25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 EKİM 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Muhalefetin Tadı ve Ödevi BELKİ, “Sıra Geldi” diye de başlık atılabilirdi. İlginç değil mi, geleneksel bayram ziyaretinde CHP Genel Başkan Yardımcısı E. Halıcı AKP Genel Başkan Yardımcısı S. Kapusuz’a “Size temennide bulunayım, partinizin daha iyi hale gelebilmesi için muhalefeti de tatması gerekir, bir de muhalefeti tadın; hep iktidar olmak çok sağlıklı bir durum olmaz” demiş. CHP yöneticileri, herhalde, “temenni ne demek, emriniz olur, inşallah yardımınızla tadarız” dememişlerdir ama, yine de parti içindeki iktidarı bırakıp ülke iktidarı için çalışmak sözü biraz keyiflerini kaçırmış olabilir. ayram şakası bir yana, sayın Halıcı’nın söylediği yanlış mı? Bugünkü ErdoğanGül iktidarına muhalefet etmek, sadece gerekli, yani “lâzım” değil, “vacip” duruma gelmiştir. Çünkü bu iktidar, yalnız dış politikada ulusal çıkarlara aykırı, ülke savunmasında deniz ve hava gücünü zayıflatıcı, ekonomiyi ve dış ticareti hesapsızlığa itici tutumlara saplanmakla kalmıyor, haydi erbabının anlayacağı dille söyleyelim, inanç dünyasının doğruluk değerlerini bile çiğneyen kayırmacı tutumlarla yanlış ve adaletsiz bir toplum düzeni yaratmaya yönelerek işbaşından uzaklaştırılmaya “müstahak” duruma düşüyor. vet, emir altına alınmış gazeteleriyle, oyalayıcı ve yanıltıcı televizyon kanallarıyla, uzaklardan seslenen yabancı yardakçılarıyla seferber edilmiş bir iletişim şebekesinin öve öve göklere çıkardığı bir iktidar, tam yenilmez bir görünüm yaratmak üzere olduğunu sandığı bir sırada yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya: Öyle belirgin kusurların, zayıflıkların ve günahkârlıkların ağırlığı altında ki bu iktidar, yerel ve genel seçimler için iyi örgütlenmiş ve yönlendirilmiş bir muhalefet cephesiyle üzerine yüklenilirse şimdiki geçici yüksekliğinden alaşağı edilmesi hiç de sanıldığı kadar zor olmayabilir. Önümüzdeki yerel ve genel seçimlerle Cumhurbaşkanlığı seçimi sayesinde bu iktidarı halkın oylarıyla düşürüp Cumhuriyet tarihinin son sayfalarına gömmek aslında bir kararlılık, yetenekli kurmay plancılığı ve sağlam bir eşgüdüm mekanizması işidir. O halde, boş lâfları ve törenleri bırakıp çalışarak iktidara geçme sırası gelmiştir. Hacca Giden İlk Türk Cumhurbaşkanı: A. Gül Demokrat Parti Hükümeti’nden bu yana iktidara gelen hükümetler, Türk halkının dini duygularını sömürmek suretiyle, Atatürk’ümüzün 1920’li yıllarda ortaya attığı laiklik ilkesinden adım adım uzaklaşmayı ve Atatürk Cumhuriyeti’ni dini bir kisveye büründürmeyi gerçekleştirmiştir. Doç. Dr. HÜNER TUNCER C B E umhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, görevdeyken hacca giden ilk Cumhurbaşkanı olduğu haberi basında yer aldı. Şimdi biraz gerilere giderek, bugüne nasıl gelindiğini anımsayalım: 21 Ağustos 1969’da, İsrail’in işgali altındaki Kudüs’te bulunan ve Müslümanlarca kutsal sayılan Mescidi Aksâ’da bir yangın çıkarılmıştı. Mescidi Aksâ yangınına Türkiye büyük tepki göstermiş ve İslam dünyasının yanında yer aldığını Başbakan Süleyman Demirel’in ağzından dile getirmişti. 25 devlet, “İslam Zirvesi” adı altında, Fas’ın başkenti Rabat’ta 2225 Eylül 1969 tarihlerinde Mescidi Aksâ yangınını görüşmek üzere bir araya gelmiş ve Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da İslam Zirvesi Konferansı’na davet edilmişti. Ancak Sunay, Türkiye’nin laik bir devlet olduğunu, bu nedenle adı “İslam” olan bir konferansa katılmayı düşünmediğini açıklayarak, hükümetin, konferansa katılma ve göndermeyi öngördüğü temsilcinin düzeyi hakkında karar vermeye yetkili olduğunu dile getirdi. Hükümet, Türkiye’nin, İslam Zirvesi Konferansı’na, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile katılması kararını aldı. Bu zirveye katılmadan önce, laik Türkiye’nin bir İslam konferansına katılmasının doğru olup olmayacağı tartışmaya açık bir sorun haline gelmişti. Başbakan Demirel bir açıklama yaparak, Rabat’taki toplantının dini değil, siyasal bir toplantı olduğunu, Türkiye’nin böyle bir toplantıya katılmasının laikliğe aykırı bir eylem sayılmayacağını ve Rabat toplantısına katılmanın Türkiye’nin dış politikasına aykırı olmadığını belirtti. Çağlayangil, Rabat’taki İslam Zirvesi Konferansı’nda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin laik bir devlet olduğunu anımsatarak, yayımlanan ortak bildiriyi, daha önce BM çerçevesinde kabul ettiği ya da onayladığı kararlara uygunluğu ölçüsünde destekleyeceğini dile getirdi. Türkiye, Demirel’in Başbakanlığı altındaki 19651971 döneminde, İslam Konferanslarına üst düzeyde olmasa bile, alt düzeyde katılmanın yolunu açmıştı. Bu, acaba Türkiye Cumhuriyeti’nin ilerideki yıllarda laiklik konusunda vereceği ödünlerin başlangıcını mı oluşturmaktaydı?.. 2225 Eylül 1969 tarihlerinde Rabat’ta yapılan İslam Zirvesi Konferansı’na katılmakla Türk hükümeti laiklikten ayrılmada bir ilki yaşatmıştı. Bundan sonraki yıllarda iktidara gelen hükümetler de din öğesini sömürerek, Türkiye Cumhuriyeti’ne İslami bir nitelik kazandırma yolunda adımlar atacaktı. Türkiye, Afganistan’ın Sovyet Rusya tarafından işgali üzerine 2527 Ocak 1981 tarihlerinde yapılan Taif Zirvesi’ne değin, İslam konferanslarında daima dışişleri bakanı düzeyinde katılmıştı. Türkiye’nin İslam zirvelerine dışişleri bakanı düzeyinde katılmasının nedeni, kamuoyundan ve muhalefetten gelen tepkilerdi. Bu tepkilerde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın laiklik ilkesini kabul etmesi nedeniyle Türkiye’nin dini nitelikteki toplantılara katılamayacağı ileri sürülmüştü.1980 yılının sonundan itibaren Türkiye’nin Arap ülkeleri ve Ortadoğu ile ilişkileri yeni bir gelişme kaydetmeye başlayınca, 2527 Ocak 1981’de Taif’de yapılan İslam Zirvesi Konferansı’na Türkiye, ilk kez başbakan düzeyinde, Başbakan Bülend Ulusu ile katıldı. 1950 yılında iktidara gelen Adnan Menderes’in başbakanlığı altındaki Demokrat Parti Hükümeti’nden bu yana iktidara gelen hükümetler, Türk halkının dini duygularını sömürmek suretiyle, Atatürk’ümüzün 1920’li yıllarda ortaya attığı laiklik ilkesinden adım adım uzaklaşmayı ve Atatürk Cumhuriyeti’ni dini bir kisveye büründürmeyi gerçekleştirmiştir. Ve bugünlere gelindi!!! Bugünkü AKP iktidarında, bırakınız İslam zirvesi konferanslarına en üst düzeyde katılmayı, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, Türk Devleti’ne bir ilki daha yaşatarak, hacca gitmiş, ihramlı fotoğraflarını Twitter’dan paylaşmıştır. Yazdıklarım, bugünlere nasıl geldiğimizin kısa bir özetidir. 1950 yılından itibaren iktidara gelen hükümetler tarafından başlatılan karşıdevrim hareketi, ne yazık ki basının ve kamuoyunun hiçbir muhalefeti ile karşılaşmadan bugüne değin azimli bir biçimde sürdürülegelmiştir! Cumhurbaşkanı Gül’ün gerçekleştirdiği hac ziyaretinin bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Oktay Ekinci, Yağma, 12 Eylül Ve Bugün Oktay Ekinci’yi dün toprağa verdik. Cenazesine katılanların gözyaşları yürektendi… Çünkü onlar, kendileri için, kendi refah ve mutlulukları için, daha iyi bir dünya, daha yaşanası bir ülke için mücadele eden bir savaşçının arkasından ağlıyorlardı. HHH Yaşamını toprak yağması ile mücadeleye adayan Oktay Ekinci gerçek bir Atatürkçüydü… Bütün gerçek Atatürkçüler gibi, demokrattı… Elbette laikti de; laiklik demokrasinin önkoşulu olduğu için… Çevreciydi… Doğaseverdi… Bir arkeolog kadar tarih düşkünüydü… Kent planlamacılarına parmak ısırtacak kadar yaşanabilir kent dokusunun üzerine titrerdi… Ve bütün gerçek Atatürkçüler gibi, kendilerini “Atatürkçü” ilan eden ve ülkeye bu etiket altında büyük kötülükler yapan 12 Eylülcülere de karşıydı! Sadece demokrat olduğu için, siyasal ve ideolojik bakımdan değil, mesleki ve ahlaki açıdan da 12 Eylül darbecilerini eleştirirdi: Tüm Türkiye’de ama özellikle de İstanbul’da yağmanın önünü 12 Eylül darbecilerinin açtığını söylerdi. HHH Gerçekten de ülkenin tarihini, doğasını ve kent dokusunu koruyan yapıyı 12 Eylül 1980 cuntacıları yok etmişlerdi! Koruma kurulları ilk ve en önemli darbeyi cunta yönetiminden yemişlerdi… Daha sonra İstanbul nazım planı da rafa kaldırılmış, yağmacılara gün doğmuştu! Öyküsü uzundur, meraklısı Oktay’ın kitaplarında ayrıntıları bulur. HHH Tüm Türkiye’nin, özellikle de kıyıların, yeşil alanların ve İstanbul’un yağmalanması, askeri yönetimden sonra Özal döneminde de büyük bir hızla, yasal değişiklikler de yapılarak sürdü… HHH Bugün İstanbul, yaklaşık 20 yıldır AKP yönetimi altında, yağmacılığın son dönemini yaşıyor: Artık yeşil yok… Her yer beton… Her yer alışveriş merkezi, rezidans, ofis, otel… Trafik durmuş! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan medyayı trafik sorununu büyütmekle suçluyor… Felç olmuş bir kentin trafik faturasını “Gezi direnişçilerinin trafiği tıkamasına bağlayan” dalkavuklar ise Başbakan’ın şikâyet ettiği o medyadaki köşelerinden ahkâm kesiyor… Ve Oktay Ekinci yukardan bunlara bakıyor: “Ben demiştim” diyor! Türkiye’de Siyasetin Güncel Seyri… AKP, Gezi Direnişi başta olmak üzere toplumsal muhalefeti mezhep parantezine almaya çalışmakta ve protestoları Alevilerin yaşadığı mahallelere kaydırmaktadır. AKP diğer yandan ise Sünni kitleyi konsolide ederek mezhepsel yarılmadan iktidarını sürdürmenin şansını yakalamaya çabalamaktadır. Dr. ALİ HAYDAR FIRAT İletişim Bilimci liştirir. AKP Türkiye toplumunun ürkiye’de sağ siyaset, kendi önünde sorun gördüğü memerkezi niteliğini gideseleleri, geniş toplum kesimlerinin rek yitirmekte; yitirdikgözüyle gördüğünü hissettirmesiyçe de marjinalleşmekle iktidar şansı yakaladı. Daha önte ve toplumda derin kutuplaşmaceki sağ iktidarların yozlaşan, deya neden olmaktadır. Türkiye’de ğer yitimine uğrayan ve sorunları merkez sağ AKP öncesinde özeltoplumun beklediği ölçüde tanımlikle mezhep eksenli bir pozisyon layamayan tavrı onların elimine almaktan özenle kaçınırken AKP olmasına neden oldu. ısrarla bu pozisyon ekseninde bir O günün koşullarında CHP’nin konumlanışı seçmektedir. Buradavar olan boşluğu doldurmaması ki temel soru AKP bir merkez sağ AKP’nin işini kolaylaştıran bir diparti midir? ğer husustu. Bugün ise bu konuşHer ne kadar AKP kültürel dülanmaların yer değiştirdiği bir süzeyde, modernleşme ve sekülerlik recin içinde geçmekteyiz. AKP katında klasik bir merkez sağ parti 2000’lerin başındaki merkez sağ olarak görülmese de ve bu konuda partilerinin konumuna sürüklenirdiğer merkez sağ partilerden farklı ken CHP giderek AKP’nin çıkış olsa da ekonomipolitik düzlemde dönemindeki sorunlara kapsambir merkez sağ partidir. Öte yanlı tanımlamalar getirme çabası içidan merkez sağ seçmenin bugün ne girmektedir. AKP’nin sorunu büyük ölçüde oylarını yönlendirsadece sorunları tanımlama çabası diği parti AKP’dir. AKP hem söyile sınırlı kaldı. Ülkenin kroniklelem düzeyinde hem de kitle düşen sorunlarına çözüm üretmediği zeyinde geniş bir konsensüsün ve gibi bu sorunlar etrafında varlığıkoalisyonun partisi iken giderek nı sürdüren kesimleri bir araya gebu niteliğinden sıyrılmakta ve en tiren kültürel ve sınıfsal bir zemin azından kurulduğunda yaratmayarattı. Gezi Direnişi bu zeminin ya çalıştığı parti yapısından uzaksomut karşılığıdır. Bu zemin şimlaşmaktadır. Bu durum elbette ki di CHP’yi değişim ve dönüşüm AKP içindeki merkez sağ seçmen noktasında ciddi bir biçimde zoryapısının da belli arayışlar içine lamaktadır. Bu zorlama CHP için girmesine neden olacaktır. çok önemli ve tarihi bir fırsattır. AKP’nin çıkışı onun marjinal Kemal Kılıçdaroğlu’nun Gezi söylemleri terk ettiği, kendisini Direnişi’ne yönelik tavrı son deretoplumsal beklentilerin üzerinde inşa ettiği bir süreç sonrasına denk ce önemlidir. CHP’nin genel başkanından, milletvekillerinden tagelmektedir. Eski merkez sağın banına kadar direnişi sahiplenmesi ekonomik, siyasal ve toplumsal CHP ve toplumsal muhalefet arasorunlara cevap vermediği bir dösındaki bariyerlerin yıkılmasına nemde AKP bu sorunları yeniden neden olmuştur. CHP uzun bir sütanımlama çabası ile sahne aldı ve reden beri ilk defa toplumsal mubu tanımlama sürecini gerektiğinhalefetle buluşma imkânı yakaladen daha uzun bir vadeye yayarak dı. Siyasal muhalefet ve toplumsal samimiyet testinden geçemedi. muhalefetin buluşması ve bir araBir partinin iktidar olması onun ya gelmesi ciddi bir iktidar imkânı sorunları nasıl tanımladığıyla ilişortaya çıkarmaktadır. Şimdi bu kili bir durumdur. Her parti sorunsüreçten sonra CHP’nin daha çok lara kendine göre bir çerçeve çizer ve o doğrultuda önerilerini gesiyasallaşması, siyasal metinler ve tartışmalar üretmesi ve bütün bunları kapsayan bir siyasal iletişim stratejisi ortaya koyması gerekmektedir. CHP bugün ciddi bir iktidar imkânı yakalamıştır. Şu anda toplumsal kesimlerin, iç ve dış dinamiklerin projeksiyonları CHP üzerindedir. Bir taraftan CHP’nin dış politikada atağa kalkması; diğer yandan AKP’nin dış politikada girdiği çıkmaz ulusal ve uluslararası toplumu yeni arayışlara itmektedir. Bugün AKP’nin giderek sönümlenmeye başlaması ve onun yerini dolduracak ciddi bir merkez sağ partinin bulunmaması ve CHP son dönemlerdeki doğru hamleleri solun iktidarı için büyük bir fırsattır. Bu gerçeği en iyi gören ise AKP’dir. O nedenledir ki AKP, Gezi Direnişi başta olmak üzere toplumsal muhalefeti mezhep parantezine almaya çalışmakta ve protestoları Alevilerin yaşadığı mahallelere kaydırmaktadır. AKP diğer yandan ise Sünni kitleyi konsolide ederek mezhepsel yarılmadan iktidarını sürdürmenin şansını yakalamaya çabalamaktadır. Bu son derece tehlikeli siyasi manevra bir partiye iktidar şansı yaratmayacağı gibi toplumdaki fay hatlarını daha da kırılganlaştıracaktır. Ancak Türkiye toplumu hiçbir zaman marjinal söylem ve yapılara itibar etmemiştir. Her zaman konformist, pragmatist ve kendisinin sınıfsal pozisyonunu bedel ödemeden daha iyi bir noktaya taşıyacak partilere yönelmiştir. Buradan hareketle CHP toplumsal sorunları geniş kitlelerin gözüyle tanımlar, toplumsal muhalefeti kendi politikalarıyla buluşturur ve merkezi söylemleri dolaşıma sokarsa önümüzdeki üç seçimde büyük bir başarı yakalayacaktır. Bu aynı zamanda Türkiye’de sosyal demokratların geniş kitlelerle buluşmasına imkân tanıyacak, solu marjinal söylem ve eylemlerden kurtaracak ve onu yeni bir sol siyaset üretmesine neden olacak bir sürecin yaşanmasına imkân verecektir. T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle