09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 TEMMUZ 2012 SALI [email protected] 14 KÜLTÜR Son dönemde izlediğimiz, ‘kısa süreli’ olacağı belirlenip açıklanmış dizilerin bile birçok sorunu alt edemediği görülüyor Diziler ‘nokta’lanırken... oyunlarını toplumsal bir konuyu tartışmak amacıyla yazan Taner Usta’nın ‘oyunsu’ dehası, dizi boyunca değil de ancak final sahnelerinde yansıtılabilmişti. Sivas Yangını Sönmedi 19 yıl önce Sivas’ta, Madımak Oteli’nde otuz yedi can diri diri yakıldı! Alevlere teslim olan oteli gözü dönmüş, kara yobaz bir kalabalık kuşatmıştı, içeride insanlar boğulup kavrulurken zafer çığlıkları atıyorlardı! Tüm ülke ise otelin ateşe verilmesiyle başlayan bu iğrenç barbarlık gösterisini canlı yayınla ekranlardan dehşet içinde izlemekteydi. Bir yanda alevler, kara dumanlar... Bir yanda kana susamış kara yobazlar! Doğu’da ya da Batı’da, dünyanın herhangi bir yerinde her dinden ve mezhepten yobaz sayısı az değildir ve bunların aklı insan aklı, yüreği insan yüreği olmadığından sürü gibi güdülürler. Kara niyetlinin maşası olan kara yobaz, din, Allah, peygamber adına cana kıymaktan çekinmez. Düşman bellediğinin, aklını aşkın bulduğunun derisini yüzer, kafasını keser. Onu domuz bağıyla bağlayıp toprağa gömer ya da yakar! ??? Yakılanlar; bu ülkenin şair ve yazarları, sanatçıları, hayatının baharında oyuncu, folklorcu genç insanlarıydı. İki de otel emekçisi vardı aralarında. Gözünü kan bürümüş yobaz kalabalığı yangını şenlik ateşiymiş gibi keyifle, gaza nidalarıyla kutladı. Meydan uygun, safları sıkıydı. İtfaiyeye, polise, askere geçit vermediler. Bu sırada aklı selim sahibi biri çıkıp şunları söyleyemedi: “Ey Müslümanlar! İçerde insanlar yanıyor, suçtur, günahtır! Yolu açın da bir gayret kurtaralım! Kardeşler yapmayın, insan olmak bu mudur?” İnsan olmak nasıl bir şeydir? İnsanlaşmanın anlamı, boyutu nedir? Nasıl olur da Anadolu’da milli mücadelenin başladığı Sivas şehrinde bir otele sığınmış eli kalem, saz, dili şiir, türkü tutan insanlar uluorta, göz göre göre yakılabilir? Niçin, neden izin verilir oteli saran cahil, insanlıktan nasipsiz kalabalığın çılgınlığına? Neden dağıtılmaz o güruh, devlet neden acizlikle kıyıma seyirci kalır? Hem sonra, bir toplum bu vahşeti nasıl içine sindirebilir de altında kalmaz! ??? Dönemin siyasal gelişmeleri duruma uygun, hareket planlıydı. Pir Sultan Abdal şenlikleri hedef seçildi. Sivas’a gelecek sanatçılar, Alevi ozanlar ve dostlarına karşı, yobazlar kışkırtıldı. Şehre çevre illerden militanlar taşındığı, olaylar sonrasında açığa çıktı. Otelde kıstırılmış mağdurların telefonla yardım çağrılarına sorumlu bakanlar sürekli: “Merak etmeyin, gereken tedbirler alındı” yanıtı verdiler ama hiçbir önlem yoktu. Bu ülkenin insanlık tarihine kara bir sayfa daha eklendi ve Sivas’ta yakılan bedenlerden yükselen alevler cehaletin derin uykusuna yatmış toplumu uyandıramadı. Bütünüyle yobaz işi olmaktan daha karanlık yanları olduğu su götürmeyen bu korkunç saldırının asıl sorumlu ve failleri yazık ki geçen zamanda ortaya çıkarılmadı. Maşalar toplanıp az çok ceza aldı, kaçaklara ilişilmedi. Kalan döküntü ise zamanaşımıyla süpürüldü. Ama toplum vicdanında yanmaya devam eden Sivas yangını sönmedi, söndürülemedi. Geçen on dokuz yılda “yobazlık” daha da arttı, kindar dincilik zehirli bir sarmaşık gibi her yana tırmandı. Ülkenin tüm kurumları, adaletten eğitime yobazlığın uygulama alanına dönüştürüldü. ??? Cumhuriyet rejiminin en büyük mücadelesi baştan beri yobazlıkla olmuştur ve hâlâ sürmektedir. Bugün de dinci örgütlenmenin kararlı, sinsi kundaklamaları ile karşı karşıyayız. Kazanımlar bir bir elden gidiyor ve çoğunluk olup biteni sessiz, şaşkın, ne yapacağını bilmez, seyrediyor. Böyle giderse ateş tüm ülkeyi, hepimizi yakacak. 25 bölümde ‘Son’ Seyircinin tuttuğu televizyon dizilerini sürdürmek için senaryolar “dolaşmış yün çilesi”ne döndürülüyor. Uzadıkça ve çapraşıklaştıkça tadı kaçan öyküleri sürüklemek yükümlülüğünü taşıyan başoyuncuların, inandırıcılıklarını sürdürmek için kıvranışları da gözle görünür bir noktaya gelince, en “iddialı proje”ler bile sıradanlaşıp yavanlaşıyor. Bu nedenle, haftalarca, aylarca, belki de yıllarca merakla izlediğiniz bir dizinin nasıl bittiğini bir süre sonra anımsamıyorsunuz bile. Dizi yazarlığının da sanat olabileceğine inananlardanım. Genel izleyici kitlesinin ortalama kültür düzeyine seslenmenin de kuralları olmalı. Melodram/gerilim/güldürü türündeki öykülerin başarısı adına, bölüm sayısını sınırlamak mantıklı gözüküyor. Ne ki son 6 ay içinde izlediğimiz, “kısa süreli” olacağı belirlenip açıklanmış dizilerin bile birçok sorunu alt edemediği görülüyor. Bu tür dizilerden biri Haldun Taner’in ünlü sahne yapıtı, epik müzikal ‘Keşanlı Ali Destanı’ydı. Fikret Hakan ve Fatma Girik’in başrolleri oynadığı 2 saatlik bir “Keşanlı” filmi zaten Atıf Yılmaz tarafından epik anlatım, dramatik anlatıma dönüştürülerek yıllar önce çevrilmişti. Sahnelerimizde Özen Yula gibi yeni kuşağın önde gelen oyun yazarlarından olan Berkun Oya’nın senaryosunu yazdığı, Uluç Bayraktar’ın yönettiği “Son” ise çarpıcı bir başlangıç yaptı, çekiciliğini yitirmeden ilerledi ve daha önceden tasarlandığı/açıklandığı gibi 25 bölümde noktalandı. Ama ne noktalanış! 25 dolayındaki dizi kişisinden, öyküde birincil düzeyde rolü olan 11’i öldürüldü, 56’sına ne olduğu açıklanmadı. Uluslararası düzeyde yer alan birkaç farklı eylem boyutunun oluşturduğu “genel çerçeve”içinde olup bitenler hiçbir biçimde açıklanmazken, öykü izleyenlerin çoğunun daha ilk bölümlerde farkına vardığı aşk öyküsü üstünde odaklandı. Enerji yüklü çekim taktikleri ve başarılı oyunculuk örnekleriyle özenli bir çalışmaydı “Son”. Ne ki bu nitelikler, seyircinin, ileriye ve geriye doğru düzenlenmiş çeşitli zaman atlamalarını 6 ay boyunca izlerken harcadığı çabanın, keçi boynuzu çiğnemekten farksız olduğunu fark etmesini engellemedi. Berkun Oya yazarken, Uluç Bayraktar da çekim yaparken amaçlamış mıydı bilmiyorum ama “Son” dizisi, insanın, kendisine en yakın olanların önemini/önceliğini göz ardı etmesinin ağır bir suç olduğunu anımsattı bana. Ali Komiser’in, Selim’in, Yorgo’nun ve Halil’in bakışlarından belleğime yüklenen ise “vicdan azabı”nın onarılmazlığıydı. Dizileri izlemeye devam ediyorum. ‘Son’ Televizyondaki ‘Keşanlı Ali’ sürekli olarak yer alan bu yapıtı sanat olabileceğine öykünün ait olduğu “zaman”ın dizileştirme düşüncesi, Çağan inananlardanım. Genel ve “uzam”ın boyutlarını inanIrmak’ın yönetmen, Özen Yuizleyici kitlesinin ortalama dırıcı kılmak için özgün metinla’nın senarist olarak gündeme de yer almayan art alanları gelmesiyle çekicilik kazanmış kültür düzeyine (‘sahne arkası’ ayrıntılarını) olmalı. seslenmenin de kuralları oluşturma yolunu seçmişti. Ne Ancak şu gerçeği de görmezolmalı. Melodram, ki diziye eklenen yan öyküleden gelemeyiz: Tiyatro, görsel ve işitsel silahlarıyla seyirciyi gerilim, güldürü türündeki rin ve çapları abartılan güldütiplerin ilişkilerinin ana vurup kaçan, geride iz bırakan öykülerin başarısı adına, rücü öykünün önüne geçmesiyle, bir sanattır. Çarpıcılığı, yalnızca bölüm sayısını sınırlamak birkaç bölüm sonra, yazarın birkaç saat sürmesinden, “eko“toplumsal duruş”unu belirlenomik” bir anlatımla dile gelmantıklı gözüküyor. yen “epik anlatım” ortadan mesinden kaynaklanır. Buna yok oldu. Öykü de oyunculuk karşılık, iki saatlik bir malzeda yavanlaşmaya başladı. meyi çekip uzatarak dizilerde yapıldığı gibiBu nedenle, daha 23 ay sürmesi tasarlanbirkaç yüz saatlik bir gösteri oluşturmaya kalmış olan dizi 20. bölümde noktalandı. Sevinkarsanız, “trajedi” melodramlaşır, “komedi” dirici olan, “Keşanlı Ali” dizisinin finalinin, soytarılığa dönüşür, “epik” olan ile “dramaepik anlatımla örtüşen bir biçimde gerçekleştitik” olan birbirine dolaşır. rilmiş olmasıydı. Öykü birbirinden farklı üç “Keşanlı Ali” dizisi iyi başladı. Özen Yula, final sahnesiyle noktalanıyordu. (Seyirci isteoyunun “epik” özelliklerini korumaya çalışırdiği seçeneği benimsemekte özgürdü.) Tüm ken bir yandan da karakterlerin ve ilişkilerin, ? Dizi yazarlığının da ‘Keşanlı Ali Destanı’ ELİF ŞAFAK ‘ŞEMSPARE’NİN KAPAK TASARIMINDAKİ İNTİHAL İDDİASINA YANIT VERDİ ‘Sorun gördükleri kapakta değil, gözlerinde’ Kültür Servisi Geçen yıl yayımlanan “İskender” adlı romanının İngiliz yazar Zadie Smith’in “İnci Gibi Dişler” romanıya benzerlikleri nedeniyle ihtihal iddialarıyla karşı karşıya kalan Elif Şafak, yeni kitabında da aynı suçlamayla karşılaştı. Sol Haber Portalı’nda yer alan habere göre, Şafak’ın köşe yazılarını derlediği “Şemspare” adlı yeni kitabının kapak tasarımı, 2008’de İs panya’da yapılan bir enstalasyon çalışmasının bir tekrarı. Bu iddia karşısında konuyla ilgili yazılı bir açıklama yapan Şafak, mart ayında, dünya üzerinde başka şehirlerde de yapılan ve kitap kapağına ilham veren bir manzarayla karşılaştığını ve bunu da sosyal ağ hesapları üzerinden takipçileriyle paylaştığını açıkladı. Ortada yeni keşfedilen bir durum olmadığını ve beraber çalıştığı insanların daha fazla yıpranmaması için bu açıklamayı yaptığını belirten Şafak; “Sorun, gördükleri kapakta değil, gözlerindedir. Gözlerindeki ve gönüllerindeki perdede...” dedi. Turhan Selçuk karikatürleri İskenderun’da Turhan Selçuk Karikatür Sergisi, İskenderun Karikatürlü Ev’de açıldı. Geçen yıl açılışı yapılan İskenderun Karikatürlü Ev’de sergilenen Turhan Selçuk imzalı 26 karikatür, 15 gün süreyle izlenimde olacak. ‘Mariken van Nieumegen’ İLBER ORTAYLI TOPKAPI SARAYI’NA VEDA ETTİ ‘Bu sadece resmi bir veda’ Fotoğraf: KAYHAN AYHAN ? Ortaylı, kokteylde yaptığı konuşmada “Bu bir emeklilik değil, sadece Topkapı Sarayı’na yapmaya çalıştığım hizmeti sınırlama zamanı geldi ve asli müesseseme, Galatasaray Üniversitesi’ne dönüyorum” diyerek yerini gençlere bırakacağını söyledi. K A M İ L AY BOYUNCA ÖDÜLLÜ HOLLANDA FİLMLERİ M A S A R A C I Kültür Servisi Topkapı Sarayı Müzesi Başkanlığı’ndan emekli olan Prof. Dr. İlber Ortaylı için önceki gece Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü’nde bir veda kokteyli düzenlendi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in yanı sıra pek çok müzenin müdürü, turizm camiasının temsilcileri, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, Prof. Dr. Celal Şengör de katıldı. Kokteyl öncesinde Ortaylı’nın ona ilgi gösteren müze ziyaretçilerine yanıtı ise şöyleydi: “Beni boşverin, gidin Harem sergisini gezin...” Ortaylı, kokteylde yaptığı konuşmada da “Bu bir emeklilik değil, sadece Topkapı Sarayı’na yapmaya çalıştığım hizmeti sınırlama zamanı geldi ve asli müesseseme, Galatasaray Üniversite si’ne dönüyorum” diyerek yerini gençlere bırakacağını söyledi. Görevi kimin devralacağının belli olmadığını belirten Ortaylı, “Bu saraya verilen hizmetlerin sonu gelemez ve iş hiç bitmez” dedi. Kokteylde konuşan İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili Ortaylı’nın ayrılığını “resmi bir veda” olarak değerlendiririken Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da Ortaylı’dan bundan sonraki dönemde de yardım isteyeceklerini söyledi. Ortaylı için ‘tarihi sevdiren insan’ denildiğini hatırlatan Bakan Günay, tarih bilimini büyük ölçüde popülerleştirdiğini belirttiği Ortaylı’ya kendisi ve bakanlığı adına iki ayrı hediye sundu. Aksanat’ta temmuz filmleri kuzeyden Akbank Sanat Sinema Kuşağı’nda Oscar ödüllü veya Oscar adaylığına layık görülmüş Hollanda filmleri de yer alıyor. Maria Peters’in yönettiği 2011 yapımı “Sonny Boy”, 1998 En İyi Yabancı Film ödüllü, bir baba ile oğlun acımasız ve karmaşık ilişkisini konu edinen “Karakter”, mizahi öğeleriyle dikkat çeken Paula van Der Oest imzalı “Zus &Zo”, Mariken van Nie Marleen Gorris’in gözüyle güçlü bir feminist bakışın ürünü olan 1995 Yabancı Dilde En İyi Film ödüllü “Antonia’nın Yazgısı” ve Naziler tarafından işgal edilmiş Hollanda’da “çocuk” cesaretiyle direnen Michiel’in öyküsünü anlatan Martin Koolhoven imzalı 2008 yapımı “Oorglogswinter” (Winter in Wartime) filmleri de Akbank Sanat’ta izlenebilecek. K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K Kültür Servisi Akbank Sanat, TürkiyeHollanda diplomatik ilişkilerinin 400. yılı etkinlikleri kapsamında, Eye Film Institute işbirliğiyle temmuz ayı boyunca Akbank Sanat Sinema Kuşağı’nda Hollanda sinemasından örnekleri izleyiciyle buluşturuyor. Etkinlik kapsamında, Hollandalı ünlü yönetmen Jos Stelling’in imzasını taşıyan 1974 yapımı “Mariken van Nieumegen”, 1984 yapımı “Sihirbaz” (The Illusionist), JeanPaul Franssens’in “De Wisselwachter” romanından alan 1986 yapımı “The Pointsman”, JeanPaul Franssens’in “Broederweelde” romanından uyarlanan 1999 yapımı “No Trains No Planes” ve 2007 yapımı “Duska” isimli filmleri gösterilecek. ‘Füreya’nın seramikleri yakın takipte’ eda kokteyli öncesi görüşlerini aldığımız Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önceki gün sayfamızda yer alan, Zeynep Oral’ın da köşesinde değindiği, Füreya Koral’ın Harbiye Başak Sigorta binasındaki yapıtlarının zarar görmesiyle ilgili olarak konuyu yakından takip ettiğini açıkladı. Herhangi bir yapı el değiştirirken, içindeki sanat eserlerinin zarar görmemesi için verilmiş talimatlar olduğunu belirten Günay, Koral’ın eserlerinin bulunduğu binayı otel yapmak isteyen firmanın da eserleri korumak niyetinde olduğunu söyledi. C MY B C MY B V
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle