25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 AĞUSTOS 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Köprüler, Vapurlar ve Ulaşım Puzzle TAM Türkçesini bir türlü bulamadığımız bu İngilizce sözcüğü “pazıl” diye okusanız yanlış olmaz; tam karşılık bulmaktaki beceriksizliğimiz yüzünden zaten öyle yapıyoruz ve dilimize karşı bir büyük ayıp daha işlemiş oluyoruz. İşin tuhafı şu ki, her yaştan Türkler olarak, hepimiz de pekâlâ anlıyoruz ne demek istediğimizi: Pazıl, parçalarını yan yana getirdiğinizde büyük resme vardığınız bir çeşit sabır oyunu. Belki çok yaşlılarımızın bir bölümü çocukluklarındaki “tokalak” sözünü ve her yanına resim parçaları yapıştırılmış dört köşeli küçük tahta oyuncakları anımsarlar ama, parçalarıyla kuleler köprüler falan da yaparak oynandığı için, şimdikilerin tıpkısının aynısı sayılmaz onlar. Her neyse, artık “yapboz” falan da denen bu tür bulmacaların ortak özelliği, ortaya çıkacak resmin ne olacağını önceden az çok biliyor ya da oyunun bir aşamasında fark ediyor olmanızdır. ysa, şimdiki dünyanın dış politika “bulmaca”larında son resim ortaya çıkınca ya da hafiften görünür gibi olunca sevinme ya da rahatlama vakti çoktan geçmiş, pişmanlığa ve dövünmeye sıra gelmiş demektir. TürkiyeSuriye ilişkilerinin cicim aylarında Amerikanİngiliz medyasının bazı yorumlarını okuduğunuzda “Büyük Ortadoğu Tasarımı”nı kestirebilseniz bile, Kuzey Afrika ülkelerindeki kanlı olayların ve bugünkü gerilimlerin niteliğini bilebilir miydiniz? Daha doğrusu, sürecin bir noktasında Suriye sınırımızın güneyinde, gelecekteki Kürt devletine eklenecek parçanın şimdiden oluşturulmaya başlanacağı aklınıza gelir miydi? LondraWashington ikilisi söz konusu ülkeler konusundaki bilgi birikimleri ve geniş olanakları sayesinde kendi çıkarlarına en uygun sonuçlara adım adım yaklaşmayı becerebiliyor. Düşe kalka da olsa, adım adım ve hedef şaşmadan. Çünkü, varmak istedikleri bulmaca sonucunun resmi var zihinlerinde ve beliren durumları yan yana getirme yöntemlerini akıllıca kullanabiliyorlar. Onlar hedeflerine yönelip bölge coğrafyasının sınırlarını hallaç pamuğu gibi atarken, yıkıntıların tozu dumanı altında kalmamak isteyen bir Türkiye, başkalarının hesaplarına uymak yerine kendi Cumhuriyetinin ilkelerine her zamankinden daha sıkı tutunmak ve sorunlara çare ararken aklın ve bilimin yolundan asla şaşmamak zorundadır. Başka türlüsü yıkıma katılmak olur. AB Sil Baştan Yüksel PAZARKAYA lacağı buydu. Konunun uzmanları, yıllardan beri, “iki bölgeli” ya da “iki hız” öngören bir oluşumun üzerinde dururken, özellikle çıkar çevreleri, yani para egemenleriyle onların siyasetteki uzantıları, “büyük ve bütün” Avrupa Birliği sevdasındaydı. Genişleme süreci, “yayılmacı” nitelik aldı. Avro’ya geçişte, ekonomileri, toplumsalkültürel gelenekleri ve gelişmeleri birbiriyle uyumsuz üyeler aynı kabın içine atıldı. Kendilerinin koyduğu “Maastricht” kurallarına ve ölçütlerine baştan aldırmayanlar, sahte sayıları göz göre göre gerçek kabul edenler, Avro’ya geçtikten sonra da, bu kuralları keyiflerince deldiler. Yalnız Yunanistan falan değil, Almanya, Fransa gibi ağababalar da. Kendilerinin koyduğu kuralların çiğnenmesi bu kriz sürecinde de berdevam. Sonuç şaşırtıcı değildir. Avro bölgesi, dolayısıyla AB iflasın eşiğine gelmiştir. İlk sinyal AB’nin en güçlü ekonomisine sahip Almanya’nın, Hollanda ve Lüksemburg’un kredibilitesinin “durağandan olumsuza” döndürülmesiyle verildi. Sorun artık, Yunanistan’ın Avro’da kalıp kalmaması konusunu aşmıştır. Yol ve köprü yaparak trafik sorununu çözmeye çalışmak obez bir insanın kemerini gevşeterek kendini tedavi etmesi gibidir”. Başlangıçta biraz rahatlar fakat şişmanlamaya devam edersiniz. Haluk GERÇEK, İTÜ İnşaat Fakültesi stanbul’un trafiği Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün iki şeridi 18 Haziran’da bakıma alınmadan önce de insanı çıldırtıyordu. Bakım için köprünün iki şeridinin kapatılması, ulaşım ve trafik mühendisliği, şehircilik ve kent yönetimi konularında bazı yalın gerçekleri bir kez daha çarpıcı biçimde ortaya çıkardı. Günde yaklaşık 460 bin aracın kapasite sınırlarını zorlayarak geçtiği iki köprüdeki toplam 14 şeritten ikisi kapatıldığında, zorlanmış trafik koşullarının aynı düzeyde kalabilmesi için günde yaklaşık 60 bin aracın köprüleri kullanmaktan vazgeçmesi gerekiyordu. Diğer bir anlatımla, bu araçların tümünün otomobil olduğu kabul edilirse, Boğaz’ı geçen 100 bin yolculuğun köprülerden çekilmesi (yapılmaması ya da denizyoluna kayması) halinde trafik, eski tıkanıklık düzeyinde kalabilirdi. Oysa öyle olmadı. Bu basit gerçek halka iyi anlatılmadığı ve gerekli önlemler alınıp uygulamalar önceden başlatılmadığı için, insanlar yollarda, araçlarının içinde saatlerce beklediler. İ kullanmalarına izin verildi ve deniz ulaşımına bir iki hat eklendi. Oysa bütün bu önlemler ve daha fazlası, bakım başlamadan en az 34 hafta önce uygulamaya konabilir ve insanların yeni duruma uymaları sağlanabilirdi. Yöneticilerin “toplu taşımayı kullanın” ya da “tatile çıkın” şeklindeki cılız önerilerini her gün köprülerden geçen sürücülerin önemli bir bölümü duymadılar; duyanlar da genellikle yapıldığı gibi, durumu sınayarak görmeyi tercih ettiler. Bu ısrar azalarak bir süre daha sürdü. öprü yapmak sorunu çözmez Köprülerden geçen günlük toplam araç sayısı, bakım öncesi duruma göre, iki hafta sonra yüzde 15, bir ay sonra yüzde 30 ve bir buçuk ay sonra ise yüzde 47 azaldı. Bazı İstanbullular tatile çıktı, bazıları ise Boğaz’ı denizyolu ile geçmeye başladılar. Bakımı izleyen haftada Şehir Hatları’nın günlük yolcu sayısı 18 bin (yüzde 12) arttı. Marmaray Projesi’nin tüp demiryolu geçişinin henüz bitmemiş olması nedeniyle Boğaz geçişleri için köprülere denizden başka bir seçenek olmaması, Boğaz’ı geçen her 5 yolculuktan yalnız birinin denizyolu ile yapılıyor olması ve İstanbul’un denizden uzaklaşarak büyümüş olması gibi gerçekler kötü yönetim ile birleşince, trafik birçok yerde kilitlendi. Durumu fırsat bilen bazı yöneticilerden 3. köprü karşıtlarına alaycı göndermeler geldi: “Gördünüz mü? 3. köprü olsaydı bunlar yaşanmazdı!” Oysa 3. köprü olsaydı, çevresinde planlanan yeni ilçelerden yaratılacak trafikle, o da bir süre sonra tıkanacak ve 4. köprünün ne kadar gerekli olduğu söylenecekti. Çünkü, “yol ve köprü yaparak trafik sorununu çözmeye çalışmak obez bir insanın kemerini gevşeterek kendi K ni tedavi etmesi gibidir”. Başlangıçta biraz rahatlar fakat şişmanlamaya devam edersiniz. Büyük kentlerde ulaşım ve trafik her zaman sorunlar taşıyacaktır. Ancak bu sorunlar, tutarlı kent ve ulaşım politikaları ile akılcı biçimde yönetilerek kabul edilebilir, katlanılabilir düzeylere indirilebilir. Kentte yaşayanlar daha rahat, gerilimsiz ve daha kısa sürelerde yolculuk yapabilirler. Metroda, otobüste, vapurda kitabınızı, gazetenizi okuyarak müzik dinleyerek bir iki aktarma ile istediğiniz yere gidebilirsiniz. Çocuklar sabahın alacakaranlığında üşüyerek bekledikleri okul servislerine binip çok uzaklardaki okullarına gitmek zorunda kalmayabilirler. Sürücüler birbirleriyle yarış etmeden, kurallara uyarak, daha yavaş fakat sakin, akıcı biçimde yol alabilirler. Freni patlamış kamyonlar önlerine geleni altına alarak evlerin, dükkânların içine girmeyebilir. O Biz hak etmiyor muyuz? Karşıya geçerken yaşamınızı tehlikeye attığınız meydanlar yürüyebileceğiniz, nefes alabileceğiniz toplanma mekânları olabilir. Kentte yaşayanlar yaşadıkları kentin daha güzel, daha insanca ve yaşanabilir olması için nelerin yapılması ve yapılmaması gerektiği konularında bilinçli ve dirençli olabilirler. Vizyon sahibi yöneticiler ve onlara akıl veren girişimciler kentin istedikleri yerlerine kanallar, tüneller, köprüler çizmeye cesaret edemez duruma gelebilir. Yüzlerce uzmanı toplayıp kent ve ulaşım planları yaptıran mimar belediye başkanları hiçbir uzmanın aklına gelmemiş büyük projeleri planlara işlemek zorunda kalmayabilir. Ülkenin ve kentin yöneticileri yapmak istedikleri projeleri kentte yaşayanlara danışmak zorunda kalabilirler. Kentin son kalan yeşilinin, ormanlarının, su havzalarının ortasından yol geçeceği korkusuyla yaşamazsınız. “Yok canım, bunlar olamaz!” mı diyorsunuz? Biliyoruz ki insanların böyle yaşadıkları kentler var, hem de çok fazla. Orada yaşayanlar bunu hak ediyorlar. Biz etmiyor muyuz? Almanya’nın kendi borç yükü O Akıl tutulması mı? FSM Köprüsü’ndeki 18 gişenin önündeki havuzda birikmiş irili ufaklı yüzlerce aracın gişelerden sonra iki küçük delikten geçmeye çalışmalarını gösteren hava fotoğrafını YouTube’da gören bir yabancı, bu durumun bir akıl tutulması olduğunu düşünebilir. Trafik mühendisliğinde şişe boynu ya da darboğaz denilen bu karmaşayı çözmek için yolun gişelerden sonra birden daralan kesimine gelen trafik akımını belirli bir uzunluk içinde, aşamalı biçimde azaltmak gerekirdi. Bazı uzmanların uyarısı ile, bakımın başlamasından ancak üç hafta sonra FSM Köprüsü’ndeki gişe sayısı 6’ya indirildi, kamyonların gündüz saatlerinde köprülerden geçişi yasaklandı, şehirlerarası otobüslerin Boğaziçi Köprüsü’nü Koruma kollama şemsiyeleri ne denli büyütülürse büyütülsün, buna Alman ekonomisi de yetmeyecek, kendisi sendelemeye başlayacaktır. Almanya’nın kendi borç yükü de zaten iki trilyon Avro’nun üstünde. Ama başta büyük bankalar, siyasetteki egemen kolları aracılığıyla halkın vergilerini sonuna dek sömürmeye çalışacaktır. Borsa denen sermaye aracı da, üretime ve verime bakmayacak, sermayeyi kollama sinyallerini sürdürecektir. 2008 yılından beri çalkantıya düşmüş, bütün önlemlere karşın istikrar bulamamış Avro bölgesinde, sonunda Avrupa Merkez Bankası da Avro tahvillerini kabul edecek ve önemli bir kural daha koyucuları tarafından rafa kaldırılacaktır. Bu belki iflasa giden yolun son dönemeci olacaktır. İflasa kadar AB yardımlarından para kapmaya devam edebildikleri sürece güney üyeler, buna günün birinde Fransa bile katılabilir, Avro’da kalacaklar. Sonunda gönüllü olarak Avro’dan ilk kaçan onlar olacak. Kaçmayanların tepesine Avro çatısı çökecektir. Almanya ve Başbakan Merkel, kuzey ve güney Avro bölgelerinden dem vurmaya başladı bile. İki ayrı Avro bölgesi garip bir oluşum yaratacağı için, bu da çıkar yol olmayacaktır. Yeniden biçimlendirilmeli Ü lkemizde en zor ve en tehlikeli iştir “öğrenci olmak”… Çünkü, içi boşaltılmış, kalitesi düşük, özgür düşünmeyi engelleyen, üretime değil tüketime yönelik, 4+4+4 gibi yasalarla her geçen gün daha da dinselleştirilen bir ortaöğretim dizgesinde, yıllarca dirsek çürütüp mezun olacaksınız, sonra her türlü fırsat eşitsizliğine rağmen, bir büyük sınava girip üniversiteye girmeyi başaracaksınız, ondan sonra da orada başınıza gelmedik iş kalmayacak… Sevil Sevimli, Türk kökenli Fransız yurttaşı bir üniver Ülkemizde Öğrenci Olmak Erdal site öğrencisi. Erasmus programı çerçevesinde kalkmış Fransa’dan Eskişehir’e okumaya gelmiş. Fransa’dan yola çıkarken, Türkiye’de öğrenci olmanın tehlikeleri kendisine anlatılmış, ama o, atalarının yurdunda yaşayan insanları tanımak, doğal, kültürel, tarihsel ve toplumsal zenginlikleri yerinde görmek, yaşamak için uyarılara kulak asmamış… ATICI Anadolu Üniversitesi’nde öğrenci olan Sevimli, Türkiye’nin yasalarını Fransız yasaları gibi sanmış olmalı… Sık sık konserleri iptal edilen, gittikleri her yerde polis kuşatması altında tutulan, üyeleri tutuklanan Grup Yorum’un konserine gitmiş, cezaevinde kansere yakalanıp ölümüne beş kalaya kadar tutuklu kalan Güler Zere belgeselini izlemiş, 1 Mayıs gösterilerine ka tılmış, şiddet içermeyen her türlü toplantıda bulunmuş… Sonrası malum: “Yasadışı silahlı örgüt üyeliğinden” tutuklanmış… Ülkemizde son yıllarda sıkça yaşanan bir durum bu! Bu kez Türk asıllı bir Fransız yurttaşın başına geldiği için bu kadar dikkat çekti. Başta Fransa olmak üzere kimi AB ülkelerinde tepkiyle karşılandı. Şimdi Sevil Sevimli hakkında Avrupa’da makaleler yazılıyor, yürüyüşler, imza kampanyaları düzenleniyor. Umarız bu gencimiz kısa sürede özgürlüğüne kavuşur... Tek çıkar yol, yalnız Avro bölgesini değil, bütün AB’yi sil baştan yeniden biçimlendirmekten geçer. Bu doğallıkla bir çöküntü eşliğinde büyük gürültüyle gerçekleşebilir. Yeni bir Avrupa Birliği’nin varlık gücü, ancak çok özenli işleyen yavaş bir süreçte, ancak ekonomik, toplumsal, kültür değerleri birbiriyle uyumlu az sayıda üye ülkeyle sağlanabilir. Genişleme süreci uzun erimli ve ancak uyum aşamalarına varan yeni üye alımlarıyla gerçekleşebilir. Yayılmacılık, haçlı emperyalist ölçütler iflas etmiştir. Yeni AB’nin de bir tek temeli olabilir: Barış kültürü. Şimdiki AB’nin başlangıcında da barış kültürü çıkış noktasıydı. Ancak AB genişledikçe, ABD ve Rusya emperyalizmleriyle dünya egemenliği için yarışmaya başlayıp, özellikle ABD’nin emperyal değerlerini benimsemeye yönelince, inandırıcılığını, özgünlüğünü yitirmiştir. Yeni AB, uluslararası arenada ancak geleneksel emperyalist güçlere barışçı, çevreci ve toplumsal güvenlikçi bir seçenek oluşturarak varlığını koruyabilir ve diğer büyük güçlerle yarışabilir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle