28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 MART 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Üç Şair “Onlar ki üç arkadaştılar Çocuk denecek yaşta ölümü gördüler Zaman 40’lı yıllar, yer Zonguldak Dışarda savaş, içerde savaşın rüzgârı Bir kıtlık ve yoksulluk ki o kadar olur Bir ince hastalık ki ölümün öteki adı Onlar ki üç arkadaştılar.” Üç arkadaş, üçü de Zonguldaklı; Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu, Kemal Uluser. “Geldiler çok az kaldılar, gittiler...” Yılmaz Erdoğan’ın yapıtı olan film onların acılı serüvenini anlatıyor. Ne iyi bir çalışma yapmış, izlediniz mi ya da olanak olursa izleyecek misiniz? TV’ler verir mi, yirmi yaşında çekip gitmiş, genç bir şairin adını anar mı? Neyse bu işi İrfan Yalçın çok başarılı, “İlkyaz Ölümleri”yle gerçekleştirmiş... “Hem ölmekten hem yaşamaktan korktular Ve önce karanlığın içinden Yaşamın şiirini bulup bulup çıkardılar Ve nasıl ölürse bir kelebek sessiz Birbiri ardına öyle öldüler Onlar ki üç arkadaştılar Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu, Kemal Uluser Geldiler çok az kaldılar, gittiler.” Genç yaşta yaşama veda edenlerin şairleri nedense erkenden çekip gitmişler. Rüştü ile Muzaffer gençliklerini bitiremeden, daha nice şiirler yazacakken yaşamdan koptular. Yeri boş mu kaldı? Şiir çok, ama bu sözcüğün gerçek anlamını duyuran pek az... “Önce öksürüverdim Öksürüverdim hafiften Derken ağzımdan kan geldi Bir ikindi durup dururken Meseleyi o saat anladım Anladım ama iş işten geçmiş ola Şöyle bir etrafıma baktım Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ.” Bizler çekip gideriz, arda ne bırakırsak bırakalım. İster bir şiir kitabı ya da bir yaşanmış öykü... Ölmüş şairler demek yanlış, ölümsüz en doğrusu. Zamana meydan okumak ancak şaire, ama sahiden şaire mahsus. Bir tek mısra bazen kendi yaşantımızla eş olur. Şairler yaşamda olmadıklarını unuttururlar bize. Bir tek mısra bile. İşte Dağlarca’dan: “Ben nasıl yok olurum anlamıyorum Dünya yok olabilir belki” Daha ne olsun! Artık Kız ve Erkek Gençler Ayrı Kompartımanlara Gençleri tanımadığı ve gençlere hiç saygısı olmadığı anlaşılan Gençlik Bakanımız “Gençlik trenlerinde gençler bir arada seyahat ederlerse güvenliği sağlayamam” demiş. Sanki gençlerimizin nasıl davranacaklarını bilmezlermiş mazeretini kullanarak.. Ben sayın bakanın çok acele etmemesini, henüz birinci raundu yaşadığımızı, Atatürkçü kesimin gücünü hafife almamasını öneriyorum. G Prof. Dr. Aysel EKŞİ, Psikiyatr ençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, gençlik trenlerinde kız ve erkeklerin ayrı kompartımanlarda seyahat edeceklerini bildirmiş. Gazetelerde böyle yazıyor. Ben burada kız ve erkek çocukların ve gençlerin ayırımının nasıl başladığını ortaya koymak istiyorum. Bunun için önce “başörtüsüne özgürlük” sloganları Türkiye üniversitelerinin en önemli sorunu haline nasıl geldi, buna değinelim. Çünkü önce başörtüsü ve örtünme ile başlayan akımın arkasından erkek kadın ayırımının geleceği, gençlerin ayrı sınıflara, ayrı okullara, ayrı kompartımanlara konulacağı dönemin geleceği belliydi. İşte şimdi bu noktaya geliyoruz. Batılı gözüyle, 1970’li yıllardan sonra İslam dünyasında İslami diriliş başladı. Bu diriliş hareketini çeşitli nedenlerin tahrik ettiğini söylemek mümkünse de Batılı yazarlara göre İslam hareketinin 1970’li yıllarda hız kazanmasının kaynağında petrol konusu yatar. 1967 Arap İsrail savaşında İsrail’in tarafını tutan ve modern silahlarla donatan ABD’ye Arap ve Körfez ülkeleri çok kızmışlar ve ABD’yi cezalandırmaya karar vermişlerdi. Bunun için Körfez ülkeleri birdenbire petrol fiyatlarını inanılmaz ölçülerde yükselterek ABD’yi en hassas yerinden vurmuşlardı. ABD halkı ve ekonomisi bundan büyük zarar görmüş, bir hamlede petrol fiatları 4 kat artmıştı (Goodwin 2002. sayfa 18). mesidir. İslamiyetin bu siyasallaşma hareketi; İslamcılık ve İslamiyet’e dönüşün formları halinde görüldü. İran İslam devrimi Mısır, Cezayir, Sudan, Endonezya, Malezya, Tacikistan, Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak ve Bosna’da çok etkili oldu. Bu İslami hareket Türkiye’yi de etkilemek için çok çalıştı. Bu bağlamda dini çevrelere büyük paralar akıtıldığı hep söylendi, çok sayıda örnek gösterildi. İslami kesimde oldukça iyi tanınan Mehmet Şevki Eygi, 1995 yılındaki yazılarında İran liderlerinin “İslami bir hareket gerçekleştirdik ve bunu Türkiye’ye ihraç edeceğiz” dediklerini yazmıştı. İran’ın İslami hareketi Türkiye’ye ihracı, ciddi biçimde o yıllarda basında yer aldı. Abdurrahman Dilipak da Türkiye’de İslami hareketi yaymak üzere 400 civarında yayınevi, 500 dergi, günlük gazeteler TV kanalları, radyolar kurulduğunu, 10 bin kitap basıldığını yazmıştı. Fas, Cezayir, Sudan, Afganistan, Endonezya, Malezya, İran, Pakistan gibi İslam ülkelerinde radikal İslam uygulamalarının nasıl geliştiğini örneklerle öğrendik. Kadınların İslami giyimi ile başlayan İslami yaşam biçim uygulanmasının, din gibi çok kutsal ve yüce bir kurum adına nasıl kullanıldığını gördük. Son yıllarda ülkemizde “mahalle baskısı” olarak sıkça sözü edilen gelenekler, din ve kültür alanındaki baskı konusunda sade Fas’ta yaşananları bilmek bile bizi, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği konusunda endişelendiriyor. İzlediğimiz yayınlarda dini saptırma ve kötüye kullanmanın özellikle İran’da ve Körfez ülkelerinde bir norm haline geldiğini gördük. Kadın ile erkeğin son derece katı biçimde ayrı tutulduğunu gördük. İran’da bugün hâlâ hiçbir toplantıda kadınerkeğin bir arada bulunamayacağını, düğünlerde bile bir arada eğlenmesinin haram kabul edildiğini somut olaylarla öğrendik. Yazılanlara göre en kötü olay, fesat yuvaları dedikleri ev partilerinde yakalanmaktır. Devrim Muhafızları tarafından evlere yapılan baskınlarda ev partilerinde yakalananlar mahkemeye sevk edilebilir. Ceza biçimleri yazıya dökülmemiş olduğu için de kadının cezalandırılmasında büyük bir keyfilik hâkimdir. Suudi Arabistan’da kadın hiçbir toplulukta diğer erkeklerle bir arada bulunamaz. Üniversiteli kız öğrencilerin “uygun şekilde” giyinmeleri yeterli değildir. Kız öğrenciler perdeleri sıkı sıkıya kapalı otobüslerle okula gidip gelirler. Veya babaları gelip alacaksa onu bekleme odasında beklerler. Kızlar üniversite kapısından dışarı çıkamaz. Özel bir ofiste çalışan kadınlar, erkekten ayrı odalara konur. Kocası veya babası gibi bir erkeğin yazılı izni olmadan seyahat edemez, onların refakati olmadan yurtdışına çıkamaz. Gençleri tanımadığı ve gençlere hiç saygısı olmadığı anlaşılan Gençlik Bakanımız “Gençlik trenlerinde gençler bir arada seyahat ederlerse güvenliği sağlayamam” demiş. Sanki gençlerimizin nasıl davranacaklarını bilmezlermiş mazeretini kullanarak. Ükemizde tüm tepkilere rağmen iktidarın 4+4 +4 sistemini dayatması ile kız ve erkek çocukları yavaş yavaş ayrı yerlerde eğitme niyeti ortaya çıkmıştı. Kız erkek gençlerin ayrı tren kompartımanlarında seyahatini istemek de aynı niyeti ortaya koyuyor. Sayın Gençlik Bakanı, “dinciler açısından zafer kazanılmaktadır” demek istiyor olmalı. Ben sayın bakanın çok acele etmemesini, henüz birinci raundu yaşadığımızı, Atatürkçü kesimin gücünü hafife almamasını öneriyorum. Tutanak, Tutamak, Tutturamamak... Tutanak “tutmak”tan geliyorsa... Demek ki bu “tutamamaktan” sızdı... H Bizim Doğulu milletvekilinin “tutamak” deyip durması ondan... H Gizli tutturulamamış tutanak olması yanında, yeryüzünün en suçlusu da bu tutamak: “Yıkıcı...” “Karanlık...” “Tuzak...” “Haince...” “Alçaklık...” “Provokasyon...” “Kirli eller...” “Sabotaj...” “Şantaj...” “Kirli oyun...” H AKP Urfa Milletvekili “Memlekette üç E önemlidir” demişti size: “Ekonomi, Emniyet, Ehlak...” Bu tutamak aynı zamanda: “Ehlaksız...” H Pekiiyy... Tutamağın içi?.. Terör örgütünün hapisteki başı ile oturup ortak anayasa yapmaya kalkmaları... Genelkurmay Başkanı’nı ve yüzlerce komutanı hapishanelere doldurup ülkenin geleceğini terörist başı ile belirleme rezaleti... PKK destekli “başkanlık” tezgâhı... Bunları konuşmak yasaklandı... Haberi veren Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmeni bizim Derya dahi, koltuğu elde “tutturamamak” tehlikesi atlattı... En iyisi mi... Dilimizi tutak... H Başbakan tutamağa kızdı haliyle: “Lanetliyorum” dedi... “Yalan...” “İftira...” “Fesat...” Arkasından, kim sızdırdıysa birkaç güne kadar açıklayacaklarını söyledi... İşte “tutturamamak” buna derim... Hangisine inanacaksınız?.. H Tutamak nasıl ortaya çıktı peki?.. Bence bunca günahı, suçu, rezaleti, utancı, kâğıt dahi içinde barındıramadı... Kendi sızmıştır... Dini kötüye kullanma adın özgürlüğünün kısıtlanması Körfez ülkelerinin ABD’yi cezalandırmak için petrol fiyatlarını artırmaları, İran İslam devrimi ve ABD’nin Ortadoğu politikaları sonucu başlayan İslami diriliş, Atatürk devrimlerini içlerine sindiremeyen ve sinsi biçimde varlığını sürdüren kesimlerin cesaretlenmesi ve dinci kuşaklar yetiştirmek isteyen yönetimlerin açık desteği, bugün Türkiye’de tesettür isteyenlerle tesettürden yana olmayanları karşı karşıya getirdi. Böyle bir düzende en büyük yarayı kadın özgürlüğünün kısıtlanması alıyor. İlginçtir, Mehmet Şevket Eygi ve onun gibi birçok kişi, Türk kadınının tesettürünü az bularak “Gidin, tesettürü Yemen’de görün, Arabistan’da görün, Fas’ta görün” diye açıkça yazıyor. Oysa tesettürü Türk kadınına örnek gösterilen Yemen, Fas ve Arabistan’ın, dünyanın en geri, en tutucu ülkelerinden üçü olduğunu hatırlamak insana acı veriyor. Üniversitelerde örtünme meselesi gündeme taşındığı yıllardan beri, Cumhuriyetimizin temel değerlerine, Atatürk ilkelerine derinden bağlı kuşaklar olarak çocuklarımızın başına gelecekleri önceden görmek ve engellemek amacıyla, bu konularda yerli ve yurtdışı kaynaklı çok yayın izledik, bilinçlendik ve çevremizi de bilinçlendirmek için çaba gösterdik. K Bunun intikamını ABD İslam ülkelerini aşağılayan kampanyalarla almaya yöneldi, Suudi Arabistan ise buna toplumsal İslam bilincinin canlanmasına ağırlık veren kampanyalarla yanıt verdi. Milyarlarca doları İslami yayınlar yapılmasına, kitap yazılmasına, burslar verilmesine, araştırmacılara, dünyanın hemen her tarafında camiler inşa edilmesine harcadı. İslami kültür, İslami kıyafet, İslami söylemler; İslami değerlerin Müslümanlar tarafından giderek daha fazla benimsenmesini, kadın erkek ayırımı izledi. (Goodwin 2002). Tam da bu yıllarda, 1979 da İran’da Ayetullah Humeyni’nin bir İslam devleti kurmasına yol açan devrimi, İslamın diriliş miladıdır. Bu diriliş, gerçekte birçok Arap ve Asya ülkesindeki Batılılaşma akımının tersine dön ABD’nin intikamı Üniversitelerin Onuru Y Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR ıllardır üniversitelerin onurunun ayaklar altında olduğunu söylemek abartma olmaz. AKP iktidarı bu yönden 12 Eylül darbesin den hiç geri kalmamıştır. Türkiye’nin üniversiteleri yazık ki hiçbir zaman özerk, bağımsız, bilim üretmeye öncelik veren, bu kapasiteye sahip yüksek eğitim ve bilim kurumları olamadı lar. Uzun yıllardan beri göstermelik bir rektör ve yönetici seçimleri yapılıyor. Öğretim üyelerinin adeta figüranlık rolü oynadığı bir oyundur bu seçimler. YÖK ve son atamayı yapan Cumhurbaşkanı seçim sonuçları ile istediği gibi oynayarak, tek bir oy alan adayı bile rektör yapabilmektedir. Tercih edilenler olabildiğince türban yanlısı, laiklik ve evrim karşıtı yöneticilerdir. Bu atamalarda bilimsel liyakat hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. Üniversitelerimizin bu aşağılamayı yıllardır sineye çekmesi hazin bir gerçeğimizdir. Üniversitelerimizde müziğin günah olup olmadığını tartışan, örtünmeyen kadınların fuhuşu davet edeceğini ileri süren, “Biz laiklere ancak tahammül ederiz, onlarla beraber yaşayamayız, milliyetçiliğim Müslümanlığımdır” diyen, “Allah’ın rızasını gözeterek üretilen bisiklet İslami olur, İslami teknoloji yaratmalıyız, bir Müslüman hem Allah’a hem de onu tanımayanlara inanamaz” diye buyuran, laikliğe açıkça meydan okuyan ve iktidarın desteklediği çok sayıda öğretim üyesi ve yöneticiler yer alıyor ve bu özellikleri ile genç çocuklarımızı eğitme görevini sürdürüyorlar. Başbakan’ın direktiflerinde yer alan dindar unsurun yanına kindarı da eklemeyi başardıklarını söyleyebiliriz. 700 öğrenci ise hapishanelerde başka tür bir eğitim(!) sürdürüyor. Şimdi yeni bir YÖK yasası gündemdedir ve bununla amaçlanan, üniversitelerin işletme mantığı ile emperyal dünyanın yönlendirdiği, piyasa ekonomisine bağlı ve onun arka bahçesini oluşturan, özerklik yoksunu siyasal iktidara tabi üniversiteler oluşturmaktır. Üniversitelerin bir süre önce Ortadoğu’nun liderlik ettiği bir onur mücadelesi vermeye başlaması umut vericidir. Bu sırada belki ilk defa öğretim üyeleri dernekleri örnek bir dayanışma içersinde, bu onur mücadelesinde övgüye değer öncü bir rol oynadılar. Öğrenciler, fikir ve düşünce özgürlüğüne, aydınlanmaya karşı bir iktidarın bakanlarını üniversiteye sokmadılar. Bu mücadeleden üniversitelerimizin özerkliğine ve bağımsızlığına kavuşmuş bilim yuvaları niteliğini kazanarak çıkmaları büyük umudumuz ve beklentimizdir. Onlardan, yalnız üniversitelerin değil, aynı zamanda TUBA’yı çökerten, ikili sarmal gibi bir bilim devrimine, Darwin ve evrim teorisine yasak koyan çağdışı bir zihniyete karşı koyarak Türkiye Cumhuriyeti’nin uygar dünya karşısındaki onurunu korumalarını da bekliyoruz. Not: Bu yazıyı San Diego’da SALK Enstitüsü’nü iki genç Türk araştırmacı beraberinde gıpta ile gezdiğim günün ardından, o duygular içinde yazdım. Dindarların çoğunlukta olduğu bu ülkede hiçbir Hıristiyan inançlı politikacı bilime, araştırmaya müdahale etmeyi aklından geçirmiyor, buna gücü yetmiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle