17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 KASIM 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Server Tanilli’yi Anarken Yine Yeni ÇÖKMÜŞ bir girişimin enkazı üzerinde yine “yeni anayasa” sözünün yineleneceği yeni bir döneme girmek üzereyiz. Ye’li sözcüklerin arka arkaya sıralanmasından doğan “dil dönmezliği”ni çabuk aşabilirsek eğer. Bu güçlüğü başlangıçta işlenmiş bir hatanın şakamsı cezası sayarak geçip hiç değilse bu kez aynı yanlışa düşmemek gerekiyor. eydi o yanlış? Seçim sistemindeki bir cilvenin sonucu olarak arkasında toplumun ortak beklentisi ve desteği olmadan anayasa yapmaya soyunuvermiş bir partinin eteklerine tutunan partilerin işgüzarlığıyla bu işe girişmek yanlıştı. Sonuç ve kalıntı ortada, bölük pörçük maddeleriyle. Oysa, daha öncesi bir yana, sadece Milli Mücadele sonrasında yaşananlar bile bu konuda çıkarılabilecek dersler bakımından hayli öğretici örneklerle doluydu, onlara bakılmadan kolları sıvayıp nafile çalışmalara başlandı. N’olmuştu da yeni anayasa yapılmalıydı? Bir savaş yaşanmış, devlet devrilmiş ve ülke işgalden kurtarılmış da devletin yeniden kurulması mı gerekiyordu? Yahut, bir darbe ya da darbeli rejim değişiklikleri sonrasında apar topar demokrasiye mi geçilecekti? Hayır, bu koşullar yoktu, üstelik toplumu bütün kesimleriyle temsil eden ve anayasa yapma konusunda yarışıp uzlaşmalara varmaya yarayabilecek bir “kurucu meclis” çalışması bile yoktu. Bilen bilir, bu sütunda böyle bir ortamla anayasa yapmaya kalkışmakla güvenilir bir sonuca varılamayacağı ileri sürülmüş ve havanda su dövmenin işe yaramayacağı savunulmuştur. nayasa yapmanın gerekleri ve yöntemleri konusunda yeterli ve güvenilir yeteneklere sahip uzmanların katılımıyla ciddi çalışmalar yapmadan ve bunları ciddiyetle denemeden yalap şalap anayasa yapıcılığına girişmek, zararları hemen ortaya çıkacak büyük bir yanlış olur. Ama en büyük yanlış, anayasa denen temel değerler ve kurallar bütününü ortaya koymayı toplumun tarihinden ve ekonomik yapısından kopuk bir iş sayarak gerçeklerin dışında gezinmek ve hele içinde yaşanan dünyaya aydan bakar gibi şaşkın şaşkın bakıp kalmaktır. Server Tanilli herkese karşı son derece centilmen, mütevazı ve aynı zamanda çok yönlü bilgi derinliği ile dikkatleri çekiyordu; ayrıca kıdemli hocalarımız dahi, herkeste saygı uyandırmaktaydı. Eserleri toplumda hep büyük ilgiyle karşılandı. N S ERDOĞAN TEZİÇ Galatasaray Üniversitesi E. Öğretim Üyesi Marsilya’ya pedal çevirerek kaçışlarını, gece konaklamalarını, kendine özgü üslubu ile anlatışını dinlemek ayrı bir zevkti. Server Tanilli bu ortamda herkese karşı son derece centilmen, mütevazı ve aynı zamanda çok yönlü bilgi derinliği ile dikkatleri çekiyordu; ayrıca kıdemli hocalarımız dahi, herkeste saygı uyandırmaktaydı. Bu yıllarda hukuk fakültesine giriş, merkezi sınav kapsamına alınıp çoktan seçmeli diye anılan test usulü ile yapılmaya başlamıştı. Hukuk fakültelerinde uzun yıllar yazılı ve sözlü olarak yapılan sınavların sözlü kısmı 1968 yılında kaldırılmıştı. Aslında bu uygulamanın öğrencilere yarar sağlamadığı sonraki yıllarda anlaşılacaktı. Öte yandan, liseden üniversiteye gelen öğrencilerin bilgi eksiklikleri ve yazılı ifade zafiyeti geçen zaman içinde kendini gösteriyordu. Sınav sorularına verilen cevaplar bunun açık kanıtlarıydı. Bu endişeler nasıl giderilmeliydi? İlk akla gelen, dört yıllık hukuk fakültelerine hazırlık sınıflarının eklenmesiydi. Bu konu üzerinde uzlaşma sağlanması hayli güçtü, çok zaman alacağı anlaşılıyordu. Server Tanilli, o tarihlerde, bu endişeleri kısmen giderebilecek bir kitap üzerinde çalıştığından söz ediyordu. Nihayet, erver Tanilli ile dostluğumuz, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne intisap ettiğim 1960 yılında başlar. Merkez binanın büyük salonu andıran odaları çok işlevliydi; asistanlar için çalışma mekânları oldukları gibi, bunlardan 81 ve 104 numaralı odalarda aynı zamanda seminerler yapılır; öte yandan açlığımızı hafifletmek amacıyla simit, peynir ve çaydan oluşan öğle arası buluşma yerleriydi. 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra, yeni kural ve kurumlarla ilgili hukuki tartışmalar buralarda bir tür sohbet havasında yapılırdı. Bu toplantılara o tarihlerde genç akademisyenler olarak İlhan Akın, Aydın Aybay, Ümit Doğanay, Selim Kameti, Aytekin Atay, Necip Kocayusufpaşaoğlu ile Server Tanilli ve kıdemli hocalarımız Tarık Zafer Tunaya, Lütfi Duran, Ragıp Sarıca, Vakur Versan, Edip Çelik de zaman zaman katılarak bizleri onurlandırırlardı. Hukuki konulara ilaveten tarih, felsefe, edebiyat, resim, heykel ve sinema alanlarında da renkli sohbetler olurdu. Ragıp Sarıca Hoca’dan 2. Dünya Savaşı patladığında Mehmet Ali Aybar ve Süleyman Barda ile tandem üzerinde Paris’ten üniversite öğrencileri için, kültür eksikliğini ya da açığını giderebilecek “Uygarlık Tarihi”, 1972 yılında önce “teksir” daha sonra da kitap olarak 1975 yılında basıldı. Kitap, Batı DünyasıSosyalist DünyaÜçüncü Dünya (azgelişmiş ülkeler) ve Türkiye olarak dört başlıktan oluşuyordu. Bu başlıkların her biri kendi içlerinde tarih, felsefe, sosyoloji, edebiyat, güzel sanatlar ile birlikte toplumların siyasi, iktisadi ve sosyal yapılarını da tanıtıyordu. Başlıkların alt bölümleri düşünürlerden seçilmiş okuma metinleri ile desteklenip öğrencinin kendini denetleyeceği sorularla tamamlanıyordu. 21’inci sarahatine uygun hazırlandığına ve ders verme sırasında ilmi görüşlerini açıklamasının komünizm propagandası olarak kabulüne imkân görülmediğinden, Server Tanilli’nin 31.3.1978 tarihinde beraatına karar vermiştir. Server Tanilli bu karardan çok kısa bir süre sonra, 7 Nisan 1978 tarihinde ders çıkışı, Göztepe’deki evine dönerken gecenin karanlığında menfur bir silahlı saldırı sonucu vurularak felç oldu. Hayli uzun bir tedavi sonucunda yurda döndü; bütün acılı ve zor şartlarda dahi çalışmalarına, araştırmalarına ara vermedi. Ama 12 Eylül rejimi peşini bırakmadı. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, 8.4.1983 tarih ve ARŞ66001/3032 sayılı bir yazı ile İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nden, Server Tanilli’nin “Uygarlık Tarihi” başlığını taşıyan kitabın ders kitabı olarak kullanılmasının önlenmesini, Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği’nden alınan 24 Mart 1983 tarihli yazıya dayanarak istemişti. Yazı bununla da yetinmiyor, “Aynı türden kitaplar bulunabileceği noktasından hareketle, üniversitelerimizde okutulan kitapların taranması ile gerekli tedbirlerin alınmasına adı geçen makama sunulmak üzere sonuçtan bilgi verilmesini arz ve rica ederim” diyordu. Sözün kısası: 12 Eylül rejimi kitap katliamında yükseköğretim kurumlarına bir tür cellat görevi de vermekteydi. Menfur saldırı Erdoğan Kendi Mahallesinde Güven Yitiriyor! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABDGülen CemaatiAKP sacayağı ile kurduğu iktidarının iki ayağında da güven yitiriyor! Dış politikadaki güvensizlik, Irak, Kuzey Irak, Suriye ve Mısır politikalarıyla ayyuka çıktı... ABD o denli rahatsız oldu, uyarılar o denli sertleşti ki, Erdoğan, Davutoğlu’nu ABD’ye gönderdi ve içerdeki demeçleriyle de güvensizliği aşmak için, dış politika söyleminde, eski tutum ve eylemleriyle hiç de uyuşmayan, ciddi virajlar almak zorunda kaldı... Ama pragmatik ABD dış politikası bakımından bile, bu kadar kısa zamanda böyle büyük söylem dönüşlerinin, zedelenen güveni kısa zamanda tamir edeceğini düşünmek zor. HHH Aynı güven kaybının dershaneler konusunda Gülen Cemaati ile de yaşandığını görüyoruz… Bütün tartışmalar bir yana, çarşamba günü Gülen Cemaati’ne yakın Bugün gazetesinin manşetten verdiği Güngör Ergün’ün haberi Başbakan’ı açıkça yalanlıyordu… “Dershaneler ile ilgili gerçek rakam ve istatistikler ortaya çıktı” başlığıyla verilen habere göre: “Erdoğan’a verilen rakamların bir kısmının 1’den 12’nci sınıfa, bir kısmının da 5’ten 12’nci sınıfa kadar tüm öğrenciler içinde dershaneye gidenlerin oranlarından olduğu anlaşıldı.” Haberde daha sonra Erdoğan’ın verdiği sayı ve oranların bütün sınıfları kapsadığı oysa, gerçek oranların sekizinci ve on ikinci sınıfta dershanelere giden öğrenciler bakımından alınması gerektiği belirtiliyordu. Ayrıca haberde, tüm öğrenciler bakımından bakıldığında da oranların Erdoğan’ın verdiğinden farklı çıktığı vurgulanıyordu. Örneğin, İstanbul ele alındığında durum şöyle: “İstanbul için Başbakan’a verilen rakam yüzde 9. Oysa İstanbul’da 12’nci sınıf öğrencileri arasında dershaneye gitme oranı yüzde 70 iken bu oran 912’nci sınıflar baz alındığında yüzde 25.1 olarak gerçekleşiyor. Arada yüzde 16.1’lik bir fark var.” Haber, Erdoğan’ın, danışmanları tarafından yanıltıldığı üzerine kurulu ama hiç kuşkusuz Başbakan’ın söylemlerine ilişkin büyük bir güvensizliği de birlikte getiriyor! HHH Pragmatik ABD dış politikası da, iktidarın nimetlerini paylaşan Gülen Cemaati de, AKP ile köprüleri kolay kolay atmaz... Ama artık seçenek arama süreci başlamıştır! avcı bile ilgilendi’ “Uygarlık Tarihi” yayım landıktan sonra, yalnızca yükseköğretim alanında değil, toplumda da büyük ilgiyle karşılandı. Server Tanilli kinayeli ifadesiyle “Sonunda bu kitapla savcı bile ilgilendi” diyecektir. Zira, bir ihbar sonucu, 1975 yılında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde savcının açtığı davada, “Uygarlık Tarihi” kitabının Marksist bir görüşle yazıldığı, komünizm propagandası yaptığı, bilimsel tarafsızlığa uymadığı ve liseden kopup gelen öğrencileri tek yönlü şartlandırdığını ileri sürmüştü. Devlet Güvenlik Mahkemelerini düzenleyen 1773 sayılı kanunun, açılan dava üzerine anayasaya aykırılığı nedeniyle iptali üzerine, Dosya İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir. Mahkeme, “Uygarlık Tarihi” isimli kitabın incelenmesinde bunun anayasanın 20 ve ‘S Renkli sohbetler A Kanunsuzluğa İsyan! Bir kişinin telefonlarının hangi durumda ve ne şekilde dinlenebileceği kanunlarla ve yönetmelikle belirlenmiştir. Buna göre, ister bir suç soruşturması nedeniyle olsun, isterse istihbarat amaçlı dinleme olsun, dinlemenin yetkili hâkimin kararıyla olması gerekiyor. C ALİ SELİM KUŞÇU Hukukçu umhuriyet gazetesi okurları ve sosyal medyayı izleyenler dışında toplumun büyük bir kesiminin ne yazık ki haberinin bile olamadığı bir büyük skandal geçen hafta açığa çıktı. Tanınmış bazı gazetecilerin telefonlarının MİT Müsteşarlığı ile bazı hâkimlerin işbirliği ve koordinasyonu çerçevesindedinlendiği anlaşıldı. Oysa anayasa ile güvence altına alınmış özel yaşamın gizliliği hakkı, ancak kanunla ve anayasada belirtilen sebeplerle sınırlanabilir. Bir kişinin telefonlarının hangi durumda ve ne şekilde dinlenebileceği kanunlarla ve yönetmelikle belirlenmiştir. Buna göre, ister bir suç soruşturması nedeniyle olsun, isterse istihbarat amaçlı dinleme olsun, dinlemenin yetkili hâkimin kararıyla olması gerekiyor. Bunun tek istisnası, acil hallerde (MİT müsteşarının ya da yardımcısının, emniyet genel müdürü ya da istihbarat dairesi başkanının, jandarma genel komutanı ya da istihbarat başkanının yazılı emriyle) dinleme yapılabilmesidir. Bu bir istisnadır ve bu istisnanın kullanılması halinde dahi dinlemenin geçerli olabilmesi ve devam edebilmesi, en geç 24 saat içinde yine hâkim kararı alınmasına bağlıdır. Bir hâkimin telefon dinleme kararı verebilmesi için dinleme kararı istenilen telefonun kime ait olduğunu bilmesi ve kararda belirtmesi zorunludur. Kanun böyle diyor, yönetmelik böyle diyor. zrün kabahatten daha büyük olması MİT’in kanunsuz dinleme olgusunun açığa çıkması ve bunun hâkimlerin bilgisi ve onayı doğrultusunda olduğunu söylemesinin ardından ne oldu? Bu ürkütücü skandalı kamuoyundan saklayan medyamıza rağmen olayın peşine düşen birkaç gazetecinin çabası ile olayın perde arkası aralanmaya başladı. İlk olarak, bu kararlardan bazılarında imzası olan özel yetkili bir hâkim, MİT raporunda kendilerine yönelik koordinasyon içerisinde karar verdikleri ithamını reddetti. Fakat aynı beyanında öyle bir açıklama yaptı ki, tam da özrü kabahatinden büyük denilecek cinsten. İsmi bilinmeyen ya da tespit edilemeyen kişiler söz konusu olduğunda kendilerine kod adıyla başvuruda bulunuluyormuş. Telefonun sahibinin gerçek kimliğini bilmedikleri ve MİT’in de bilmediğini varsaydıkları için kod adıyla gelen talepleri kabul ediyorlarmış. İyi de sayın hâkim, kanunda ve yönetmelikte hakkında dinleme kararı verilecek kişinin kimliği kararda belirtilir deniliyorsa, siz nasıl olup da bunu bile bile ihlal ediyorsunuz? Bu sayın hâkime birileri elbet bir gün soracaktır. Ö Sorular Kime ait olduğunu bilmediğiniz bir telefonun dinlenmesi için nasıl karar verdiniz? Hakkında dinleme kararı verdiğiniz telefonun örneğin cumhurbaşkanının ya da başbakanın ya da ana muhalefet partisi genel başkanının ya da çok önemli bir kamu görevlisinin telefonu olmadığını nereden biliyorsunuz? Sizin yetkiniz ve göreviniz noterlik mi, yoksa hâkimlik midir? “Kanuna değil de talepte bulunan makama bakarak her gelen talebi kabul edeceksiniz” şeklinde bizim bilmediğimiz bir gizli mevzuat mı var? Bu yaptığınız açıkça kanunu çiğnemek değil midir? Hepsi bir yana, “Bizim yaptığımız işlemi, kararı veren hâkimler zaten önceden biliyordu, biz hâkimleri aldatmadık, onlarla koordineli bir çalışma içindeyiz” diyen MİT Müsteşarı hakkında iftira ya da yalan beyan nedeniyle şikâyetçi misiniz? Yoksa; bu toplum zaten balık hafızalıdır, yapanın yanına kâr kalır, bunlar da öncekiler gibi unutulur gider nasıl olsa mı diyorsunuz? Bu töhmet altında hâkimlik yapmaya devam edebilecek misiniz? Bilmem ki, belki de MİT Müsteşarlığı’na gücünüz yetmez ya da devletin yüce çıkarları konusunda hukukun ve kanunun sözü mü olur anlayışından hareketle, kanun tanımazlığa değil de, bunu ortaya çıkaranlara ya da bizim gibi bu kanunsuzluğa isyan edenlere yöneltirsiniz öfkenizi… Sakın ola unutmayın, Başbakan bile MİT Müsteşarı’nın verdiği “bu konuda hâkimlerle koordineli çalışıyoruz” açıklamasını kabul edip, onay vermiş. O halde, devletle karşı karşıya geleceğinize, isyan edenlerle uğraşmanız demokrasinin ve hukukun olmasa da sizin yararınıza olacaktır. Üstelik, eskiden olduğu gibi koordineli bir şekilde gereğini de yapabilirsiniz…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle