10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 TEMMUZ 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları 2011’i kayıpla kapattı. Zarar eden kuruluş sayısında artış var Çarklar borçla dönüyor Şirketler zarar yazıyor: 2011’de kâr eden kuruluş sayısı 380, zarar eden kuruluş sayısı 120 olurken kâr eden kuruluş sayısı 2010’a göre 54, kriz öncesine, 2007’ye göre ise 70 kuruluş azaldı. 7 yılın en yüksek düzeyi: İSO 500’e göre özellerde 2010’da yüzde 54.4 olan toplam borç oranı 2011’de son 7 yılın en yüksek düzeyi olan yüzde 58.5’e yükselirken özkaynak payı yüzde 45.6’dan 41.5’e geriledi. Üniversite Adayları Tercihlerini Düşünürken... Bu hafta üniversitelerimizde yeni öğrencilerimizi yerleştirme aşamasını yaşıyoruz. Sayıları yüz binlerle ifade edilen genç üniversite öğrenci adayları, kendilerini mesleklerine hazırlayacak “en uygun” okul arayışında iken, üniversitelerimiz de en “iyi” öğrenci adayını kapma telaşındalar. Yaz sıcaklarında her sene acımasız bir yarışmanın kuralları içinde sürdürülen bu telaşı sizlerle birlikte gazete ve televizyonlarda izlerken, geçenlerde okumayı bitirdiğim Umberto Eco’nun Can Yayınları’ndan çıkmış yeni kitabını anımsamadan edemedim: Günlük Yaşamdan Sanata. Eco, 1970’li yıllarda kaleme almış olduğu denemelerini derlediği bu kitapta, gelişmiş Batı ekonomilerinde “sanayisonrası hizmet toplumu” diye adlandırılan aşamada yükselişe geçen “postmodernizmin” aslında “ikinci ortaçağı” andırmakta olduğunu tartışmakta. “İkinci ortaçağ”ın ana özellikleri, bildiğimiz ortaçağ ile örtüşmekte. Eco’dan alıntılayarak sizlerle paylaşıyorum: “Ortaçağ bilgini hep sanki kendisinin bulduğu hiçbir şey yokmuş ve sürekli olarak eski otoritelerin görüşlerini aktarıyormuş gibi davranır. Bu otorite Doğu kilisesinin büyükleri, kutsal kitap(lar), ya da topu topu bir yüzyıl önce yaşamış bilginler olabilir. Ancak ortaçağ bilgini hiçbir zaman yeni bir şey ileri sürmez, ya da yeni bir şey söylüyorsa, bunun kendinden önce yaşamış biri tarafından söylenmiş olduğu izlenimi uyandırır”. “O nedenle, dışarıdan bakıldığında, ortaçağ bilim ve kültür söylemi, içinde farklı görüşlerin yer almadığı büyük bir monoloğu andırır; çünkü herkes aynı dili, aynı alıntıları, aynı argümanları, aynı sözcük dağarcığını kullanma çabası içindedir. Konuya yabancı bir dinleyici sanki hep aynı şeyler söyleniyormuş hissine kapılır...” (sf 3233). ??? Umberto Eco’nun satırlarını okuyup, gençlerimizi üniversite kapılarında izlerken son iki on yılda ülkemizde ve küresel coğrafyada yaşananları düşünmeden edemedim. Anımsanacağı üzere, iktisadi ve sosyal politikaların tamamıyla piyasa koşullarına terk edildiği ve devletin ekonomiye müdahalesinin en aza indirgenmesinin tartışılamaz bir doğru olarak kabul edildiği 1990 sonrası dönem, “tarihin sonu” olarak ilan edilegelmiş idi. Bu dönemde “küreselleşme” adı altında, kalkınma ve sanayileşme politikaları sadece ve sadece kâr amacı güden piyasa kararlarına terk edilmişti. Başlıca amacı kâr elde etmek olan “piyasaların”, kârın çoklulaştırılmasının önünde durabilecek her türlü engeli, bu arada devletin “kamu yararı” ve “sosyal fayda” gibi kavramlarını; ya da emeğin “güvenceli ve insan onuruna yakışan iş” ve benzeri taleplerini “akıldışı” ve “popülist israf” olarak görmesi son derece doğaldı. Aslında çok uluslu tekellerin dar çerçevede kâr elde etme amacını temsil eden politikalar, “küreselleşme” kisvesi altında sanki bütün toplumun çıkarınaymış gibi sunulmaktaydı. Kârın çoklulaştırılması bu şekilde sanki toplumun bütününün çıkarını temsil ediyormuş gibi bir anlayış geliştirilmekteydi. Sosyal devletin kazanımları teker teker terk edilmekte; yurttaş, müşteriye; kamu kurumları kâr amacıyla çalışan işletmelere dönüştürülüyordu. Kalkınma kavramının yerine, “yükselen piyasa” getirilmiş; sanayi yatırımlarının ve ulusal refahın yerini, borsafaizdöviz üçgeninde paradan para kazanmayı amaç edinen spekülatif finans oyunları almıştı. Uluslararası ilişkiler, artık “kumarhane kapitalizmi”nin spekülasyon hesaplarına dönüştürülmüştü. Bu dönüşümler ile birlikte üniversiteler de dönüşüme uğradı. Üniversiteler, bilimin, sanatın, edebiyatın, felsefenin yeşerdiği özgün kurumlar olmaktan hızla uzaklaştırıldı ve uluslararası finans dünyasının ve ulus ötesi tekellerin stratejik sorunlarına yanıt arayan teknik okullara dönüştürüldü. Buralarda anlık sorulara gözü kapalı tek tip yanıtlar verebilen mezunlar üretilirken; “pratikpragmatik” reçeteler giderek üniversite ders müfredatlarının tekdüze konularını oluşturdu. Öğretim üyelerinin bütün bilimsel faaliyetleri ise, “uluslararası hakemli dergilerde yayın yapmaya” indirgenerek, içinde yaşadıkları toplumun sorunlarından giderek uzaklaştırılarak yalnızlığa itildiler. Ancak 2008/2009 küresel krizi bu inanç ve fetişler dünyasının artık geride kaldığını ve bilimsel gerçeklerin hiçbir kalıba ve önyargıya sığmayacak kadar karmaşık ve çok yönlü olduğunu belgeledi. “Piyasalar her şeyi çözer” inancının yerini, piyasaların kamusal faydayı sağlamak amacıyla denetim ve gözetiminin kaçınılmaz olduğu anlayışı öne çıktı. “Tarihin sonu” ve “alternatifsiz tek doğru” inançlarının yerine, “bilimsel kuşku”, sorgulama ve bağımsız, özerk bilimsel üretim kavramları yeniden üniversitelerin gündemine taşınmalıydı. ??? Ülkemizin sayıları iki yüze yaklaşan üniversiteleri, 21. yüzyılın çağdaş, kuşkucu, sorgulayan ve yaratıcı beyinler yetiştirebilen ve “ikinci ortaçağ” batağına düşmeyen genç beyinler yetiştirmesi mümkün olabilecek mi? Bu, elbette sadece üniversite eğitiminin değil, aynı zamanda ilkokulda temel eğitimden başlayarak, ortaöğretimin niteliklerine dayanan bir soru. 4+4+4 sisteminin parçalanmış ve medreseleştirilmiş eğitim altyapısına dayalı bir yükseköğretim anlayışı, 21. yüzyılın Türkiye’si için umutlu olmayı güçleştiriyor. Ekonomi Servisi İstanbul Sanayi Odası (İSO) 500 çalışmasına göre, 2011’de sanayi sektöründeki olumlu gelişmeye rağmen kur ve kredi faizlerinde yaşanan artışlar nedeniyle İSO 500 kapsamındaki özel kuruluşlarda kaynak yapısında bozulma görüldü. İSO 500 özel kuruluşlarda 2010’da yüzde 54.4 olan toplam borç oranı 2011’de son 7 yılın en yüksek düzeyi olan yüzde 58.5’e yükseldi. İSO’nun hazırladığı ‘Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu 2011 Raporu’ İSO Yönetim Kurulu Başkanı Tanıl Küçük’ün katılımıyla açıklandı. Rapora göre kâr eden kuruluş sayısı 380 olurken zarar eden kuruluş sayısı 120 oldu. Böylelikle yaklaşık her dört şirketten biri zarar yazmış oldu. 2011’de zarar eden kuruluş sayısı ise neredeyse ikiye katlandı. Raporda şu tespitlere yer verildi: L Kaynak yapısındaki bozulma, toplam borçlar/özkaynak oranlarında da görüldü. İSO 500’deki özel kuruluşlarda bu oran 2008’de yüzde 119.3 ile tepe yaparken 2009’da yüzde 103.8’e geriledi, 2010’da yüzde 119.2’ye, 2011’de ise yüzde 140.7’ye yükseldi. Bu oranın bu kadar hızlı yükselmesi, kaynak yapısındaki hızlı bozulmayı da ortaya koydu. L İSO genelinde 2010’da yüzde 7.6 olan satış kârlılık oranı, 2011’de yüzde 5.6’ya geriledi. Özellerde ise bu oran 2011’de dönem kâr ve zarar toplamındaki düşüşün etkisiyle yüzde 5.9’dan 2011’de i özel kuruluş İSO 500 kapsamındak kauşu sayısı 13 olurken sayısı 487, kamu kurul i paek nd içi ri kle klü yü bü onomik ’de 82 munun İSO 500’ün ek 19 n ını . Kamu kuruluşlar yı küçülmeyi sürdürdü yı pa i ek nd içi lar satış yüzde 49 olan İSO 500 riledi. 2011’de yüzde 5.9’a ge TÜPRAŞ bu yıl da lider Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu listesinde bu yıl da TÜPRAŞ birinci olurken onu Ford Otomotiv ve Oyak Renault takip etti. İSO 500’ün üretici fiyatlarla yarattığı brüt katma değerin Türkiye GSYH içindeki payı, 2011’de 0.3 puan azalarak yüzde 9’a geriledi. Raporu değerlendiren İSO Başkanı Tanıl Küçük, kurların ve kredi mali yetlerinin yükselmesinin İSO 500’de kârlılık, katma değer ve mali yapıyı olumsuz etkilediğine dikkat çekerek “Kur ve kredi maliyetindeki yükselişin arka planında cari açık sorunu bulunuyor. O nedenle yapısal dönüşüm odaklı çözümler üretmeliyiz. Aksi takdirde ülkemiz, ‘Orta Gelir Tuzağı’na takılıp kalan ülkelerden biri olacaktır” dedi. yüzde 4.8’a indi. L İSO 500’ün borçları 2011’de yüzde 20.1 oranında artış gösterdi. Özel kuruluşların borçları yüzde 26.6 oranında artarken kamu kuruluşlarında yüzde 38.8’lik düşüş gerçekleşti. Özel kuruluşlarda borç artışının daha yüksek olması, kurlardaki yukarı doğru hareket nedeniyle dış borcu olan kuruluşların TL karşılığı borçlarının artmasından kaynaklandı. L İSO 500 genelinde çalışan sayısı bir önceki yıla göre yüzde 4.3 oranında arttı. Artış özel kuruluşlarda yüzde 5.1 kamu kuruluşlarında ise yüzde 1.3 oldu. Bellini Makarna’ya Japon ortak geldi Yıldız Holding’e bağlı Bellini, Piyale ve Bizim Mutfak için üretim yapıyor. Şirkete yarı yarıya ortak olan Nissin Food da bu anlaşmayla Ortadoğu ve Afrika pazarlarına açılmak istiyor. Ekonomi Servisi Makarna ve noodle alanında dünyanın en önemli şirketlerinden biri sayılan Japonya kökenli Nissin Food Holdings, Yıldız Holding’in makarna üretiminden sorumlu şirketi Bellini Gıda AŞ’ye 23.5 milyon ABD Doları karşılığında yarı yarıya (yüzde 50) ortak oldu. Ülker’i de çatısı altında bulunduran Yıldız Holding’den yapılan açıklamaya göre, halen Türkiye’nin önemli makarna markaları Piyale ve Bizim Mutfak için üretim yapan Bellini’nin güçlü dağıtım ağı ve yerel üretim gücü, ortaklık sonrası Nissin Foods’un özellikle “anında hazırlanabilen noodle” (instant noodle) üretim teknolojileri ile birleşecek. Kurulacak olan “Nissin Yıldız Gıda Sanayi ve Ticaret AŞ” şirketine Rekabet Kurumu onayları daha önce alınmıştı. Bu işbirliği ile Ortadoğu ve Afrika pazarlarına da açılmayı hedefleyen Nissin Food’un yaklaşık 21 bin 900 çalışanı bulunuyor. Yıllık gelirleri 3.2 milyar doları aşıyor. 11 ülkede 29 fabrikada operasyonlarını sürdürüyor. Özellikle anında hazırlanabilen noodle ve ramen gibi makarna çeşitleri ile Amerika başta olmak üzere tüm dünyada geniş kitlelere ulaşıyor. Cup Noodles, Bowl Noodles, Chow Mein ve Top Ramen gibi isimler Japon şirketinin manka portföyü arasında bulunuyor. Yıldız Holding Grup Başkanı Dr. Zeki Ziya Sözen, “Türkiye, makarna üretiminde dünya beşincisi. Tüketimimiz üretime oranla daha düşük seviyede. Şehirleşme ile birlikte yemek alışkanlıkları da daha hızlı ve kolay hazırlananlara doğru değişiyor. Özellikle makarna, erişte ve noodle konusunda Türkiye’de 1 milyar porsiyon civarında önemli bir potansiyel var” dedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle