17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 KASIM 2013 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kemal Atatürk Gerçeği… Tutarlılık ÜNİVERSİTENİN fakülte öğrencileri iki vize sınavı arası salonda dinlenirken duvar pankartına bilgece, nasıl sağlam bir sorumluluk duygusuyla ne güzel yazmışlar: “Kızlı erkekli vize keyfiyle haddini bildiriyoruz diktatörün.” Politikacı, belki de siyasal yaşamının en büyük ve en pahalı gafını yaptı geçen hafta üniversite gençliğine karşı. Taşra okullarının kapalı, yasaklı ve içe dönük havasından kendi çalışkanlığıyla, becerisiyle büyük kentlerin evrensel özgürlüğünü tatmaya başlamış gençleri insafsız ahlaki töhmetler altına sokarak ve analarla babaları karanlık varsayımların, çirkefli olasılıkların endişe dolu bilinmezliğine iterek... Neymiş, o öğrenci evlerinde ve yurtlarında neler olup bittiğini bilemezmişiz ve hepsinin yeniden düzenlenmesi gerekiyormuş. Yasalarla ve devlet gücüyle. Devletin gücünü gösterebileceği başka alan kalmamış gibi. utarlılık politika dünyasının temel kurallarından biridir. İnsanlar benimsedikleri siyasal partilerin ve peşinden gittikleri liderlerin zikzaklar çizip çelişkilere düşmesinden hoşlanmaz. Kendi tercihlerinin ve bağlılıkların hayal kırıklıkları yaratması onların özgüvenini yaralar ve bir çeşit yalnızlığa itilmişlik duygusu yaratır. Değişiklik ve tazelik gerekiyorsa, bunların ekibe anlatılması ve dönemeçlerin birlikte alınması gerekir. Tutarsızlığın en kötüsü, çizilmiş rotadan ayrılma ve sapma biçiminde değil, birbirini yok edici, hatta istenenin tam tersine sonuçlara götürücü yollara girme biçiminde olanıdır. Güncel bir örnek mi? Kıbrıs davamızın temel tezi, Ada’da iki ayrı ve birbirinden kültürce, tarihçe, dilce ve dince özellikle de ana vatanlara bağlılıkça farklı iki toplumun yan yana ve barış içinde yaşaması için bulunacak formülün iki devletli olması biçiminde değil miydi? imdi, iç içe sokuşmanın ve aynı renklerle aynı hedef peşinde koşmanın dik âlâsı olan şu buluşa bakın: Aklı evveller ikiüç Kıbrıslı Türk futbolcuyu Güney Kıbrıs takımlarında oynatarak Türkler üzerindeki uluslararası ambargoyu kırmış olacaklarmış. O konuda federasyonlar anlaşmış, imzalar atılmış. Allah bilir, bu gidişle Kuzeylileri Güney’in renklerine büründürüp KKTC’nin kalesine gol attıracakları günler de yakın demektir. Öylesine hınzırca bir tertip ki, her yanından yıllardır savunduğumuz tezlerin tam tersi akmakta. Harika bir tutarlılık! Bereket, KKTC’nin Sayın Cumhurbaşkanı bu saçma oyunu oynatmamaya kesin kararlı da o sayede bu “goal”ü yemeyeceğiz ve aslında KKTC’yi yıkmaya yönelik sinsi bir “hedef”e kurban edilmekten kurtulmuş olacağız. “İnsanlık idealinin âşık ve seçkin siması eşsiz kahraman Atatürk, vatan sana minnettardır” sözü İsmet İnönü’nündür. Tam bağımsız ve antiemperyalist nitelikli; Cumhuriyetçi, ulusalcı, halkçıdevletçi ve laik öğeli düşünceler, ‘Kemalist’ ideolojinin ilerici ve toplumcu ilkeleridir. Av. ERTUĞRUL KAZANCI / Eski ADD Genel Başkanı B T Ş u ülke ve ulusun tarihsel yolu, “Kurtuluş” savaşından sonra Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet ve devrim çizgisidir. Çağcıl uygarlık düzeyine ulaşmak amaçtır. İktisadi Devlet Teşekkülleri, ekonomik özgürlüğün umutları olurken bir yandan da kültürel aydınlığa geçiş hazırlanmıştır. Çeşitli etnik kökenlerden oluşan halk, eşit bir ulusal şemsiyede birleştirilmiştir. Sosyal ve hukuksal nitelikli köklü ve çağcıl müdahaleler yapılmıştır. Ezilenlere önderlik eden bir güç, barışın da evrensel öncüsü olmuştur. Ama pusudaki devrim karşıtlarının kötücül çabalarıyla,1950’ler sonrasının Türkiye’si tanınamaz noktalara sürüklenmiştir. Türkiye’de yolundan çıkarılan rota, toplumsal gelecektir. Kurtuluş savaşında “Ulusun ters dönmüş alın yazısı” niçin yenilmiştir? “Sakarya” ve “Dumlupınar” zaferlerinin “kıymeti harbiyesi” nedir? Sevr’e karşı Lozan mücadelesi niçin verilmiştir? Cumhuriyet ve devrim safhaları, hınçla yerilerek gündeme getirilmektedir. Bir inkârlar dizisi, karalamalar bileşkesi ve bir karşıdevrim arayışı niteliğinde olan sunuların, saptırılmış “ileri demokrasi” anlayışıyla ilgisi yoktur. Atatürk’ün kişiliğinde özdeşleşmiş ilkeleri yıkmakla ilişkisi vardır. “Demokratik özgürlük” savıyla, Kemalist devrimin ilke ve yasaları “kamu zararı” pahasına örselenmektedir. Değiştirilmesi önerilemeyen anayasal maddeler hedeftir. Atatürk’ün “Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin en aza indirgenerek parlamenter erke önem” veren tutumu çiğnenmektedir. tanbul” tipi “mütareke” zihniyetinden farksızdır. Ticaretin daniskasını yüklenerek özelleştirmelerle gürbüzleşenler vardır. AB’nin kalemşor aylıkçıları da listelerde bellidir. “Kemalizm, AB yolunu kapatıyor” sloganı onlarca geçer akçedir. Yeri gelmişken belirtmek isteriz ki; azınlık basını, ulusal mücadeleye karşı çıkmıştır. Örneğin; Ermenice yayımlanan “Rönesans” Anadolu direnişçilerine “sorumsuz çeteler” derken Yahudi sermayeli “Journal d’Orient” “mandacılık” politikası dile getirmiş, Rumca “Pontos” da “Karadeniz’de devlet kurmaya” girişmiştir. Şimdilerde Atatürk’ün deyişiyle “Cumhuriyeti kuran halkın ulus olduğu” birleşimi, ayrıştırmalarla baş başadır. Alfabe, “q, w, x” harfleriyle bozulmuştur. Bu gidişle, İstanbul bile “Konstantinopolis” adına yolcudur. Türkçe anadil eğitimi, özel okullar kanalıyla zedelenmiştir. “Öğretim birliği” yasası, yok edilmek üzeredir. 1933 yılından beri okullarda söylenen “andımız” metni iptal edilmiştir. Gerekçe, “Soğuk savaş döneminden kalan demirperde gibi bir söylem ve şekil oluşturmak” savıdır. İşte bu yaklaşım; ya cehalet veya saptırmacadır. Bu deyişler, İngiliz başbakanlarından Churchill’e aittir. “Resmi ideolojiyle savaşıyoruz” bağırışlarıyla saf tutanlara bir bakınız. Teokratik bağnazlar, ayrımcılar, feodaller ve dönek liberaller, Cumhuriyet ve Kemalist devrimi yıkmak üzere istim üstündedirler. Dinsel bezirgânlığa oturan siyasetler, oy arenasındadır. Halkçıdevletçi düzen yerine, kitleyi sömüren aygıtsallık işletilmektedir. Göç etmek zorunda bırakılmış ve bir torba kömüre gereksinim duyanlardan oy istenmektedir. Atatürk’ün ekonomik eserleri; “Son Sosyalist devleti yıktık” çığlıkları eşliğinde ve haraçmezat yöntemlerle ihale edilmiştir. Liman ve tersaneler, yeral İşin esası tı ve yerüstü kaynakları, halkın mülkiyeti olan bina, arsa ve araziler kalmamıştır. Yabancılar kolonisi türetilmiştir. “Hukukun üstünlüğü” yerlebir edilmiştir. Yurttaşları iletişimle dinleyerek vurma ağları geliştirilmiştir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı idari keyfiliğe bırakılmıştır. “Adliye sarayları, cezaevleri inşa ediyoruz” şişinmesinin (!) ardındaki suç artışı, nedense akla getirilmemiştir. Bir de Cumhuriyet ve devrim cephesinde yer alanlar arasındaki gereksiz değerlendirmeler söz konusudur. Şöyle ki; 1950’ler sonrasında “takıyyeciler”, tuzaklar düzenlediler. “Biz Atatürkçülüğü kabul, Kemalizmi reddediyoruz” söylemine sarıldılar. Tuzaktan anlamsızca etkilenen Cumhuriyetçi bir kesimce de denildi ki: “Mustafa Kemal devrimciydi, Atatürk durağandır.” “Atatürkçülük” sıfatı, neredeyse sahtecilere bırakıldı. Sanki 1934 yılında aldığı “Atatürk” soyadı, Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmışçasına yorumlara girişildi. Oysa ki; “Gazi”nin, “Atatürk” olarak gerçekleştirdikleri de önemli işlevlerdir. 5 yıllık Kalkınma Planlarıyla KİT’lerin yapımı, ulaşım, madencilik, enerji, sulama projeleri, güzel sanatlar ve eğitim gelişmeleri ülkesel yoğunluk taşır. Yüzde 9 oranlı ekonomik büyüme hızı bir daha yakalanmış mıdır? İş yasası,1936’da çıkmamış mıdır? 1934 tarihli “Balkan Antantı”, 1936 yılındaki “Montrö Antlaşması” ve 1937’deki “Sâdabat Paktı” dış politika başarıları değil midir? 1937’de anayasaya giren “Altı Ok” simgesi hangi süreçtedir? 1939’da yapılacak CHP kurultayı için Atatürk’ün 1937 yılındaki el yazılı hazırlığında “Kemalizm prensipleri” ifadesi geçer.(*) İlhan Selçuk için, “Kemalist Aydınlanma Devrimi ve Atatürkçü Düşünce Sistemi” özdeştir. Başlıca Kemalist örgüt,“Atatürkçü Düşünce Derneği”dir. “Kemalizm” ve “Atatürkçülük” sözcüklerini kavramsal bütünlükle değerlendirerek “Makyavel” taklitçilerine ortam bırakmamalıdır. Totaliterliğe Geçiş Formülü Demokrasi ile otoriter ya da totaliter rejimlerin farkı seçim sandığının var olup olmaması değildir… Çünkü bütün otoriter ya da totaliter rejimlerin arkasında, iyi kötü bir sandık mekanizması ve bir seçmen desteği vardır… Fark, temel hak ve özgürlüklerin varlığı ya da yokluğudur! HHH Otoriter rejimler, esas olarak kamu alanındaki temel hak ve özgürlükleri yok eder, belli sızıntılar dışında, özel yaşama pek karışmaz. Totaliter rejimler ise, hem kamu yaşamına hem de özel yaşama müdahale eder: Bireylerin hangi değerlere, ideolojiye, ahlaka sahip olacaklarını, kişiliklerinin nasıl biçimleneceğini, nasıl bir aile kuracaklarını, çocuklarını nasıl yetiştireceklerini, sözün kısası, nasıl yaşayacaklarını düzenler. HHH Otoriter rejimlerin de totaliter rejimlerin de en büyük gücü, arkalarına aldıkları siyasal, ideolojik, toplumsal, ekonomik, kültürel güçler ve bu güçlerin geniş halk kitlelerindeki yansımalarıdır… Elbette bu yansımalar, sandıkta yani seçmenler arasında da görülür ve hem otoriter hem de totaliter siyasetçilerin en büyük demagojik gerekçesi olur. HHH Totaliterliğe geçişin formülü kısaca şöyle özetlenebilir: 1) Önce, toplumun belli kesimlerinden ve seçmenin belli bir kısmından alınan, siyasal, ekonomik ve ideolojik bir destek. 2) Sonra, gözü kara bir liderin etrafında gerçekleştirilen partidevlet bütünleşmesi. 3) Oluşturulan totaliter ideolojik modelin devlet eliyle, eğitim, polis ve yargı aracılığıyla, zorla dayatılması. 4) Buna ek olarak totaliter baskının mahallede, komşular, partililer ve yandaşlar aracılığıyla yaygınlaştırılması. 5) Son olarak devlet ve mahalle baskısının, birbirini destekleyerek, hem kamu alanını hem de özel yaşam alanlarını tümüyle baskı altına alması! HHH Ne diyor AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli: “Polis bir yaptırımda bulunmayacak. Aynı evde yaşayan karşı cinsler komşuların da uyarısı sonucu tespit edilirse polis bu gençlerin ailelerine telefon açıp ‘İşte oğlunuz veya kızınız şu evde şu kişilerle birlikte yaşıyor’ diye bildirimde bulunacak.” Mahalle baskısı ile devlet baskısını bütünleştiren bundan daha güzel bir örnek akıl edilemezdi! Ayrıştırmalar Tam bağımsızlıktan yana ulusal bilinç, ayrıştırılmaktadır. Basın organlarından bir bölümü, kamuoyunu yanıltmaktadır. Kurtuluş savaşı ruhunu günümüzde “Hâkimiyeti Milliye, İkdam, İstiklâl” gibi onurla temsil eden basın vardır. Ama karşılarındakilerin bir kısmı; “Alemdar, Peyamı Sabah, İs Sonuç: Kemal Atatürk gerçeğine sahip çıkmak, yurtseverliktir. Bilinçleri aymazlıklara sürüklenenleri, akıl ve bilime çağrı gerekmektedir. Çünkü gün; devrimci Cumhuriyeti kollamak ve yıkılmaya çalışılan ilkeleri, 10 Kasım 2013’lerde yeniden inşa etmek günüdür. (*) Aslı. Teşekkür Geçirdiğim kısa fakat kritik bir rahatsızlık boyunca tetkiklerdeki özverili ve başarılı çalışmaları için Ankara Başkent Üniversitesi hekimlerine ve bütün sağlık personeline teşekkürlerimi gazetemiz yoluyla duyurmayı borç biliyorum. Basın Özgürlüğü GÜNAY GÜNER T ürkiye’de gazetecilik, on yıllardır en güvencesiz, çalışma haklarından yoksun alanlardan biri olması yetmezmiş gibi, aynı zamanda iktidarların ağırlaşan baskılarının da hedefi olmuştur. Oysa bugünlere, Bağımsızlık Savaşı sırasında İradei Milliye, ardından Hâkimiyeti Milliye gazetelerini yayımlayarak, bu gazetelerde yazarak halkın bilinçlenmesini basın üzerinden de sağlamaya çalışan Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir” tümcesinde somutlaşan, Cumhuriyetin kuruluş döneminden gelindi. Türk Devriminin basın özgürlüğüne verdiği önemin nedeni Cumhuriyetin, sorumluluklarını olduğu değin, haklarını bilen, öğrenen özgür bilinçli bireyler yaratma amacıdır. Ulus okulları, halkevleri, temelleri Atatürk döneminde atılan Köy Enstitüleri, yaklaşık altı yüz Doğu, Batı klasik yapıtının çevrilip halka ulaştırılmasının sağlandığı çeviri kurulları, çağdaş üniversite, Yazı Devriminin ardından kurulan Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu söz konusu erdemli amacın usa ilk gelen kanıtlarıdır. Günümüzde ise 62 gazeteci uzun zamandır cezaevinde. Yarar umulan belirsizlik koşulları, keyfi, tüze dışı uygulamalar sürdürülerek yılgınlık ve korku yayılmak istenmektedir. Giderek bir yandan halkın haber alma hakkı engellenirken, bir yandan da toplumca duyarlı olunduğu düşünülen konular üzerinden somut olaylar, kötülükler perdelenmeye çalışılmaktadır. Örneğin Suriye’ye götürülürken yakalanan kimyasal madde varillerini konuşan var mı? 90 yılına birden, devrim ve Cumhuriyet karşıtlarının yol açtığı kötülüklerin faturasını kesmeye çalışanlar, yukarıda anılanları ve daha birçok gerçeği göz önüne alarak aradaki taban tabana karşıt durumu iyi anlamalıdırlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle