19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 AĞUSTOS 2012 CUMA 12 CIA Yıl Sonu Müjdesi: 80 Milyona Dayandık GÖRÜŞ HİKMET ALTINKAYNAK Seke Seke Seksene CIA hep darbelerle “bahar” hazırlıklarıyla uğraşacak değil ya. Yararlı akademik çalışmalar da yapıyor. Ülkelerin nüfus, mezhep ve etnik yapısından AIDS’li hasta ve hastalık sayısına, cep telefonu abonelik dağılımından uyuşturucu trafiğinin yönüne kadar her türlü ayrıntıyı izleyip kaydetmekle uğraşıyorlar. Dünkü bizim basında yer aldı: CIA’ya göre nüfusumuz 79 milyon 749 bini geçmiş. Ama CIA, bu nüfusun sadece yüzde 7075’inin “etnik Türk” , yüzde 18’si ise Kürt, diğer yüzde 712’si de “öteki azınlıklar” olduğunu belirtiyor! CIA’nın verdiği başka rakamlar da var. Bunlara bakarak Türkiye’de bir “bahar” yaşanıp yaşanmayacağını tahmin etmesi bize kalıyor. Ama “biz” kimiz?” Önce ona karar vermemiz gerek. Neyse yine de yıl sonuna kalmaz 80 milyona dayanacağımız kesin. Bu demektir ki Başbakan’ın “3 değil 4... Elinden geliyorsa daha da fazlası!!.” Yolundaki talimatına kulak veren sanıldığından da fazla. CIA umarız, bu buyruğu yerine getirenlerin etnik dağılımını da açıklayacaktır! Demirel hükümetlerinin demirbaş Dışişleri Bakanı İ. Sabri Çağlayangil, o dönemde gazetecilik yapan daha sonra kendisi de Dışişleri Bakanı olan İsmail Cem’e 12 Mart 1971 darbesi öncesinde “CIA altımızı oydu” diye dert yanmıştı. (İsmail Cem, Tarih Açısından 12 Mart, Cem Yayınları) Darbeleri hep ordu yapar. Adına eskiden “darbei hükümet” denmesi bundan. (Acaba artık “darbei ordu” mu denmeli!) Darbelerin de tıpkı toplu cinayetler gibi arkasında bir teşvik edenin, destekleyenin bulunduğu ne yazık ki.. Hep gözden kaçar.. 1971’de iktidarın “altını oyanlar”.. 12 Eylül 1980 gecesi de.. “Bizim çocuklar yine becerdiler!” diye zil takıp oynamışlardı! Darbe cebir, zorbalık demek! Ama geri planında yine de “süper güçler” , “dost ve müttefik” telkin tavsiyeleri hatta “rica”ları bulunur. Bu gerçeğe milletçe geçen ay tanık olduk. Amerikalı Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e “Hükümete baskı yapın!” diye baskı yaptığı mahkeme tutanaklarına geçti! Böylece, ilk kez ABD’nin bir Tevfik Fikret’i Anarken… İstibdadın en koyusunu yaşayan Tevfik Fikret, henüz 58 yaşında, günümüzden tam 97 yıl önce 19 Ağustos 1915’te yaşama gözlerini yumdu. Tek çocuğu Haluk da ondan çok uzaklardaydı… Türk şiirini çağdaşlaştıran, ulusallaştıran, insancıllaştıran ilk şairimiz olan Fikret, şair olduğu kadar bir düşünürdü, bir eğitimciydi ve bir ressamdı. Yaşamındaki üzüntüler onu şeker hastalığıyla karşı karşıya bıraktı. O yıllarda tedavi olanağı olmadığı için de erken yaşta yaşamını yitirdi. O günden bu yana geçen yıllar Tevfik Fikret’in değerini hiç azaltmadı, tam tersine daha da öne çıkardı. Çünkü onun savaştığı istibdat kılık değiştirdi, bu kez bizlerin karşısına çıktı. Böyle bir ortamda ona özlem, onun gibi düşünürlere, şairlere özlem, özgürlüğe, vatanın çağdaş olmasına özlem arttı, artıyor… Bugünlerde çıkan Hıfzı Topuz’un “Elbet Sabah Olacaktır” adlı biyografyası işte bu büyük insanı, Tevfik Fikret’i anlatıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bütün eserlerini okudum. Birçoğu ezberimdedir” dediği Tevfik Fikret’in şiirlerinden düşüncelerinden ışık alarak vatanın kurtuluşunu başlattığını hepimiz biliyoruz. İşte Tevfik Fikret, Hıfzı Topuz’un kaleminde yeniden canlanıyor. Aradan değil on yıllar, yüz yıl geçse de onun unutulmadığı ve unutulmayacağı belgeleniyor. Hıfzı Topuz bu kitabı biraz da 54 yıl önce Sakız Adası’ndaki manastırda turist rehberi kızın anlattıklarından etkilenerek yazmış. Rusya’nın kendi egemenliği altında bir Yunanistan için, İngiltere ve Fransa’yı da yanına alarak, Yunanistan milliyetçiliğini desteklemesi, bu arada başkaldıran Sakız Adası’ndaki halkın da Osmanlılar tarafından kılıçtan geçirilmesi, oradaki yetim kalan çocukların yurda getirilerek evlat edinilmeleri, yetiştirilmeleri Hıfzı Topuz’u etkilemiş. Bu çocuklardan biri de Tevfik Fikret’in büyükannesi Saliha Hanım’dır. Saliha Hanım, İzmir’de ünlü ‘ihtisap ağası’ (Hesap İşleri Başkanı (mı?) Hüseyin Bey’in yanına evlatlık veriliyor. İyi bir İslam terbiyesiyle yetişiyor. Hüseyin Bey’in sekreteri Ahmet Hüsrev Efendi ile evlendiriliyor. Hüsrev Efendi de Sakızlı. Evlenince İstanbul’a geliyorlar. Çocukları Hatice Refia, Tevfik Fikret’in annesi doğuyor. Tevfik Fikret’in büyükbabası ise Çankırı sancağına bağlı Çerkeş kazasından Ahmet Ağa. O da oğlu Hüseyin’i okutmak için İstanbul’a geliyor. Böylece Hatice Refia ile Hüseyin evleniyor ve Tevfik Fikret Aksaray’daki konakta dünyaya geliyor. Fikret’in çocukluğu okul yaşamı Aksaray’da geçiyor. Tevfik Fikret, Aksaray’da Mahmudiye Valide Rüştiyesi’ne devam ederken 93 OsmanlıRus Savaşı yüzünden İstanbul’a gelen mültecilerin cami ve okullara yerleştirilmesi üzerine buradan Galatasaray Sultanisi’ne geçiş yapıyor ve eğitimini bu ünlü okulda birincilikle tamamlıyor. Görüldüğü gibi kendi de içinde Tevfik Fikret’in ailesinin özellikle çocukluğu serüvenlerle geçiyor. Çok iyi yetiştirilen Tevfik Fikret, Türk şiirine getirdiği yenilikler yanında bir düşünür, bir yayıncı ve bir eğitimci olarak da çok önemli işler yapıyor. Özellikle istibdada karşı savaş veriyor. Baskılara direniyor. Çağdaşlığı savunuyor, bilimi savunuyor. Eğitim alanındaki çalışmaları yalnızca mezun olduğu Galatasaray Lisesi’ndeki yöneticiliği, Robert Kolej öğretmenliği ile sınırlı değil, aynı zamanda çocuk ve gençlik edebiyatına yaptığı katkılarla da bir öncü konumunda. Günümüzde savaş tamtamları çalınırken, çıkan savaşlarda en çok çocukların zarar gördüğü, yara aldığı bir gerçekken, Tevfik Fikret okumak ve yaşamı kavramak bir zorunluluktur. Hıfzı Topuz’un yapıtı “Elbet Sabah Olacaktır”ı savaş eşiğine gelen TürkiyeSuriye sorununa çözüm noktasında katkı sağlayacağını, bundan 190 yıl önce yaşanan acı olayları anımsatmasının ise herkesi uyaracağını, özellikle sorumlu makamda olanlara yol göstereceğini düşünüyorum. Ayrıca sürekli baskı ve zulmün hiçbir zaman çözüm olmadığını da anımsatmak, milli irade üzerindeki baskının da artık kalkmasını istiyorum. Tevfik Fikret’in diliyle söylersek: “Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler / Tului haşre kadar sürmez” müttefik ile “iş tutma” biçimi en resmi ağızdan doğrulanmış oldu. Ordu ilk kez Amerikalıları dinlememiş... Onlar da öfkelerini “çuval” ile ortaya koymuşlardı. Devamı ise belli ki.. (Etkin veya edilgen bir destekle...) Silivri ile Balyoz’la geldi. İkna İmha ve Esin Kaynağı “Bahar”ların arkası önü ileride yazılacak elbette. Ama darbelerin altyapısını Güney Amerika’dan Uzakdoğu’ya CIA’nın hazırladığı dünyanın malumu. Acaba bizdeki bu son ileri demokrasi darbesinde de CIA’nın desteği var mı? Var demek elbette kolay değil. Bunun için. “Gizli tanık” ile “imzasız ihbar” gerekir! Ancak, Silivri’de ve Balyoz’da, “CIA”dan esinlenildiği çok açık. Saddam hakkında da aylarca “Elinde kitle imha silahı var! Dünyayı yakacak!” diye yayın yapılmıştı. Irak işgal edildi. Saddam yakalandı. Ama “kitle imha silahı” iddiasının.. “Kitle ikna silahı” olduğu anlaşıldı! Şimdi sıra İran’a gelmiş görünüyor. Yıllardan beri süren. “Iran’da Nükleer Silah Var!” propagandası yeniden ısıtıldığına göre. Çevremiz yeni bir “bahar”a da gebe. NATO’nun başkomutanlığı ABD’nin elinde... Kendisine bağlı bir ülke ordusunun neredeyse tüm komuta kademesi “tutukluluk” yolu ile “tasfiye” sürecine sokuluyor. Ama örneğin, Orhan Pamuk’un ifadeye çağrılmasına bile tepki gösteren Washington’dan çıt çıkmadı, çıkmıyor!! Neden? Çünkü BOP uzun dönemli ve kapsamlı İleri Demokrasi ve Sivilleşen Darbe bir proje. İçinde daha başka nice yaşanacakyaşatılacak “bahar”lar var. Bu projeyi iki yılda bir komuta kademeleri değişip duran ve fazlasıyla “milli” bir ordu ile yürütmek kolay değil. Ordunun değişen komutanlarıyla uğraşmaktansa işbaşına gelir gelmez, “eşbaşkanlığı” iftiharla kabul etmiş Mr. Erdoğan’ın elini güçlendirilmek en pratiği, en uygunu. Bunun da tek yolu var: Darbeyi tersten yapmak! Daha önce hükümeti hizaya getiren ordunun süngüsünü düşürmek. Bu kez darbeyi orduya yapmak. Bunu da hükümete yaptırmak. Bir savaşa son vermenin en kısa yolu o savaşı kaybetmektir. George Orwell ‘İNSAF da Hukuk’un Temel İlkelerindendir’H.V.V.MERİÇ VELİDEDEOĞLU Tarihimizde, özellikle hukuk tarihinde bizi “utandıran” kara bir leke olarak yer alacak “Silivri Davaları”nı izlemeyi “Simgesel Eylem Grubu”muzla yaz boyunca da kesintisiz sürdürdük, sürdürüyoruz. Üç yıldır bizleri sabırla derleyip toplayarak Silivri’ye götürüp getiren sevgili Saniye Yurdakul, “her saniye” hazır. Giderken türlü konularda konuşuluyor; dönerken genelde suskunuz; içimiz buruk; dopdoluyuz; zaman zaman bir “kıvılcım” sözle taşıp taşıp isyan ediyoruz aracı bile sallarcasına... Biz böyleysek bir de; insana “Artık bu denli de olamaz!” diye çığlık attıran “1500 hatayı” içeren “insaf”sızca oluşturulmuş bir iddianameyle suçlanarak “sanık”laştırılanları, yıllanmış “tutuklu”lukları “insaf”sızca “infaz”a dönüştürülenleri, yıllardır “Suçum ne, bana söyleyin!” diye haykıranları düşünürsek... Dahası onların, bu denli “insaf”sızlığa direnen; eşlerini, çocuklarını, anne ve babalarını, kardeşlerini, yakınlarını... Silivri’deki mahkemeleri izleyenler bilirler; duruşmalarda verilen kısa “ara”larda, öğle saatindeki uzunca yemek aralarında, sanıklar olabildiğince yasak engeli üzerinden de sarkarak izleyicilere yaklaşırlar; onlar da sanıklara yaklaşabilmek için kafeslendikleri demir parmaklıklara adeta abanırlar, ister istemez istiflenerek; böylece ‘koro’ halinde olsa da birbirleriyle görüşmeye çabalarlar... Balyoz’un 6 Ağustos günkü duruşmasında, “ara karar” için verilen ara sürecinde bebek bekleyen genç bir izleyicinin demir parmaklıklara sıkı sıkı tutunup; “Baba! Neler oluyor” diye isyan dolu gür bir sesle sorduğu soru “koro”yu bir an için susturdu. Yerden göğe haklıydı genç anne adayı, sanıklar arasındaki babasına bu soruyu sormakta. Kuşkusuz “soru”nun gerçek “muhatab”ı duruşmanın yargıçları olmalıydı... Bilindiği gibi uzun bir süredir; “tanık dinletme”, “bilirkişi atanması” gibi haklı istekleri kabul edilmediğinden savunmanlar (avukatlar) duruşmalara girmiyor. 6 Ağustos’ta sanırım sözcü olarak duruşmaya giren Savunman (Avukat) H. Ersöz “söz” istedi, Başkan vermedi; “Hayır, önce savcı” vurgulamasını yapıp “savcı”ya söz verdi. “Silivri Davaları”nda; ülkede “adalet”i sağlayan, hukukçuların “sacayağı” dedikleri “sav (iddia) (savunma)yargı” üçlüsünden ikisi, “sav” ve “yargı” hep üstün gelmekte dolaysiyle “sacayağı”nın dengesi bozulmaktadır. Balyoz’un bu “97.” duruşmasında da “adalet”i sağlayacak olan bu üçlü “denge”nin yine savunma ayağı yönünden nasıl bozulduğunu hem “söylemsel” hem de “eylemsel” olarak (Savunman’ın dışarıya çıkmasıyla) yaşadık. Bu türlü hukuk konularını, “elli” yıl boyunca Cumhuriyet’teki köşesinden “halk”a açıklayıp anlatan H. V. Velidedeoğlu (H.V.V.), bu “adalet üçlüsü”nün “savunma” ayağı için şöyle bir “uyarı”da bulunur: “Özgürlük, onur, sağlık, yaşam gibi ‘insan hakları’ bakımından ‘savunma’nın önemi büyük ve ‘kutsal’dır. ‘Uygar insan toplumları, bu kutsallığın bilincine varmış olan toplumlardır’ Eğer ‘adalet üçlüsü’nde savunmaya bu yer (tam) verilmezse, bu üçlü sacayağının bir bacağı çok kısa kalacağı için ülkede ‘ceza adaleti’ her zaman kaykılır, aksar ve ‘kuşku’ altında kalır.” (12 Eylül Karşıdevrim, 1986) H.V. Velidedeoğlu’nun “22” yıl önce yaptığı bu uyarının hâlâ geçerli olması, üstelik daha da derinleşerek geçerliliğini sürdürmesi, anayasasında “hukuk devleti” olduğunu belirten ülkemiz için çok “üzücü”dür; kuşkusuz büyük çekinceler de içermektedir. Öte yandan aynı yazıda H.V. Velidedeoğlu’nun: “Savunmanlar (avukatlar) yargılama salonundan dışarıya atılabilmektedir” diyerek “utanç”la dile getirdiği durum, “22” yıl sonra bugün daha da katlanarak uygulanmaktadır, üstelik zaman zaman çok sakıncalı bir “kuvvet” kullanımıyla... Anımsayan var mıdır geçen yıl “9 Eylül” günkü duruşmada yaşananları? Savunman H. Basri Özbey’in çevresini “1520” jandarma eriyle sardırıp “dışarıya atma” zorbalığını... 6 Ağustos günlü Balyoz duruşmasında savunman, bu uygulamaya geçilmesine fırsat vermeden sözlerini noktalayıp dışarı çıktı. Hızını alamayan Başkan; direnişe katıldığı için duruşmada bulunmayan başka bir savunmanı, bu tutumuyla “suni çatışma ortamı yaratmaya çalışmak”la suçlamayı “hukuk”a mı desek, “adalet”e mi desek uygun buldu... Sanırım az da olsa yargıçlar haklı; nasıl derseniz; bilindiği gibi “Özel Yetkili Mahkeme”lere (ÖYM) “son” verildi; ama elinde dava bulunan “ÖYM”ler duruşmaları sürdürüyor, Başkan Ö. Diken’in “10. Ağır Ceza Mahkemesi” gibi. Böylece şu anda, aynı “suç” için biri “ÖYM”de, öteki normal mahkemelerde olmak üzere, “iki” tür “adalet” uygulanmasının varlığı söz konusu. Oysa “adalet”in bölünemeyeceği, bir “bütün” olduğu bilinir; gerçek bir “hukuk devleti”nde böyle bir uygulamanın olamayacağı da... “ÖYM”lerin bu durumu daha da artıran “tutum”larını savunmanların: “Hukuk ya vardır ya yoktur!” diye uyararak ortaya koyması, belli ki Balyoz’un Başkanı’nı pek üzmüş... Kısacası “ÖYM”lerin varlığı kendi başına bir üzüntü kaynağı iken, bir de buralarda “yargı” görevini sürdürmek... İnsan, “Yargıtay Tetkik Yargıcı Celal Çelik”in ülkedeki bu hukuksuzluklar karşısında, “Artık midem dayanmıyor!” (18.11.2011) diyerek “istifa” etmesine hak vermekten kaçınamıyor... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 1/ Canlı bir orga 1 nizmanın oluştur2 duğu, ona özel rengini veren kim 3 yasal madde. 2/ İz 4 mir’in bir ilçesi... 5 Eski Mısır’da gü 6 neş tanrısı. 3/ Batı Avrupa’da bir 7 ırmak... Sert buğ 8 daydan elde edi 9 len, iri taneli un. 4/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Anket. 5/ “Harami var 1 S O L A R İ S B diye korku verirler / BeK İ nim yüklü kervanım 2 A V A R I Z K A Z A N mı var” (Karacaoğlan)... 3 L A Z 4 S A R A B İ K A Kuru soğuk. 6/ Yaşamsal 5 A B R A E K O sıvı... “O” adılının yöİ F A nelme durumu. 7/ Eski 6 R E Y E S A R O S Türklerde gök tanrısı... 7 B A T N E Böreği, çiçeği, terazisi 8 O V O L İ T 9 R O A R A B İ S vardır. 8/ Bir nota... Arap abecesiyle yazılan bir yazı türü. 9/ Dünyanın ilk nükleer denizaltısının adı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Maddenin ya da enerjinin en küçük parçası. 2/ Bir bağlaç... Genellikle eşeklere vurulan bir tür eyer. 3/ Uzakdoğu’da yetişen ve yorgunluk giderici, cinsel gücü artırıcı özellikleri olan otsu bir bitki. 4/ Fas’ın plaka imi... İlkel bir silah... Avustralya’da yaşayan bir cins devekuşu. 5/ Arıların çıkardığı bir tür salgı... Dürüst, iyi ahlaklı. 6/ Erzurum’un bir ilçesi... İlgi eki. 7/ “Egzama” da denilen deri hastalığı. 8/ Dileme, dilek... “Siz toprak altında köklerimizsiniz / Yatarsınız al kanlar içinde” (Nâzım Hikmet). 9/ Azarlama, serzeniş... Duman lekesi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle