10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 TEMMUZ 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Arif MERDOL İnşaat Yüksek Mühendisi Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından yazılarına bir süre ara vermiştir. B Köpek cesedini çıkarırken öldü ? GİRESUN (AA) Giresun’da yaşayan Alpaslan Bayram (23), evinin bodrum katından gelen kötü kokuyu fark edince, kokunun nedenini bulmak için indiği bodrumda, çürümeye başlamış köpek ölüsüyle karşılaştı. Bayram, bir poşetle kokudan kendini korumak için ağzını bağlayarak bodruma indi. Bayram, bir süre sonra yere yığıldı. Yakınları tarafından bulunan Bayram’ın yaşamını yitirdiği anlaşıldı. Vurulmuş erkek cesedi ? İstanbul Haber Servisi Avcılar Firuzköy’deki piknik alanına giden bir kişi, alanı işlettiği belirtilen Özkan Karadağ’ın (27) cesediyle karşılaştı. Olay yerine gelen polis ekipleri, Karadağ’ın silahla başından vurulduğunu belirledi. “Uyuşturucu bulundurmak“ suçundan güvenlik birimlerinde kaydı olduğu belirtilen Karadağ’ın işyerinde 3 gün önce yapılan aramada bir miktar hintkeneviri bulunduğu öğrenildi. Boğazda gemi arızası ? İstanbul Haber Servisi Malta bandıralı Rus gemisi İstanbul Boğazı’nda ilerlerken aniden arızalandı. Arızanın ardından 139 metre uzunluğundaki kuru yük gemisi Üsküdar sahili açıklarında sürüklenmeye başladı. Sahile yakın bir noktaya kadar sürüklenen gemi, son anda demir attı. Yardım çağrısı üzerine bölgeye Kıyı Emniyeti’ne bağlı römorkör gönderildi. Halatla römorköre bağlanan gemi, arızanın giderilmesi için Yenikapı’ya çekildi. ugün mühendisin yarattıklarıyla temasta olmayan tek bir kişi yoktur. Yani mühendis emeği her an bireyin yanında ve toplumun hizmetindedir. Günlük yaşamımızda mühendislik araçgereçleriyle temasta olmadığımız bir an da yoktur. Evimizin inşası ve korunaklı bir mekânın sağlanması malzemesinin temini, donatılması, enerjinin, ısıtmanın sağlanması, suyun akması, mutfak gereçleri, görsel ve işitsel her türlü araçgereç, evimizin dışında ise yollar, enerji, su ve pis su hatları, ulaşım araçları, sağlık hizmetleri servis temini, gıda temin hatları, spor tesisleri, konser salonları, müzeler, kentler ve uluslararası kara, demir, deniz, su yolları, barajlar, havaalanları ve toplum tarafından kullanılan ne varsa hepsi mühendisliğin sunduğu hizmetlerdir. Yani mühendislik hizmetleri bizim yanımızda, içimizde ve bizimle beraber gelişen hizmetler sistemidir. Bu sistemin düşünsel temelini de Kartezyen, yani matematiksel düşünce erginliğine ulaşmış ve bu yolda eğitilmiş bireyler, yani mühendisler oluşturmaktadır. Mühendisler her gün kendileriyle yarışmakta, her gün daha büyüğü, daha büyüğünün de büyüğünü yaparak kendileriyle önceki yapılanları aşmaya çalışmaktadırlar. Günümüzdeki bu yarış çok acımasızdır ve yarış bir taraftan piyasa taleplerine göre şekil alırken diğer yandan da talep zorlamasının getirdiği yeni ürün, dayanımı daha yüksek ve uzun ömürlü ve az bakım isteyen malzeme temini çalışmalarında mühendislere yaratıcılık alanları açmaktadır. Daha 50 yıl önce yapılamayacağı düsünülen yüksek yapılar, dünyada Burj Dubai 828 metre, Türkiye’de Safir Kulesi 261 metredir, daha da yükseği planlanmaktadır. Bu yarış, uzay ve havacılıkta kullanılan yeni malzemelerin keşfiyle, büyük açıklıklı köprülerin yapılmasında çelikten dahi güçlü kompozit malzemelerin yapılmasıyla devam etmektedir. Bir Mühendislik ve Toplum zamanlar, çok değil 1950’lerde ulaşılamayacağı iddia edilen dünya uydusu Ay fethedilmiş, güneş sistemimizin diğer gezegenlerine erişilmiştir. Hatta güneş sistemi dışındaki yıldız sistemlerine erişilmesi bile mümkün olabilecektir. Topluma her alanda yaygın bir hizmet veren mühendisler büyük bir sorumluluk altındadır. Bu sorumluluğu taşımak oldukça zordur. Toplumsal örgü içinde yüklenilebilecek en büyük sorumluluk da konusuna hâkim olabilecek temel bir mühendislik eğitimi almaktır. Ülkemizde temel bilimler öğretisi yetersizdir ve gereken önem verilmemektedir. Ne yazık ki sadece ve sadece diploma almakla kendini mühendis sayanların sayısı bir hayli kabarıktır. İyi mühendislik eğitimi aynı zamanda toplumun talepleri doğrultusunda ülke imkânlarının en rasyonel kullanımını da düşündürecek bir eğitimdir. Örneğin ulaşımda daha ucuz yolcu ve yük taşımacılığını önermek varken, tersi bir programın parçası olarak uygulamalarda yer almak toplumun çıkarlarına hizmet etmek değildir. Enerji üretiminde, ucuz ve yerli kaynaklara dayalı olanaklar ortadayken, ithale dayalı doğalgazdan elektrik üretimini savunmak ve bu faaliyetlerde yer almak, toplum çıkarını hiçe sayan sorumsuz bir mühendisliktir. Uçak yapabilecek imkânlara sahipken yabancı telkinlerle bu üretimi durduran, ülke yararı yerine kendi yararını gözeten sermayeye hizmet veren mühendislerin toplumsal sorumluluklarını gözardı edenlerden olduğunu söyleyebiliriz. Yüz yirmi dokuz günde sıfırdan otomobil üretecek potansiyele sahip mühendislik gücünü baltalayan, hafife almaya çalışan ve olumsuz tavır takınan lobilere hizmet veren mühendislerin, toplumsal görevlerini yerine getirmedikleri gibi topluma ihanet içinde olduklarını söyleyebiliriz. Çevrenin tahrip edilmesine duyarlı olmayan, sağlıklı kentleşme ve kent içi ulaşımı bir türlü başaramayan akıldışı mühendislik hizmetleriyle toplum yerine çıkar gruplarının hizmetinde olan mühendisler de topluma borçlu kalanlardır. Siyasi iktidarların çıkar gruplarına hizmet veren taleplerine haklılık kazandırmaya çalışan olabilirlik (fizibilite) raporlarıyla toplumu yanlış yönlendiren ve geriye dönüp bakıldığında hiçbir tahmini tutmayan bu raporları hazırlayan mühendisler ülke kaynaklarını çarçur ettikleri için borçludurlar. Siyasi erki elinde tutan başbakan, bakan, belediye başkanlarının talepleri karşısında “Siz daha iyi bilirsiniz” diyen mimar ve mühendisler, topluma değil de erki elinde tutanlara kulluk hizmeti yaptıkları için ödeyemeyecekleri kadar borçlu olduklarını düşünmelidirler. Yukarıda sıraladığım ve üstlenilen toplumsal sorumluluktan kaçan ve hatta kendi çıkarları yolunda toplumu yönlendiren makine, elektrik, maden ve diğer branşlardaki mühendisler ve hatta mimarların toplumumuza borçlarını ödemedikleri gibi toplumsal taleplere de kulak tıkadıklarını 1950’lerden beri yaşayarak gördük, okuduk, işittik. Mimarlık ve mühendislik hizmetleri ancak ve ancak toplumsal gelişmişliğin taleplerine denk bir hizmet verdikleri sürece bir mana ifade ederler. Yoksa toplum olarak kullanılma sırası ve talebi olmayan, pahalı ve imkânları ziyan eden gösterişli, fantezi yapılar, firavunların yaptırdıkları piramitlerin Mısır toplumuna verdiği hizmet kadardır. AKP Müslüman Demokrat Bir Parti Olabilir mi? Başbakan, iktidara geldikleri ilk yasama dönemini kendileri için “çıraklık”, ikinci yasama dönemini “kalfalık”, üçüncü yasama dönemini de “ustalık” evresi olarak niteliyor. Bizler, kendi tanıklıklarımızdan bu dönemlerin ortak özelliğinin muhaliflerin özgürlüklerinin kısıtlanması, üzerlerindeki antidemokratik baskıların artarak uygulanması olduğunu biliyoruz. 12 Haziran 2011 günü yapılan genel seçimlerde AKP’nin toplam oyların yüzde 49.9’unu alması Başbakan’ın özgüvenini artırdı. Seçim akşamı yaptığı “balkon konuşması” bir bakıma bunun bir yansımasıdır. Şöyle diyordu: “Milli birlik ve kardeşlik sürecine hız verecek, annelerin gözyaşlarını durdurmak için çok daha büyük bir gayretle çalışacağız. Bölgesel ve küresel meselelerde çok daha aktif olacağız. Ret politikalarını, inkâr politikalarını biz bitirdik. Barışın tesisi için daha büyük çaba harcayacağız. Bölgemizde hak diyeceğiz, hukuk diyeceğiz, özgürlük ve demokrasi diyeceğiz.” Tam tersi oldu; Güneydoğu’daki savaş daha da şiddetlendi, annelerin gözyaşları daha fazla aktı. Şiddetin karşı şiddeti doğurması eşyanın doğasındadır. Kürt sorununda yeniden askeri çözüm seçeneğine yönelinmesi PKK içindeki şahinlerin örgüt içindeki ağırlıklarının artmasına yol açtı. Güneydoğu’da insanlar barıştan umutlarını kestikçe Kandil güçlenmeye, dolayısıyla ölümler de artmaya başladı. Başbakan’ın bölgede diktatörlerce yönetilen ülkelere yönelik “hak, hukuk, özgürlük, demokrasi” istemleri ilk başlarda geniş çevrelerce olumlu karşılanmıştı. Ne var ki bu taleplerin gerçeğe dönüşmesinde seçilen yolun bu ülkelerin içişlerine karışma, silahlı isyancıları yüreklendirme, onlara doğrudan yardım gibi araçları kapsadığı görüldü. Bu yol ve bu yolda başvurulan araçlar AKP’nin “komşularla sıfır sorun” siyasetini istenenin tam tersi bir sonuçla noktaladı. Yalnızca savaşma noktasına geldiğimiz Suriye ile değil, Irak ve İran’la da ilişkilerimiz ne zaman düzeleceği bilinemeyecek bir ölçüde bozuldu. “Ustalık” döneminin ilk yılında anlaşıldı ki AKP hem içeride hem dışarıda “hak, hukuk, özgürlük, demokrasi” gibi kavramların somutlaştırılmasında şiddeti hâlâ bir seçenek, hatta birincil yol olarak görüyor. ??? Eğer siyaseti ciddiye alıyorsak AKP’yi siyasal bir yapılanma olarak mercek altına almak, incelemek, anlamak zorundayız. AKP, seçmenlerin yarısını kendine çekip iktidar olmuş önemli bir güçtür. Önümüzdeki yıllarda da bu gücünü büyük ölçüde koruyamayacağına ilişkin ortada herhangi bir belirti yoktur. Dolayısıyla daha uzun bir dönem birlikte yaşayacağız. Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet gibi AKP de İslamdan beslenen, “mütedeyyin”, “muhafazakâr” seçmenlere seslenen bir partidir. Son yıllarda izlediği politikalarla milliyetçimuhafazakâr kesimlerin bir bölümü için de çekim merkezi olmuştur. Doğal ki iktidardaki her partide olduğu gibi AKP’nin seçmenleri/yandaşları arasında siyasal çizgisini benimsemese de salt kişisel çıkar beklentileri nedeniyle onu seçen, destekleyen, sözcülüğüne soyunan, küçümsenemeyecek sayıda insan vardır. Bu kesimler AKP’yi iktidara getirmiştir. İslam, hayatın her alanını ve insanın tüm davranışlarını belirleyen bir ideoloji, bir dünya görüşüdür. Her kitaplı din gibi İslam da bir dogmalar bütünüdür. Dogmalar ise tartışılmazdır; ya inanılır ya da inanılmaz. Hıristiyanlıktan farklı olarak İslam, felsefi ya da toplumbilimsel, kendisine aykırı düşen hiçbir düşünceyi/öğretiyi kaldırmaz. Bundan ötürüdür ki dünyada hiçbir İslam ülkesinde “demokrasi” düşüncesi kendisine bir yer bulamamıştır. Türkiye tek istisnadır. Tanık oluyoruz ki uzunca bir zamandır İslam dünyasında tek demokratik ülke olmanın bireylerine tanıdığı ayrıcalıklar, hak ve özgürlükler birer ikişer kırpılıyor. Gidin, Orta Anadolu’nun herhangi bir kentine bakın, ramazan ayında oruç zamanı açık olan tek bir lokanta göremezsiniz. Ya da İstanbul’da Beyoğlu’na çıkın, yüzlerce yeme içme mekânının kapısının önüne çıkartılmış tek bir masa bulamazsınız. Bir yerde “mahalle”, öbür yerde “yönetimsel” baskı aynı noktada buluşmakta, gerekçesi de “dine saygı” olmaktadır. Bu tür yasaklamalarla bireylerin özgürlüklerinin kısıtlanması da şiddetin bir türüdür. Değerli okurlarım, sıcakların etkisiyle olacak son günlerde yazılarımı bir türlü bağlayamıyorum. Tefrika gibi “devamı haftaya” oluyor; bu da öyle oldu. Yazının başlığındaki soruyu pazar günkü yazımda yanıtlamaya çalışacağım. Lütfen bağışlayın... Firavunların piramitleri kadar Borçlu kalanlar... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Mimar Başkan’ımız FSM ve Haliç köprülerindeki bezdiren “onarım tıkanıklığı”ndan bu yana okurlar daha sık sormaya başladılar: “Kadir Topbaş’ı neden hiç eleştirmiyorsun?” Aslında Topbaş’ı da sorgulayan yazılarım oluyor, ama doğrudan “mimar başkan”a yönelik olanı az... Nedenini ben de düşündüm; acaba “meslektaş dayanışması” psikolojisine girmiş olabilir miyim? Belki de oda başkanlığı yıllarımdaki “tüm üyeler”i koruyup gözetme anlayışımın etkisinde kalmışımdır?.. Nitekim Topbaş ilk seçildiğinde de “Dünya görüşüne ka netimin de “evet” demesi lazım! Büyükşehir belediye meclisi, mimar başkanlarıyla birlikte ve “oybirliği” ile “Çamlıca’nın İstanbul siluetindeki konumunu bozamayız” kararı alsa; hangi bakanlık, hatta hangi başbakanlık o camide diretebilir ki? Bu nedenle Topbaş’tan asıl beklenen “Çamlıca’ya Osmanlı bile cami yapmadı; çünkü orası doğal haliyle yaşatılması gereken, şarkılarıyla kent kültüründe yer etmiş bir mesire alanıdır” demesiydi... “Mimar başkan”ımızın FSM ve Haliç köprülerindeki trafik Köprü işkencesi HARBİ SEMİH POROY “En çok köprüleri seviyor!” tılmasam da mimar olduğundan İstanbul’a yararlı işler yapabilir” diye yazmıştım. Aslında, direndiğimiz ne kadar büyük rant projesi ve kenti olumsuz etkileyen çıkarcı yatırım varsa, hemen tümünün “Ankara kökenli” olması, eleştirilerin hep iktidara yönelmesine neden oldu. Galataport’tan Haydarpaşa’ya, 3’üncü köprüden otomobil tüp geçişine kadar tümü, Ankara’nın İstanbul’u pazarlaması değil midir? Nitekim 3’üncü köprü için Topbaş demişti ki: “Yetki bizde değil Ulaştırma Bakanlığı’nda; proje onların...” Kentin halk adına temsilcisi, hatta “sahibi” denebilecek bir kurumun başı olarak Topbaş’ın, bunlara “boyun eğme”sini yeri geldikçe eleştirdim; hükümet kaynaklı talan projeleriyle mücadele etmesinin “demokratik görev”i olduğunu defalarca vurguladım. Projelerin Ankara kökenli olduğu kısmen doğru, ama yine örneğin 3’üncü köprünün İstanbul planlarına işlenmesini neden onayladı? İmza atmayabilir ve ‘tıpkı’ Başbakan Erdoğan’ın vaktiyle aynı makamdayken yaptığı gibi “Bu köprü İstanbul’a zararlıdır; uygun görmüyoruz” diyebilirdi... Şimdi de Çamlıca’ya cami için diyor ki: “Sit alanı olduğu için planını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapıyor; yetki onlarda...” Oysa yasaya göre yerel yö bunalımı karşısındaki tutumuna gelince... Onarımın başlamasından neredeyse 1 ay sonra akla gelen sözde önlemlerden çok daha fazlası ve “doğru” olanları, aslında “önceden” alınmalıydı. Örneğin Boğaz’ı denizden geçiş olanaklarının çoğaltılması için neden bu kepazelik beklendi? Ya da TIR ve kamyonların her iki köprüden de “gece”leri geçmesi için ille de bu işkencenin çekilmesi mi gerekiyordu? Ama “mimar başkan” bakın ne diyor: “..bakalım 3’üncü köprüye karşı çıkanlar şimdi ne diyecek?” Kamuoyundaki “acaba bu eziyet, 3’üncü köprüye destek için mi yaratıldı” sorusuna bundan açık “evet” olabilir mi? Hele Yenikapı ile Üsküdar’da kentin geçmişini binlerce yıl geriye götüren arkeolojik kazıların, Marmaray’ı geciktirmesinden “şikâyet”çi olmasını ise mimarlığı bir yana, belediye başkanlığıyla da bağdaştırmak olanaksız. Oysa “Kültür Başkenti’nin başkanı” demeliydi ki: “İstanbul’un dünya kenti niteliğini emsalsiz kılan bir büyük geçmiş artık gün ışığında... Arkeolojik çalışmalar onurumuzdur.” Topbaş bütün bunlar için ne düşünür bilemem; ama sevgili okurlarımın gönüllerini aldığımı sanıyorum... BULMACA SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Bir yol şebekesi 1 üzerinde, belli bir noktadan ayrılarak 2 başka bir noktadan 3 aynı yolla birleşen ikinci derecedeki 4 yol. 2/ Hayvanların 5 ısırmaması için bu 6 runlarına takılan demir halka... Oy. 3/ 7 Eski Mısır’da gü 8 neş tanrısı... Kuzey denizlerinde yaşa 9 yan ve karaciğerinden ba1 2 3 4 5 6 7 8 9 lıkyağı çıkarılan bir ba1 P E P İ NO A K lık. 4/ Karınzarı. 5/ İçe 2 A S A L D E M E doğmayla akla gelen yaS A L ratıcı duygu... Küçük köy. 3 P İ P E T E 6/ İnce yapılı... Kendini be 4 A N A T O M İ ğendirmek amacıyla ya 5 Y L İ P A R İ T pılan davranış. 7/ Asya’da 6 A S İ A Ğ V E bir ırmak... Hayat arkada 7 O N A T F E R şı... Çin ve Japonya’dan 8 A N A B A S İ S tüm dünyaya yayılmış bir 9 T E A N İ L İ N strateji oyunu. 8/ Bir kâğıt oyunu... İyi yetişmiş, değerli kimse. 9/ Kuşku, güvensizlik ve aşırı gururla belirgin bir ruh hastalığı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde ünlü bir yayla. 2/ Üstün bir yetkinin gücünü simgeleyen değnek... Haç. 3/ Radon elementinin simgesi... Yağı alındıktan sonra zeytinin kalan posası. 4/ Bir tür hafif ve kaba ayakkabı... Yunanistan’ın plaka imi. 5/ Müzikte armoni kurallarına göre üst üste bindirilmiş sesler... Bir soru sözü. 6/ Dinsel tören ve kuralları... İnsan sesiyle ezgili sesler çıkarma ve müzik yapıtlarını seslendirme sanatı. 7/ Yunan mitolojisinde deniz tanrısı... Bir nota. 8/ Hiroşima’ya atom bombasını atan ABD uçağının adı. 9/ Osmanlı devletinde taşradaki nüfuzlu ailelere verilen unvan... Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konargöçerlerin kıl çadırlarından oluşan yayla yerleşmesi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle