17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 KASIM 2013 CUMARTESİ 14 Kadın Birliği Başkanı Haci’ye göre, Türkiye’nin ardından Arap Baharı’yla birlikte bütün bölgede iktidarlar kadın haklarını hedef almaya başladı ÖZGÜR ULUSOY DIŞ HABERLER [email protected] uSosyalist Enternasyonal Kadın haklarına ilk tırpan Türkiye’den Gezi olaylarında kadınlar ve eşcinseller öne çıktı, tabandan gelen bir hareket söz konusuydu. Bunun bölgeye nasıl bir etkisi oldu, gözlemleriniz nedir? Türban Açılımıyla Gelen ‘Kızıl Damga’ Lisede edebiyat dersinde “Kızıl Damga” diye bir kitap okumuştuk. Amerikan edebiyatının şaheserlerinden sayılan roman, 17. yüzyıl Boston’unda geçmekte, dönemin püriten zihniyetinin nişanesi olarak boynunda ilelebet “A” harfi taşımak zorunda bırakılan genç bir kadının toplumdan bir canavar gibi dışlanmasını anlatmaktaydı. Romanın baş karakteri Hester Prynne, kötülük sembolü “A” harfini İngilizcede “zina/zina yapan”a denk gelen “adultery/ adultress”sözcüklerinin başharfi olarak taşımaktaydı. Hester’i damgalayan “A” simgesini gören herkes böylece kadını derhal “günahkâr” sınıfına sokacak, onu lanetleyecekti! Üsküdar’da iki genç kızın yaşadığı bir binanın antresine asılan “apartman sakinlerinin dikkatine” ilanını gördüğümden beri, Nathaniel Hawthorne’un “Kızıl Damga” romanını düşünüyorum. Bir apartman yöneticisinin, ilkokul 2. sınıf düzeyindeki kargacık burgacık yazısıyla, kızların böğrüne basılan uğursuz bir “A” damgası gibi kaleme aldığı satırlar şöyle: “Apartmanda bazı insanlar kız erkek beraber kalıyorlar??? Böyle şeyler binaya… apartmana uygun değildir….. Böyle insanları gördüğünüzde polise (155) ihbar edin… Apartman olarak mal sahiplerinin gerektiğinde, imza toplayarak gereği sonuna kadar yapılacaktır.” Durumdan baş döndürücü süratle vazife çıkartan ama bu arada üç cümleyi bile yan yana getirmekten aciz olan, “ahlak bekçisi yöneticinin” satırlarını vicdan sahibi herkes derinlemesine düşünmeli. Konu kadın dahi olsa(!) insanların hayatıdır! Kapılarının önündeki ilanı gördüklerinde çok haklı olarak ağır şoka giren ve büyük dehşet yaşayan kızların yarın öbür gün başına bir şey gelse, bunun hesabı kimden sorulacaktır? Türkiye’nin gözü önünde cereyan eden tüyler ürpertici bu olayın, 17. yüzyıl Boston’undaki yobazlığı ve gericiliği teşhir eden “Kızıl Damga” dan hiç farkı yoktur. 2013 Türkiyesi’nin kızları, 3 asır öncesinin başka coğrafyalarında yaşanan bağnazlık, ilkellik, acımasızlık ve gericiliğe yem edilmektedir. osyalist Enternasyonal Kadın Birliği (SIW) Başkanı Vafa Haci, Türkiye’de kadın haklarında kademeli olarak bir gerileme yaşandığını söyledi. Haci’ye göre bu süreç Türkiye’yle sınırlı değil, Arap Baharı olarak adlandırılan isyanlarla birlikte Akdeniz’in güneyindeki bütün bölge de aynı sorunla karşı karşıya. Sosyalist Enternasyonal’e paralel olarak ilk kez, CHP’nin ev sahipliğinde düzenlenen Sosyalist Enternasyonal Kadın Birliği toplantısı için İstanbul’a gelen Haci, Cumhuriyet’in Türkiye ve bölgede kadın ve kadın haklarıyla ilgili sorularını yanıtladı. Başbakan Erdoğan kız ve erkek üniversite öğrencilerinin aynı evde kalamayacağı yönündeki görüşlerini dile getirerek yeni bir tartışma başlattı. Daha önce de özel hayata müdahale niteliğinde açıklamalar söz konusuydu. Bu açıklamalar için ne düşünüyorsunuz? Öncelikle, kadınların durumu açısından Türkiye’de bir gerileme söz konusu. Kadın haklarında kademeli bir şekilde geriye gidildiğini düşünüyorum. Bu bir tek Türkiye’ye özgü değil. Bütün Akdeniz’in güneyinde Arap Baharı ile birlikte, yeni bir sorunla karşı karşıyayız. Muhafazakâr bir hareket söz konusu, aynı mantık, strateji bütün bölge için geçerli. Türkiye’de yaşananların benzerine Tunus, Mısır, Fas dahil bütün bölge ülkelerinde de tanık oluyoruz. Hak tırpa S HACİ nına kadın haklarıyla başlama eğilimi var. Hükümetler önce kadın haklarını mı kesiyor? Kesmeye çalışıyor. Türkiye’de güçlü bir kadın hareketi var. Örneğin Fas’ta da, Tunus’ta da. Kadınların statüsünü geriletmeye çalışıyorlar. Kadınlar için daha iyi koşullar için uzun yıllar süren mücadelemizi zayıflatmaya çalışıyorlar. Onlar derken, hükümetler ideolojik olarak aynı mı? Bence evet. Bütün bölgede muhafazakâr, gerici bir hareket söz konusu, yaşam tarzımıza bir mantık getirmeye çalışıyorlar. Hepimizin uyanık olması gerek. Çünkü kadın haklarını keserlerse, bundan sonra başka hakları da kesecekler. Bütün bu bölgede yıllar içinde inşa ettiğimiz şeyleri, kazanımlarımızı kaybedebiliriz. Bu yüzden protesto biçimleri ve yeni yaklaşımlar görüyoruz. Belki partilerimiz bu ihtiyaçları, hareketleri yeterince iyi dinleyemedikleri için inisiyatifi bu hareketler ele aldı. Bence partilerimiz, yalnızca bu bölgede değil, bütün dünyada, bu hareketlere kulak vermeli. İnsanlar ve kadınlar niçin yeni örgütlenme biçimleri arıyor, bu soruyu sormak gerekir. İnsanlar değişim istiyorlar. Sosyal demokrat hareketimizin insanların yeni hassasiyetlerini, ihtiyaçlarını gözetmesi lazım, projelerin hayata geçmesi lazım her ülkede. Azınlıkların haklarına, dinle devlet arasındaki ayrıma, tarih içinde oluşan kimliklerimize gereken saygıyı göstermeden demokrasiyi inşa edemeyiz. Biz dünya kadınları olarak buraya dayanışma için geldik, yalnız olmadığını göstermek için. Bizim için Türkiye önemli. Türkiye’deki siyasi durumun bütün bölgede etkisi olacaktır. S IW olarak yeni bir hareket gördük, partilerimizin değişmesi gerektiğini, bu hareketleri dikkate alması gerektiğini söyledim. Yeni ihtiyaçlar, yeni çok dikkatli ve dayanışma içinde olmamız gerek bölgenin kadınları olarak. Ayrıca, hassasiyetlerimizi partilerimize, erkeklere, insan hakları örgütlerimize, bütün topluma yaymalıyız. Bu hareket kadınlarla başlasa da, bütün topluma dokunacaktır. Türkiye’de kadınlar çok uyanık. İstanbul ve diğer şehirlerde protestolar, yürüyüşler oluyor. Ükem Fas’ta bu uyanıklık, protestolar sonuç verdi, hep sonuç verdi. Bence sizde de aynı. Yalnızca kadın hakları değil, toplumun bütün ilerici ve demokratik güçlerinin haklarımızı geriletmek isteyen bu gerici harekete tepki vermesi lazım. Kadın haklarında gerileme süreci Türkiye’de mi başladı? Bir açıdan Türkiye. Bu gerici hareket tabii İran’da yıllar önce başladı. Ta mamen başka bir bağlam söz konusuydu, şimdi yeni bir süreç var. Şimdiki dönem Türkiye ile başladı denebilir. Arap dünyasının rejimleriyle birlikte bence bütün bölgeyi ilgilendiren bir hareket söz konusu. Müdahaleler hep kadınla başlıyor. Başbakan Erdoğan’ın pek çok ifadesi de kadınlarla ilgili. Neden? Toplumumuzun temel direklerinden birisi ailedir. Kadın da ailenin temel direği. Eğitim ailede başlar, burada değerleri öğreniriz. Bu aile yapısı bu yüzden muhafazakârlaştıkça gerisi gelir. Özel hayat, özel bölüm, bu yüzden gelecek kuşakların mentalitesini değiştirmek isteyenler için bir hedeftir. Tabii bir o kadar önemlisi eğitim sistemi. Aile ve eğitim. İlk eğitimimizi ailede alıyoruz. Ardından okullarda devam ediyor. Erdoğan, Polonya’da mevkidaşı Tusk ile ikili görüşme yaptı. ‘Üyelik AB ve İslam’ı kaynaştırır’ Başbakan Erdoğan, Polonya’daki temasları kapsamında, Primasowski Sarayı’nda düzenlenen “TürkiyeAB İlişkileri” konulu konferansta konuştu. “Türkiye’nin AB’ye tam üye olması, AB ile İslam dünyası arasında yeni bir kaynaşmanın kapılarını aralayacak, kafalardaki soru işaretini giderecektir” diyen Erdoğan “Birliğe dört dörtlük üye olanlarda ne varsa hepsi bizde de var” ifadelerini kullandı. (Fotoğraf:AA) Kerry’den sürpriz katılım (Fotoğraflar: AFP/REUTERS) ayatma, koşullama, özgür tercih fark etmez Kadınların başına türban dolayan gericilik, bu dayatmanın kabullenilmesinin ardından şimdi de kadınerkek arasına cinsiyet duvarı örmek peşinde. Türban politikasının temel hedefi bu zaten: Harem selamlık toplum düzeni. “Türban dinin emri mi?” başlıklı (4 Kasım) yazımda bu boyuta önemle vurgu yapmış; başbakanın “başörtüsü dinin gereğidir” şeklindeki beyanı ile gelen son örtünme atağını, Cezayir asıllı İslam uzmanı sosyolog Khaled Fouad Allam’ın “Kuran yasası türbanı dayatmaz” değerlendirmesi ile birlikte ele almıştım. Çeşitli İslam âlimleri gibi Allam da türbanın gerçekte dini emir olmadığını ileri sürmekte, başörtüsünün bir “kimlik” meselesi olduğunu vurgulamaktaydı. Kadının evden dışarı çıktığı ve geleneksel yapıların kırıldığı modernizasyon sürecinde “türban”ın kimlik arayışının yanıtı olduğunu söyleyen yazar; bu süreçte toplumsal yaşama katılan kadınlarla erkekler arasında “türban” yoluyla bir duvar çekildiğini, kalıpların böylelikle korunmaya çalışıldığını öne sürmekteydi. “Türban dinin emri midir?” tartışmasını tam bu damar sürdürecekken başbakanın bire bir bu saptamayı doğru çıkaran “kızlı erkekli yaşama savaş” hamlesi geldi. Son dönemin polemik konusu olan “Başımı açarak haşa bir daha kirlenmem!” tartışmasını hatırlatan biçimde, “Başörtüsü uygulamasındaki gelgitlerin ardında İslam toplumlarındaki ‘mekruh’ ve ‘saflık’ ayrımı da vardır” diyen Allam, “Başörtüsü bu bağlamda saf olanı mekruhtan ayıran bir sınır olarak görülebilir” demekte ancak “Türban ister dayatma, ister koşullanma, ister özgür tercihle takılsın; sonuç değişmez.”diye üstelemekteydi: “Başörtüsü İslamla Batı ve de İslamın kendi iç çekişmeleri ile (İslami) hukuk ve kültür arasındabugüne dek çözülmeyen tüm çatışmalara yapılan bir göndermedir!” Son dönemde işte Türkiye’de bir Pandora Kutusu gibi açılan; “başı kapalıtemiz” ve “başı açıkkirlenmiş kadın”/ “kadınlı erkekli yaşam” kutuplaşmaları, böylece bir yandan İslam içi çekişmeleri, bir yandan da Allam’ın dikkat çektiği İslamın Batı değerleri ile çekişmesini dışa vurmaktaydı. Diğer deyişle şu anda biz tüm fay hatlarının sıkıştığı ve çakıştığı, “geçmişin çözülemeyen tüm çatışmalarına gönderme yapan” bir deprem yaşamaktayız. TBMM’deki tarihi “türban çözümünün” hemen akabinde “kızlı erkekli yaşam” kavgasının patlak vermesi, bu nedenle seçim yatırımı ya da suni gündem gibi konjonktürel nedenlerle açıklanamaz. D İRAN’LA NÜKLEER MÜZAKERE Dış Haberler Servisi Cenevre’de ikinci turu yapılan İran’ın nükleer programıyla ilgili görüşmelere ABD Dışişleri Bakanı John Kerry sürpriz bir şekilde katılırken İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu varılacak bir anlaşmayı “tamamen reddeceklerini” duyurdu. Netanyahu, Twitter’da da “İran’ın Gerçek Yüzü” başlıklı bir kampanya da başlattı. Kerry, BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülke ile Almanya’nın oluşturduğu 5+1 ülkeleriyle İran arasındaki görüşmelere, Ortadoğu turunu keserek katılırken İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ve Avrupa Birliği Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton görüşmelerde hazır bulundu. İran tarafını ise Dışişleri Bakanı Cevad Zarif temsil etti. Kerry, görüşmeler öncesi yaptığı açıklamada, “Şunu vurgulamam gerekiyor, bulunduğumuz nokta itibarıyla henüz bir anlaşma yok” dedi. Farklılıkların ortadan kalkacağını umduğunu ifade eden Kerry, kimsenin yanlış anlamaması gerektiğini belirterek “İki taraf arasında halen kapanması gereken farklılıklar var” diye konuştu. Öte yandan ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya’nın Dışişleri Bakanlarının ardından, Rusya dışişleri bakanı Sergey Lavrov’un görüşmeler için Cenevre’ye geleceği belirtildi. Kerry, Ortadoğu turunu keserek Cenevre’ye gitmeden önce İsrail’de Netanyahu ile bir araya gelmişti. Netanyahu olası anlaşmaya ilişkin olarak yaptığı açıklamada, “Bu çok çok kötü bir anlaşma. İsrail bu anlaşma ile yükümlü değildir ve İsrail halkının güvenliğini savunmak için, kendimizi savunmak için gereken her şeyi yapacağız” dedi. ‘Türk büyükelçiliğini havaya uçuracaktım’ Dış Haberler Servisi Rusya’nın Karadeniz bölgesi Stavropol şehrinde 31 Ekim tarihinde güvenlik güçleri tarafından yakalanan intihar eylemcisinin Moskova’daki Türk Büyükelçiliği binasını havaya uçurmayı planladığı açıklandı. Rusya’nın resmi RIA Novosti ajansı, soruşturmayı yürüten güvenlik kaynaklarından aldığı bilgiye dayandırdığı haberinde, intihar eylemcisinin “Amacım Moskova’ya ulaşmaktı. Yakalanmasaydım Moskova’da Türk Büyükelçiliği önünde intihar eylemi gerçekleştirmeyi planlıyordum” dediğini aktardı. Canlı olarak yakalanan intihar eylemcisinin kimliği henüz açıklanmadı. 10 gün önce yakalandığında elbisesinin altında patlamaya hazır bomba düzeneği bulunan teröristin Rusya’daki Türk diplomatik temsilciliğine yönelik neden böyle bir eylem gerçekleştirmek istediğinin motifleri ise aydınlatılmadı. ‘Yolanda’ esti köpürdü Dış Haberler Servisi Bu yılın en şiddetli tayfunu Filipinleri vururken felakette ilk belirlemelere göre en az 4 kişi yaşamını yitirdi. Geçen ay 7.2 büyüklüğündeki depremle sarsılan ülkeyi etkisi altına alan, yerel halkın “Yolanda” olarak adlandırdığı “Haiyan” tayfununun hızının kimi ABD kaynaklarınca zaman zaman saatte 235 km’ye, kimilerince 312 km’ye ulaştığı belirtildi. Yetkililer, dün sabah tayfunun ülkenin Doğu Samar bölgesine ulaştığını, iki kişinin fırtınadan kaynaklanan elektrik kaçakları, bir kişinin ağaç devrilmesi, diğer bir kişinin ise yıldırım düşmesi sonucu yaşamını yitirdiğini bildirdi. Doğu Samar’dan Leyte Adası’na ilerleyen tayfun, pek çok bölgede elektrik ve telefon hizmetlerinin kesilmesine yol açtı. Kıyı şeridinde 4.5 metrelik dalgalar oluşurken kırsal kesimlerde toprak kaymaları meydana geldi, evlerin çatıları uçtu. ‘Molla Radyo’ barış kapısını kapattı Dış Haberler Servisi Pakistan Talibanı’nın önceki gün liderliğe getirdiği, sertlik yanlısı tutumuyla tanınan Molla Fazlullah, Pakistan hükümetiyle barış görüşmelerini “vakit kaybı” olarak değerlendirirken örgütten yapılan açıklamalarda, intikam saldırıları tehdidinde bulunuldu. Pakistan Talibanı sözcüsü Şahidullah Şahid, Fazlullah’ın barış görüşmelerine karşı olduğunu söyleyerek, “Barış görüşmeleri söz konusu bile değil. Bu hükümetin otoritesi yok, bağımsız değil, bu hükümet köle, Amerika’nın kölesi” dedi. Yeni lider Fazlullah, radyo aracılığıyla yaptığı sert konuşmalar nedeniyle “Molla Radyo” diye anılıyor. Fazlullah’ın atanmasından önce, geçici olarak Taliban liderliğini üstlenen, örgütün şura başkanı Asmatullah Şahin de, güvenlik güçleri, hükümet kurumları, siyasi liderler ve polisi hedef alan saldırılar düzenleyeceklerini duyurdu. Pakistan istihbaratı, Fazlullah’ın, kız çocuklarının okula gitmesi için kampanya yürütürken, Taliban tarafından başından vurulan çocuk aktivist Malala Yusufzay’a saldırıyla bağlantılı olduğu görüşünde. Dış Haberler Servisi Suriye’deki çocuk felci salgınının komşu bölgeleri de tehdit ettiği, Avrupa’ya ulaşabileceği uyarısı yapıldı. Tıp dergisi The Lancet’te yayımlanan bir makalede uzmanlar sadece Suriyeli sığınmacılara aşı yapılmasının, ülkedeki çocuk felci salgınının önüne geçmede ve yıllardır görülmeyen hastalığın Avrupa’ya ulaşmasını engellemede yeterli olmayabileceğini belirtiyor. Alman enfeksiyon hastalıkları uzmanları Martin Eichner ve Stefan Brockmann, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ), iç savaşta aşı takibinin azaldığı Suriye’de, en az 10 çocuk felci vakasının bulunduğunu doğruladığına işaret ediyor. Suriyelilerin komşu ülkelere toplu halde göç etmesiyle Avrupa’da riskin arttığını söyleyen uzmanlar, kıtada özellikle aşı takibinin az olduğu Bosna Hersek, Ukrayna ve Avusturya için uyarıda bulunuyor. ‘Suriye’deki çocuk felci salgını Avrupa’ya sıçrayabilir’ Soros’tan 1 milyon dolar Dış Haberler Servisi ABD’li ünlü milyarder, yatırım spekülatörü George Soros’un Suriye’deki insani yardım çalışmalarına 1 milyon dolarlık katkı taahhüdünde bulunduğu bildirildi. Soros, yaklaşan kışa dikkat çekerek Suriye’de insani durumun daha da ağırlaşacağı, yetersiz beslenen çocukların sayısının daha da artacağı uyarısı yapmıştı. ayali geçmişi bugüne eklemlemek’ Başka vesilelerle de gene bu köşede söz ettiğim Suriyeli şair Adonis’in satırlarıyla bu yazıyı noktalayalım: “Bazılarının türbana atfettiği dinen aşırı saplantıya karşın, İslamın şartlarında böyle bir dayatma yok” diyerek dinin böyle bir emri olmadığını yineleyen Adonis de “türban” aracılığıyla düşlenen ve hayallerde yaşatılan bir geçmişin ısrarla bugüne taşınmak istenmesinden bahsediyor… Arapçaya nüanslarıyla hâkim olduğunu varsaydığımız ünlü ozan, “Kuran’da bu konuda açık ve belirgin bir hüküm yok” tespitine ilave olarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “Bu yarı dini bir meseledir. Tarih bize sosyal ve dini skalada üst düzey konumda pek çok Müslüman kadının, erkeklerin yanında türban takmadığını kanıtlıyor. Türban saplantısı; hayali bir geçmişi, kolektif bellek ve pratikte günümüze eklemleyebilmek adına yürütülen siyasisosyal bir stratejidir.”(“Türban Yalanı”, AdonisCorriere della Sera 30 Ağustos 2006.) ‘H ABD ve İsrail, UNESCO’da oy hakkını kaybetti Dış Haberler Servisi ABD ve İsrail, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’ndeki (UNESCO) oy hakkını kaybetti. UNESCO’ya mali katkı yükümlülüklerini yerine getirmeyen ABD ve İsrail’in oy hakkını otomatik olarak kaybettiği bildirildi. UNESCO’dan kimliğini saklı tutan bir kaynak, iki ülkenin de dün sabah oy hakkının kaybolmaması için örgüte sunması gereken belgeleri teslim etmediklerini duyurdu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle