09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 MART 2013 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Prof. Hirsch’in anısına Uslu İnsanlar HAFTALARDIR süren ve dinmek bilmeyen bir “akîl adamlar” lafıdır gidiyor. Önce, galiba Sayın Başbakan’ın ağzından çıktı: Devlet düzeninin en sorunlu ve hukuken de “sorumlu” tepesinde oturan politikacılarımız daha iyi bir yönetim kurmaktan söz ederken öyle kişilerle bir komisyon kurulmasını siyasal sistem dışındaki uslu insanlardan da akıl alınmasını önerdiler. Us, akıl demek değil mi? İ ya da “ı” harfinin tepesine konan ve oraya konduğu için çoğu zaman “şapka” denen o işaretle süslenmiş olmasına bakmayın, “akîl” de öyle, “akıllı” demek. Yalnız, “k” ve “i” sesleri Arapça elifbaya göre biraz gırtlaktan ve usturuplu biçimde seslendirilecek. Zor ama, n’aparsınız, düpedüz “akıllı” diye yazsanız size “cahil” ya da “eğitimsiz” diyecekler. Yahut haklı olarak, “Devleti yönetenler toptan akılsız mıdırlar ki akıllılardan akıl alma gereksinimi duyuldu?” diyenler olacak. n çok da böyle olduğu için, o şapkaya göre ses çıkaracaksınız ki ortalık karışmasın. Aynı zamanda, ek olarak başka anlamlar da yükleyeceksiniz o sözcüğe: “Bilge, yaşını başını almış, ağırbaşlı, deneyimli, görmüş geçirmiş, düşünceli, oturaklı” falan gibi. Aslında sorun bu değil. Yaygın devlet hukukunda, eskiden beri bu tür durumlar için bazı sistemler, “senato” ya da buna benzer adlarla birtakım resmi kurumlar öngörülmüştür. Bizde de böyle bir ikinci meclis olabilir, “âyan”dan farklı olarak. Nitekim, 1961’de böyle bir Cumhuriyet Meclisi vardı. imdi sorun, daha farklı ve akıllı adam kıtlığı da yok. Sorun şu 1961 dönemi sonrasından beri işbaşına gelen iktidarlar Cumhuriyetin temel ilkeleriyle tam anlamda barışık olmadıkları için ülkeyi tam kendi istedikleri gibi yönetmekte sıkıntı çekiyorlar. Onlar açısından aksi gibi, o ilkeler, üstelik değiştirilemez bir kesine, anayasa hükümlerine de işlenmiş durumdalar. Böyle olunca, dincilik ve etnikçilik peşinde koşanlar için “yepyeni” bir anayasa yapmaktan veya cumhuriyetçi ilkeleri “akîlâne” formüllerle teğet geçmekten başka çare yok. Yılmamak gerek. Sorun budur ve ancak Cumhuriyete sadık kalıp onun ilkeleriyle çözülebilir. E İsmail DOĞANAY Yargıtay Ticaret Dairesi Onursal Başkanı men yerine getirdi. Ben ise sayın hocamızın “beğenisini kazanmış” bir talebesi idim, başka bir ilişkimiz yoktu. Hayatının en verimli yıllarını seve seve verdiği Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığı ile iki asistanının bu “derin suskunlukları” karşısında, ben, bilmecburiye, o zamanlar Türkiye’de şimdiki gibi TRT’den başka hiçbir özel televizyon kanalı olmadığı için, TRT’nin Ankara Kavaklıdere’deki şu anda C. Başsavcılığı’nın çalıştığı binaya bizzat giderek, “Haber Dairesi” yetkilileri ile görüşüp, hocamızın Türkiye’ye yaptığı çok büyük hizmetleri de açıklayarak velev ki biraz güçlükle de olsayanımda götürdüğüm hocamızın bana imzalı fotoğrafını da vererek, hem öğleüzeri radyo haberlerinde ve hem de televizyonun akşam haberlerinde “resim görüntülü” olarak, bu çok acı haberi, bütün Türkiye’ye duyurmayı sağladım. Aziz hocam E. Hirsch, 1982 yılında, çocukluk, öğrencilik, hocalık ve hâkimlikte geçen Almanya’daki hayatı ile Atatürk Türkiyesi’ndeki hocalık hayatını bir kitap halinde yayımlamış ve bu arada Münih’teki yayıncı aracılığı ile o kitaptan bir tane de bana lütfetmişti. Kitabın akıcı üslubu ve Atatürk Türkiyesi’ni değerlendirmesinin, biz Türkler tarafından, mutlaka bilinmesi gerektiği şahsi kanısına vararak kitabın, hiç olmazsa Türkiye ile ilgili kısmı da olsa Türkçeye çevrilmesi için bazı girişimlerde bulundum. Milliyet gazetesinin o Ş E kim 1932 Nisan 1952 yılları arasında, evvela İstanbul ve daha sonra da Ankara Hukuk Fakültesi’nde, Ticaret Hukuku, Fikri Haklar, Hukuk Sosyolojisi ve Felsefesi, Pratik Hukukta Metot dersleri okutan aziz hocamız E. Hirsch’i 29 Mart 1985 günü, Almanya’nın Hessen Eyaleti (KögsfeldScwarld) kasabasındaki kendi evinde, yakalandığı “amansız hastalık” ve bu hastalıkla ilgili geçirdiği ameliyat sonucu 83 yaşında kaybettik, ruhu şad olsun!.. Ben, aziz hocamızın “Ankara Hukuk Fakültesi’nde” hocalık yaptığı (19441945) yıllarında ondan feyz almak mutluluğuna kavuşmuş binlerce öğrencisinden biriyim. Ancak, aziz hocamızın 1982 yılında Almanya’da yayımladığı “Hatıralarım” adlı kitapta da belirttiği gibi, kendisi ile öğrenicilik günlerinde başlayan ve ölümünden bir hafta öncesine kadar devam eden bir “dostluk” ilişkimiz ve muntazaman süregelen bir “mektuplaşmamız” olmuştur. Aziz hocamız E. Hirsch’in 29 Mart 1985 günü vefat ettiği acı haberini bildiren, “aile taziye mektubunu” aldıktan sonra 34 gün, Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığı ile yanına asistan olarak alıp kendilerine akademik unvanlar verdiği iki asistanından şahısları adına gazetelerden birinde “taziye” ilanı vermelerini bekledim. İstanbul Hukuk Fakültesi Dekanlığı bu husustaki “vefa ve minnet” görevini he zamanki Ankara Temsilcisi merhum Sayın Orhan Tokatlı’dan aldığım “olumlu cevap” üzerine, bendeki kitabı ve hocamdan istediğim “basım iznini” rahmetli Tokatlı’ya gönderdim. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra Milliyet gazetesinin 10 Kasım 1982 tarihli nüshasında, Sezer Duru imzası altında, “Hirsch Kimdir?..” başlıklı çok güzel bir tanıtma yazısından sonra, tam bir hafta ve tam sayfa halinde hocamızın Türkiye’de geçen hocalık hayatı yayımlandı ve bu yayın onun talebeleri arasında çok büyük bir yankı uyandırdı. Yayın bittikten sonra bir haftalık Milliyet gazetesini tam gazete olarak “tomar” halinde kendisine gönderdim. Hocam bu yayından dolayı çok memnun kaldı, hem “çevirici” Sezer Duru hanıma ve hem de bana teşekkür mektubu gönderdi. Güven Bunalımı! Savaşan taraflar, barış için, müzakere masasına oturduklarında önlerine ilk çıkan sorun “karşılıklı güven” duygusunun eksikliğidir: Silahlı mücadele sırasında yaşananlar, kullanılan şiddet ve bunlara ek olan “kirli yöntemler”, karşılıklı güven duygusunu zedelemiş ve hatta yok etmiştir. Buna bir de geçmişte başarısız kalmış müzakere ve uzlaşma çabaları eklendiğinde durum iyice zorlaşır. HHH Kandil’in lideri ve sözcüsü konumundaki Karayılan’ın, gerek daha önce yaşananlardan kaynaklanan güvensizlikten, gerekse kendi kadrolarını silah bırakmaya ve Türkiye’yi terk etmeye ikna etmekte çektiği güçlüklerden dolayı, “ayak sürüdüğü” söyleniyor… Karayılan’ın bu güven sorununu aşmak için Meclis’ten yasa çıkarılmasını istediği, bu isteğin Öcalan ve bazı BDP’liler tarafından da gündeme getirildiği biliniyor. Buna karşılık, Öcalan İmralı’da, bu öneri anlamında Sırrı Süreyya Önder’e “Peki bu çekilen yere JİTEM’in ve korucuların dolmaması için komisyonlar mı olmalı, yoksa akil adamlar mı olmalı” diye sorduğunda, Önder’in “Parlamentonun böyle bir yetkisi ve işlevi yok” diye yumuşak bir biçimde buna karşı çıktığı da Milliyet’in yayımladığı zabıtlardan yansıyan bilgiler arasında. HHH Öyle anlaşılıyor ki, buradaki asıl sorun, PKK’nin, “silah bırakma ve çekilme” sürecini Meclis’in yasal güvenceye bağlaması isteği ile AKP iktidarının bu konuda Meclis’i devreye sokmaktaki isteksizliği arasındaki uyumsuzlukta yatıyor. Bu uyumsuzluğun altında ise başka bazı nedenlerle birlikte, esas olarak karşılıklı güven duygusu eksikliği var! HHH Güven duygusu şeffaf yöntemlerle sağlanır! AKP iktidarı, bu “Barış sürecinde” varmak istediği hedeflerin doğruluğuna ve haklılığına inanıyor ve güveniyorsa: Konuyu, kamuoyu önünde ve Meclis’te tartışmaktan kaçınmamalıdır. Böyle bir yöntem, süreci zayıflatmaz, tam tersine güçlendirir diye düşünüyorum. Üstelik bütün kamuoyu yoklamaları, hem AKP hem de “Barış süreci” için seçmen desteğinin yüzde 50’nin üzerinde olduğunu göstermiyor mu! ürk Ticaret Kanunu’nu hazırladı Büyük Atatürk’ün emri ile Milli Eğitim Bakanı Dr. Mustafa Necati ve Hikmet Bayur’un zamanında Türkiye’ye davet edilen 4550 kadar Musevi asıllı bu Alman profesörler sayesinde başta Hukuk, İktisat, Tıp, Ezacılık, Edebiyat, Ziraat, Dişçilik... fakülteleri birer Batı üniversitesi seviyesine yükselmişlerdir. Şu anda Türkiye’de uygulanan “Gelir Vergisi Kanunu”nu İktisat Fakültesi hocası Ord. Prof. Dr. Neumark hazırlamış bulunmaktadır. Diğer taraftan merhum hocamız E. Hirsch, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku hocalığı yaptığı yıllarda, şu anda bile uygulanmakta olan 5846 sayılı “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu”nu tek başına hazırladığı gibi, ayrıca da aynı kanunu açıklayan “Fikrî Sây” adlı iki cilt kitap da yazmış bulunmaktadır. Bence, sayın hocamızın Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne yaptığı en büyük iyilik, bir kuruş “telif ücreti” almadan, “tek başına”, 6763 sayılı eski “Türk Ticaret Kanunu”nu hazırlamış olmasıdır. İş Bankası Genel Müdürlüğü tarafından “finanse” edilen ve Ankara Hukuk Fakültesi’ne bağlı, “Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü”nün yayımladığı dergide çıkan iki makalemi, rahmetli hocam benim haberim olmadan Türkçeden Almancaya tercüme ederek, makalelerin ayrı basılarını bana göndermiş ve bu suretle de beni hayatım boyunca asla unutamacağım bir şekilde “onurlandırmıştı.” Söz konusu makalelerden birisi, Türk sanat müziğinin unutulmaz sanatkârı Sadettin Kaynak’a ait “Menekşelendi Sular, Mecnunu Leyla, Batarken Akşam Güneşi, Çile Bülbülüm Çile, Yanık Ömer” adlı şarkı bestelerini, bedeli karşılığında, noter senedi ile ölümsüz sanatçı Safiye Ayla Targan’a “devir ve temlik” ettiği halde, davalı TRT Genel Müdürlüğü’nün gerek radyoda ve gerekse televizyonda, dava dışı ses sanatçılarına okutması suretiyle “telif hakkına vaki müdahalenin önlenmesi”ne ilişkin idi. Ben o tarihte Yargıtay Ticaret Dairesi Başkanı idim ve dava Safiye Ayla hanım lehine sonuçlandı. Hocamın Almanca olarak tercüme ettiği diğer makalem ise Başbakan ve diğer bakanları kamu görevlisi sayan benim ise uzunca bir muhalefet şerhi yazdığım Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14 Eylül 1983 gün ve E. 1980/1714, K. 1983/803 sayılı karar “analizi” ile ilgili idi. T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle