11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 MART 2013 PAZARTESİ HABERLER CUMHURİYET SAYFA 13 AB sınırı Suriye’ye dayanır mı? Diktatörle komşuluk hep sorun çıkarır Naci Koru’dan sonra konuşan AB’nin Türkiye Büyükelçisi J. Maurice Ripert ise pek iyimser ve olumluydu. “Seviyeli bir ilişkinin” 50. yılının kutlamak daha önce hiçbir AB Büyükelçisi’ne nasip olmamıştı. Apo PKK ile pazarlık nasıl ki kavramların arkasına saklanarak yapılıyor. AB Türkiye süreci de benzer biçimde yürütülüyor. Brüksel açmaya değil, kilitlemeye yarayan birtakım “maymuncuk” kavramlarla iş görüyor. “Genişleme Yorgunluğu” da bunlardan. Oysa asıl yorgun, Türkiye: “Bekleme ve umut yorgunluğu”ndan daha beteri ne olabilir ki. Ama, “yorgunum” diye asıl tutturan AB! Başbakan “Biz de Şanghay 5’lisine kaçarız!” demekte haklı. AB Ankara Büyükelçisi J. Maurice Ripert her sözcüğe vurgu yaparak konuşuyor. Belli ki, Erdoğan’ın “AB’nin saygısızlığı yeter yoksa Şanghay!” sözüne pek kulak asmamış. Söze bir toplantıda Başbakan’ın AB elçilerine söylediği tam tersi sözlerle giriyor: “2013 yılı AB için yeni bir güven yılı olacak. Hedefimizi değiştirmiş değiliz!” İç siyaset tutarsızlık kaldırıyor. Ama dış politikada hiç sökmüyor! Suriye konuşuluyor... Ama kimse nezaketinden Başbakan’ın Esad’dan Esed’e çizdiği zikzakların yakınından bile geçmek istemiyor. Mr. Ripert yurtaşlarımızın 50 yıldır beklediği müjdeyi açıklar gibi yapıyor: “En kısa sürede vize, dolaşım ve göç konusunda Türkiye ile kapsamlı bir diyalog başlatacağız!” Son elli yılda başlatılan (!) bu kaçıncı kapsamlı diyalog diyen olmadı. Çünkü bu konferans tartışmak için değil, görüş alışverişi için! Orada vakit darlığından paylaşmadığımız bir “deneyim”i burada okurla paylaşalım. 1980’lerde Cumhuriyet’in Londra muhabiriydim. AET konusunda röportajlar yapmak üzere görevlendirildim. Asbestli diye sonradan yıkılan o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu merkezinde görüşmeler yaptım. Ama en kalbi, en harbi ve “en ebedi” bilgileri Türkiye’den sorumlu birimin başkanı Ravenna’dan aldım. Ravenna eski bir gazeteciydi. Birlikte yemeğe çıktık. AET Türkiye’den tam olarak ne istiyor? Bak sevgili meslektaşım. Seninle çok açık konuşacağım. Zaten yakında emekli oluyorum. Sağlık ve afiyet dilerim. Mersi. Napolyon’un bir sözü var: Coğrafya kaderdir, diye. Sizin kısmetinizi coğrafyanız bağlıyor. Nasıl? Sizin AET’ye girmeniz demek. Avrupa sınırının gelip Sovyetlere, İran’a Irak’a, Suriye’ye dayanması demek. Avrupa bunu istemez, hiçbir zaman da istemeyecek! Neden? Çevreniz hep diktatörlük. Diktatörlerle komşuluk hep sorun çıkarır. Ayrıca sizin sınır güvenliği de korkutucu. Sınır geçen soluğu Paris’te, Londra’da, Roma’da alabilir. On binlerce Ortadoğulu kaçak ile nasıl başa çıkar Avrupa? Yani, komşularınıza da demokrasi gelinceye kadar Türkiye’nin şansı yok mu diyorsunuz? Onu demedim. Bir tür üyelik var. Ama tam üyelik yok. Yani Türkiye, daha uzun yıllar Ortadoğu ile Avrupa arasında tampon aday üye olarak kalacak!.. Brovissimo Sinyor Tan! Ravenna emekli oldu. Şimdi hayatta mı? Hiç haber alamadım. Başka yetkililerle de konuştum. Dillerinin altında benzer şeyler vardı. Açık açık ipe un serenler de... Dönüp bir dizi yazı hazırladım. Cumhuriyet manşeti çekti: “AET üyeliği 2000 sonrasına!” İktidar yanlıları, “Cumhuriyet yine moral bozuyor!” diye kıyameti kopardı. Özal başbakandı. Tam üyeliğe içtenlikle inanıyordu. Birkaç yıl sonra “tam üyelik için” “dilekçe” verdi. (1989) Veriş o veriş. “Avrupa’nın müstakbel Suriye sınırını” seyretmeye AB’li meslektaşlarla gitmek de büyük kısmet. Ama ne yazık ki, artık manşetlik bir değeri yok! AHMET TAN Türkiye’den ve Avrupa’dan gazeteciler buluştu, genişleme ve Suriye konuşuldu Dolmabahçe’deki sergi 22 Mart’a kadar gezilebilir. AB Uluslararası Gazeteciler Konferansı’nda ise bin bir hikmet! Türkiye’den ve Avrupa’dan kıdemli gazetecileri 20 yıldır bir araya getiriyor. Önce iki tarafın “en resmi” yetkilileri konuşuyor. Belirlenmiş konu üzerinde iki ayrı sunum yapılıyor. Sonra da gazeteciler kendi aralarında “görüş” ve “deneyim” alışverişine geçiyorlar. Bu yıl bir de “saha çalışması” eklenmiş: Sınırımızdaki “Suriyeli geçici (inşallah diyelim) sığınmacı” kamplarına gezi... 50 yıldır paçasına sarıldığımız, yakasına bir türlü yapışamadığımız AB’den gazeteciler ile Türkiye’den gazeteciler bu konferans sürecinde birlikte yaşlandılar. İlk günden beri konferansın müdavimi olan M. Ali Birand salonda bu kez büyük boy bir fotoğrafı ile vardı. Bir çiçek demetinin ortasında. Türkiye’nin her konudaki en ve tek gerçek resmi yetkilisi malum. Ama AB’ye de gazetecilere de bozuk... Davutoğlu Londra’da Osmanlı hanedanı mensuplarıyla... Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gelir diye umuluyordu. O da AB’li gazetecileri değil de, Londra’da Osmanlı hanedanının varislerini yeğledi. İyi de yaptı. Bu buluşma, Sayın Bakan’a, Şanghay 5’lisi konusunda istişare olanağı sağlamasa bile... Maziye sahip çıkarak, hali ve istikbali güvenceye alma fikriyatının hissiyatının PR’sini yapmış oldu. Aslında noktayı koyan Financial Times’ın dış Ve “yeni Osmanlıcılık” iddiaları da çürütülmüş politika editörü David Gardner oldu. Gardner, oldu. Türkiye’ye objektif de bakabilen, sayıları sınırlı “Eskiler ortadayken, yeni Osmanlıcılık önce Avrupalı kıdemli gazetecilerden. Brüksel’de tanık onlara saygısızlık!” olduğu bir olayı şöyle aktardı: “Türkiye’nin dış politikada zengin bir birikimi, deneyimi, kadroları ve bağlantıları var. ığınmacılara yardımlar Ama Avrupa, Türkiye’den yararlanmak isteyüz kızartıcı miyor. Bu sorunun nedenini Brüksel’de Fransız bir AB yetkilisi açıklamıştı: ‘Eğer dış politiModeratörlüğünü Nilgün Arısan Eralp’in yaptıkada Türkiye’nin katkısı görülürse, Türklere karşı ğı konferansın açılışını Yardımcısı Büyükelçi NaAvrupa’da bir sempati oluşur. Bunu da Sarkozy ci Koru yaptı. Koru’nun basınla ilişkisi çok sıcak. Zaten en ya istemiyor!’” Bu aslında “AB’nin 50 yıldır Türkiye ile oykını gazeteci. nadığı kedi fare oyunu”nun özü! Manşetin ne olduğunu da iyi biliyor: Sarkozy gitti. “Misafir Suriyelilere yapılan uluslararası Hollande geldi. yardım utanç verici düzeyde!” Finlandiya bile gelse fark etmeyecek. Belli ki herkes “Bize mi sorup da aldınız?” haÇünkü Avrupalı liderlerin çoğu göğüslerinde vasında. İnsanlık, merhamet daha önce Irak’ta da görünmez rozetler taşıyor: sınanmıştı. “Hepimiz Sarkozy’yiz!” AB süreci üzerinde elli yıldır söylenmedik söz Bayan Merkel, Sarkozy’nin cinsiyet ve renk dekalmadı. ğiştirmiş biraz da kilo almış sureti. iki hafta önce Büyükelçi Koru, AB’nin oyun bozanlığını yine Ankara ziyaretinde bunu bizim yetkililere bir kez de “Halik bilmez ise, balık bilsin!” niyetiyle sadaha kanıtladı ve gitti. bırla özetledi: ma Vakfı’nın (TEPAV) organizasyonuyla yapılan Her uluslararası konferansta bir hikmet var. İstanbul’da, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştır “Türkiye, Avrupa’nın 6. büyük ekonomisi. AB Türkiye için hep stratejik hedef oldu. Ama 27 üyeli AB, nedense Türkiye’yi hedef olarak görmüyor. Son üç yıldır da üyelik süreci, siyasi nedenlerle tıkanmış durumda. (..) Oysa Türkiye’nin üyeliği iki taraf için de bir ‘kazankazan’ fırsatı!” Konferansın iki ana konusu vardı. “Dünya konjonktürünün AB genişlemesine etkisi” (Türkiye’nin üyeliği söz konusu olunca elli yıldır ortaya konulan en kestirme bahane, konjonktür! Yani, sizin üyeliğiniz, ancak ve ancak dünya, statik/durağan bir dengeye kavuştuğunda mümkün olacak!) “Dış politikada AB ve Türkiye’nin yaratacağı sinerji” (Bu da tadı iyice kaçmış olan, ağza bir parmak bal! Esin kaynağı belli ki Sayın Bakan’ın “Stratejik Derinlik” kitabı. Sinerji için önce ortak bir dış politika gerek. Oysa Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde bir iki istisna dışında, Türkiye’ye müzmin bir alerji var. Alerji varsa da sinerji olamaz! Nokta.) Sarayda Japon rüzgârı EGEMEN BERKÖZ Dolmabahçe Sarayı Galerisi’nde sürmekte olan “Osmanlı Sarayı’nda Japon Rüzgârı” sergisinde Türkiye ile Japonya arasındaki ilişkilerin başlangıcına tanıklık eden yapıtlar yer alıyor. Dolmabahçe Sarayı’na giren ilk Japon eşyalarının 1887 yılında padişah 2. Abdülhamit’i ziyaret eden Japon imparatorluk ailesinden Komatsu Akihito’nun sunduğu armağanlar olduğu bilinir. Bu ziyarete karşılık olarak 1889’da Japonya’ya gönderilen ve dönüşte batan Ertuğrul gemisine Japonların hemen yardıma koşması ve kazada ölenler için bir anıt yaptırmasının aradaki dostluğu pekiştirdiği de. İzleyen yıllarda karşılıklı ziyaretlerin ve armağan sunmaların sürmesi ve İstanbul’da bir Japon mağazasının açılması ise Osmanlı saray ve konaklarında önemi bir Japon eşyaları koleksiyonu oluşmasıyla sonuçlanmıştır. Dolmabahçe Sarayı’ndaki Japon yapıtları arasından seçilen dolap, etajer, yazı masası, duvar rafı, vazo, sofra takımları ve gaz lambaları gibi eşyaların yer aldığı serginin öyküsünü küratör Miyuki Aoki Girardelli şöyle anlatıyor: “2010’da ‘İstanbul’da Üç Japon’ sergisini açtığımız günlerde, Milli Saraylar Yayın Bölümü Başkanı Kemal Kahraman bir Japon yapıtları kataloğu yapmamızı önerdi. Haziran 2012’de çalışmaya başladım. Çok heyecanlı bir süreçti. Her gün yeni şeyler buluyorduk. Kemal Bey’in önerisiyle kataloğu tamamlamadan, saptadığımız yapıtlardan bir bölümünü aldığımız bu sergiyi açtık.” Miyuki’nin bundan sonra anlattıkları, bana göre, çok daha önemli: “Buradaki yapıtlar Japonya’da Japon sanatı olarak bilinenlerden farklı. Batı için üretilmiş. Örneğin, sergide yer alan Meiji Dönemi, Shibayama işi dolabın Miyuki Aoki Japonya için Girardelli üretilen benzerlerinin süslemeleri çok daha sadedir. Bu yapıtların ortaya çıkması Japonya’da büyük yankı uyandırdı. Japonya’da eşi olmayan, dünyada da çok az bulunan, inanılmaz değerli yapıtlar bunlar” Miyuki, Tokyo’da sanat tarihi okurken, Paris’ten başlayan, Roma ve Yunanistan’dan geçip İstanbul’da biten bir geziye katılıp İstanbul’a gelmiş ve yaklaşık on gün kalmış. İstanbul’da son gün gezdiği Dolmabahçe Sarayı’ndan, Batı üslubunda olduğu için çok etkilendiğini anlatıyor. Japonya’ya dönünce Osmanlı sanatı üzerine çalışmaya başlıyor ve üniversiteyi Osmanlı modernleşme dönemi sanatı üzerine teziyle bitiriyor. Doktora tezinin konusuysa, Dolmabahçe Sarayı’ymış. Sonra yeniden İstanbul… Bir yandan Türkçe öğreniyor, bir yandan Prof. Afife Batur yönetiminde çalışıyor. Bu kez konusu 19. yüzyılda İstanbul’da Yeniköy’deki, bugün Avusturya Başkonsolosluğu olan Cezayiryan konağının, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nin, Ortaköy Camisi’nin ve Kuzguncuk Ermeni kilisesinin dekorasyonlarını yapan Fransız Leon Parvillee’dir. Ve bu çalışma, kişisel yaşamına yön veriyor. Hollanda’da düzenlenen Türk Sanatları Kongresi’nde Parvillee’nin İstanbul’daki ortağı İtalyan mimar üzerine çalışan İtalyan sanat tarihçisi Paolo Girardelli ile tanışıyor. Miyuki ile Paolo şimdi kızları Mina ile birlikte İstanbul’da, Kuzguncuk’ta oturuyorlar. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde sanat tarihi dersi veriyorlar. Ortak dilleri Türkçe. Serginin açılışında, kanun sanatçısı Halil Altınköprü ile birlikte verdiği dinletide Japon ezgilerinin yanı sıra Dede Efendi’nin ünlü valsi ile “Katibim” gibi parçaları da seslendiren koto sanatçısı Atsuko Suetomi, Türkiye’ye ilk kez 2005’te gelip konserler vermiş. 2007 2009 arasında İstanbul’da yaşayan sanatçı, 2010’dan bu yana İzmir’de. S Ortak dilleri Türkçe İzmir’de bir kato sanatçısı Yarın: Suriye geçici konukları ve muhalif müfredatı Suriyeli sığınmacıların sayısı her geçen gün artıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle