14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 EYLÜL 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Aydınlığa Çağrı... Silivri’deki Balbay’a... Hep düşünmüşümdür, Silivri’deki Mustafa Balbay’a bir mektup yazmayı... Oturup bir şeyler karalamayı. Hem de el yazımla... Yılların arkadaşı, kardeşim daha doğrusu. İzmir’deki çalışmaları, sonra da Ankara temsilciliği, daha önemlisi yazdıkları!.. Kitaplar birbirini izlemiş... Dünyanın birçok yerini gezmiş, görmüş, tanımış, okurlarına tatlı bir sohbet olarak anlatmış... Ne olduysa oldu; bir gün Balbay’ı Emniyet’e çağırıp bir şeyler sordular. Sonra bıraktılar. Neydi sorulanlar, neydi ondan istenenler, beklenenler? Demeye kalmadı, yine beklenmedik bir anda tuttular içeri attılar. Mahkemede mahkum olmadan! Suçunun ne olduğunu bilmiyoruz, kendisi de bilmiyor, yargıçlar biliyor mu derseniz, onu da hiç sanmam... Şöyle böyle dört yıl oldu! Cumhuriyet’in ilk sayfasında “içerde” geçirdiği günler, hatta hücrede yaşadığı süreler yazılı... Binlerce gün ve gece!.. Adalet önünde neyin hesabı soruluyor, kimse bilmiyor! Ama yıllar akıp geçiyor, Mustafa, daracık bir hücrede sayısız kitaplarıyla baş başa, bir yandan da yeni kitaplar yazarak, yaşamakta... Ona da yaşamak derseniz!.. ??? Sevgili Mustafa, seni özledim! Hepimiz özledik! Bizim arkadaşlarla sık sık senin durumunu konuşuyoruz. Neden, niçin, nasıl? Bir gazeteci, bir gazetenin Ankara temsilcisi, kitaplarıyla binlerce okur kazanmış bir yazar ne suç işlemiş ki? ??? Balbay Ankara temsilcisiydi, bu tutukluluğunun uzun süreceği anlaşılınca Cumhuriyet Ankara’ya yeni bir arkadaşı atadı, Çakırözer’i... Ben önce direndim, niye tutuklu bir arkadaşın yerine başkasını atadınız diye kızdım, yazdım da... Ama gazetenin yaptığı işin doğru olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Balbay içeri bir girdi, bir daha çıkamadı. Dört yıl geçti. Üstelik CHP’den İzmir Milletvekili de seçildi. Yine hapisten çıkarılmadı. Bir ulusun oylarıyla milletvekili seçilmiş bir kişi hâlâ içerde yatıyor, Prof. Haberal gibi... ??? Sevgili Mustafa, benim her yazım sana bir mektuptur. Adalet denen kör bilgenin işlediği yanlışlıkların açıkça sergilenmesidir. Türkiye’miz böyle karmaşalar içinde çırpınırken, bombalar patlıyor, düşmanlar karakol basıyor, askerler ölüyor!.. Daha yakında 25 Mehmetçiğimize kıydılar. Neden bunca kayıp, neden bunca etkisizlik? Bir ordunun nerdeyse yarısı tutuklular evinde ise, elli general Silivri’lerde ise, başka ne bekleyebiliriz? Kendimiz kendimize düşman gibi olursak... Mustafa, sizler kurtaracaksınız bizi bu çıkmazdan... Bugünkü sorun ve önşartların çoğu, yalnız Kürt asıllılar değil, bütün yurttaşlar için geçerli. Şu farkla ki, ülkemiz hızla kalkınıyor ama 1971’de kuzeybatı ile güneydoğu illerimiz arasındaki 11 katlık gelişmişlik farkı, Güneydoğu’ya tanınan bütün ayrıcalık ve önceliklere karşın, 2011’de aynen sürüyordu. Bozkurt GÜVENÇ Ü lkemiz giderek büyüyen, sürekli tırmanan, çözümsüz görünen sorunlarla karşı karşıya. Medyada yazıp çizenler, sabah akşam konuşanlar, sorunların adını koymakta zorlanıyorlar. Latinler “nomen numen” deyimiyle “adını koymak bilmektir” demişler; ama, ad koymak çözüme yeterli olmadığı gibi yanıltabilir.. “İmkânsız görev” dizileri, aslında “İmkânsız gibi görünen görevin nasıl mümkün” olduğunu gösteriyor. Roket bilgini von Braun “Her şey mümkündür” görüşünden hemen sonra açıklamıştı: “Tabii önşartlarını yerine getirebilirseniz!” ABD, Ay’a gitmenin önşartlarını yerine getirdi, Apollo 11, Ay’a gitti ve döndü. Bilim çağının öncülerinden Galile, “Sorun da çözüm de insanda!” derken, eskiçağların “Her şeyin ölçüsü insan” özdeyişini yineliyordu. “Türk Kimliği”nde (1993) kimlik sorununun dile bağlılığını bulup önerdikten sonra, Kürt ayrılıkçılığı ve sorunu üzerindeki görüşlere kısaca değinmiş, Kürtçeyi yok sayan politikaların sorunu büyüttüğüne işaret etmiştim (1). MGK Genel Sekreteri’nin benden istediği “Kürt Kimliği” raporu (1996), önşartları yerine getirilemediği için gerçekleşmemişti. Alman Körber Vakfı’nın “Değişen Dünyada İslam Konferansı”nda (1997), DKP Başkanı Şerafettin Elçi’nin Kürt sorununun akılcı bir yorumundan sonra, Almanlara “sürgünde bir hükümet” kurma önerisini Cumhurbaşkanı’na iletmiştim (2). Çözümlerin önşartları Aydınlık bir yorum Gelişmeleri izliyor fakat yazmıyordum. Hasan Fehmi Güneş’in Kanal B’deki (4 Ağustos) çağrısından sonra yazmaya karar verdim. Adını ne koyarsak koyalım geleceğimizi ilgilendiren sorunlar var. “Sorun varsa çözüm de olmalıdır” ilkesinden yola çıktığımda karmaşık sorunların çok sayıda ve karmaşık önşartlarını arıyordum. Güneş’in aydınlatıcı yorumundan notlar: * Kürtçe lehçeleri konuşan ve Kürt asıllı yurttaşlarımızın sorunları var. * Bunlardan sadece yüzde onu, ayrılmak ya da öteki Kürtlerle birleşmek istiyor. * Ayrılıkçı PKK baskısı altındaki Kürt asıllı yurttaşlarımızın: Ekonomik (işgüç, gelir ve geçim) sıkıntıları yanında, Eğitim, sağlık ve güvenlik sorunları sürüyor. Ancak, büyük çoğunluk, Şiddeti artan terörün Türkleri Kürtlere karşı kışkırtamadığını izliyor; Ayrılmanın kolay bir çözüm olmadığı gerçeğini artık herkes kabul ediyor; BOP/GOP içinde, emperyalizmin Kürtlerden beklediği hizmetler belli oluyor; Çoğunluk etnik Kürt kimliğinin (dilinin) tanınmasını talep ediyor; Kürtler batıya göçüyor ama barışçı çözümü yine TC içinde arıyor. Bugünkü sorun ve önşartların çoğu, yalnız Kürt asıllılar değil, bütün yurttaşlar için geçerli. Şu farkla ki, ülkemiz hızla kalkınıyor ama 1971’de kuzeybatı ile güneydoğu illerimiz arasındaki 11 katlık gelişmişlik farkı, Güneydoğu’ya tanınan bütün ayrıcalık ve önceliklere karşın, 2011’de aynen sürüyordu. Bu koşullarda, “milli varlığın” önşartı olan “kader birliği”, iyi ve kötü günlerin paylaşılması nasıl sağlanabilir? Sağlanabilir mi? aşmada, çoğulcu demokraside ve “millet olma” bilincinde görüyor. Tarihten gelen sorunları, aydınlanma veya “kültür devrimi” olan Cumhuriyet döneminde yapılan (kartkurt vb.) hataları kabul ediyor ama bütün milletlerin hayatında böyle iniş çıkışlar olur; özetle, ülkeyi yöneten siyasi kadrolar, tarihten ders alırsa hatalar azalır, devlet varlığına duyulan güven ve saygı artar, ülkemiz düze çıkar, diyor. Deyyuslar... Bomba zaten patlayan bir şey... Hani su matarası patlasa, otur yaz... Ama “Bombalar patladı, 25 civanım gitti” diye oturup yazıp çiziyor... Bu: Alçaklık... ? Sayın valinin, Sayın Genelkurmay Başkanı’na 25 ceset yerdeyken halı hediye etmesi, öyle devlet şeyinde olan bir şey... Kalkmış veriyor hediyesini... Eleştiriyor orada... Bu da bir nevi: Edepsizlik... ? Tabutlarla şehitler geldi diyor dağdan... Tabut gelince, haliyle demek ki içinde şehitlerimiz geliyor... Bisikletle gelecek değil... Manşet atıyor oturmuş... Bu ise: Hainlik... ? Kalkıyor Beytüşşebap’ta PKK’den korkarak Türk bayrağını direkten indirdiklerini sanki habermiş gibi orada yazıyor... Halbuki direkten bayrağı niye indiriyor içeri alıyor?.. Bayrağa bir şey olmasın diye... Bakıyor geçti, asıyor neticede... Şimdi bunu oturmuş yazıyor... Bu: Şerefsizlik... ? İzmir’de direk var, bu sefer bayrak yok... Valilik öyle uygun görmüş, sen kimsin?... Bu sefer bayrak asacağım diyor... Yazıyor da yazıyor... Ne bu: İhanet... ? Çocuk mademki yürümeye başladı, şöyle aklı anneye, babaya, şuna, buna sapmadan okula doğru yürüsün de Peygamber Efendimizin hayatını olsun, Kuranıkerim’i olsun öğrensin, aklı başına geldiğinde baksın ki “dindar nesil” oluvermiş... Ne var bunda? Karşı çıkıyor oradan... Bu: Terbiyesizlik... ? Geldik: Ama Türkiye’yi ateşe vermek, bölmek, yıkmak... Hukuku, demokrasiyi, laikliği, çağdaşlığı paramparça etmek... Koca Cumhuriyeti Arabistan’a dönüştürmek... Suçsuz insanların hayatını karartmak... Çocukların geleceğini çalmak... Anneleri ağlatmak, gençleri yakmak... Yağma... Talan... Avanta... Bunlar ise; ahlak, şeref, onur, namus... ? Öbürleri?... Müftü açıkladı, bir de karıları düğünde oynar ya... Deyyuslar... Çözüme doğru... Demokrasi yönetimi, her ülkenin kendi toplumsal ve kültürel şartlarına bağlı olarak kurulur ve gelişir; ancak, ülke sorunları üst yönetimden aşağıya doğru, kurum ve kurallarla çözülür. Demokrasi, yalnız yönetilenlerin isteklerini yerine getirmek değil; C. Memduh Altar’a göre, seçmenin istemesi gereken değerleri gündemde tutmaktır. Bu amaçla, siyasi parti liderleri, devletin kuruluş felsefesi, milli ülküsü, bağımsızlık ilkeleri üzerinde uzlaşmış olmalıdır. Toplumun tüzel kişiliği olan devlet hayatında bir birlik bilinci yaratır ve sürdürebilirsek, Kurtuluş Savaşı’nda ve kuruluş döneminde görüldüğü gibi, toplum yapısal güçlükleri aşar. Eski bir CHP İçişleri Bakanı olan Güneş, Atatürk ilke ve inkılaplarını hatırlatıyor ve görevin yalnız iktidara değil muhalefete ve topluma düştüğünü vurguluyor. “Emperyalist güçler Sevr’deki emellerini unutmadılar. Geçmişte bağımsızlığın önşartlarının nasıl yerine getirildiğinin, 1919 Sivas Kongresi’nden yola çıkıp, 1945 demokrasi hareketine nasıl ulaştığımızın destanı Nutuk’tur. Nutuk’u okumaya zamanımız olmayabilir ama ‘Gençliğe Hitabı’nı okuyun ve okutun,” diyor; güven ve inançla ikna etmeye çalışıyor izleyenleri. 19 Mayıs’ı ve 30 Ağustos’u belki gönlümüzün çektiğince kutlayamadıysak ne gam 29 Ekim’de Turgut Özakman’ın Kurtuluş, Kuruluş ve Cumhuriyet destanları bizi bekliyor. Kaynaklar 1) Güvenç, Bozkurt, Türk Kimliği. 1993 Boyut Kitapları (2011: 323 ve 356). 2) Güvenç, Bozkurt, Demirel’e Yazdıklarım. Büke Yayınları (2005: 43). Durum Türkiye’nin sorunu Hasan Fehmi Güneş, onurluömürlü bir barışı, özerklik veya çatışmada değil, hukukun üstünlüğüne dayalı bir anayasa çatısı altında, ortak yaşamda, engelleri Amaç Atatürk’ü, Devrimini ve İlkelerini Yargılamaksa! İ. Gürşen KAFKAS EğitimciYazar A tatürk devrimleri olağanüstü yaratıcılığın ürünüdür. Çünkü, toplumun yenileşme, gelişme ve aydınlanması amaçlanıyordu. O nedenle Atatürk efsaneleşen bir lider oldu. Halifelik ve şeriat kaldırıldı, egemenlik koşulsuz milletin oldu, eğitimde birlik sağlandı. Bu nedenlerdir ki Atatürk devrimleri, ilkeleri ve yapısal özellikleri sorgulanıp yargılanırken asıl hedef Atatürkçü düşüncedir. Atatürk, “Vatan toprağı söz konusu değilse savaş bir cinayettir” ve “Yurtta barış, dünyada barış” diyerek savaşa karşı olduğunu, barışın önemini özlü deyişiyle açıklıyordu. Bugün ülkemiz terörün acımasızlığında şehitlerle sarsılıyor. Yurtta barış yok. Üniter yapı ve ulusal bütünlük askıda. Dünya barışı, sözde dostlarımız AB ve ABD ülkelerinin yarattığı petrol savaşı kan gölüne dönüştü. Irak, Libya, Tunus, Mısır ve şimdi de Suriye’de acımasız senaryolarla gerçekleşen yıkıntılar... Piyon ülkeler ileri sürülüp sonra birleşik güçler leş kargaları gibi saldırıya geçiyorlar. Parçala, yönet, tüket. Aslında Atatürkçü düşünce sorgulanıyor, yargılanıyor. Çünkü Silivri ve diğer yerlerde tutuklu Balbay, Haberal, Özkan, Başbuğ, Periçek ve diğerleri Atatürk’ün çağdaş, akılcı ve bilimsel kazanımlarının birer savaşçısıdırlar. Onlar, ülkemizin yenileşme ve gelişmesinin çağdaş, laik eğitimle, akıl ve bilimle olabileceğinin inancındadırlar. Tüm bu temel kuramların ışığını kuşku yok ki Mustafa Kemal Atatürk yakmıştı. Onlar bu ışığın aydınlığında yürümeyi, toplumu aydınlatmayı iş edinmiş yazarlar, gazeteciler, bilim adamları, siyasiler ve komutanlardır. Tevhidi Tedrisat zedelendi. Çağdaş, laik eğitim ötelendi. Akıl ve bilime dayalı eğitim dinselleştirildi. Kadın hakları örselendi. Türkçemiz kirlendi. Arapça öğrenimi ilköğretim düzeyine getirildi. Dini kadrolaşma ülkeyi dolu dizgin kuşattı. Çağdaş habercisidir. Eğitimimizdeki doksan yıllık ilerleyiş har vurulup harman savruluyor. Bu harmanı karanlıklarda karmak ulusal yıkımdır. “Eğitimdeki 4+4+4 kesintili dayatma, siyasilerin üstü örtük düşüncelerinin dışavurumudur.” Ülkemiz insanı kesif bir kaygıda. Umutsuzluk, halkı cılız ve güvensiz olmaya itmiş durumdadır. Eğitimimiz, Osmanlı medrese eğitiminin karanlığında şekilleniyor. Eğitimde dini terör yaşanıyor. Laik eğitim her yönüyle rafa kaldırılıyor. Çocuklarımıza yazık oluyor. Yeni eğitim sistemi kaygı ve kuşkularla dolu karanlık kapılar açıyor. Gerilik, ilkellik ve bilgisizlik körükleniyor. Sanatsal üretkenlik budanıyor. Demokratik laik eğitim ötelenip dinsel verilerle donanımlı bir yapının uygulanışı geriye dönüşünün göstergesidir. eğitim, kültür ve sanat giderek ötelendi. İmam hatip okullarının sayısı artırılıyor. Önemli yerlere imam kökenliler yerleştiriliyor. Ülke geri gidişin karanlığında şekilleniyor. Doksan yıllık Cumhuriyetin çağdaş değerleri ne duruma getirildi. “Şimdi sıra bizde… / Bu daha başlangıç” diyenlerin ne denli kin kustuklarına acıyarak bakıyorum. “Kalkınmış uluslar giderken Mars’a, Ay’a, biz kaldık yaya...” özdeyişi acınası durumumuzu yansıtıyordur. Cumhuriyet değerlerinin üzerinden silindir gibi geçiliyor. Yeni eğitim sistemi toplumsal bir yaranın Devlet eliyle ayrımcılık yaratılıyor. Gerçek demokrasiden uzaklaşılıp, korku, baskı, kuşku imparatorluğu kurulmak isteniyor. Akılsal ve bilimsel yönetimle ülkemiz, sınırlarımızdaki ateş çemberinin dışında tutulmalıdır. Silivri tutukevi bir değerler havuzuna dönüştürüldü. Bu dayanaksız, anlaşılmaz, kaygı verici süreç, Türkiye’nin zemininde kayma olduğunu hatırlatıyordur. Gelecek kuşaklar bugünleri okuduklarında, yaşananları kirli siyasetin yansıması diye ibretle algılayacaklardır. Yeni eğitim sistemi kaygı ve kuşkularla dolu karanlık kapılar açıyor. Gerilik, ilkellik ve bilgisizlik körükleniyor. Sanatsal üretkenlik budanıyor. Demokratik laik eğitim ötelenip dinsel verilerle donanımlı bir yapının uygulanışı geriye dönüşünün göstergesidir. Eğitimde Birlik yasası ile eğitimde bütünleşme sağlanmıştı. Ne yazık ki eğitim yine çok başlı oldu. Dinselleşti. Her alanda yokun vara dönüşümünü sağlayan Mustafa Kemal’di. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti eserleriyle tarihin altın sayfalarında yer aldı. O, ülkesine kattığı değerlerle halkın zihninde ve gönlünde sevgi dolu taht kurdu. O, kurtarandı, kurandı, aydınlatandı. Ulusal egemenlik, laiklik, demokrasi ve eşitlik kavramlarının mimarı oldu. Aklın öncülüğünde, bilginin ürettiği çağdaş eğitimle toplumsal aydınlanmayı gerçekleştirdi. Demokrasiye, özgürlüğe ve kadın haklarına inandı. Devrimin ışığında gerçekleri arayan, araştıran, yazan, sorgulayan yazarları, gazetecileri, siyasileri, bilim adamlarını susturmak, tutuklamak: Atatürkçü düşünceyi tutuklamak ve yargılamaktır. “Aydın düşüncenin tutsaklığı, karanlıkların ülkeyi kuşatması din, inanç ve gerici karşıdevrimdir. Bugün vatanımızın dört bir yanı ateş çemberinde. İçte terör can alıyor. Ülke insanı korku, kaygı ve kuşkuda. Sen, seni sen yapan Atatürk’ü ve onun düşüncelerini savunanları tutukla, yargıla! İçte huzur ve güven kalır mı?” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle