17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 KASIM 2013 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Küçük Dokular BU satırların ortaya çıkması için klavyenin tuşlarına vurulmaya başlanırken Fenerbahçe kulübünün başkanlık seçiminde oy kullanımı bile başlamamıştı. Köşesinde bu yazının yer alacağı gazetenin dizgi, baskı, dağıtım ve satım aşamalarından geçerek en erkenci okuyucunun eline varmasına için daha epey vakit var demektir. Bu bakımdan fazla güncellik beklemeden asıl söylenecekleri hemen yazmak gerekiyor. Çünkü, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi büyük spor kulüplerimizde, özellikle de futbol takımları olanlarda olup bitenler ile toplumun siyasal bilinci, dayanışma alışkanlığı, vatan ve ulus sevgisi, çalışma ve beceri coşkusu gibi kavramlar arasındaki ilişkilerin varlığı bazı çevrelerce sanılandan çok daha önemli ve üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konudur. Her şey bir yana, ilk bakışta şu ya da bu kulüp başkanlığına falanca ya da filancanın seçilmesi sırasında bile adaylarda aranan nitelikler ile siyasal makamlara seçilecekler için aranan niteliklerde de görev sorumluluğu, dürüstlük, ekip çalışmasına yatkınlık gibi ortak kavramlardan söz edilmesi bile halk yığınlarının siyasal eğitimi açısından yararlı sayılamaz mı? Ülke yüzeyinde spor kulüpleri gibi kendiliğinden oluşmuş kuruluşlar, aralarındaki ilişkilerle toplumsal dokuyu güçlendiren birer unsur sayılmalıdır. lbet, bu tür çok aşikâr doğruların yavanlığıyla vakit geçirmek yerine servet ve gelir dağılımındaki dengesizliklerin böyle bir alanda yarattığı olumsuzlukları ele almanın gerekliliğine önem verilmelidir. Ekonomi, eğitim, gençlik sorunları, turizm, genel ahlakla kültür ve dış politika gibi başka bir yığın uzantısı olan bir alandır bu. Dolayısıyla sporu ve hele futbol gibi halk yığınlarına mal olmuş sportif oyunları hiç değilse bu tür sosyal sorunları akla getiren yönleriyle sevmek, benimsemek ve geliştirmek gerekmez mi? Tabii, bu geliştirişin gereği olarak ancak bu amaç için yararlanılması gereken yabancı sporcu ve öğretici eleman alımı kolaylığını titizlikle kullanmak ve halkın alın teriyle oluşturulmuş kıt mali kaynakları hovardaca bir seyir keyfi, eğlence tutkusu uğruna çarçur etmemek koşuluyla. Cumhuriyetin 90. Yıldönümünün Ardından C umhuriyet’in ilk kuşağında doğmuş olmaktan hep büyük gurur duymuşumdur. Bitmiş tükenmiş, toprakları parçalanmış, kalanları da işgal altındaki bir imparatorluktan dipdiri bir Cumhuriyet yaratıldı. Sultan buyruğu yerine, ulusun kendini yönettiği, çağdaş ilkelere bağlı, barış ve güven içinde yepyeni bir ülke... Çok kısa bir süreye sığdırılan ekonomik atılımlarla, Osmanlı’dan kalan borçlar bile ödendi, fabrikalar kuruldu, ülke gerçekten demir ağlarla örüldü; bir yandan da eğitim ve çağdaşlaşma devrimleriyle yepyeni bir toplum yaratıldı. Okuma yazması olmayan bir toplumu siyasal bunalımdaki Avrupa’dan kaçan bilim insanlarının sığınıp etkin olabileceği çağdaş bir topluma dönüştürme becerisi gösterildi. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal iyi bir asker, iyi bir devlet adamı ve çağdaş uygarlıktan yana, aydınlatıcı büyük bir devrimciydi. Onun önderliğindeki atılımlar, çağdaşlaşma devrimlerinin çok kısa bir zaman dilimine sığdırılmasını sağlamış ve Cumhuriyetin vazgeçilmez değerlerini oluşturmuştur. Atatürk’ün sözü, 20. yüzyılda söylenmiş en güzel söz, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi, Türkiye’yi bütün dünyanın içine girdiği acımasız savaşların dışında tutmuştur. Savaşsız geçirilen 90 yıllık bir dönem büyük bir ayrıcalıktır, nimettir. Bütün bu başarılar nedeniyle Mustafa Kemal Atatürk yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın da 20. yüzyıldaki en büyük siyasal lideri ola Şimdi 90’ıncı yılda, ne yazık ki Cumhuriyetin getirdiği kazanımları, başarıları siyasal çıkar uğruna göz ardı etme, küçümser görünme eğiliminde olan bilinç ve bilgi yoksunları var. Onların cahilliği, aymazlığı, nankörlüğü acınası bir durumdur. Başarıları ve kazanımları küçümsemek kimseyi büyütmez. Bilinmeli ki aydınlık karanlığı, bilgi cehaleti her zaman yener. DOĞAN HASOL E rak kabul edilmektedir. ABD’deki Kentucky Üniversitesi’nin yayımladığı, 199 ülkeden 1941 yönetici arasında yapılan araştırmayı derleyen kitap (1), Atatürk’ü “20. yüzyılın en büyük siyasi lideri” olarak belirliyor. Cumhuriyetin 25’inci yıldönümü törenini, ilkokulu yeni bitirmiş bir çocuk olarak Taksim Cumhuriyet Meydanı’nda babamın omuzlarında izlemiştim. İstanbul’da yaşanan ne büyük coşku, ne büyük gururdu o… 50’nci yılda da büyük kutlamalar vardı. Bir gün sonra, 30 Ekim 1973 günü Boğaziçi Köprüsü’nün açılışı yapıldı. Köprünün açılış töreni, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarıyla yarışmaması, kutlamaların coşkusunu gölgelememesi için gösterilen incelikle bir gün sonraya bırakılmıştı. Ayrıca, açılış siyasal bir şova dönüştürülmemişti. Bu kez 90’ıncı yıl kutlanırken Marmaray’ın kısmi açılışı da aynı güne getirildi. Boğaz’ı alttan geçme düşüncesi ve girişimleri eskiye dayanır; tarihsel bir geçmişi vardır. Marmaray projesi son yıllarda ele alınmış olan büyük projeler arasında, en tutarlı olanıdır. Denizi bir sualtı tüneliyle aşıp iki kıtayı birbirine bağlayarak toplu taşımaya hizmet edecek bir raylı sistem... HalkalıGebze arasın da 76 km’lik bir banliyö hattı projesi... Girişim, Bülent Ecevit’in koalisyon hükümeti döneminde başlatılmıştı. Yapımına 2004’te başlanan projenin 24 Eylül 2008’de tamamlanması gerekiyordu. Çeşitli nedenlerle beş yıl gecikti. Yitirilen sürenin sorumluluğu hep arkeolojik kazılarda gösterilen duyarlılığa yüklenmek istendi. Ne var ki gecikmelerin tek sorumlusu arkeolojik değerlerin korunması kaygısı değildi. Asıl sıkıntılar, projelerden, sözleşmelerden, müteahhitlerle yaşanan çeşitli sorunlardan kaynaklanıyordu. O nedenle, bugüne kadar 76 km’lik işin ancak 13.5 km’lik bölümü, o da uzmanların iddiasına göre birçok teknik eksikle kısmen tamamlanabildi. Şimdi törenlerle açılan bölüm budur. Bakalım gerisi ne zaman tamamlanabilecek? Afişlerde, söylemlerde işin, “Asrın Projesi” olarak sunulması hayli abartılı. Daha asrın başlarındayız; yüzyılın bitmesi için önümüzde 87 yıl daha var. Yenilikler çağında, o uzun sürenin neler getireceğini şimdiden kestirmek olanaksız. Yeniden dönelim Cumhuriyet coşkusuna... 90’ıncı yılda yurdun hemen her yanındaki kutlamalarda halk büyük bir coşku yaşadı. Coşkunun yanında, son zamanlarda Cumhuriyet ilkelerine ters düşen kimi girişimlere karşı ciddi tepkiler de vardı. Birçok ilde yüz binler meydanlara ve yollara aktı. Ne var ki Taksim Cumhuriyet Meydanı, Cumhuriyet kutlamalarına kapatılmıştı. Beyoğlu’nda yine polis engellemesi ve şiddeti görev başındaydı. Halkın Taksim’de Cumhuriyet Meydanı’nda Cumhuriyeti kutlaması yerine, Üsküdar’da bir politik şova dönüştürülen Marmaray açılışına katılmasının iktidarca desteklendiği ortadaydı. “Birinci Kuşak İnsan Hakları” arasında olduğu gibi yasalarda da yer alan “Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı” bizdeki günlük uygulamada nedense hep yok sayılıyor. Anlaşılması zor bir durum. Şimdi 90’ıncı yılda, ne yazık ki Cumhuriyet’in getirdiği kazanımları, başarıları siyasal çıkar uğruna göz ardı etme, küçümser görünme eğiliminde olan bilinç ve bilgi yoksunları var. Onların cahilliği, aymazlığı, nankörlüğü acınası bir durumdur. Başarıları ve kazanımları küçümsemek kimseyi büyütmez. Bilinmeli ki aydınlık karanlığı, bilgi cehaleti her zaman yener. Zorluklar, hiç kuşku yok akıl ve bilgiyle aşılacak, Türkiye Cumhuriyeti, bütün iç ve dış engellemelere karşın, “İnsan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak hep yaşayacaktır. 1a. Ludwig, Arnold M., King of the Mountain: The Nature of Leadership, The University Press of Kentucky, 2002. b. http://www.doganhasol.net/Articles/ ataturk20yuzyilindunyalideri11102.html Mustafa Sarıgül Evinde M SADIK ÇELİK lerce insan vardır; onları tenzih ediyorum. Bir dönem parti içerisinde birlikte gördüğünüz arkadaş gruplarının bir sonraki dönem dağıldığına, başka ekiplerle birlikte hareket ettiğine kolaylıkla şahit olursunuz. Bu da CHP’nin başarısızlığındaki en temel nedenlerden biridir. Sonuçta, 1950’lerden bugünlere, sebat, sabır sahibi ve muhafazakâr partiler yürür giderken başarı, CHP ve devamı partilerin uzağına düşer. Bugüne kadar CHP örgütlerinde dışa dönük seçimlerde kıskançlıklar, hizipçilikler, dar kadroculuklar sonucunda genelde aday seçilenler seçim yarışlarını kendi kadrolarıyla, kendi ekipleriyle götürmüşlerdir. Bu da olası seçim başarılarına olumsuz olarak etki etmiştir. Seçilemeyenler ise kendi köşelerine çekilirler. Hatta seçilen adayın kazanmaması için de çaba sarf ederler ya da kerhen onu destekliyor gözükürler, çünkü partililik aidiyeti, bölüşme, paylaşma ve kardeşlik duyguları eksiktir. Sarıgül de kendi çalışma ekibini ve kendi kadrolarını kurmuş bir siyasi hareketin önderidir. Kendisini bu anlamda kanıtladığından, CHP’nin içerisindeki ona muhalif duruş sergileyenlere rağmen Sarıgül seçim kampanyasını, 70’li dönemlerden, parti gençlik kollarından ve Türkiye Değişim Hareketi’nden gelen birikimini, örgütçülüğünü ve şahsına münhasır özelliklerini kullanarak bugüne kadar aday olmuşlardan çok daha başarılı bir biçimde yürütecek, başarıya ulaşması kolay olacaktır. 20 Ekim’de Sarıgül CHP tarihi bir gün yazılacaksa, Mustafa Sarıgül olmadan o tarihi yazmak mümkün değildir” dedi. Sarıgül’ün ağzından çıkan bu sözler aslında onun, “şoför Hakkı’nın oğlu” olduğu günlerden bugüne kadar verdiği emekten, birikimden, mücadeleden gelen haklı bir gönül koymadır. Kişisel egonun ötesinde CHP’deki mücadelesinden süzülüp gelen haklı bir haykırıştır. Bunu kendisine bir vazife, bir sorumluluk olarak görmektedir. 2009 yerel yönetim seçimlerinde İstanbul’da AKP’nin yüzde 44.3, CHP’nin yüzde 38.9 oy alacağını tahmin eden Konsensus araştırma şirketinin sahibi Murat Sarı ve diğer birçok araştırma şirketi sonucun Sarıgül’den yana olduğuna işaret ediyor. Konsensus’un Eylül 2013 anketine göre önümüzdeki seçimlerde İstanbul’da partisi tarafından aday gösterilirse AKP’den Kadir Topbaş’ın yüzde 44 ve yine CHP’nin adayı olarak gösterilirse Mustafa Sarıgül’ün ise yüzde 46 oyu var. 31 Ekim günü CHP Genel Başkan ustafa Sarıgül, şair İbrahim Karaca’nın “Bekle kar altında kalan buğday tanesi, yine onun sularıyla yeşereceksin, gözyaşların çare değil ağlama büyü, başını dik tutabilirsen boy vereceksin...’ dizeleriyle özdeşleştiriyor kendi boy verme dönemini… Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla isimli son kitabında da, ilkokul 4. sınıfta yurttaşlık dersinde belediye başkanlığı seçimi yapıldığını anlatıyor. “Bir ben adaydım. Bir de Güneş” diyor. “O zenginlerin adayı, ben garibanların. Seçimler yapıldı. 32 oy bana 31 oy Güneş’e... Tek bir oyla belediye başkanı oldum. O günden beri tek bir oyun bile ne denli kıymetli olduğunu aklımdan çıkarmadım.” Sarıgül CHP tedrisatından geçtiğini, Abdurrahman Köksaloğlu’nun, Mustafa Üstündağ’ların, Turan Güneş’lerin, Erdal İnönü’lerin, Ali Topuz’ların, yolundan geldiğini gururla dile getiriyor. Deniz Baykal’ın karşısında 2004’teki kurultayı ve genel başkanlığı az bir oy farkıyla kaybetmesini, öfkesine yenik düşmesine bağlayan, özeleştiri noktasında bonkör, öz farkındalığı yüksek, mücadeleci, inatçı bir kişilik. 2005’te Baykal tarafından haksız bir şekilde partiden ihraç edildikten sonra kendini Türkiye Değişim Hareketi’yle liderlik boyutuna taşıdı. 2009 yerel yönetim seçimlerinde ve 2011 genel seçimlerinde partileşmeyerek, seçimlere katılmayarak, CHP’nin oylarını bölmeyerek Kılıçdaroğlu’na destek olmuş; birleştirici ve bütünleştirici olarak fedakârlık göstermiş ve hırsını, öfkesini dengelediğini, yendiğini kanıtlamıştır. Kılıçdaroğlu da bugün onu partiye kabul ederek, eve dönmesinin yolunu açarak ahde vefa göstermiş, liderliğin ötesinde insani bir duruş sergilemiş ve bu hareket Kılıçdaroğlu’nu daha da güçlendirmiştir. Bugün Başbakan Erdoğan’ın hedefine ulaşmasındaki ve Sarıgül’ün başarı yolundaki ortak özellikleri inanç, tutku, biat, sadakat, sebat, disiplin, paylaşımcılık ve iddiadır; sade yurttaş gibi mütevazı, alçakgönüllü, kendi anlayışları içerisinde tutarlı olmalarıdır. Sarıgül de Erdoğan gibi bu özelliklere sahip olması sebebiyle CHP’yi gelecekte iktidara taşıma umudu vermektedir. Türkiye’de genel olarak CHP ve devamındaki partilerde eksik olan duygular bunlardır. Elbette CHP içerisinde de bu profilin dışında kalabilmiş yüzlerce, bin Yardımcısı Adnan Keskin ile Sarıgül arasında beklenen görüşme gerçekleşti. Keskin, Sarıgül’ün CHP’ye dönme kararını “yuvaya dönüş” olarak niteledi. “Yolun açık, mücadelen kutlu olsun” ve “CHP’yle Sarıgül’ün ilişkisi bir kâğıt parçasının ötesinde bir gönül ilişkisidir” sözleriyle desteğini ortaya koydu. Sarıgül ise “ Başı açık olan, başı kapalı olan, ramazan da, muharrem ayı da bizim diyenlerle birlikte şunu söylemek istiyorum; artık İstanbul’da kin, öfke, kavga dönemi bitecek hizmet ve barış dönemi başlayacak” şeklindeki sözleriyle esnek ve toplumun yüzde 100’ünü kucaklayıcı tavrını bir kez daha ortaya koydu. Adnan Keskin’in partiye daveti ve Sarıgül’ün dönüş dilekçesiyle birlikte CHP, İstanbul için kendini kanıtlamış, kamuoyu yoklamalarında AKP’yi geçen yüksek bir oy oranına sahip bu en doğru aday adayını partiye kabul ederek, seçim kazanacak en güçlü aday adayını bulmuş oldu. Bu sayede CHP 1994’te İstanbul’da kaybettiği seçimi yine İstanbul’da alarak iktidar olma şansına bir adım daha yaklaşır. AKP ve Erdoğan İstanbul’u kaybederlerse geldikleri gibi giderler. Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu da olgunluğundan ve cesaretinden ötürü alkışlanmalıdır. Zira Sarıgül’ün sadece İstanbul Belediye Başkanı adaylığı için değil genel başkanlık için geldiği günlerdir yazılıp, çizilip, konuşuluyor. Kılıçdaroğlu partideki gücünü ve özgüvenini bir kez daha göstermiştir. Sarıgül’ün destek verdiği Gülen cemaatinden ve diğer tüm cemaatlerden, bunlarla birlikte AKP, MHP, BDP ve İşçi Partisi’nden oy alacağı kamuoyu araştırma şirketleri tarafından tespit ediliyor. Çünkü Sarıgül esnek bir insan. Ötekileştirmeyen, ayrıştırmayan bir isim. Dokunmayı biliyor, mücadeleci bir kişiliğe sahip. Dershanelerin kapatılması, cemaat mensuplarının tasfiyesi derken uzunca bir süredir AKP’yle, onun ülkede seçim kazanmasında kayda değer bir role sahip Gülen cemaatinin ilişkilerinin bozulduğu, aralarında ciddi atışmaların yaşandığı bir dönemde Sarıgül’ün Gülen cemaatinden ve diğer cemaatlerden alabileceği destek önemlidir. Şişli, İstanbul’un aynasıdır. Aynı anda hem en yoğun gecekondu bölgelerinden biri; hem de metropolün göz bebeğidir. Arzu eden Şişli’de Sarıgül’ün neler yaptığını görmek için Mahmut Şevket Paşa, Kuştepe, Ayazağa mahallelerine gidip buralarda yapılan başarılı belediyecilik çalışmalarını görebilir. Rumeli Caddesi, Nişantaşı zaten Paris’i, Londra’yı aratmıyor. Mustafa Sarıgül tüm bu çelişkileri iç içe harmanlamış gerçek bir illüzyonisttir. TV Programları ve Silivri COşKuN ÖzDEmİr Televiyonlarda her gün sayısız konuşma, söyleşi, panel programları yer alıyor. Burada çok sayıda konuşmacı dinliyoruz. Panellerde güncel konular ele alınıyor. Demokrasi, vesayet, seçimler, yakın tarih, dış politika, laiklik, din ve vicdan özgürlüğü, türban, kadın sorunları, eğitim, üniversiteler, basın özgürlüğü sıklıkla gündeme gelen ve tartışılan konular. Ahmet Hakan’ın moderatörlüğünü yaptığı Tarafsız Bölge ile Dört Bir Taraf programı haftada ikişer gün CNN’de yer alıyor. Enver Aysever de hemen her akşam tanınmış bir kişiyi Aykırı Sorular programına davet ediyor. Daha birçok kanalda benzer programlar yer almakta. Bu panel ve tartışmalarda özellikle demokrasi, ileri demokrasi var mı yok mu, ileri mi geri mi konuları hararetli bir şekilde tartışılırken Silivri mahkemelerinin, Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat davalarının ve bu davalarla ilgili olarak yıllardır hapiste tutulan insanların, bu dramın, bu facianın göz ardı edilmesini hayret ve dehşetle karşıladığımı belirtmek istiyorum. Temel insan haklarından, uygarlıktan, bağımsız yargıdan, laik ve sosyal hukuk devletinden yana olan bilinçli insanların, konuşmacı aydın kişilerin, yurtseverlerin yurdumuzda demokrasi konusu tartışılırken Silivri hukuksuzluğunu, yıllardır aile bireyleri, çocukları ile birlikte özgürlüklerinden yoksun bırakılmış, büyük bir dram yaşayan yüzlerce, binlerce insanı hatırlamayışlarını, gündeme getirmeyişlerini, bunu önde gelen bir demokrasi ayıbı olarak ileri sürmeyişlerini insanlık adına onur kırıcı bir davranış olarak karşılıyorum. O en elverişsiz koşullarda büyük saygı duyulacak bir yürek ve direnişle topluma önemli eserler kazandıran ve üstün niteliklere sahip olduklarını ispatlayan Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Merdan Yanardağ, Ergun Poyraz, Yalçın Küçük, Hikmet Çiçek ve diğer birikimli insanların yıllardır hapiste tutulması, buna yol açan utanç verici siyasi koşullar ülkemiz için son derecede onur kırıcı ve hazin bir durumdur. TV kanallarında konuşmacı olmak ayrıcalığına kavuşan yurtsever insanların, söze demokrasi adına bu son derece onur kırıcı durum ile başlamaları ve günümüzdeki demokrasinin(!) değerlendirmesinde Silivri’yi, ondan çok uzakta olduğumuzun sağlam bir kanıt olarak ileri sürmeleri toplumun çok haklı, çok yerinde bir beklentisi sayılmalıdır. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle