10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 MART 2013 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Bir Acem destanı Â şık Hasan’ı, Güney İsveç Yazarlar Birliği’nde tanımıştım. İsveççe basılan, göçmen kökenli şairlerin şiirlerinin toplandığı bir kitapta ona ait 3 şiire de yer verilmişti. İran Azerbaycan’ından gelmişti, Türkçe konuşuyordu. Arkadaş olmamız kolay oldu. Kötü bir huyu vardı; hiç ayık gezmez; gece, gündüz demez içerdi. Ömer Hayyam’dan rubailer, Fuzuli’den “Ol ki her sa’at gülerdi çeşmi giryânım görüp/ Ağlar oldu hâlime bîrahm cânânım görüp” diyerek sürüp giden dizeler okurdu. Bir gün yaşam öyküsünü anlattı. Dağlarında, ovalarında yılkı atlarının pervasızca dolaştığı, geceleri ayın sini gibi göründüğü Azerbaycan dağlarında Gülizar adlı bir kız sevmiş. Birçok âşık gibi onlar da kavuşamamış birbirine. Hasan, yoksul bir maraba. Gülizar’ın babası, kapısında binlerce koyunun, sığırın eyleştiği bir Azeri beyi. Baba, Gülizar’ı gelin vermiş uzak diyarlara.. Bu acıdan sonra daha durur mu oralarda Hasan. Önce İstanbul’a karar eylemiş. Bakmış ki İstanbul âşık barındırmıyor, ondan sonra ver elini Almanya, o da olmadı İsveç... Uzun aradan sonra Âşık Hasan’ı yolda gördüğümde doğrusu şaşırdım. Dik yürüyordu, sarhoş da değildi; “Hayrola Âşık, gencelmişsin, nedir bu değişiklik!” dedim. Keyifliydi, “Sorma ağacan, sevdiğime kavuşuyorum” dedi. Sözün gerisini anlamak için sustum, dinledim: “Birkaç hafta önce uyurken yadıma düştü Gülizar. Bağlar, bahçeler içindeydi. Omzuna beyaz bir güvercin konmuştu. Bana ‘Gel, gel!’ ediyorlardı birlikte.” “Anlaşılan, sen yine üstü açık uyumuşsun Âşık...” dedim. Bu “gül bahçesi” sendromu Âşık Hasan’da hep vardı. Yaşamının en güzel bir anında yaşadığı bir travmanın izlerini taşıyordu MALMÖ hâlâ. İran Azerbaycan’ında, bir haziran günü, Gülizar’ın babasına ait bir ALİ HAYDAR gül bahçesinde NERGİS esans yapılmak üzere gül topluyorlarmış. Hasan, gül sepetiyle Gülizar’a yaklaşmış, tam bir şey söyleyecekken omuzunda bir acı hissetmiş. Yere düştüğünde, Gülizar’ın babasının “Kızımın yanında ne arıyorsun!” haykırışıyla karşılaşmış. Gülizar’ın omzunda gördüğünü söylediği beyaz güvercin ise yere düştükten sonra bayılma öncesinde gözlerinin önüne gelen bir yanılsama... “Gideceğim ağacan, arayıp bulacağım Gülizar’ı. Her gece düşlerinde beni çağırıyor...” diyor... 20 yıldır İsveç’ten dışarıya adımını atmamış Âşık Hasan, bilet ayarladı, gitti... Aradan kaç takvim yılı geçti anımsamıyorum. İsveç bürokrasisine kızmış, işi, gücü bırakmış, şehrin orta yerinde küçük bir büfe işletiyordum. Âşık Hasan, bir gün yanında ufacık tefecik, kırmızı yanaklı bir kadınla çıkıp geldi. “İşte ömrümün baharı Gülizar bu!” dedi, tanıtırken. Şaşırıp kaldım! Bir masal dünyasında yaşıyordum sanki. Âşık Hasan, ayaküstü hikâyesinin sonunu tamamladı: Gülizar, uzak diyarlara gittikten sonra, oğlan, kız sahibi olmuş, onlar da büyüyüp evden ayrılmış. Aradan 40 yıl geçmiş neredeyse. Derken, günün birinde Gülizar kocasını yitirmiş. Hasan’ın “yadına düştüğü” günler, kocasının öldüğü zamana denk geliyor. Hasan arayıp bulmuş Gülizar’ı. Gitmek, evlenmek, İsveç’e getirmek işin ayrıntısı... Gülizar, Hasan’ın yaşamında köklü değişikler yapmıştı. İçkiciliğinden eser kalmamış, üstü başı düzelmişti, gözlerinin içi gülüyordu. Gülizar, bir ara lavaboya gittiğinde, “Durumlar nasıl?” diye sordum. Mutluydu, şakacıktan yakınır göründü: “Sorma ağacan”, dedi, “benim çocukluğumun uslu Gülizar’ı gitmiş, yerine eli maşalı biri gelmiş sanki, ağzıma bir damla içki koyamıyorum. Hazır o tuvalette iken bir bira ver de çabucak içeyim...” der demez, içeriden bir ses duyuldu: “Hasaaaan!” Kulağı bizdeymiş Gülizar’ın, göz açtırmıyor Hasan’a. Bira yerine İsveç kahvesi verdim onlara. Ayrılırken Gülizar’ın omzunda beyaz güvercin yerine Hasan’ın iri eli vardı: “Ağacan, bu avrat beni genceltti, ömrümü en az 20 yıl uzattı” dedi. Âşık Hasan, 60 yaşına giriyordu, 20 yıl daha yaşar mıydı, yaşardı... [email protected] B aşlarında kasket, ellerinde sigara, koltuklarının altında Türk boyalı basının gazeteleri, omuzları çökmüş, ayaklarını sürüye sürüye yürüyorlar! Bu ülkede bir ömür geçirmiş, yalnız kalmış, içine kapanık insanlarımız. Almanya’ya gelmişler yirmisinde, şimdi ulaşmışlar yetmişine, tekdüze ve tek başına bir yaşamları olmuş. Hafta içinde çalışıp hafta sonunda hemşerileri ile buluşmuşlar, Bahnhof’larda! Bu böyle gelmiş, böyle gidiyor. Çoğunun tek buluşma yeri hep tren istasyonları olmuş. İki toplum birbirine dokunmadan, yan yana, kabuğuna çekilmiş yaşamış. İnsanlarımız elli küsur yıldır gettolaşmış Türk mahallelerinde, çoğuna hiçbir Alman’ın adım bile atmayacağı, yıkık dökük evlerde oturuyor. Geçen haftaki StuttgartBacknang yangınında görüldüğü gibi de yaşamlarını tehlikeye atarak. Burada şuna da dikkati çekmek gerek, Almanya Türklerinin yarısı artık fakirlik sınırının altında yaşıyor! Almanya’nın doğusuyla birleşmesinin ardından oluşan sorunlar ülkede yaşam koşullarını zorlaştırdı. Bundan en çok etkilenenlerin başında da düşük gelirli, mesleğinde kalifiye işçi olmayan Türkler geldi. İşte o dönemde Yaşlılıklarında da yalnızlar... kesin dönüş yapanlar da. Akçı’yı en az çoğu insanımız kendini “beşikten yirmi yıldır tanıyorum. 1961 yılında mezara” İslamcıların kucağında buldu! Eskişehir’i terk ederek Stuttgart’a Cami ve mescitler hep onların günlük geliyor. Çalışma yıllarının çoğunu yaşamının bir parçası oldu. Keşke bu Mercedes’te geçiriyor. Hep aynı insanlar boş zamanlarını camilerde değil semtte yaşıyor. İnsanlarımızın yoğun de Türk Kültür Enstitüleri’nde geçirseydi; olduğu semtindeki kent kütüphanesini Türkiye’den gelen sanatçılarımızı, günlük Cumhuriyet’e abone ettiren edebiyatçılarımızı, aydınlarımızı Akçı bugün de gazetemize internetten Almanlarla birlikte tanıyabilseydi! Kültür abone. Çevresindeki Türklere günlük alışverişinden yola çıkarak toplumlararası yaşamlarındaki sorunlarında elinden bir diyalog Almanya’da hiçbir zaman geldiğince yardımcı olmaya denenmedi. Her iki ülke de yarım yüzyıl boyunca STUTTGART çalışıyor. “1960’larda gelenler şimdi çoktan emekli” diye bu önemli görevi yerine anlatıyor Akçı. “Fakat ellerine getirmedi. Niçin acaba? geçen emekli maaşı Avro Eskişehirli Mustafa pahalı hale gelen günlük Akçı 73 yaşında. yaşamda hiçbirine yetmiyor.” Her hafta dostlarını Birçok yaşlı insanımızın hiç çevresine topluyor. Hem AHMET ARPAD olmazsa yılın yarısını ucuz (!) bir arada olup eskileri Türkiye’de geçirmesinin başlıca yad ediyorlar hem de nedeni de bu... Ancak Türkiye ile hiç okumalar, sohbetler, koro şarkılarıyla bağlantısı kalmamış insanlarımız da var. “canlı ve genç” kalmaya çalışıyorlar. Bütün ailesi zamanla yanına gelmiş bu Stuttgart’ın birinci kuşak yaşlıları tam emekliler Almanya’da kalmak zorunda! on beş yıldır Akçı’nın çevresinde bir “Onlara ilk yıllarda aileleri bakıyor. araya geliyor. “Gittikçe azalıyoruz” Ancak bir yaştan sonra bu bakım diyor. “Evden çıkmayanlar, yılın zorlaşıyor.” Bu insanlar her gün birkaç yarısını memleketinde geçirenler, saat gelerek evde bakımlarını yapan hastalananlar var...” Yaşlılığında kuruluşlara muhtaç! Hizmetin bir kısmını kişi kendi ödüyor, bir bölümünü de devletin sosyal yardım kasası üstleniyor. Evde bakım hizmeti veren kuruluşlar kiliselere bağlı oldukları gibi özel kişilerce de kurulmuş. Son yıllarda, bakıma muhtaç vatandaşlarımızın sayısı sürekli artması üzerine bazı Türk girişimciler de bu yeni pazarı keşfettiler. Bazı illerde gündüz bakımevleri var. Yaşlıları sabah evlerinden alıyor ve istenilen saatte geri getiriliyor. Müzik, resim, okuma gibi etkinliklerin yanı sıra isteyen dinleniyor, yürüyüş yapıyor veya tv karşısında oturuyor. Ruh havzasında açılan ve özellikle Müslümanlara dönük yurtlarda çok yaşlı ve hastalar kalıyor. Yaptıkları açıklamalara göre bazılarının mescidi var, yemekler de tabii “helal...” Bakım görevlileri Türkçe biliyor. Resmi verilere göre Almanya’da bakıma muhtaç 2 milyon insan var. Bunların 1.4 milyonuna kendi evlerinde bakım yapılıyor. Geri kalan yaklaşık 700 bin civarındaki insan ise yaşlılar yurtlarında yaşamak zorunda. Ülkedeki 450 bin yaşlı Türk’ün 25 bininin sürekli bakıma gereksinimi var. www.ahmetarpad.de Yangın yerleri S ivas yangını Türkiye’de Irkçı ve yabancı düşmanlığı olduğu gibi, Avrupa’da ile tanınan parti, şahıs ve da Alevileri hızlı bir gazeteler Türklerin kişisel örgütlenmeye zorladı. Bu olarak işlemiş oldukları suçları süreçte Aleviler Viyana’da bahane ederek toplumun da bir dernek kurdular. Sivas genelini hedef alıp adeta katliamını protesto eden saldırılara davet çıkarırcasına yürüyüşler, konserler ve kışkırtıcı konuşuyor ve paneller organize ettiler. Bu haberler yapıyorlardı. etkinlikler devam ederken Böylesi bir dönemde, ailenin bir sabah Viyana Alevi evde bulunmadığı sırada Kültür Birliği’nin Viyana’da hâlâ faili meçhul kişi veya bulunan dernek binasının kişiler tarafından eve ateş kundaklandığını öğrendik. atılıyor ve ev ciddi hasara Dernek lokalinde kimsenin uğruyordu. Sakine Cansız bulunmamasından bu saldırıyı ve arkadaşlarının Paris’te Aleviler sadece maddi hasarla öldürülmesi sonrasına denk atlattı. Alevi derneğine gelen gün ve haftalarda önce karşı saldırı düzenleyenler, Kürt derneklerinin çatı örgütü aynı gün MHP çizgisinde olan lokalin camı kırılmış ve olan Türk Federasyonu’na içeriye ateş atılmıştı. Orada bağlı bir derneğe de ateş da maddi zararın olduğunu atmışlardı. Orada da sadece Avusturya’nın ulusal gazeteleri maddi hasar vardı. Aylar yazdı. Kürt derneğine yapılan sonra Viyana polisi faillerin saldırıların üzerinden henüz bulunduğunu duyurdu. Bu sis ve dumanlar kalkmamıştı olaydan sonra posta kutuma ki Avusturya Atatürkçü mavi renkli taahhütlü bir Düşünce Derneği’nin Atatürk davetiye geldi. Mahkemeye Kültür Merkezi lokali ikinci şahit olarak çağırıyorlardı kez molotofkokteylli saldırıya beni. Gün geldi mahkemede maruz kaldı. Henüz birinci şahit sandalyesine oturdum. saldırının failleri bulunmamış Avusturya Macaristan ve polis İmparatorluğu’nun konuyla ilgili VİYANA son kralı Franz daha bilgi bile Josef’in bıyıklarına vermemişti. benzeri bıyıklı Dernek lokaline saldırganın avukatı yapılan ilk ateş püskürüyordu saldırıda bana. Bıraksalar pencerenin KADİM ÜLKER sanki dövecekti beni. kırılıp içeriye Avukatın bana olan atılan ateşe kızgınlığı müvekkilinin Atatürk posteri ve Türk “Aleviler MHP’lilerden bayrağı engel olmuş, ateş daha tehlikelidir, onun için pencerenin dibine düşmüştü. yaktım” ifadesiydi. O dönem Faili meçhuller arasında derneğin yönetim kurulu üyesi kalan bu saldırıdan sonra ve dernek sekreteri olarak AADD lokali ikinci kez benden mahkemede saldırgan saldırıyla karşı karşıya kaldı. müvekkilin neden böyle Bu senenin ocak ayının düşündüğüne dair düşüncemi son günlerinden birinde öğrenmek istiyordu. AADD’nin kütüphane Neden böyle düşündüğünü bölümünün iki büyük camı nereden bilirdim ki? Belki kırılmış ve içeriye ateş de kendilerine solcuyum atılmıştı. Kısa sürede lokale diyen bir grubun çıkarmış yayılan ateş oradan geçen olduğu ve yakılan derneğin bir işçinin durumu itfaiyeye Sivas katliamını protesto bildirmesi sonucunda kontrol yürüyüşünde satılan Alevilere altına alınmıştı. 10 Mart sattıkları Aurora adlı dergiyi günü usta tiyatrocu Levent okumuştur. Derginin yürüyüşte Kırca’nın yeniden açılışını satılan sayısında Viyana’daki yaptığı AADD’nin Atatürk dernekleri tanıtan bir yazıda Kültür Merkezi yangından Alevilerin sağcı dernekler sonra iki ay kapalı kaldı. arasında olduğunun tespiti Başta Atatürk’ün Bütün yapılıyordu. Alevilere yapılan Eserleri ve Elmalılı bu saldırıdan sonra Türk Hamdi’nin Kuran Tefsirleri dernek lokallerine yapılan ciltleri olmak üzere 4000 ateşli saldırılar devam etti. adet kitap kullanılmaz Saldırılardan sadece dernek hale geldi. Almanya’da lokalleri değil, Türklere Stuttgart yakınlarında ait işletmeler ve Türklerin Backnang kasabasında 8 ikamet ettiği binalar nasibini Türk’ün yangında hayatını aldı. Saldırganların yakma kaybetmesi, genellikle Türk teşebbüslerinin maddi ve yabancıların ikamet ettiği zararlarla sınırlı kalmış olması binaların elektrik sisteminin ve can kaybı olmaması eskiliği, dernek binalarına Avusturya’da yaşayan ve işletmelere atılan ateşler, Türkler için teselli kaynağı Türkleri ciddi oranda rahatsız oldu. Türklerin ikamet ettiği etmektedir. Bu rahatsızlık, binalara yapılan saldırının en faili meçhul kalan yakma önemlisi hiç şüphesiz 1998 eylemlerinin faili veya yılında bir ailenin evine atılan faillerinin bulunmasıyla bir ateş oldu. O dönem yabancı nebze de olsa dinecektir. düşmanlığının Avusturya’da zirve yaptığı dönemdi. [email protected] Ş u sıralarda, Mali’deki İslamcı gruplara karşı Fransızlara destek olmak üzere nakliye uçağı göndermek hariç, Kanada ordusunun yapacak pek işi yok; can sıkıntısı had safhada... Fakat, Allah’tan ki kar yağıyor, zaten burada hep yağıyor ve böylece Kanada ordusu topçu birliklerine kardan adam işi çıkıyor. Kanada dağlarında biriken karların çığ yapıp tepelerden akarak karayollarını sık sık kapatması can ve mal kaybına sebep olduğundan, ordu bu sene, tıpkı eski yıllarda olduğu gibi seferberliğe çağrıldı. Ordunun topçu birlikleri Rocky Mountain dağ silsilesinin Kuzey Amerika’da Kanada coğrafyasına düşen kısmından sorumlu; ABD tarafıyla ilgilenmiyor. Topçu birlikleri 1200 m. ve daha yukarılarda dik yamaçlı dağları top ateşine tutuyor ve çığ düşmesine erkenden sebep olarak tehlikeyi önlüyor. Fakat laf aramızda, boş boş duracağına bir işe yarasın diye gönderilen askeri birlikler bu işten pek memnun görünmüyor. Askeri birliğin ardı sıra Alberta eyaletinin Jasper kentine doğru giderken, önümüzdeki top çekicisinin asker sürücüsü of of diye yanaklarını şişirince, sıkıntıyı anlıyorsunuz. Biz kış ortasında Edmonton’dan yola çıkıp, Batı kıyısındaki Topçular, hedefiniz kardan adam İngiliz Kolombiyası’nın Vancouver kentine doğru ailecek araba sürüyor, yol alıyoruz. Bazen tipi bastırıyor, bazen dolu yağıyor, ardından güneş açıyor ve kar aydınlığında göz gözü görmüyor; burada rakım 1600 metredir. 800 km’lik bu etabın bir günde tamamlaması zor görünmüştü. Yolu ikiye böldük... Fakat yolun yarısı eden Jasper’dan sonrası daha beterdi, zira çığ tehlikesi yüzünden arada bir yolu kapatıyorlar, işte bu sırada ordunun JASPER topçuları devreye giriyordu. Yol kapanıyor, polis ve askeri inzibat ile MAHMUT karayolları ŞENOL ekipleri tertibat alıyor, uzaktan güm güm diye sesler geliyor, sonra “Haydi buyrun geçin!” deniyordu...Kanada’da ordu birlikleri sık sık bu türden işlere çağrılır. Kıta büyüklüğündeki ülkede çığ düşmese sel basar, hortum gelir yıkar geçer, deprem olur, karda kaybolan çıkar, yaz gelince arada bir orman yangını bastırır, hasılı doğal felaketleri bolcadır. Bu nedenle ordunun iç güvenliği sağlama görevini burada demokrasiyle bağdaştırmış bulunan federal hükümet askerini sivil emirle bu angaryalara gönderir. Bugüne dek ordudan bir şikâyet gelmiş değildi. Ne var ki geçen yıl bütçe sıkıntısı yüzünden federal hükümet askeriyeye ayrılan payı kısıtlayınca, ikide bir kışlasından çıkarılan askerin bu kez inadı tutacaktı. Afganistan’daki Amerikan müdahalesine katılan Kanada ordusu, bu cephede kendisine ayrılan tüm paraları mermiye harcayınca meteliğe kurşun atacak duruma gelmişti ve Kanada Genelkurmay’ı “Bundan böyle ekstra işlere askeri çağırırsanız, fatura eder, karşılığını isteriz! Öyle bedavaya işe gitmek yok, ne kadar para o kadar topçu!” diye federal makamlara durumu ihsas eden bir ifadeyle açık açık kafa tuttu. Pek haksız sayılmazdı generaller! 2013 bütçesinin 25 milyar dolarlık ordu masrafı yüzde 15 makas yemişti. Kanada askerinin yeniçeri gibi kazan kaldıracağını beklemek olanaksız, hele hele sipahi ocağı askerinin ikide bir padişahın yanına varıp “Onu isterüz, bunu isterüz!” diye tutturmasına benzer bir şey yapacağını düşünmesi de abes! Şimdilik Kanada ordusu hizmetini irsaliye kesip fatura ederek yazar kasa başında sürdürüp parası mukabilinde kar tepelerinden çığ indirmeye devam edecek görünüyor. Tabii, parayı başkent Ottawa’dakiler verdikçe kartopu oynaması da hoş oluyor... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle