’da 28 bin peygamberden söz ediliyor. Ama bir tanesi bile İskandinavya’dan çıkmış değil. Bir tek Latin Amerikalı peygamber bile gelip geçmiş değil. Ortadoğu bir lider coğrafyası. Lideri ihtiyaçlar yaratıyor. Başkan W. Bush’un Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Ankara ziyaretinde ağzından çıkarttığı baklayı hiç unutmamak gerek: “Ortadoğu’da siyasi sınırlar değişecek.!” Sınır değişmesi için önce liderlerin değişmesi gerek. O sözün üzerinden uzun süre geçmeden “Arap Baharı” başladı. 20 Arap ülkesi var. Sadece 4’ü son 40 yılda gerçek bir lidere sahip olabildi. Beşincisi yok. Arap Baharı bu 4 liderin 3’ünü de silip süpürdü. 4. direniyor. Irak’ta Saddam, torunu ve ailesiyle yok edildi. Libya’da Kaddafi tekmelenerek öldürüldü. Mısır’da Mübarek kanser oldu kafese kitlendi. Hafız Esad’ın hakkın rahmetine kavuşması ise Suriye’nin yazgısını değiştiremedi. Bu kez oğlu Beşşar’ın ipi elimize tutuşturuldu. (Veya bölge lideri olmak hevesiyle bizimki ipi eline geçirdi. Şimdi, bu ip kendi ayağımızaboynumuza dolanmasın diye sabah akşam dua etmemiz gerekiyor.) Dönelim Apo’ya.. Teslim alanın niye teslim edildiğini bilmesi zaten gerekmiyor. Apo’nun kapı önüne bırakılmış “kundakta bebek” veya “saatli bomba” muamelesine maruz bırakılması ise zaten kendi tercihi değildi. Aradan upuzun on dört yıl geçti. Bu arada Arap Baharı’yla öteki liderler ve ülkeler hale yola koyuldu. Sıra Suriye’ye gelince işler sarpa sardı. İsim tashihi... Böyle bir CV! Upuzun 14 yıl... Sınır değişmesi için... ‘Tespih’li Yargıç! MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Haftada bir kez yazmak, ülkemizde neredeyse saat başı değişebilen gündemin yer yer gerisinde kalmaya neden oluyorsa da, kimi konuları sürdürmek için de fırsat yarattığını sanıyorum. “17 Mayıs” Cuma günü, “Silivri” ilçemizde toplumun yakından ilgilendiği “iki” duruşma vardı. Biri, “son savunma”ların yapıldığı “Ergenekon Davası”nın, “299.” duruşması; ikincisi de “İstanbul Barosu” hakkında açılan davanın “Silivri Adliyesi”ndeki ilk duruşması. Biz, “Simgesel Eylem Grubu” olarak ilkin “Prof. Dr. M. Haberal”ın “son savunma”sını yapacağı “Ergenekon” duruşmasını izleyip ardından Silivri Adliyesi’ne gidecektik. Öyle yaptık, Ergenekon duruşmasına girdik; ama verilen “ara”da “Adliye”deki davanın “salonun fiziki şartlarının yetersizliği”nden dolayı yapılamadığı, ertelendiği haberi geldi. İnsan ister istemez yeni bir “çadır mahkemesi” mi diye sormaktan kendini alamıyor. Gerçekten de, kısa bir süre sonra bize ulaşan yeni haberlerle bir “çadır mahkemesi” olayı daha yaşanacağının “koku”su yayılmaya başladı. “Adliye”nin mahkeme salonunda “izleyici” ler için “7”, “savunman”lar için “3”, “sanık”lar için de “10” sandalye konmuş; sakın “neden bu kadar az” demeyin; salona bunları zar zor sığdırmışlar; ayrıca “mahkeme” bunun, toplumun da büyük ilgisini çeken bir dava olduğunun “ayrımında olmamış mı” diye de sormayın. Çünkü daha ilginç, tam “çadırlık” bir durum ortaya çıkmış; sanıklara ayrılan sandalyelere “yabancı baro temsilcileri” oturunca, yargılanacaklar öylece ayakta kalakalmışlar. Ne var ki bütün bunları aşan bir “durum” ise; “yargıç”ın elinde “tespih” ile “yargıç kürsüsü”ne çıkıp oturması ve bir “savunman”ın “uyarı”sıyla “tespih”ini kürsünün üzerine bırakmasıdır. Sırtında “cüppe”, başında “tülbentli sarığı” olan bir “Şer’iye Mahkemesi” “hâkim”inin, elinde “tespih”le duruşmaya gelmesi “olağan” kabul edilebilir; çünkü kendisi az önce namızını eda etmiş, “tespih” çekmeyi de duruşmaya bırakmış olabilir. Ama “Şer’iye Mahkemeleri”, “1924” yılından bu yana yok, tarihe karıştı, dolaysiyle duruşmaya “tespih” ile gelen “hâkim”ler de... Peki, “89” yıl sonra bugün de böyle olması gerekmez mi? Bu “tespih olayı” üzerinde durmadık, gerek “toplum”, gerek “ilgili” kuruluşlar, gerekse “STÖ” olarak; oysa “tepkisiz” tutumun kimi sonuçları bugün olmasa da kısa veya uzun bir süre sonra karşımıza dikiliyor; anımsayalım; “2008” yılının “Temmuz”unda, “Ergenekon” iddianamesinin kabul süreci başlar başlamaz, Başbakan Erdoğan: “Ben bu davanın ‘savcı’sıyım!” diye haykırdığında ne yaptık? Eleştiriler başladı; yazıldı, çizildi; konuştuk, konuştuk... Söz, söz... Sürdü durdu; ne ki artık “söz” bitmiş, sıra “eylem”deydi... Yanaşmadık bile; bu sırada bir yıl önceki “Cumhuriyet Mitingleri”nin acısı çıkarılmaya çalışılıyordu; ortalık suspus. Oysa durum; bırakalım “ciddi” oluşu, “korkunç”tu; “yürütme” ve “yasama”dan sonra “yargı” da “Başbakan”ın eline geçmiş olmuyor muydu? Beş yıl sonra bugün “Silivri”de “adalet”in yerini “kin” ve “intikam”ın aldığı savunmalarda açıkça söyleniyor. Ergenekon’un “213.” duruşması sürerken, Kılıçdaroğlu: “Sanık’la yargıç arasında ‘kan davası’ var orada!” demişti. (3.8.2012) Yeniden, Silivri Adliyesi’ndeki “Baro Davası”na dönelim; yargıç duruşmayı “12 Ekim” tarihine ertelemiş; duruşma tutanakları savunmanlara verildikten sonra da “12 Ekim”in “Cumartesi” gününe denk geldiğinin ayrımına varılmış... Bir süre sonra “mübaşir”, duruşmanın “10 Ekim”e ertelendiğini söyleyivermiş... Savunmanlar da, tutanakta “değişiklik” yapılması halinde “suç” duyurusunda bulunacaklarını bildirmişler... Bu haberler bize ulaştığında, Prof. Dr. Haberal “son savunma”sını yapıyordu; bir ara 12 Haziran seçimlerinde Zonguldak’ tan milletvekili seçildiğini söyleyip, “TC”nin bir milletvekili olarak: “Türk Milletini temsil ediyorum!” dedi ardından da: “Sizi de” diyerek ekledi... Demek ki bu mahkeme; “Türk Milleti” adına yargı yetkisini kullanarak “Türk Milleti” nin bir temsilcisini yargılıyor. Peki bu durumda, sonuç olarak, “Türk Milleti”, “Türk Milleti”ni mi yargılamış oluyor? Ne dersiniz? “Ergenekon Davası”ndaki kaçınılmaz olan bu tür “karmaşa”, “kargaşa”, mütalaada da yer aldığı için “M. Balbay”, böyle bir denklemi “A. Einstein gelse çözemez!” diyor ve ekliyor: “Denklem de yok zaten!”... Haklı değil mi? Prof. Dr. Haberal’ın savunmasını dinlerken zaman zaman “Galile”nin yargılanmasını ister istemez anımsadım; “Engizisyon” suçlarının en büyüğünü işlediği halde, “Engizisyon Mahkemesi”nin yargıçları kendisine pek çok “hak” tanımışlardı; hastalığı dolaysiyle duruşmayı “iki ay” geriye atmışlar; onu Floransa’dan Roma’ya, dört askerin taşıdığı “tahtırevan”la getirmişler, hiç cezaevinde yatırmamışlardı; bu mahkeme de “ÖYM”ydi... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK BULMACA [email protected] SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T.C. KOCAELİ ASLİYE 3. HUKUK MAHKESİ’NDEN 2013564 ESAS Davacı Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından davalılar aleyhine açılmış bulunan Kamulaştırma davasında aşağıda yazılı kamulaştırılmasına karar verilen taşınmazların öncelikle 2942 sayılı yasanın (Değişik 4650) 8. maddesine göre pazarlık ile satın alma usulü denenmiş ancak anlaşma sağlanamadığından aynı yasanın 10. maddesi gereğince mahkememizde aşağıda dosya numaraları yazılı kamulaştırma davası açılmış bulunduğundan; 1 Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahekemesi 2013564 Esas: (a) 2013; 564 DAVALI VELİ ÖZDEMİR’in maliki olduğu, Davaya konu Kocaeli ili, İzmit İlçesi, Durhasan Köyü, 7244 No’lu parsel İzaydaş Çöp Fabrikası Koruma Alanında kalması sebebiyle davacı idarece kamulaştırılmıştır. Tebligat ve ilan tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası açılabilecektir. Husumeti İzmit Belediye Başkanlığı’na yönelteceklerdir. Kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açanların dava açtıklarını veya yürütmenin durdurulması kararı aldıklarını belgelemedikleri takdirde kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz mal kamulaştırma yapan idare tarafından tapuya tescil edilecektir. Mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli hak sahipleri adına T.C. Vakıflar Bankası E5 İzmit Şubesine yatırılacaktır. Konuya ve taşınmaz malın değerine ilişkin tüm savunma ve delillerini ilan tarihinden itibaren mahkemeye yazılı olarak bildirilmesi 2942 sayılı yasanın (değişik 4650) 10. maddesi gereğince ilgililere duyurulur. “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 31375) 1/ Yenilik 1 korkusu. 2/ 2 Yıkılmış bir yapıdan ar 3 ta kalanlar... 4 Cayma, vaz5 geçme. 3/ Ateş... Sık 6 gözlü ağ... 7 Litvanya’nın 8 plaka imi. 4/ Uzun şerit 9 ler durumun1 2 3 4 5 6 7 8 9 da bir deniz yosunu. 5/ Açıklama... 1 Ç Ö K E R T M E Bir yanardağ pat 2 Ö N E Z E O L E laması sonucunda 3 K E K O A B S ortaya çıkan, huni 4 E Z O G E L İ N biçimli küçük kra 5 R E E Ş E L E K ter. 6/ “Ölür ise 6 T A L E V Ş U ölür / Canlar ölesi G İ Z değil” (Yunus Em 7 M O B İ L re)... Almanya’nın, 8 E L N E Ş İ D E 1 Ocak 1991 tarihi 9 E S K U Z E Y ne kadarki başkenti. 7/ Avrupa’da büyük bir yarımada... Bağışlama. 8/ İlgi eki... ABD’yi oluşturan eyaletlerden biri. 9/ Yer ölçümünde uzaktan gözlenen, geometrik biçimli tahta lata. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Cilalıtaş Devri’ne verilen bir başka ad. 2/ 65 santimetre boyunda eski bir uzunluk ölçüsü... Anlamlı iz. 3/ İlkel bir silah... “ oluyor halimi takrire hicabım” (Nigâr Hanım). 4/ İstanbul kentini oluşturan ilçelerden biri... Kaplarda su nedeniyle oluşan tortu. 5/ Ağır kokulu bir gaz... İçinden çıkılması güç sıkıntılı durum. 6/ Büyük balıkların göğsüne yapışık olarak yaşayan küçük balıklara verilen ad. 7/ Kalın bükülmüş sicim... Nâzım Hikmet’in soyadı... Kenar süsü. 8/ Çipura balığına verilen bir başka ad. 9/ Sıva ya da boyadan önce vurulan kat... Tuzak, kapan.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle