17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 KASIM 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Akbank Caz Festivali, ‘Kampusta Caz’ konserleriyle yolculuğuna devam ediyor Cazın kampus hali u Konserler 12 şehirde, 3 topluluğun katılımıyla, 19 üniversitede gerçekleşiyor. ‘Kampusta Caz’ bugün İstanbul Koç Üniversitesi ve Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde. SAMİ KISAOĞLU ‘Araf’ ya da Politik Tiyatro… Nedir ‘politik tiyatro’ yalnızca bugün olanı bugünde göstermek mi? Hayır. Ucuz ve sıradan olurdu böylesi. Çek bugünün fotoğrafını, sür seyircinin önüne. “Bak, bu senin hayatın…” söyleminin “böyle gelmiş böyle gider” uyuşturuculuğuyla. İyi de, ortalama seyirci zaten hep bu söyleme saplanmış olarak gelir tiyatroya. Asıl mesele, sahne aracılığıyla ona şöyle diyebilmekte: “Hayır kardeş, her şey bundan ibaret değil. ‘Böyle gelmişlik’, asla bir kader değil. Öyle olduğunu söyleyenlere kulak asma, çünkü kulak asarsan eğer, o kaderin suç ortaklarından biri de sen olursun! Oysa ben sana bu sahnede istersen kendi kaderini kurgulayabileceğini göstereceğim!” Evet, işte böyle der politik tiyatro. Ve ‘politik tiyatro’, elbet ‘bugün’ olan karşısında belirgin/eleştirel bir tutum almak demektir. Ama her şeyi ‘bugün’e tıkıştırarak değil. ‘Bugün’ü, köklerini dünde, İsa’dan bile öncesinde arayarak ve ‘yarın’a ait olası izdüşümlerini de ihmal etmeksizin sorgulamak. Dünbugünyarın ekseninde böyle geniş zamanlara yelken açılmalı ki trajikliğini oluşturan çıkışsızlıklarının girdabında dolanıp duran, ‘bugün’e kaçınılmaz biçimde mahkum seyircievet, bugüne mahkum, çünkü ‘bugün’de ve kendisine yalnızca bugün için biçilmiş bir hayatı yaşamakta, evet o, yani bugünün seyircisi, zamanların bugünle sınırlanmamış enginliğinde sadece sanatın ona kazandırabileceği bir bilincin rehberliğinde kendi arkeolojik seferine çıkar. Peki var mı şimdilerde iklimlerimizde böyle bir tiyatro eseri? Var. Moda’daki Oyun Atölyesi’nde yeni başlayan, Şilili yazar Ariel Dorfman’ın kaleminden çıkan “Araf”. Sırılsıklam bir politik tiyatro örneği. İki genç tiyatro insanı, Muharrem Özcan ve Derya Artemel tarafından oynanmakta. Oyunun rejisi de Muharrem Özcan’a ait. “Araf”, her tiyatrocuya kök söktürebilecek bir tek perdelik oyun. Hele Muharrem Özcan’ın ilk reji denemesi olduğu da düşünülürse. Sanatın biraz kumar yanı da bu. Ama sadece biraz. Çünkü “Araf”ın şaşırtıcı başarısının arkasında aylar sürmüş bir çalışma yatıyor. Karşımızda oyuncuların parmak ısırtıcı beden hâkimiyetleriyle, hiçbir sözcüğün ve sesin hakkını yemeyen sahne dilleriyle ve nihayet bir bütün olarak oyunculuklarıyla sahnede hayat bulmuş, güçlüğüne rağmen seyirciyi alıp götüren, götürürken de düşüncelere salan bir metin var. Final ise gerçek anlamda usta işi bir noktalama eylemi. Ariel Dorfman bu metni ta “Medea”ya kadar geri giderek, ardından yakın tarihin bütün faşizmlerine geri dönerek, büyük cinayetlerin ve kötülüklerin ardından nedamet yoluyla arınmadan ne ölçüde medet umulabileceği sorusunun ekseninde kurgulamış. Oyun Atölyesi’nin Genel Sanat Yönetmeni Haluk Bilginer, program kitapçığı için kaleme aldığı “Beni Öldürmeyen Her Şey Beni Güçlendirir…” başlıklı yazısında: “Tiyatro yapmak niye zordur peki Türkiye’de” sorusunu şöyle yanıtlamış: “Çünkü tiyatro gerçek hayattan daha gerçektir, doğruları yüzünüze çarpa çarpa söyleyiverir. Ama bunu yaparken bağırıp çağırmaz. Hakikat sessizdir. Gerçeği sanatsal estetikle bütünleştirip aktarır seyircisine. Bu yüzden güçlüdür, etkilidir. Tam da bu yüzden gerçeğin görünmesini istemeyenler için tehlikelidir… Baltalamalar yetmiyormuş gibi, olmadık ihanetlerle karşılaşırsınız. Vefasızlıklara tanık olursunuz. Ama neden ısrarla tiyatro yapmaya devam etmek istersiniz? Çünkü gerçeğin peşindesinizdir…” ‘Tiyatro İnsanı’ Haluk Bilginer, bütün olumsuzluklara yine tiyatroyla karşı koyuyor. Bu arada Muharrem Özcan ve Derya Artemel gibi iki genç tiyatrocuyu da Türk tiyatrosuna armağan ederek… Evet, sanatın hakikati de sessizdir! İstanbul’un birçok farklı yerinde 25 Eylül 12 Ekim tarihleri arasında bu yıl yirmi üçüncü kez gerçekleştirilen Akbank Caz Festivali, 419 Kasım tarihleri arasında “Kampusta Caz” konserleriyle müzik yolculuğuna devam ediyor. Festivalin 5 yıl önce caz müziğini üniversite öğrencilerine götürmek amacıyla başlattığı bu konserler serisi, bu yıl 12 ayrı şehirde, 3 farklı grubun performansı ile 19 üniversitede gerçekleşiyor. Erzurum’dan İzmir’e, Gaziantep’ten Samsun’a 9 Anadolu şehrini kapsayan “Kampusta Caz” turnesi kapsamında 7 farklı İstanbul üniversitesi de yer alıyor. Bugün Ozan Musluoğlu Quartet’in Koç Üniversitesi’ndeki ve Sean Nowell and The KungFu Masters topluluğunun Kayseri Erciyes Üniversitesi’ndeki konserleriyle başlayacak olan “Kampusta Caz” konserleri öncesinde programda yer alan grupları mercek altına aldık. Kontrbas müzisyeni Ozan Musluoğlu gerek yer aldığı gruplardaki rolü, gerek kendi adına kaydettiği 3 başarılı albümle Türk caz müziği sahnesinin her daim güven veren isimlerinden biri oldu. Musluoğlu’nun “Coincidence” ismini taşıyan ilk albümü 2008’de çıkan ve es geçilmemesi gereken bir diğer albümdü. Gerek ortaya çıkan genel sound anlamında, gerek bireysel yaratıcılıklar anlamında dikkat çeken bir albüm. Bu çalışmayı 2011’de “40th Day” ve 2012’de “My Best Friends Are Pianists” albümleri takip eder. Equinox Music etiketiyle çıkan bu iki albümün ilkinde kentet, diğerinde ise trio formatlarında çalışmayı tercih eden Musluoğlu, “Kampusta Caz” konserleri kapsamında ise kuartet projesi ile yer alıyor olacak. Kendisine Türkiye’nin en başarılı saksofon müzisyenlerinden biri olan Engin Recepoğulları, baterist Ferit Odman ve piyanist Uraz Kıvaner eşlik ediyor olacak. ean Nowell & The KungFu Masters Amerikalı müzisyen ve bestesi Sean Nowell’ın (saksofon) onlarca farklı projesinden biri olan The KungFu Masters, 1970’lerin kungfu filmlerinden ve çizgi romanlarından esinlenen bir proje. Türkiye’den piyanist Ercüment Orkut ve basçı Alper Yılmaz’ın yer aldığı grupta trompette Marko Djordjevic, tuşlu çalgılarda ise Art Hirahara yer alıyor. Jimi Hendrix’ten Bruce Lee’ye birçok farklı isime referanslar veren bu projeyi Nowell ilk kez 2009’da New York’taki çeşitli kulüplerde izleyicilerin beğenisine sunmuştu. O tarihten bu yana funk, postmodern caz, rock, elektronika gibi birçok farklı müzikal türün birleşiminden oluşan The KungFu Masters grubu sayısız festivalde sahne aldı. “Kampusta Caz” turnesi boyunca Anadolu’nun 9 farklı şehrine uğrayacak olan bu proje, müzikte eşine az rastlanır bir espri anlayışı ile sahnedeki teatral gösterileri de bir arada sunuyor olacak. Türkiye’deki yeni dönem caz vokallerinden biri olan Şenay Lambaoğlu geçen yıl yayınlamış olduğu “İçimde Aşk Var” albümü ile dikkatleri üzerine çekmişti. Vokal tarzında Türk müziğine özgü renklerin de hissedildiği bu albüm kimi zaman funk ve pop, kimi zaman ise caz ile flört eden tarzıyla birçoğumuzun beğenerek dinlediği bir albüm olmuştu. Sanatçının kendi kaleminden çıkan 9 bestenin yer aldığı bu albümdeki parçaların ortak paydası ise aşktı. “Kampusta Caz” konseri kapsamında İstanbul’daki 5 üniversitede dinleme fırsatı bulacak olduğumuz bu albümün canlı performanslarında Lambaoğlu’na piyanoda Uraz Kıvaner, saksofonda Tamer Temel, davulda Ekin Cengizkan, kontrbasta Ozan Musluoğlu eşlik edecek. S Ozan Musluoğlu Quartet Şenay Lambaoğlu 3 2 . İsta n bu l Kİta p Fu a rı’ n da ley la erbİl İKİ etKİnlİKle a nıld ı ‘Yazıyı eyleme dönüştürdü’ Leylâ Erbil’in kızı Fatoş Erbil ile Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal, anne ve babalarıyla ilgili anılarını anlattılar. ‘Putkırıcı Bir Usta’ kitabının yazarları ise Leylâ Erbil’in edebiyata bakışını konuştular. ASLI ULUŞAHİN Kitapseverlerin yoğun ilgi gösterdiği 32. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın ikinci gününde, 19 Temmuz’da kaybettiğimiz Leylâ Erbil’le ilgili iki etkinlik düzenlendi. İlki, geçen aylarda İş Bankası Kültür Yayınları’nca yayımlanan, Ahmed Arif’in Leylâ Erbil’e yazdığı mektuplardan oluşan “Leylim Leylim” kitabı üzerindeydi. Panelde, Erbil’in kızı Fatoş Erbil Pınar ile Ahmed Arif’in oğ lu Filinta Önal konuşmacıydı. Moderatörlüğünü editör Ruken Kızıler’in yaptığı etkinliğe Mehmet Erbil de katıldı. Leyla Erbil ve Ahmed Arif’in video görüntüleriyle başlayan panelde, Fatoş Erbil ile Filinta Önal, hem anne babalarına ilişkin anılarını hem de iki usta ismin dostluklarının onlara neler düşündürdüğünü anlattı. Fatoş Erbil, “Leylim Leylim” kitabında Leylâ Erbil’in tüm kişiliğinin gizli olduğunu söyledi. Erbil, “Annem için dostluk önemliydi. Ahmed Arif önemliydi, kendisinin önemi bunlardan sonra geliyordu. Bu yüzden ardından yapılacak polemiklerden sakınmadı” dedi. Leylâ Erbil’in kitabı yayımlamaya nasıl karar verdiğini ise onun şu sözleriyle aktardı: “Ahmed benim dostumdu, çok kıymetli bir insandı, gerekli saygıyı görmediğine inanıyorum, onu tekrar yaşatmak istiyorum, adını yeni nesiller duysun, duymaya devam etsin istiyorum.”Filinta Önal, “İyi ki bu ilişki yaşanmış, iyi ki babam Leylâ Teyze ile hayata tutunmuş ve üretebilmiş” dediği mektuplaşmala rın ona “sanki Ahmed Arif hayata geri dönmüş, yeniden sohbet ediyorlar” hissi uyandırdığını anlattı. Leylâ Erbil’le ilgili diğer etkinlik ise geçen günlerde Aylak Adam Yayınları’nca basılan “...bir tuhaf kuştur, gölgesi zihin... Putkırıcı Bir Usta, Leyla Erbil’in ardından...” kitabı üzerineydi. Etkinliğe, bu kolektif kitapta yazıları olan Sennur Sezer, Ahmet Cemal, Adnan Özyalçınar ve Hülya Dündar katıldı. Moderatörlüğünü, kitabı hazırlayan Kaya Tokmakçıoğlu’nun yaptığı panelde, Erbil’in edebiyata bakışı tartışıldı. Sennur Sezer, Erbil’in siyasi duruşunu anlattığı konuşmasında “Leylâ’nın hangi hikâyesini açarsanız, toplumumuzun bir yanını kıs kıs gülerek yansıttığını göreceksiniz. Onun okurlarından bütün beklediği de uyanık olmaları, mutlaka haksızlıklara tepki göstermeleriydi” dedi. Ahmed Cemal ise “Leylâ Erbil yazıyla olayları, eylemleri anlatmıyordu. Yazıyı eyleme dönüştürüyordu. Anlatmanın ötesine geçiyordu” dedi. Cemal, Erbil’in metinlerinde felsefenin yerini ise şöyle anlattı: “Onun metinlerini anlamak için edebiyat bilgisi kadar felsefe bilgisine sahip olmak gerekir. Çünkü o, dili kullanırken ‘dil nedir?’ sorusunu da yöneltir. Yazarken dili sorgular. Metninin kendisi felsefi bir uğraşın ürünüdür.” ‘Gezİ ezber bozdu’ 23. İstanbul Sanat Fuarı’ndaki (ARTİST 2013) “Müdahale Var mı?” sergisi kapsamında dün “Kamusallık, direniş ve sanat” başlıklı bir panel düzenlendi. Serginin küratörü Ali Şimşek’in yönettiği panelde, sanat eleştirmeni, akademisyen Emre Zeytinoğlu, sanat eleştirmeni Fırat Arpacıoğlu ve Karşı Sanat oluşumundan Feyyaz Yaman konuşmacı olarak katıldı. Emre Zeytinoğlu konuşmasında, “kamusallık” kavramına yüklenen anlamın tarih içindeki değişimini aktardı. Bu kavram çerçevesinde teoriyle pratik arasında her zaman anlaşmazlık olduğunu söyleyen Zeytinoğlu, Gezi Direnişi’nde de benzer bir yönle karşılaştıklarını anlattı. Zeytinoğlu, “Bütün kesimler oradaydı, meşru ilan edilmiş ya da edilmemiş bir kamudan söz etmiyoruz, iktidara karşı proletarya gibi bilinçli bir kitleden söz etmiyoruz, yeterince üretmeyen, tüketmeyen, belki kimliği bile olmayan, ‘çapulcular’dan söz ediyoruz” dedi. Fırat Arpacıoğlu ise “sanatçısermaye” ilişkisine odaklandı. 13. İstanbul Bienali’ni eleştiren Arpacıoğlu, Gezi’nin sanatçıların aldıkları pozisyonu göstermek açısından çok önemli olduğunu söyledi. Arpacıoğlu, “Gezi ezber bozdu. Artık Gezi’den önce, Gezi’den sonra var. Şimdi sanatın bağımsız alanlarının sermaye tarafından ele geçirilmesini tartışmak zorundayız” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle