14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 EYLÜL 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Financial Times’a göre son 10 yıldaki performansını devam ettirmesini beklemek mantıklı olmaz Türkiye’nin pili bitti Ekonomi Servisi Financial Times (FT) gazetesine göre Türkiye’deki iç talep artık eskisi gibi değil. Ortadoğu’ya yaptığı ihracatta olağanüstü artış olmasaydı, ülke; yılın ikinci çeyreğinde resesyona girebilirdi. Gazete iç talebin duraklamasıyla ekonominin yılın ikinci çeyreğinde geçen yıla göre ancak yüzde 2.9 oranında büyüdüğünü yazdı. FT’ye göre Hindistan, Çin ve Brezilya gibi diğer gelişmekte olan ekonomiler yavaşlarken Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasılasını dolar bazında üçe 2012’nin İlk Yarısında Ekonomik Görünüm 2012’nin ilk yarısına dair veri akışı hızlandı. Geçen hafta sonu ABD’den beklenen en önemli veri ağustos ayına ait tarım dışı istihdam ve işsizlik rakamları idi. Çalışma Bakanlığı’ndan açıklanan verilere göre Amerikan tarım dışı sektörlerinde ağustos ayında istihdam artışı 96 bin, işsizlik oranı ise yüzde 8.1 olarak gerçekleşti. “Piyasa oyuncularının” beklentileri istihdam artışının 125 bin, işsizlik oranının ise yüzde 8.3 olarak gerçekleşeceği yönündeydi. Dolayısıyla, ABD işsizlik oranında beklentilerin yüzde 0.2’lik altında gelen gerçekleşme, günlerdir gerilen piyasa oyuncularını yepyeni umutlarla heyecanlandırmaya yetti. Küresel piyasalarda spekülatif saldırıların artık yeni merkezi haline dönüştürülen altın ve emtia fiyatları sert ivmelenmeler ile hareketlendi; altının ons fiyatı mart ayından bu yana en yüksek değere çıktı. Amerikan işgücü piyasasındaki kaygılar, söz konusu cılız istihdam artışının sektörel dağılımı incelendiğinde daha da karmaşıklaşıyor. Amerikan inşaat sektöründeki işsizlik oranı yüzde 11.3 ile sektörün hâlâ durgunluktan çıkamadığını gösteriyor. İmalat sanayi sektörlerinde yaşanan istihdam kaybının ise ağustos ayında 15.000 kişiye ulaştığı ve sektörün son üç aylık istihdam artışı ortalamasının sadece 5.000 kişi ile son derece cılız olduğu gözleniyor. Dolayısıyla, Amerikan reel sektörlerindeki büyük durgunluk derinleşerek sürüyor. Amerika’da tarım dışı istihdamın ana kaynağının lokantacılık ve restauran hizmetlerinde olduğu görülüyor. Söz konusu hizmetlerde istihdam artışı 28.300 kişi. Bu istihdam biçiminin çoğunlukla yarızamanlı, düşük ücretli ve genel olarak “kalitesiz/kötü” nitelikte olduğu biliniyor. Vaşington’da bulunan Ekonomi Politikaları Araştırma Merkezi çalışanlarından John Schmitt ve Janelle Jones, Amerikan ekonomisinde “kötü/kalitesiz işlerin” hızla arttığını belgeliyor. (*) Schmitt ve Jones’un çalışmasına göre, 2010 yılı itibarıyla Amerika’da toplam istihdamın yüzde 24’ü “kötü/kalitesiz” koşullarda iş bulabiliyor. Yazarlar, “kötü/kalitesiz” istihdam biçimini yılda 37 bin dolar altında ücret gelirine sahip ve herhangi bir sağlık ya da emeklilik güvencesinin sağlanmadığı iş olarak tanımlıyor ve kötü iş biçimlerinde gözlenen artışın mevcut küresel krize özgü olmadığını, Amerikan kapitalizminin uzun dönemli niteliklerinden birisi olarak algılamak gerektiğini vurguluyorlar. Çalışmaya göre, Amerika’da “kötü” istihdam 1979’da toplamın sadece yüzde 18’i iken, 2007’de küresel kriz öncesinde, çoktan yüzde 22’ye ulaşmış idi. ??? Ülkemizde ise kuşkusuz en önemli veri, 2012’nin ikinci çeyrek dönemine ilişkin milli gelir tahminleri idi. Milli gelir artış hızı ikinci çeyrek dönemde yüzde 2.9 düzeyinde gerçekleşti ve ulusal iktisat yazınımızda uzun süredir tartışma konusu haline getirilen “yumuşak iniş” beklentilerine uygun olduğu şeklinde yorumlandı. Söz konusu “yumuşak inişlibüyüme” olgusunun ardındaki gelişmeleri değerlendirdiğimizde, Türkiye ekonomisinin 2012 boyunca iç talepte sert bir daralma yaşadığını; büyümenin biricik kaynağının ihracat artışlarıyla oluşturulduğunu görmekteyiz. Veriler özel tüketim harcamalarının yüzde 0.5; yatırım harcamalarının ise yüzde 7.7 daraldığını gösteriyor. İhracat gelirlerindeki yüzde 20’lik artış, ithalat talebindeki yüzde 3.6’lık daralmayla birleştirildiğinde Türkiye’nin net ihracata dayalı büyüme sergilediği ve bunun da uzun süredir arzulanan bir gelişme olduğu savunuluyor. Türkiye, anımsanacağı üzere 1980 sonrasında da ihracata yönelik sanayileşme modeline öykünmüş ve içeride emek gelirlerinin ve genel olarak iç talebin bastırılmasına dayalı bir ihracat fazlası yaratma stratejisi geliştirmiş idi. 12 Eylül faşist rejiminin olanak sağladığı baskıcı ortam altında 198089 arasında Türkiye ücretlerin olağanüstü daraltıldığı, yoksullaştırıcı bir büyüme konjonktürüne sürüklenmişti. İhracat artışlarının üretkenlik ve ücret kazanımlarıyla sürdürülmediği sürece ulusal gönencin arttırılamayacağı; iç talebin ve gelirlerin bastırılmasına dayalı konjonktürel (ve birtakım “hayali” öğeler içeren) ihracat kazanımlarının ise halkın büyük çoğunluğu için yoksullaştırıcı büyüme olarak betimlenmesi gerektiğini Türkiye yakın geçmişteki deneyimlerinden çok iyi bilmektedir. (*) John Schmitt ve Janelle Jones (2012) “Bad Jobs on The Rise” Center for Economic and Policy Research, Vaşington, Eylül. ? FT, Türkiye ekonomisinin ikinci çeyrekte bir önceki yıla kıyasla sadece yüzde 2.9 büyüdüğünü ve bu durumun 2010 ve 2011’de yüzde 8’in üzerinde gerçekleşen büyüme oranlarıyla açık bir tezat teşkil ettiğini yazdı. katladığı son 10 yıldaki performansını devam ettirmesini beklemek mantıklı olmaz. Gazeteye göre Türkiye için en iyi ekonomik haber, ihracat cephesinden geliyor. İhracatın ikinci çeyrekte yıllık yüzde 20 arttığını hatırlatan gazete, ithalatın da yüzde 3.6 düşmesi sayesinde ekonominin zayıf noktalarından biri olarak görülen cari açıkta ciddi azalma olduğunu kaydediyor. FT “Ancak Londra merkezli Capital Economics’den William Jackson’ın yaptığı hesaplara göre Türkiye yılın ilk yedi ayında ihracatındaki yükselişin yüzde 60’ını, halkın yaptırım mağduru bankalardan kaçarak altına yatırım yaptığı İran’a altın satışlarının artmasına borçlu” değerlendirmesini yaptı. Jackson’a göre altın stoklarının çoğunu İran’a satan Türkiye, yeniden altın ithalatçısı olma yolunda. “İhracattaki patlamanın bu şekilde süreceğini sanmıyoruz” diyen Jackson, “Türkiye Merkez Bankası’nın para politikasını gevşetme olanakları da sınırlı. Onlar da faizleri yüksek tutarak yabancı yatırımcıları çekmeye çalışıyor” şeklinde konuştu. ‘Her ay bir AVM kapanır’ Financial Times’a açıklama yap Türkiye’nin önde gelen markaları an ndan Mavi Jeans Genel Müdürü Cün eyt Yavuz, her ay bir AVM’nin kapanmasını bek AVM’ler, ülkedeki büyümenin en liyor. önemli sembollerinden biri oldu. Yavuz ken şirketinin de Türkiye’nin durgun di bir dönemden geçmesi olasılığına karşılık uluslararası faaliyetlerini artırac ağı söyledi. Financial Times, “Komş nı Suriye’deki çatışmalar ile Türkiy u PKK ile yapılan çatışmaların hal e’de harcama konusunda daha tem kı para kinli yaptı” yorumuna da yer verdi. Boyner: Çin fırsatlarla dolu Ekonomi Servisi Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, Çin’in yoğun nüfus ve canlı iç talebi ile Türk şirketleri için büyük bir potansiyel pazar olduğunu belirterek iki ülkenin ticari ilişkilerin artırılması gerektiğini belirtti. TÜSİAD ve TürkÇin İş Konseyi’nin düzenlediği konferansta konuşan Boyner, Çin’in ‘ekonomik krizden fırsat türettiğini’ ve dünya ekonomisine gitgide daha fazla entegre olduğunu vurgulayarak Çinli şirketlerin Türkiye’de yatırım yapmalarını istedi. Ekonomideki yavaşlama cari açığı düşürdü 20002011 arasında Türkiye’ye giriş yapa n yabancılarla, aynı dönemde Türkiye’de n çıkış yapan yabancılar ara sındaki fark 3 milyon kişi civ arında. Politik nedenlerle İra n, Irak ve çevre ülkelerden gelen çok sayıda göçmene bu yıl 100 bin kadar Suriyeli mülteci de eklendi. Temmuzda 3.8 milyar dolar ile son 1.5 yılın en düşük seviyesinde Ticari vize talebi 2011’de 24 milyar dolara varan ticaret hacmi ile Çin’in; Türkiye’nin önemli iş ortaklarından biri haline geldiğini ancak dengenin Türkiye aleyhine olduğunu ifade eden Boyner, ticari ilişkilerin Türk iş dünyasının uzun dönemli ve çok girişli Çin ticari vizesi alamamasından dolayı olumsuz etkilendiğini de vurguladı. Türk halkı göçmenleri sevmiyor Ekonomi Servisi Türk halkının yüzde 61’i ülkesine yabancı göçmen gelmesine sıcak bakmıyor. Bu oranın dünya ortalaması yüzde 38. Barem Research, WIN/ Gallup International Association ile birlikte Türkiye ve dünyada uluslararası göç hareketlerinin hızlandığı bu dönemde dünya kamuoyunun yabancı göçmenlere bakışını irdeleyen ‘Göçmenliğe Destek Endeksi’ araştırmasını yayınladı. Araştırmaya göre, dünyanın yüzde 38’i göçmenliğin ‘kötü bir şey’ olduğunu düşünüyor ve göçmenlere olumlu gözle bakmıyor. Dünya genelindeki deneklerin yüzde 34’ü göçmenliği ‘iyi bir şey’ olarak nitelendiriyor. Bu ikisinin farkı olan Net Göçmenliğe Destek Endeksi global olarak eksi () yüzde 4. Türkiye’de göçmenlere bakış ise oldukça olumsuz. Türkiye’de, göçmenliğe olumlu bakanların oranı yüzde 15 ile sınırlı kalıyor. Bu durumda Net Göçmenliğe Destek endeksi eksi () yüzde 46. Türkiye, sayısal olarak yurtdışına en fazla göçmen yollayan üçüncü ülke. Ancak göçmen sayısının toplam nüfusa oranı açısından bakıldığında en fazla göçmen veren ülke listesinde Türkiye ilk sırada yer alıyor. 72 milyonluk nüfusa sahip Türkiye’den 6.5 milyondan fazla kişi, başta Almanya olmak üzere başka ülkelerde yaşıyor. Göç edenlerin nüfusa oranı yüzde 9 seviyesinde. Garanti Yatırım EkonoEkonomi Servisi Cari işlemler açığı 2012 Temmuz misti Gizem Öztok Altısaç: ayında geçen yılın aynı ayına Turizm gelirlerindeki daralgöre yüzde 28.8 oranında aza manın sürmesi olumsuz. İhralışla 5 milyar 418 milyon do cat da arzu edildiği gibi gitlardan 3 milyar 856 milyon do miyor. Bu cari açık açısından olumsuz olmakla beraber esas lara geriledi. Yılın ilk 7 ayında cari iş dominant faktörün iç taleptelemler açığı geçen yılın aynı ki gidişat ve ithalat talebi oldönemine göre yüzde 31.3, duğunu düşünüyoruz. Büyü15 milyar 724 milyon dolar tu meye ilişkin olumsuz görütarında azalışla 34 milyar 462 şümüzü koruyoruz. Dolayımilyon dolar oldu. Temmuz iti sıyla ithalat talebi azalır, açık barıyla son 12 aylık dönemde düşmeye devam eder. birikimli cari işlemler açığı ise bir önceki aya göre 1 milyar 562 milyon dolar azalışla 62 milyar 979 milyon dolardan 61 milyar 417 milyon dolar düzeyine indi. Merkez Bankası OcakTemmuz 2012 Ödemeler Dengesi verilerini açıkladı. Verilerle ilgili uzmanların göMerkez Bankası’nın rüşleri şöyle: açıkladığı ödemeler TBank Başekonomisti Vedengesi verilerine göre yis Fertekligil: Petrol fiyat2012 yılı Temmuz ayında larındaki son çıkış eğilimi“net hata noksan” nin sürmesi ithalatta artışa kaleminde 324 milyon yol açacağından bundan dolarlık kaynağı belirsiz para sonraki dönem için en çıkışı yaşandı. Bu çıkışla büyük riski oluşturmakbirlikte yılın ilk 7 ayında ta. Ödemeler dengesinin kaynağı belirsiz para girişi finansman tarafında ise toplamı 3 milyar 165 milyon net doğrudan yatırımdolar düzeyinde gerçekleşti. ların biraz gerilediğini Ödemeler dengesinde nereden geldiği ya da nereye gittiği tam görmekteyiz. Açığın olarak ayırt edilemeyen girişin yer büyük bölümü portföy aldığı kalem olarak ifade edilen yatırımları ile banka net hata noksan kaleminde, 2011 ve şirketlerin getirdiyılı sonunda 11 milyar 594 milyon ği kredi ve fonlarla dolar düzeyinde kaynağı belirsiz karşılanmakta. para girişi yaşanmıştı. 324 milyon doların kaynağı belirsiz ABD’li genç bir yazar Charles Eisenstein. “Kutsal Ekonomi: Para, Hediye ve Geçiş Çağında Toplum” kitabı geçen yıllarda ciddi ses getirmişti. Bilişim Zirvesi’nin dünkü açılışında ana tema konuşmacısı olduğunu görünce, gidip dinledim. Para, ekoloji ve teknoloji üçgeninde küçük bir ufuk turu attırdı Eisenstein. Sorular sorarak. Örneğin “Bugün geçmişten çok daha mı mutluyuz” diye sordu. Yaşamımızda teknolojinin rolünün ne olduğunu sorguladı: Teknoloji, insanlığın binlerce yıllık yolculuğu sonunda bugünkü noktaya geldi. Avcılıktan, tarım toplumuna aradan sanayi toplumuna ve şimdi de bilgi toplumuna dönüştü. Peki, tüm bunlar ne için? Geniş bant ağlar, telefonda daha fazla konuşmak insanlarla daha yakın ilişki kurduğumuz anlamına mı geliyor? Birbirimizi daha mı iyi tanıyoruz? Yoo hayır. Apartman komşusunu bile tanımıyor kimse. İnsan emeği ve günün yerini makine ve teknolojinin alması, bize daha az çalışma, daha çok kendimize zaman ayırma olarak da geri dönmedi. Asla zaman öyle kısaldı ki boş vakit bulamamaktan yakınıyor herkes. Teknolojinin bize hizmet etmesi gerekirken teknolojiye hizmet eden biz oluyoruz. Neden daha az çalışmıyoruz? Onu yerine daha çok üretmeyi ve daha çok tüketmeyi seçtik, çünkü para sistemimiz ekonomik büyüme üzerine kurulu. Yabancılaşmaya, rekabete, kıtlığa, dağılmış toplumlara ve bitmek tükenmek bilmeyen büyüme zorunluluğuna neden olan bir para sistemi bu. Bu, aynı sistem devam ettikçe krizlerin asla ortadan kalkmayacağı gerçeğini de ortaya koyuyor. Kimi geçer gibi oluyor ya da öyle sanılması isteniliyor ama aslında sadece erteleniyor. Çünkü sistemi biraz daha genişletiyorlar ve her şey daha iyi olacakmış gibi Doğru Yaşam mı? Hangisi? davranıyorlar... İşte böyle diyor Eisenstein ve artık doğanın tıkandığı bu noktada bir geçiş döneminde bulunduğumuzu söyleyerek “para tarafından yönetilen” dünyada, “doğru yaşam” ve idealler doğrultusunda nasıl yaşanacağı konusunda endişelenenlere bu geçişin bireysel boyutlarını ele alarak hitap ediyor. Eisenstein’ı dinlerken birkaç ay önce İstanbul Bağımsız Film Festivali’nde izlediğim Mahşerin Dört Atlısı (Four Horseman) adlı belgesel geldi. İngiliz yönetmen Ross Ashcroft’un bu son derece ilginç belgeselini adını veren “dört atlı” ise şöyleydi: Borca dayalı bir mali sistem, örgütlü şiddet, eşitsizlik ve yoksulluk. Sonuçta hepsi dönüp dolaşıp aynı kapıya çıkıyor. Dünyanın hemen hemen her köşesi içeriği ya da boyutu farklı olsa da bir şekilde krizlerin içinde. Avrupa finansal sorunlarla boğuşurken ABD çökmekte olan sağlık sistemi artan işsizlikle boğuşuyor, Ortadoğu ülkeleri derin siyasi krizlerin ve savaşların toz dumanında; Asya’da çevresel sorunlar, ekolojik facialar toplumsal yaşamı sarsıyor. Hiç olmadığı kadar büyük bir hızla dönüşüyor dünya. Endüstriyel toplumların gelişiminde geldiğimiz noktada ekonomiden sağlığa eğitimden tarıma pek çok sistem kriz halinde. Yaşanılan sosyal ve ekolojik krizlerin temelinde ise sonsuz büyümeye ve kâra odaklı, rekabet ve yokluk bilincinin ürünü bir ekonomik anlayışı görüyoruz. Ve gelinen noktada şu soru ile karşılaşıyoruz ister istemez: Bugün insanlık geçmişte olduğundan daha mı mutlu? Mutlu değilse neden değiştirmek için farklı yollar denemiyor? Albert Einstein’in meşhur sözü, “Delilik: Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir” günümüz dünyasının durumunu o kadar iyi özetliyor ki? Tıpkı Türkiye’de yaşadıklarımız gibi. Hallaç pamuğuna dönmüş durumdayız. Yargı, eğitim, ordu darmadağın... Ortada işlenmiş suç yok ama insanlar, gazeteciler, akademisyenler, bilim adamları yıllardır hapiste. Her gün onlarca kadın öldürülüyor. Gençler mutsuz, işsiz, cahil.. Terör artık durdurulamaz halde. Buna karşın her gün yeni AVM’ler açılıyor; yeni köprüler, yeni yollar... Tüket Türkiyem.. Yaz sezonu bitti ve halkımız tatil yerlerinden döndü ve yeniden televizyon dizilerinin başına geçti. Afyon hazır yani. Yoksa herkes çok mutlu da bizler hariçten gazel mi atıyoruz? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle