19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 AĞUSTOS 2012 CUMA [email protected] 14 KÜLTÜR ABD Başkanı ‘vampir avcısı’ Kazak sinemacı Timur Bekmambetov’un ilginç kurmacafantastiği ‘Vampir Avcısı: Abraham Lincoln’ bugünden başlayarak sinemalarda savaşının, her yana yayılıp ülkenin kanını emen vampirlerle (Güneyliler) normal insanlar (Kuzeyliler) arasındaki çok kanlı bir iktidar mücadelesi olduğunu da ima ediyor, fantezi bu ya... Resmi tarihe yeni bir seçenek getirme iddiasındaki ilginç içeriği, aksiyonkorkugerilim türleri arasında gidip gelen, ‘cool’ anlatımı, başarılı görselliği, ilk başrolünü üstlenmiş Benjamin Walker’ın Lincoln’ü, İngiliz Rufus Sewell’in de vampirlerin liderini canlandırdığı başarılı oyuncu kadrosunun performansları ve teknik altyapısıyla da göz dolduran, kimi ‘kötü’lerin duvardaki kocaman resimden canlanıp yere düşmeleri gibi buluşlar da içeren, 1800’ler fonunda geçen bu alışılmıştan farklı, dehşetengiz biyografikfantastik denemede, kahramanımızın dörtnala koşan vahşi atların sırtında, zıp zıp Bats’ı izlediği, inanılmaz takip görüntüleriyle, aksiyon ve yer yer iç kaldıran şiddetteki iğrenç, kanlı, dövüş sahneleri de gırla. Dönem filmiyle karışık, yer yer gotik bir korkuintikam çeşitlemesi atmosferinde seyreden film, vampir mitolojisinden de yararlanıyor baştan sona. Zaten halk söylencelerinden çok satan romanlara, çizgi roman karelerinden, gençlik kesimini hedef alan Hollywood yapımı filmlere ve TV dizilerine uzanan ve popüler kültürün elinde, değişen dünyaya uygun biçimde, bolca erotizm de pompalanıp yeniden biçimlenerek roman, film ya da diziler halinde tüketime sunulan vampir edebiyatı son dönemin yükselen trend’i, malum. Zaman içinde kont Drakula hikâyelerinden, Bram Stoker klişelerinden, New Age çeşitlemelerine, “Buffy” benzeri TV dizilerine ve Stephanie Meyer imzalı “Alacakaranlık” serisinden dandik romanlarafilmlere evrilerek değişen vampir mitolojisinin postmodern kahramanları arasına en saygın ve özgürlükçü Amerikan Başkanı Lincoln’ü de eline gümüş kaplı baltasını tutturup dahil ederek belki gelecekte kült film kategorisine girmesi de olası bu “Vampir Avcısı”na ilgisiz kalmak ne mümkün! “Tinkerbell: Gizemli Kanatlar” Müşfik Kenter ya da Oyuncu Kimdir? Müşfik Kenter çapında bir sanatçı üzerine, özellikle de onun “miras”ı üzerine düşünmemiz gerektiğinde, kesinlikle gündeme getirmek zorunda olduğumuz bir soru: Oyuncu, kimdir? Evet, bunu sormak zorundayız, çünkü o kişi, bizim düşünce yoksulu ve özürlü iklimimizde yetişebilmiş birkaç oyuncudan biriydi (ve yine bu iklimde, hayatının altmış beş yılını sahnede geçirmiş olan bu tiyatro adamının oyunculuğu, tiyatro anlayışı, estetiği üzerine bugüne kadar kaç inceleme yayımlanmıştır diye de sormamız gerekebilir, elbette bulacağımız yanıt karşısında şok geçirme tehlikesini göze alabiliyorsak! Her neyse). Bu uzun ayraç içinden sonra bir başka “çünkü” ile devam edelim: Ve çünkü Müşfik Kenter, zaman zaman oyunculuk üzerine çok ilginç saptamalarda da bulunmuş bir oyuncuydu. Örneğin şunun gibi: “Oyunculuk bana hâlâ çok tuhaf gelir, komiğime gider. Çok çalışır ederim, ama çok fazla da ciddiye almam. Çok fazla ciddiye alınca başka türlü oyuncular çıkıyor ortaya.” Bizim ortamımızda tehlikeli de olabilecek bir saptama, çünkü hocanın “çok fazla da ciddiye almam …” söyleminin, saptamanın geri kalan bölümünden aşırı bağımsız kılınması gibi bir sakınca tekrar ediyorum, bizim ortamımızda!her zaman var: “Ha, bakın, oyunculuğu çok fazla da ciddiye almamak gerekiyor zaten, hoca böyle diyor!..” Hayır. “Hoca” öyle demiyor. O, oyuncu adaylarından “çok fazla oynamamalarını” istiyor. Olimpos’ta mekân kuran oyuncular gibi yapmalarını istemiyor. İnsanlaşmış tanrılar ya da tanrılaşmış insanlar olmak uğruna çabalayıp durmalarını istemiyor. Çünkü gerçek hayatta, tiyatro salonlarını tanrılar ya da destan kahramanları doldurmuyor. Sahnede gördükleri için: “Vay be, ne insanüstü varlıklar!” demeye meraklı insanlar da doldurmuyor. Müşfik Kenter, öğrencilerinden “önce insan olmalarını” istiyor. Yani, yoldan, köprülerden, semtlerden, tiyatroların önünden gelip geçen bütün günlük ya da sıradan insanlardan biri gibi bir insan. Çünkü oyun gereği üstlendiği kişiliği bir salon dolusu sıradan insana onların en sıradanıymış gibi sergileyemeyen oyuncunun o insanlarla hiçbir iletişim kuramayacağını çok iyi biliyor – bütün sıradışı oyuncular gibi! Yine çünkü, seyirci bunun tersi yapıldığı takdirde sahnedeki “vay be ne insanüstü varlıklar”la kendisi arasında hiçbir karşılaştırmaya girmeyecektir; onlardan yola çıkarak kendine yönelik hiçbir sorgulama yapmayacaktır. Gördüğü, insanüstü’dür; en azından kendisi gibi normal ölümlülerden çok farklıdır. Düşündürmek için değil, yalnızca seyredilmek için vardır! Müşfik Hoca’nın öğrencilerinden çok dinlediğim ve ilkine yakın bir saptaması daha var: “Eğer seyirci, sizi izledikten sonra: ‘Ne var bunda? Bunun yaptığını ben de yaparım!’ diyorsa, o zaman bilin ki iyi oyuncusunuz demektir…” Neden peki? ‘Bunun yaptığını ben de yaparım!’ söylemi, oyuncunun seyirci ile kurduğu/kurabileceği/kurması gereken ilk ve en sağlam köprüdür de ondan. Bunu seyircisine dedirtebilen bir oyuncu, artık canlandırdığı karakterden kaynaklanan ve seyircisine aktarmak istediği bütün hesaplaşmaların ve sorgulamaların da yolunu açmış demektir. Çünkü sahnede izlediği “Cimri” rolü için: “Ne var bunda? … ben de yaparım!” diyen salondaki cimri’nin aklına, hemen şu soru da düşecektir: “Yoksa ben de mi böyleyim?” Müşfik Kenter’i seyretmek, bizler için her zaman olağanüstü ve sıra dışı bir olaydı. Ama bu olağanüstülük ve sıra dışılık, her zaman onun günlük insanı büründüğü her karakterde olağanüstü ve sıra dışı canlandırabilme ustalığından kaynaklandı. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Yaklaşık 2.5 yüzyıllık bir tarihe sahip ABD’nin, özgürlüğe, demokrasiye bağlılığı ve dürüstlüğüyle en sevilen başkanlarından Lincoln (18091865) nasıl bilinir genelde? Köleliğe son vermiş bir büyük devlet adamı olarak değil mi? Bugün başlayan filmler arasında, ABD’nin o küt kara sakalı ve Mandrakevari melon şapkasıyla bizim kolektif belleğimize bile yerleşmiş, köleliği tarihe gömmüş, belki de en ünlü başkanını vampir avcısı yapan başlığıyla ilk bakışta dikkati çekiyor “Abraham Lincoln: Vampire Hunter”. Yaşamını ülke ve devlet sorunlarıyla uğraşmaya adamış, tarihin en önemli ve saygın siyasetçilerinden birini, ABD’nin 16. başkanını resmi tarihteki bilinen özelliklerinin yanı sıra, gündüzleri başkanlık yapıp geceleri gümüş baltasıyla kovaladığı vampirleri ortadan kaldıran, azılı, amansız bir vampir avcısı olarak karşımıza getiren “Vampir Avcısı: Abraham Lincoln”, senarist Seth GrahameSmith, yapımcı Tim Burton, yönetmen Timur Bekmambetov üçlüsünün işbirliğinin ürünü, etkileyici bir fantastik kurmaca izlenimi bırakıyor baştan belirtmek gerekirse. Seth GrahameSmith’in, biraz da ‘filme çekilsin, paraları getirsin’ amacıyla yazıp 2010’da yayımladığı romanından bizzat uyarladığı bir senaryodan çekilmiş filmi, 1961 doğumlu, Kazak sinemacı Timur (Nurbaki) Bekmambetov yönetmiş. 1994’te ilk uzun metrajı “Peşaver Valsi”yle adını duyuran, arada TV’ye çalışıp reklam ve klipler de çeken ama asıl ününü Rusya’da 2004’te seyircigişe rekoru kıran “Night Watch te kült film ? Gelecek irmesi olası eg kategorisin ısı’na ilgisiz c ‘Vampir Av mümkün! kalmak ne Gece Nöbeti” ve 2006’daki “Day WatchGündüz Nöbeti” filmleriyle yapıp bu umulmadık gişe başarılarıyla ABD’ye transfer olarak Hollywood’da “Wanted” adlı sürükleyici bir aksiyon çeken yönetmensenaristyapımcı Timur Bekmambetov, seyirciyi anında içine alıveren bu “Vampir Avcısı”yla yeni dünyadaki mesleki geleceğini de şimdiden garantiye almışa benziyor bizce. Yazar Seth GrahameSmith’in, Jane Austen klasiğinden yola çıkıp metne zombileri de eklediği bir önceki romanı “Pride and Prejudice and Zombies”deki gibi, Lincoln’un resmi tarihe yansıyan bildik yaşamını fantastik korku öğeleriyle bezeyerek anlatan senaryosu, son dönemin rağbet gören vampircilik furyasından da bol bol nasibini almış. 1818’de 9 yaşındaki Lincoln’u, dayak yiyen zenci çocukluk arkadaşı Will’i (Will’in büyümüş halini Anthony Mackie oynuyor) korumak isterken gösteren insancıl görüntülerle başlayan filmde, vampir Barts’ın öldürdüğü annesinin intikamını almak hırsıyla büyüyüp eczanede çalışarak okuyan, düzenli günlük tutan ve avukat olan, Mary’yle (Mary Elizabeth Winstead) de evlenip ona başkanlık yolunu açacak siyasete atılan Lincoln’ün bilinen yaşamöyküsünü izlerken öte yandan vampir avcısı olma sürecini seyrediyoruz. Hayatını kurtaran ve (aslında BladeWesley Snipes gibi vampir olup) ona vampir avcılığını öğreten Henry (Dominic Cooper), artık intikamnefret mücadelesi yapmaktansa daha büyük idealler ve ilkeler uğruna savaşmalısın diyerek ufkunu genişletiyor Lincoln’ün.1861’de patlak verip ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren iç savaş döneminde köleliği kaldıran özgürlük bildirgesini tüm dünyaya ilan eden Lincoln’ün karısıyla suikasta uğrayacağı tiyatroya gidişiyle noktalanan “Vampir Avcısı”, aslında Amerikan iç 4 yeni film vizyonda RASTLANTILARIN VE SEÇİMLERİN ÖNEMİNİ SORGULAYAN ‘360’ BUGÜN GÖSTERİMDE Yol ayrımları ve seçimler ASLI SELÇUK Arthur Schnitzler’in La Ronde (Çember/1897) adlı oyunu 15 kez sinemaya uyarlandı. Hollywood döneminin ardından Alman yönetmen Max Ophuls Fransa’ya bu uyarlamayla adım attı. 1950 tarihli La Ronde’da Ophuls 1900’lerin Viyanası’nda çok uç kişilikleri, bir fahişe, bir asker, bir hizmetçi, genç bir adam, evli bir kadın, kocası, bir şair, bir kontun yazgılarını kesiştirdi. Simone Signoret, Serge Reggiani, Danielle Darrieux, Gérard Philipe yer aldığı bu uçucu, şiirsel komedi Venedik Film Festivali’nden senaryo ve dekor ödüllerini aldı. 1964’te Roger Vadim yeni bir versiyon gerçekleştirdi, Jane Fonda, Anna Karina, Maurice Ronet başrollerdeydi. Richard Lerner Hot Circuit’i (1971); Alan Rudolph, Choose Me’yi (1984); Peter Mattei, Love in the Time of Money’i (2002) çekti. Ken Kwapis dramatik komedisine Sexual Life (İhanet Oyunu/2005) adını verdi. Rastlantılar, aldatmalar, seçimler, sonuçlar temalarını işleyen La Ronde’u City of God (Tanrıkent/2002), The Constant Gardener (Arka Bahçe/2005), Blindness’in (Körlük/2008) yaratıcısı Fernando Meirelles 2011’de gerçekleştirdi. Senaryosunu Peter Morgan’ın (The Queen, Frost/Nixon) yazdığı 360, Viyana, Bratislava, Paris, Londra, Colorado, Denver, Phoenix kentlerinde geçiyor, değişik karakterleri karşılaştırıyor. Değişik kimliklerin yorumlandığı bu dramda ayrı sınıf katmanlarından gelen insanların rastlantıları cinsellik, zina ve istençle kesişiyor. Slovak Mirka (Lucia Si posova) yoksul yaşamını değiştirmek için internet yoluyla fahişelik yapar. Kardeşi Anna’yla (Gabriela Marcinkova) birlikte Bratislava’dan Viyana’ya gidip gelirler. Evli, çocuklu İngiliz işadamı Michael Daily (Jude Law) Mirka ile bir kaçamak yapacakken başka bir işadamına (Moritz Bleibtreu) yakalanır. Michael’ın karısı Rose (Rachel Weisz) kocasını Brezilyalı Rui (Juliano Cazarré) ile aldatıyordur. Rui’nin sevgilisi Laura (Maria Flor) buna daha fazla katlanamaz Rui’yi terk eder. Laura uçakta John’la (Anthony Hopkins) tanışır, John yıllardır kayıp kızı Julia’yı aramaktadır. Tutukevinden yeni çıkan, kendisiyle savaşan tecavüz suçlusu Tyler (Ben Foster) Laura’ya rastlar. Genel terapide John, “Geçmişi unutmalı, yaşama devam etmeliyim” der, Hopkins’in monoloğu filmin en etkili sahnesidir. Dişçi asistanı Rus Valentina (Dinara Drukarova) mafya için çalışan kocası Sergei’den (Vladimir Vdovichenkov) ayrılmak, yeni bir yaşam kurmak istiyordur. Valentina’nın patronu Müslüman dişçi (Jamel Debbouze) asistanına âşıktır, bu duygusunu ona bir türlü açıklayamaz, zina ise İslamda günahtır. Dişçi saygınlığını korumak, yoldan çıkmamak ister. Tüm karakterler sürekli bir arayış içerisindedirler, yol ayrımındalarsa seçim yapmak zorundadırlar. Bir bilge onlara yolunu kendin seçeceksin demiştir, ama bunun hangi yol olduğunu söylemeyi unutmuştur. Seçtiğimiz yollar, başkalarının seçimleri bizleri yeniden bir araya getirirler. Kişiler görmeye hazır olduklarında görürler, duymaya hazır olduklarında duyarlar. “Bir kez yaşıyoruz, yaşamda kaç tane şansımız olacak ki” derler. Fernando Meirelles’in büyük hayranı olan oyuncu, şovmen Jamel Debbouze senaryoyu okumadan yönetmene evet demiş: “Fernando’nun çok özel bir vizyonu var. Hiçbir şeyi rastlantıya bırakmıyor. Bir Müslümanın romantik, uçucu, tatlı duygular yaşaması olanaksız gibi görünüyor. Bu çok yanlış. Her şey kendine biçtiğin özgürlükle, özeleştiri düzeneğinle ilgili. Aşkın dini ve sınırları yoktur, seni alır götürür” diyen Debbouze Allah’a inandığını fakat insanların giderek daha az özgür olabildiklerini belirtiyor. Kişilerin yaşadığı değiş tokuş, iletişim filmin her türlü yargıdan uzak duran açık ruhunu yansıtıyor. Kendileri için yeni bir başlangıç arayan bu bireylerin ikilemlerini, hesaplaşmalarını, kuşkularını usta sinemacı Meirelles hem yaşam kadar gerçek hem de yumuşak, belli belirsiz bir dokunuşla yansıtıyor. Bu dramatik, karmaşık öyküler kesişip iç içe giriyorlar. Rastlantıların, seçimlerin önemini sorgulayan 360, bugün gösterimde. Türkiye’de bu hafta sinemalarda 4 yeni film vizyona giriyor. Yönetmenliğini Fernando Meirelles’in üstlendiği “360” ile, yönetmenliğini Timur Bekmambetov’un yaptığı “Abraham Lincoln: Vampir Avcısı”, bu haftanın dikkat çeken filmleri. Simon West’in yönettiği “Cehennem Melekleri: 2” ile animasyon türündeki “Tinkerbell: Gizemli Kanatlar”da, bu hafta izleyiciyle buluşacak. Yazarımızın yazısını yarın yayımlayacağız. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle