19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 EKİM 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 13 “Tarih, 5 Mayıs 2006. Alparslan Arslan adında bir avukat ve arkadaşları tarafından Cumhuriyet gazetesine el bombası atıldı. Sebep, türbana ilişkin bir karikatürdü. Bu bomba patlamadı. Tarih, 10 Mayıs 2006. Alparslan Arslan ve arkadaşları tarafından Cumhuriyet gazetesine ikinci kez el bombası atıldı. Bu bomba da patlamadı. Oysa kısa süre önce bomba atılmış bir gazetede, polis tarafından gözle görünür bir güvenlik tedbiri alınmamıştı, üstelik ikincisinden sonra da alınmayacaktı. Bombayı atanlar tüm MOBESE kameraları tarafından kaydedildiği halde her nasılsa yakalanamadı. Yeni bir saldırıya davetiye çıkarıldı. Tarih, 11 Mayıs 2006. Alparslan Arslan ve arkadaşları tarafından Cumhuriyet gazetesine üçüncü kez, güpegündüz el bombası atıldı. Bu bomba patladı. Yine tüm MOBESE kameralarına, çevre dükkânların, bankaların güvenlik kameralarına kaydedilen ve kaçan Alparslan Arslan, elini kolunu sallayarak bir hafta boyunca aynı bölgede dolaştı. Olay yerindeki dükkânların kamera kayıtlarını incelemek dahil, en önemli araştırmalar nedense yapılmadı. Alparslan Arslan’a Danıştay cinayetini işlemesi için adeta fırsat verildi. Bu sistemli ihmallerin nasıl yapıldığını ilerde açıklayacağız; fakat önce daha vahim bir bilgi aktarayım: Ergenekon yargılamalarında belgeler incelenirken, Alparslan Arslan’ın 7 Mayıs 2006’dan öteye telefonunun dinlendiği ortaya çıktı. HHH Tarih, 15 Mayıs 2006. Ceyhan Mumcu’ya gelen birisi (Mumcu’nun beyanına göre Mason locasına kayıtlı biri) Danıştay ve Yargıtay’a saldırı olacağını açıkladı. Ceyhan Mumcu bu bilgiyi birçok gazete ve yayın organına ulaştırdı, ama hiçbiri bu konuda yayın yapmadı. Alparslan Aslan, yanına Osman Yıldırım, İsmail Sağır ve Erhan Timuroğlu isimli Nevşehir’e ablasının yanına gitti. Katil Alparslan Aslan, Danıştay binasından çıkarken, diğerleri de gittikleri yerlerde yakalandılar. Cinayetin nedeni, Danıştay 2. Dairesi’nin başörtülü bir anaokulu öğretmeniyle ilgili verdiği ve çok tartışılan karardı. Okulda başörtüsü kullanmayan öğretmenin, okula geliş ve gidişlerinde de başörtüsü kullanamayacağına hükmedilmişti. Başbakan Erdoğan kısa süre önce bu kararından dolayı Danıştay hakkında zehir zemberek bir açıklama yapmış ve hemen arkasından da Vakit gazetesi ‘İşte O Üyeler’ manşetiyle saldırıya uğrayan Danıştay üyelerini, fotoğraflarını yayımlayarak hedef göstermişti. İşte o üyeler, şimdi dinci şiddetin hedefi olmuşlardı.” HHH Yukarda okuduğunuz satırlar, Oktay Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN Yıldırım’ın Silivri cezaevinde yazdığı 17 Mayıs 2006 9:45* ana başlıklı arkadaşlarını da alarak 15 Mayıs akşamı belgesel kitabından özet alıntılardır. Ankara’ya gitti. Bir otele yerleştiler. 16 Devamını ben getireyim. Mayıs’ta Danıştay binasında keşif yaptılar. Oyunun son perdesi şöyle açıldı: Tarih, 17 Mayıs 2006. Saat 09.30. Tarih 23 Eylül 2013. Adalet Bakanı Alparslan Arslan avukat kimliğiyle Danıştay Sadullah Ergin, toplam 147 bin 304 kişi binasına girdi, bir gün önce yerini öğrendiği kapasiteli cezaevlerinde 131 bin 649 tutuklu 2. Daire’ye yöneldi. Hiçbir engelle ve hükümlü olduğunu açıkladı ve müjdeyi karşılaşmadan kapıyı açtı ve heyetin üzerine verdi: Önümüzdeki 5 yıl içinde 207 yeni mermi yağdırdı. Defalarca koruma talep cezaevi daha hizmete girecek. ettikleri halde bu talepleri reddedilmiş 2. Tarih 30 Eylül 2013. Başbakan Erdoğan, Daire üyelerinden Mustafa Yücel Özbilgin yine bir demokrasi paketi açtı. AKP’li şehit oldu. Başkan Mustafa Birden, üye Türkiye’ye zaten yakışmayan “Türküm, Hâkim Ayfer Özdemir, Ayla Gönenç ve doğruyum...” andının kaldırılacağı ve Tetkik Hâkimi Ahmet Çobanoğlu yaralandı. kamuda tesettüre özgürlük müjdesini verdi. Cinayet işlendiği sırada Alparslan Arslan’la Tesettür özgürlüğünün aslında kadın başı birlikte Ankara’ya gelen İsmail Sağır ve Erhan yasağı olduğunu düşünecek olursanız, bu iki Timuroğlu, oteldeydiler. Otel kayıtlarına müjdeyi birleştirince perdenin neyin üstüne ve arkadaşlarının ifadelerine göre dışarıda indiğini söylememe, bilmem gerek var mı? olan Osman Yıldırım hemen otele döndü, *OKTAY YILDIRIM, Danıştay’dan arkadaşlarını aldı ve otobüs terminaline Ergenekon’a Bir Suikastın İçyüzü/ Kaynak götürüp İstanbul’a yolladı. Kendisi de Yayınları, 2013 “Sansürün en uç tezahürü, cinayettir.” GEORGES BERNARD SHAW Sana şiirle gelsem Şşt şşt desem Ses verir misin? Bir selam Bir söz Unutulmuş bir şair Kalp köşesinden sesleniyor Sana şiirle geldim Hangi rengi istersen Gözlerinde Eteğinde Kelimelerinde Sana güneşle geldim Hangi pırıltıyı istersen Kalbinde Ellerinde Kelimelerinde Bir ses verir misin Kelimelerinle Refika Toraman Y.N. Bana bu güzel şiirle seslenen özel okurum Refika Hanım’a teşekkür ediyorum. Siz bu satırları okurken, ben Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne doğru yola çıkmış olacağım. Gelecek çarşamba, güneşli gökyüzü altındaki beyazperdeden haberler vereceğim, sizlere. ARADA BİR HİKMET ALTINKAYNAK Açıla Saçıla Kapanan Demokrasi... Yoksa Seçim Paketi mi? Demokratikleşme paketi kanımca toplumun yüzde 75’inin beklentilerini karşılamadı. Ölçmüş değilim elbette. Ayrıca bu durumu ölçen bir cihaz da yok. Ama tepkilerden anlaşılıyor. Muhalefet tümüyle karşı. Beğenenler iktidar partisi ve onu her koşulda desteklemeye “eli mecbuuur” olan yandaşları. Konuya bir soruyla başlamak istiyorum. Adı ‘Demokratikleşme Paketi’ olan bir projeyi açıklayan Sayın Başbakan, sizce demokrat davrandı mı? Kendi partisi dışında kalan muhalefeti acımasızca eleştirirken, iktidarı eleştiren muhalefetin kendi görevini yapmasını, “demokratikleşmeyi engellemek, yollarına hendek açmak” olarak gördü. Eleştiri olmadan demokrasi olur mu? Demokrasi paketi öncelikle demokratik yöntemlerle hazırlanır. Görünen o ki, paketi AKP bile Türkiye’yle birlikte öğrendi. Paketi, başta CHP olmak üzere, diğer muhalefet partileri MHP, BDP de kıyasıya eleştirdiler. En bütünsel eleştiri CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın 40 dakika AKP’yi övüp CHP’yi ve 80 yıllık Cumhuriyet yönetimini suçlayıcı konuşmalarını yanıtladı. O da değerlendirdi; bir o kadar süre CHP’nin hiç yoktan var ettiği çağdaş Türkiye portresini çizdi, CHP’nin çalışmalarını özetledi. Kılıçdaroğlu, maddelere ilişkin eleştirilerinde ise pakette olumlu görülen maddelerin de zaten “yıllardır CHP’nin Meclis’e verdiği yasa tekliflerinin kötü bir kopyası” olduğunu söyledi. Paketin özüyle ilgili olarak da “Klavyeye özgürlük değil, klavyeyi kullanana özgürlük getireceksiniz. İşte sizinle demokrasi anlayışımızdaki temel ayrışma burada yatmaktadır” dedi. “Milletvekillerinin, gazetecilerin, öğretim üyelerinin, önceki Genelkurmay başkanının, subayların, öğrencilerin cezaevinde olduğu bir ülkede hangi demokratikleşmeden söz edilebilir” diye sordu. Tutuklu, hükümlü sayısındaki artışa dikkat çekti. Birkaç gün önce Işık Kansu, Ankara Kulisi’nde (30 Eylül) bir haber aktardı. Şöyle: Dil Derneği, Gümrük Bakanlığı’na başvurarak tablet bilgisayarlara, abecede yer alan “ç, ğ, ı, ö, ş, ü” harflerinin yazılamadığından yakınıp soruna çözüm istemişti. Başvuruya, Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdür Yardımcısı Vekili Mikayil Kılıç yanıt vermiş: “Bilgisayarlar için klavyelerde, Türk Standartları Enstitüsü tarafından hazırlanan ‘Alfa sayısal Türkçe klavyelerin temel yerleşim düzeni’ adlı TS 2117 sayılı standart bulunmaktadır. Söz konusu standart Türkçe klavyelerdeki harflerin dizilişine ilişkin bilgiler içermekte olup, zorunlu değildir.” Bundan bir şey anlamayan Işık Kansu şöyle diyordu: “Bir şey anlayan varsa bir adım öne çıksın!” Konu F Klavye olunca, dönemin Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik’in 31.03.2003 tarihinde yayımladığı genelgeyle verdiği sözü anımsadım. Demişti ki: “Bakanlığımız ve bağlı kuruluşları ile her derece ve türdeki okul ve kurumlarda TS 2117 No’lu F klavye kullanılacaktır. Halen Q klavyeye göre üretilmiş makinelerin klavyeleri kademeli olarak F klavyeye, mahalli imkânlarla dönüştürülecektir. Klavyeli makineler satın alınırken veya bağış yoluyla temin edilirken F klavyeye göre üretilmiş olmasına dikkat edilecektir.” Dedi ama MEB desteğiyle bir bankanın kampanyasında Q klavye dağıtılırken, “Kampanya bizim değil, Vakıf bank sorumlu, biz sadece destekliyoruz” diye geçiştirdi. Aradan 8 yıl geçmiş, F klavye sorunu çözülmemiş ki, Dil Derneği Gümrük Bakanlığına başvurma gereğini duymuş. Yani henüz klavye bile halkın istediği doğrultuda olamamış. Bu bile yerine getirilmemişken, klavyeyi kullanana özgürlük sağlanmaması çok doğal değil mi? Diyeceksiniz ki Çelik, AKP’nin ilk Milli Eğitim Bakanıydı. Ondan sonra dört bakan daha geldi. F klavye gelmedi. Şimdi beşinci bakan görevde. Beşinci bakan “Ant”ın peşinde. “Bir haftaya kalkar” diyor. Birleştirelim derken, toplumu iyice ayırdıklarının farkında bile değiller. Her gelen Bakan kendi devletini kuruyor ya! Yani bırakın kullanana özgürlük gelsin demeyi, klavye bile henüz öğrencinin öğretmenin istediği biçimiyle özgür değil. Yani klavye için bile özgürlük yok! Eğitim parasız olsun demek bile suçken, poşu takmak suçken, eğitim alanında, 4+4+4 torba yasasına halkın yarısı karşıyken, hangi demokratikliğinden söz edilebilir ki bu paketin? Yoksa seçim paketi mi demeli? Devrimci Muhammet ve Sosyalist(!) Tayyip 21. yüzyılda, özellikle İslam dini ve önerdiği tek kitap olan Kuran, ne ekonomik hayatı ne de sosyal hayatı düzenlenmeye yettiğinden, İslam peygamberi Muhammet’e “devrimci” sıfatını yakıştırmak günümüzde bir zorunluluk haline geldi. Oysa dinler tarihini şöyle bir okuyan biri bile, Muhammet’in, o dönemde İpek Yolu’nu ellerinde tutan İsrailoğulları tarafından kendilerine zorluk çıkaran çeşitli Arap kabilelerini, belli bir düzene sokması için bizzat Arap kabileler içinden aranıp bulunduğunu, Muhammet’in çeşitli kitaplarda belirtildiği gibi cahil biri olmadığını, iyi bir tüccar ve bilgili biri olduğunu bilir. Daha sonra Muhammet, Arap kabileler arasında birliği oluşturur ve kendi oluşturduğu bu topluluk için savaşmaya başlar. Kısaca tüm olanlar, o bölgedeki ticareti elinde tutmak içindir. Dinler tarihi, hiçbir zaman ekonominin temel kurallarından ayrı gelişmez. Bu bilgiyi verdikten sonra, gelelim neden 21. yüzyılda, artık Hz. Muhammet olan birinin adının başına “devrimci” sözcüğünün getirilmesine. Çünkü “devrim” ve “devrimci” sözcükleri dünyanın tüm iyi yanlarını kapsayan sözcüklerdir. Mazlumların başkaldırısını simgeler. Daha iyi bir gelecekten söz eder. Radikal İslamcıların, insanlık dışı olaylarının tüm dünyada korku uyandırdığı bir zamanda, İslamın “devrimci” sözcüğüne şiddetle ihtiyacı vardır. Ama işte ironi burada, ne İslam devrimcidir ne de onun peygamberi. Devrim her dönemde mazlumların sözcüğü olmuştur. Komşuları aç yatarken, muhteşem sofralarda kendilerine ziyafet çeken ama yemeğe başlamadan önce dualar okutan bir topluluğun, bunu her türlü “kul hakkı yemeye” dönüştürebilirsiniz, “devrim” sözcüğünü ağızlarına almaya hakları yoktur! Savaş esirlerinin, “Allahu Ekber” nidaları arasında baltayla kafalarını uçuran ve yüreklerini çiğ çiğ yiyenlerin, kızlara, kadınlara “Allah bize izin verdi” diyerek tecavüz edenlerin devrimci bir peygamberi olamaz. Bu böyle biline! Şimdi biraz eğlenelim. Tayyip Bey’in başdanışmanı Yiğit Bulut, buyurmuş: “Asıl sosyalist Erdoğan’dır!” Yiğit Bey’in kafası iyi miydi bilmiyorum ama güzel buyurmuş ve bir durumu çok net bir biçimde ortaya koymuş. Bu iktidar sayesinde demokrat, liberal gibi sözcükler öylesine bir düşüş ivmesi gösterdiler ki, Başbakan’ı övmek için geriye bir tek “sosyalist” sözcüğü kaldı. İşin püf noktası burada, dünyada gücünü yitirmeyen ender sözcüklerden biri “sosyalist” sözcüğüdür. Bu sözcük de tıpkı devrim gibi, dünyanın tüm iyi yanlarını temsil eder. En güçlü yanlarını! Demek ki başdanışman Yiğit Bulut, Tayyip Bey’in giderek aşağılara doğru çekildiğini görmüş ve “asıl sosyalist Erdoğan’dır” cümlesini bastırmış ki, biraz yukarı çekilsin. Teşekkürler Yiğit Bulut, sosyalist olmanın değerini anladığınız için. Ama örneğiniz umutsuz vaka. Bu arada yeri gelmişken, Tayyip Bey’e bir çift sözüm var, lütfen şu valilerine, bakanlarına ve belediye başkanlarına tweet atmayı yasaklasın. Suyu çıktı diye bir söz vardır ya, iş ona döndü. Öncelikle ben “Bakın ben de varım, ben de gencim” duygusuyla Cumhurbaşkanı’nın tweet atmasını yadırgıyorum. Makamlara karşıyım ama madem bir makam var, insan o makama göre davranmalı. Cumhurbaşkanı öyle zırt pırt tweet atmaz, atarsa bu önemli bir şey olmalıdır. Valilere, rektörlere, belediye başkanlarına gelince; tweet atmaları bir bakıma iyi oluyor, çünkü kabak gibi cahillikleri, iktidara bağlılıkları ve perişanlıkları ortaya çıkıyor. Ancak ülke lise son sınıfa döndü. “Ben seni yerim!”, “Kına yak!”... Daha ne olsun? Bütün bunlar olup biterken, çocuklara ve velilere yaşatılan bir eziyetten özellikle söz etmek istiyorum. Çevremdeki genç veliler, ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Çünkü evlerine bir kâğıt geliyor ve doldurmaları isteniyor: “Çocuğunuzun din dersi almasını istiyor musunuz?” Velilerde bir korku, çünkü kâğıt resmi bir kâğıt, bir çeşit belge. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Henüz ilkokul çağında olan çocuklarının, ne yazık ki, sadece Sünni İslam kurallarının söz konusu olduğu din derslerine girmelerini istemiyorlar. Onların birer birey olduğunu ve ilerde kendi özgür seçimiyle hareket etmesini istiyorlar. Öte yandan, “hayır” dediklerinde çocuklarının mimleneceklerinden, aşağılanacaklarından korkuyorlar. Başbakan’ın “Komşularınızı ihbar edin” dediği bir ülkede resmi kâğıtlar insanlara korku yayıyor. Ve bu durum Hitler dönemi Almanyası’nı akla getiriyor. Yahudilerin sarı yıldızla damgalandıkları Almanya’yı. Bırakın, bırakın artık, bu ülkeye yazık oluyor! Not: Bir küçük tavsiye, geçenlerde bir yaşını dolduran SOL gazetesinin okuyucuları arasındayım. Bir durum dikkatimi çekiyor, gazete adeta bir erkek yazarlar egemenliğinde. Doğrusu ben, Gezi’de ve hayatın her alanında cabbarca dövüşen kadınların, kadın yazarların düşüncelerini de çok merak ediyorum. “Bacı muhabbetini aştık” diyen bir gazetede hiç kadın yazar olmaması biraz garip değil mi? Biraz da neşe, biraz da hayat! Çok ciddisiniz kardeşim! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] G NOKTASI BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Sırtında 1 zırh benzeri kemerler bu 2 lunan bir tür 3 tespihböceği. 4 2/ Büyük panayır... Eriş 5 miş, ulaşmış. 6 3/ Ege kıyılarında, özellikle 7 İzmir kentinde 8 etkili yerel de 9 niz meltemi... “İrlanda Cum1 2 3 4 5 6 7 8 9 huriyet Ordusu”. 4/ 1 B O L İ V A R K Boyutları olağandan küçük olan... Duman 2 O P A L S EMA lekesi. 5/ Judo ve ka 3 L A T İ F E A R rate gibi sporlarda, 4 İ L İ K N A R A teknik bir gösteri 5 V F B A L A D yi oluşturan kuralA Ü lara bağlı hareket 6 A S E N A ler dizisi... “Bir de 7 R E A L A GÖ Z şişesinde balık 8 MA R A ÖĞ E olsam” (Orhan Ve 9 K A R A D Ü Z E N li). 6/ Öğütülmüş tahıl... Teknelerle suyun dibinde sürüklenerek çekilen bir balık ağı. 7/ Letonya’nın para birimi... Gemilerde türlü işlerde kullanılan bir tür demir halka. 8/ Batı Samoa’nın başkenti... İpliklerin boyanmak istenmeyen bölümlerinin sarılarak boyaya batırılması yoluyla uygulanan bir tür boyama tekniği. 9/ Artvin yöresinde yaşayan ve “Kafkas engereği” de denilen yılan cinsi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Gösteriş, fiyaka” anlamında argo sözcük... Çarlık Rusyası’nda zengin köylülere verilen ad. 2/ Müslüman ülkelerde oturan Yunan asıllı kimse... Bir cins fasulye. 3/ Tapınılan varlık... İnce ve keskin ses. 4/ Mekke’nin doğusunda, hacıların arife günü toplandıkları tepe... Tarla sınırı. 5/ Uzaklık işareti... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 6/ Küçük mağara... Olayların birbiri ardınca sırayla yazıldığı tarih. 7/ Ortaçağ Avrupası’na özgü bir şiir ve müzik biçimi... Rahmaninov’un bir operası. 8/ Coşkun, esinle dolu... Püskürtü. 9/ Görünüşe göre olacağı sanılan... Hitit. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle