24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 TEMMUZ 2012 ÇARŞAMBA 2 GÖRÜŞ SEVGİ ÖZEL OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CHP Kurultayının Değerlendirilmesi CHP’nin yüzde 26 oyu var. Bunun anlamı her dört kişiden ikisi AKP’ye oy veriyor, ama her dört kişiden birisi de CHP’ye oy veriyor… Bu ana damar küstürülmemelidir. CHP’nin yeni yönetimi bu ana damarı kaybederse, bu ana damarın kuşkularını anlamazdan gelirse, işte o zaman Türk demokrasisi çok zor durumlara düşer. Alev COŞKUN ve 18 Temmuz günleri yapılan CHP kurultayı, basında ve TV’lerde yorumlanıyor. Her yorumcu kendi görüşüne göre olumlu, olumsuz yanları ortaya çıkarıyor. Kimisi yeterli ölçüde değişim ve yenilik olmadığını, kimisi de yeterli sol olmadığını söylüyor. Ancak konuya somut verilerle yaklaşan çok az. Önce nereye göre değişim, nasıl bir değişim ve yenilik sorularına doğru yanıtlar vermek gerekir. Unutulmasın ki “değişim”, “dönüşüm”, Soros’un kavramlarıdır. Doğu Avrupa’da on yıl önce görülen “değişim”, “dönüşüm”, “yenilik” gibi kavramların “turuncu darbelerin” sloganları olduğunun akıldan çıkarılmaması gerekir. Dinsel Söyleme Koşut Dinsel Eylemler Gözlerden kaçmadığını biliyoruz; ama birçok kazanımın elden kaçtığını, kaçırdığımız değerlerin yerine konup konmayacağını biliyor muyuz? Artık yöneticiler, okul, işyeri, fabrika, yol ve başka yerlerin açılışını başarı dilekleriyle açmıyor. On yıldır böyle; ancak son yıllarda dinsel söylemle eylem birbirine koşut olarak hızlandı. Yetkili bir ağız, 2011 sonbaharında, “Başarının temelinde küçük şeyler satarak ticarete girmiş, imam hatiplerde okumuş, muhtar bile olamaz denildiğinde başbakan olan insan vardır. Memleketi tanımayan milletine tepeden bakan, ahkâm kesen, cafcaflı üç beş kelimeyle ekonomiyi yürüttüğünü zanneden kişiler değiliz. Ülkeyi milleti tanımış, işine besmele ile başlayan, Allahım bu ülkeyi zor günlere götürme, bu ülkeye zorluk ve kıtlık yaşatma, kararlarımda isabetli olmayı nasip et, doğruluktan ayırma, diye dua eden insanlar yönetiyor..” demişti. Ne ki “besmele”yle yükseltilen yapılar, yapılan yolların yağmura, sele, yangına, depreme pek de dayanıklı olmadığını yaşayarak görüyoruz. Keşke laik bir ülkenin yöneticisi olma bilinciyle, “(…)bu ülkeye zorluk ve kıtlık yaşatma, (…) doğruluktan ayırma” diyenler aklın öncülüğüne, bilimin, sanatın verilerine tutunsa; uygulayımbilim üretenleri, üniversiteyi ve başka kurumları özgürleştirse ve ülkeyi “ülkeyi zor günlere” yürümekten kurtarsa... Keşke “Ya Allah bismillah!” haykırışıyla açılış yapanlar, üfürük açılımlar değil de örneğin, her gün ölüm haberiyle sarsıldığımız, ayrışmanın kapısına itildiğimiz bir dönemde, “besmele”yle terörü bitirebilse; açlık sınırındaki insanların derdine umar olsa; eğitimsizliği katlayacak 4+4+4’lük sözde eğitim safsatasının yanlışlığını görse; yaşlıların, kadın ve çocukların yaşamını kolaylaştırsa... Laik bir ülkede yaşadığımızı düşünerek yurttaşlık bilinciyle bizim de yakarışımız budur. Yeşil bayraklarla sokağa dökülen, demokrasiyi bizim kadar bile koklamamış ülkelere bakıp da ders almayanlara, “Allah akıl versin” desek, yeterli olur mu? Bu da dinsel bir söylemdir; ne ki “aklı” öngörür. Bir adımda bir camisi, bin adımda bir okulu olan bir ülkenin yöneticileri, ilkin dil kullanımında kantarın topunu kaçırmışlardır. Bir ülkede siyasal, ekonomik ve kültürel bağımsızlık yaralıysa, bundan etkilenecek ilk kurum, dildir. Son on yıldır iktidarın diline bakarak nereye gittiğimizi görüyoruz. Ramazandayız; ancak sürekli ramazanda yaşıyor gibiyiz. “Bireysel kazanımı” için koruma ordusu ve devletin araçlarıyla camiye gidilmesini yadırgamıyor; cami önündeki siyasete tepki vermiyoruz; basın yayın organlarına hâlâ şaşırabiliyoruz. Her cuma, bir yetkilinin camiye gidişi niçin ana haberdir; hâlâ anlayamıyoruz. Kendi dili de sorunlu olan basın yayın (artık “medya” oldu ya, herkesi tartışır kendini tartmaz), dinsel söylemlerle eylemlerin reklama dönüşmesine bilerek ya da bilmeden hizmet etmektedir. Hizmette kusur tanımayan sözde aydınları, sözde sanatçıları ve bilimcileri de unutmayalım. Hep birlikte dinsel söylemleri, bazen gözyaşı dökerek alkışlıyorlar. Dinsel söylemle dinsel eylemleri hızlandıranların unuttuğu bir şey var; hepsi laik eğitimin ve Atatürk’ün öncüsü olduğu Türk Devriminin olanaklarıyla bugünkü orunlara eriştiler. İnançlı insan “nankör” olur mu? Kendi bindiği dalı kesenlere ne diyelim? “Tanrı hepsine ün şan, para vermiş, biraz da akıl versin!” 17 yapmacık, sahte bir demokrasi oyunu oynanıyor. Uzun yıllardan sonra CHP’de ilk kez bu modele son verildi. Çarşaf liste kabul edildi. Bunun sonucu çeşitli renkte anahtar listeler çıkması doğaldır. Bu yöntem sayesinde delege, PM seçiminde belli ölçüde ağırlığını koyabilmiştir. Bu kurultay, CHP’nin hizipler partisi olma niteliğini bir kenara itmiştir. CHP artık bir hizip partisi değil, örgütün giderek PM seçimlerine ve partinin kaderine egemen olduğu bir niteliğe dönüşmüştür. Bunun kanıtları çarşaf listeyi yönlendirmek amacıyla çıkarılan değişik renkteki listelerin olması ve bu listelerde yer almasalar bile kimi politikacıların delegeye dayanarak listeyi delip Parti Meclisi’ne seçilmeleridir. İşte somut kanıtlar: Ercan Karakaş, Fikri Sağlar, Durdu Özbolat, İlhan Cihaner, Tekin Bingöl, Birgül Ayman Güler ve Halit Toraman’ın seçilmeleridir. Kimi yorumcular bu listelerin çokluğunu CHP’nin bir eksikliği olarak yorumluyorlar. Bu yorumcular, AKP gibi partilerdeki genel başkanların egemenliğinde düzenlenen tek listeyi bir güç olarak değerlendiriyorlar. Oysa tek liste lidere biat etmektir, demokrasi ile bağlantısı olmayan bir modeldir. CHP’nin bu uygulamasını içtenlikle alkışlamalıyız… Önemli bir demokratik adım olduğunu görmeli ve takdir etmeliyiz. Hatta, bu modelin tüm partiler tarafından da uygulanması gerektiğini yüksek sesle belirtmeliyiz. Genel Başkan Kılıçdaroğlu, belli ki yakın danışmanları kimi sosyologların katkılarıyla hazırlanan konuşmasında “Zamanın ruhu”ndan söz etti. Zamanın ruhunun “değişim”den yana olduğu söyle Kanıtlar Asıl değişim Bu kurultayın aslında getirdiği temel değişim demokrasidir. CHP bu kurultayda parti içi demokrasi kurallarını uyguladı. Anadolu’dan gelen delegeler hem değişim yaptı hem de CHP’nin temel felsefesini korudu. Yeni seçilen Parti Meclisi’nin (PM) yapısı ve nitelikleri bunu açıkça göstermektedir. Şimdi özetle bu durumu irdeleyelim: di… Doğru ama nasıl değişim? Bir ülke düşününki orada güngün hukuk devleti açıkça katlediliyor… 4+4+4 ile laik eğitime darbe vuruluyor… Silivri mahkemelerinde düzenlenmiş delillerle gazeteciler, parti liderleri, üst düzey askerler yıllardır tutsak ediliyor…. Meclis’te sabaha karşı verilen bir önerge ile yeni özel mahkemeler kuruluyor… Deniz feneri davasına bir türlü başlanamaz ve iddianame değiştirilirken, Ergenekon, Balyoz, Odatv, KCK davalarında adaletin nasıl çürüyüp zedelendiği açıkça görülüyor… Bu listeyi uzatabiliriz, özetle: AKP toplumu her nokta da “değiştiriyor”, “kuşatıyor” ve “dönüştürüyor”… İşte bu noktada anamuhalefet lideri kurultay açış konuşmasında öncelik olarak “değişim” derse, sosyoloji ve siyaset bilimi açısından bütün dünyada bu davranışa sadece gülümseme ile yanıt verilir… Önce, ülkenin demokratikleşmesi, hukuk devletinin eksiksiz uygulanması, genel seçimlerdeki barajın makul düzeye indirilmesi, önce seçim yasası ve partiler yasasının değişmesi, gelir dağılımındaki korkunç adaletsizliğin düzeltilmesi… Kanımca asıl öncelikler bunlardır. Bu nedenle 2012’de Türkiye’de “zamanın ruhunu” iyi okumak gerekir. Günümüzde, zamanın ruhu öncelikle laik, demokratik ve sosyal devlet ve cumhuriyet ilkelerine sahip çıkmaktır. AKP’nin adım adım din kurallarının egemen olduğu bir toplum yaratma projesi karşısında öncelik, AKP’nin hukuk dışı, çağdaş toplumu dışlayan felsefe ve uygulamalarına karşı çıkmaktır… Demokrasi işledi Açıkçası 1990’dan bu yana 22 yıldır parti içi demokrasi kurallarının işlediği bir CHP kurultayı ile karşı karşıyayız. 1980’den bu yana, son 30 yıldır bütün siyasi partilerde ne oluyor? Her partide genel başkanın hazırladığı liste esas kabul ediliyor ve delegeler bu blok listeye tartışmasız oy veriyorlar. Bu listeyi delerek seçilmek olanaksız. Genel başkanlar her partide tek seçici olarak parti meclisini oluşturuyorlar. Bu parti meclisi de, genel başkanın hazırladığı milletvekili listesini onaylıyor. Açıkçası, genel başkanların “Tek seçiciliği”ni ve tartışmasız “Egemenliği”ni onaylayan Delege iyi anladı CHP kurultay delegesi bu yazdıklarımızı çok iyi anladığını somut olarak gösterdi. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında en fazla alkış toplayan noktalar nereleridir? Kılıçdaroğlu, Atatürk ilkelerinden, bağımsız Türkiye’den söz ettiğinde kurultayın heyecanlanması, alkış kopması ve dalgalanması önemlidir… Ulusalcılık, “kör şovenizm ırkçılık” değildir. CHP delegesi asla “şovenist, ırkçı” değildir. CHP delegesi bağımsızlık deyince uluslararası topluluğun onurlu eşit üyesi olmayı istiyor… Dış politikada taşeronluk istemiyor, onurlu duruş sergilenmesini ve ülkenin ekonomik çıkarlarının korunmasını Zamanın ruhu: istiyor. Kurultay delegesi işte bu düşüncelerle PM’nin oluşmasını sağladı. Genel başkanın ekonomik ve düşünsel liberal adaylarını silmedi, onların seçimini sağladı. (Örnek: Ayata, Şenatalar, Öztrak, Kuşoğlu, Çıray gibi) Ama bu arada eski partililer Ercan Karakaş ve Fikri Sağlar’ı da seçti. Bilim Kültür listesinde aday gösterilip, son anda “sarı liste”de yer verilmeyen bilimsel, solcu, Atatürkçü ve ulusalcı kimliği tartışılamaz olan Birgül Ayman Güler’in, yaptığı hukuk mücadelesi ile laik ve Atatürkçü kimliği belirginleşen İlhan Cihaner’in, CHP gençlik kolları merkez yönetim kurulu üyeliği yapmış olan, hiçbir hizbe bağlı olmayan ancak yılların örgüt ve parti emekçisi, CHP’nin temel çizgisine bağlı Halit Toraman’ın listeleri delerek PM’ye seçilmeleri, kurultay delegelerinin zamanın ruhunu çok iyi kavradıklarının göstergesidir. Partinin temel felsefesini özümsemiş yeteneklerini kanıtlamış Adnan Keskin ve Haluk Koç’un en yüksek oy alarak PM’ye seçilmeleri de çok önemlidir. Parti Meclisi toplantılarında, Atatürk’ten, laiklikten söz etmeyelim oy kaybederiz diyenler listeye bile giremediler. Kuşkusuz, DİSK bir önceki Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin, Eşber Yağmurdereli’nin seçilememesi üzücüdür. Kadın ve Gençlik kotasına uyulması, PM’ne kadınların ve gençlerin yüksek oranda girmeleri ve 22 yaşında bir genç, Sevnur Yıldırım’ın CHP’nin en üst karar organına üye seçilmesi çok önemlidir. Bu kurultayda evet değişim oldu… Parti içi demokratik anlayış ve metotlarda değişim oldu. CHP’nin yüzde 26 oyu var. Bunun anlamı her dört kişiden ikisi AKP’ye oy veriyor, ama her dört kişiden birisi de CHP’ye oy veriyor… Bu ana damar küstürülmemelidir. CHP’nin yeni yönetimi bu ana damarı kaybederse, bu ana damarın kuşkularını anlamazdan gelirse, işte o zaman Türk demokrasisi çok zor durumlara düşer. Unutulmasın, 2012’de Türk siyasal ve toplumsal yaşamında asıl görev hukuk devletinin, Atatürk ilkelerine bağlı laikliğin ve sosyal devlet ilkelerinin korunmasıdır. Asıl görev budur... Yargıyı Yargıçtan Korumak! Bir yandan halkın yargıya olan güven duygusu azalırken, diğer yandan, HSYK’nin siyasal bir örgüt gibi çalışması, yargıç ve savcılar arasındaki cemaatçi örgütlenme, yeni vesayetçi anlayış, salınan korkunun yargıçların bağımsız ve tarafsız davranma yetilerini etkilemesi, yargıçlar arasında ayrışma yaşanmasına neden oldu. Av. Başar YALTI İstanbul Barosu nayasanın 36’ncı maddesine göre herkesin yargı mercileri önünde “adil yargılanma” hakkı bulunmaktadır. Adil yargılanma hakkı “kavram” olarak anayasada yer almış olmakla birlikte, bu kavramın kapsam ve içeriğini yansıtan düzenlemeleri hukuk mevzuatımızda bulmak mümkün değildir. Bu nedenle olacak, anayasanın 90. maddesine ekleme yapılarak; temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı belirtilmiştir. Böylece, iç hukuk karşısında, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelere üstünlük tanınmıştır. Türkiye’nin, temel hak ve özgürlükler konusunda imzaladığı sözleşmelerden en önemlilerinden ikisi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmedir (MSHİS). Adil yargılanma hakkı, AİHS’nin 6’ncı, MSHİS’nin 14üncü maddesinde ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, Türkiye’nin yargı yetkisini tanıdığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da adil yargılanma hakkının kapsamı bakımından önemli bir kaynak oluşturmaktadır. A taya koymaktadır. ÖGM’yle ilgili şikâyetler doruğa ulaşmışken, üçüncü yargı paketinin yasalaşmasıyla birlikte mahkeme çeşitliliği üçe çıkmıştır. Halk bu mahkemeleri; cemaatin mahkemeleri, hükümetin mahkemeleri ve halkın mahkemeleri olarak sınıflandırmıştır. Çelik Gülersoy İyi ki İstanbul’un Çirkinliklerini Görmedi Daver DARENDE Emekli DiplomatYazar imdi aramızda olmayan, bilge yazar, Çelik Gülersoy, Ayazpaşa sırtlarında çirkinlik abidesi gibi yükselen eski bir otel kalıntısı için şöyle demişti bir yazısında: “Ayazpaşa yamaçlarına dikilen bu canavarın akıl ve mantıkla, adına insaf izan denilen kavramlarla uzaktan yakından bir ilgisi yok. Birden yer yarılmış, içinden gökyüzüne doğru bir yanardağ yükselmiş gibi, insana dehşet ve ürperti veriyor. Yanardağın bile bir zarafeti vardır yahu. Özellikle denizden bakıldığında, burada nasıl bir şehircilik cinayeti işlenmiş olduğu, daha iyi kafaya dank ediyor.” İstanbul’un seçkin tarihsel dokusuna saplanan hançerlerin sayıları her geçen gün artarken, kentin içindeki görüntü kirliliği hepimizi ürpertiyor. Çelik Gülersoy, günümüzde İstanbul’da işlenmekte olan şehircilik cinayetlerini, tarihi yarımadanın sırtlarına dikilen canavarları görseydi kim bilir neler düşünürdü? İstanbul’daki şehircilik cinayetlerinden söz ederken, aydınlanmanın bilgesi İlhan Selçuk’un “Dolmabahçe Sarayı’nın tam üstündeki yeşil sırtlara yeni oturtulmuş beton otel, bir cinayetin talep edilmeleri gerekmemektedir. Bu durum adil yargılanma hakkı bakımından da geçerlidir. Bu nedenle, yargı yerlerinde davalı veya davacı (sanık/katılan) olarak bulunan kişilerin, adil yargılanma hakkını kullanabilmeleri için gerekli ortam ve koşulların kendilerine devlet tarafından sağlanması gerekmektedir. Kandırılmış halk darbesi Bugünkü noktaya 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla gelinmiştir. 12 Eylül 2010 referandumu, aslında, kandırılmış bir halk darbesidir. Yapılan anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi ve HSYK yeniden yapılandırılmış, yargı, siyasal iktidarın tam denetimi altına alınmıştır. Böylece yargı siyasallaşmıştır. Siyasallaşan yargının adalet üretmeyeceği açıktır. Bir yandan halkın yargıya olan güven duygusu azalırken, diğer yandan, HSYK’nin siyasal bir örgüt gibi çalışması, yargıç ve savcılar arasındaki cemaatçi örgütlenme, yeni vesayetçi anlayış, salınan korkunun yargıçların bağımsız ve tarafsız davranma yetilerini etkilemesi, yargıçlar arasında ayrışma yaşanmasına neden oldu. Mevcut yargıçlar, siyasal iktidarın yeni bir yargıç tipi yaratmak için çalıştığını gördüler. Hâkimler ve savcılar arasında yapılan bir ankette hâkim ve savcıların yüzde 75 oranında hükümet tasarruflarından rahatsız oldukları ortaya çıktı. Yargıda sürdürülen operasyonun diğer yüzünü, yeni bir yargıç tipinin yaratılması oluşturuyor. Yaratılmak istenilen yeni yargıç tipolojisinde, yargıcın yüzü siyasal iktidara/cemaate dönük olarak durmakta, yargıç, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını önemsememekte, önyargılarıyla hareket etmekte, toplumun bir kesimini düşman olarak algılamakta, adaleti dünyevi bir olgu olarak görmemektedir. Anayasal haklara karşı aldırışsız olan yeni yargıç, tartışmaktan, itirazdan, felsefeden ve avukattan hoşlanmamaktadır. Sorgulamayan, yaratıcı ve evrensel düşün(e)meyen yeni yargıç, bir hukuk teknisyenidir. Entelektüel birikimi yetersizdir. Yorum yapmaya, gerekçe yazmaya üşenen yeni yargıç, düşünce kekemesidir. Aldığı işaret ve gösterilen parmağa göre (blok) oy kullanmaktadır. Yeni yargıç, hüküm veren değil, hükmeden bir anlayıştadır. Yargı, bu yargıçtan kurtulmalıdır. Ş Adli yargılanma hakkı Adil yargılanma hakkı, suçlama ile başlayıp, infaz ile tamamlanan uzun bir süreci kapsar. Adil yargılanma hakkının kullanılmasında sorumluluk, büyük ölçüde yargı mensuplarına (yargıç ve savcılara) düşmektedir. Anayasa gereğince, yargıçlar, adil yargılanma hakkının gereklerine uygun şekilde yargılama yapmak zorundadırlar. Mahkemelerin bağımsızlığı ve kimsenin yargıçlara emir ve talimat veremeyeceği (Anys. m.138/1) ilkesi, yargıçları bu konuda sorumsuz kılmaz. Çünkü yurttaşlara bir hak olarak tanınan adil yargılanma, yargıçlar bakımından bir görevdir. Son dönemde yapılan anket çalışmalarında, halkın çok büyük bir çoğunluğunun yargıya güven duymadığı ortaya çıkmıştır. Toplumda böyle bir duygunun oluşmasında, özel görevli ağır ceza mahkemelerinde (ÖGM) yapılan yargılamaların etkili olduğu görüşü hâkimdir. Bu mahkemelerde, adeta, düşman ceza yargısı uygulamaktadır. Mahkemeler, adil yargılama yerine, kişileri potansiyel suçlu kabul ederek eylemlerinden suç yaratma anlayışına göre hareket etmektedirler. ÖGM’de yapılan yargılamalarda; savunma hakkının kısıtlanması, hukuka aykırı tutuklamalar, tutuklama sürelerinin uzunluğu, gerekçesiz kararlar, gizli tanık, yasaya aykırı elde edilen deliller, birbiriyle ilgili ya da ilgisiz birçok davanın tek bir dava içinde birleştirilmesiyle ortaya çıkan torba davalar, insan gücünü aşar nitelikte iddia ve suçlama dokümanı yaratılarak savunmanın ve yargılamanın zorlaştırılması gibi nedenler, adil yargılanma hakkına uyulmadığını açıkça or Devletin görevleri Anayasa ile tanınan hak ve özgürlüklerin korunması ve yerine getirilmesi devletin öncelikli görevleri arasındadır. Anayasanın 65. maddesinde, sosyal ve ekonomik konulardaki hakların, mali kaynakların yeterliliği oranında yerine getirileceği belirtilmiş olmasına karşın, kişilerin hak ve özgürlükleri bakımından Anayasada bir sınırlama öngörülmemiştir. Dolayısıyla, anayasanın kişi hak ve özgürlükleri konusunda yaptığı düzenlemelerin yerine getirilmesi devlet organları bakımından bir zorunluluktur ve kullanılabilmesi için ayrıca korkunç iskeleti gibi sırıtarak tarihimiz, sövüyor” sözlerini nasıl unutabiliriz? İstanbul’un gündemine giren, büyük bir olasılıkla yakın bir gelecekte de girecek olan kimi yenilikler (!) kentin kalan güzellikleriyle birlikte tarihsel dokusunu da ortadan kaldıracaktır. Çamlıca tepesine yapılması düşünülen binlerce metrekarelik alanı kapsayacak olan altı minareli dev caminin İstanbul’a yeni bir kimlik kazandıracağını basın haberlerinden öğrenince, Türkiye’de 82 bin camiye karşın 67 bin okul ve 1220 hastanenin olduğunu düşünerek “Ülkemiz bu görüntüsü ile çağa nasıl ayak uyduracak?” sorusunu sormaktan kendimi alamadım. Keyifli yaşama alışmış İstanbul’un yeni sakinleri olan varlıklı kesim, en kestirme yoldan para getiren işlere yatırım yapma alışkanlığını sürdürüyor. İstanbul, ne acıdır ki görgü, bilgi ve incelikten yoksun hoyrat ellere kaldı. Çelik Gülersoy değerli bilgeyi ölüm yıldönümünde saygıyla anıyorum iyi ki İstanbul’un çirkinliklerini görmedi. Güzeli yaratma coşkusunu her geçen gün yitirdiğimiz bu hüzünlü günlerde gelecek kuşaklar İstanbul’da işlenen şehircilik cinayetlerini asla bağışlamayacaklardır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle