29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 TEMMUZ 2012 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yargı Eliyle Savaşmak... Bundan sonra da yakınmaların süreceği, mahkemelerin bağımsızlığına ve yansızlığına yönelik haklı eleştirilerin devam edeceği daha şimdiden görülüyor. Onca eleştiriye karşın, yeni yasada özel yetkili savcılık ve mahkemelerin ikiye katlanmasından öteye, değişen, düzelen bir şeyler bulunmuyor. Yani yargı eliyle mücadeleye devam… Güney DİNÇ ahkemeler, savaş araçları değildir. Hiçbir mahkeme, bir şeylerle savaşmak için kurulmaz. Örneğin, dünyanın hiçbir yerinde “hırsızlıkla mücadele”, “fuhuşla mücadele,” gibi özel amaçlı mahkemelerin kurulduğunu duymadık. Bunlara çok moda deyimle “ihtisas mahkemesi” denilemez. Böyle işleri kolluk görevlileri yapar. Mahkemeler de önlerine getirilen sanıkları, ilgili ceza ve yöntem yasaları doğrultusunda yargılarlar. Yargılama işlevinin “mücadele” sözcüğü ile tanımlanması çok yanlıştır. Bu tür deyimler, mahkemeleri bağımsız ve yansız yargı yerleri olmaktan çıkarır, gereksiz yönlendirmelerle savaşan taraflar durumuna getirir. Örneğin, ülkemizde bütün mahkemeler, “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi, yargılama usulleri kanunla düzenlenir” diyen anayasanın tek tümcelik 142. maddesine göre kurulup çalışmaktadır. Bu madde bütün mahkemeler için yeterli gelmektedir. 12 Eylül döneminin ürünü olan ve 18 Haziran 1983 günlü bir yasa ile anayasaya eklenen Devlet Güvenlik Mahkemeleri’yle ilgili 143. maddede ise, DGM’lerin görevleri, “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri anayasada belirtilen Cumhuriyet M aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmak” olarak tanımlanmaktadır. Yukarıdaki tümcelerde DGM’ler, adeta birer savaş aracı gibi tanımlanmıştır. Onlardan yansız yargılama istenmemekte, devleti, demokratik düzeni, Cumhuriyeti koruması, iç ve dış güvenliği sağlamak için yargılama yapması beklenmektedir. Bunlar yargının görevi olmadıkları için anayasanın 143. maddesinde bir sayfayı aşan pek çok ayrıntının ele alınması gerekli görülmüştür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin İbrahim İncal /Türkiye kararından sonra DGM’lerin devam edemeyeceği görülünce bu mahkemeler kaldırılmış, yerine 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na dayandırılarak örtülü DGM’ler olarak anılan özel yetkili mahkemeler getirilmiştir. ÖYM’lerin kaldırılma tartışmalarının sürdürüldüğü günlerde, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Daire Başkanı İbrahim Okur’un, Cumhuriyet gazetesinin 29 Haziran 2012 günlü sayısında, Utku Çakırözer’in köşesinde yer alan açıklamalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Birinci Daire Başkanı Okur şöyle diyor; “Onlara göre ‘ülke elden gidiyor’. ÖYM savcı ve hâkimlerinin ruh halini, basketbol ya da voleybol maçında başlamadan önce saha ortasında kafa kafaya vererek gali biyet kararlılığı sergileyen sporcuların ruh haline benzetiyorum ben. Bu psikolojinin de etkisiyle kendilerine eleştiri getiren herkesi, mesela beni, gerçekleri görmemekle suçluyorlar. ‘Biz böyle yapmasak ülke elden gidiyor. Biz bu direncimizle memleketi kurtarıyoruz. Siz bu dosyaları görseniz, içindekileri okusanız böyle düşünmezsiniz’ inancındalar. Algı problemi olduğunu da kabul etmiyorlar, “Yargı algılara göre hareket etmez’ diyorlar.” Bu duygu ve anlayış içindeki yargıçların yansızlıklarını koruyabilmeleri çok güçtür. HSYK Birinci Daire Başkanı Okur, konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Sorun Mahkemelerde değil zihniyette: ÖYM’ler kalsın mı kalksın mı? Yasalarımızda, özellikle Terörle Mücadele Yasası’ndaki o geniş suç tanımları durdukça, Yargıtay kararlarında birey hak ve özgürlüklerine karşı devletçi refleks korunduğu ve öncelikli göründüğü müddetçe ÖYM’ler kalkmış ya da kalkmamış hiç fark etmez. Kaldırılabilir ama mentalite değişmeyince sonuç değişmez. Bugün 80 özel yetkili savcı varsa, yasalar ve Yargıtay içtihatları değişmedikçe yarın 4500 savcımızın her biri özel yetkili gibi çalışmayı sürdürecektir.” Başkan İbrahim Okur’un çok çarpıcı ve bir o kadar da düşündürücü yorumları, savcılıkların ve mahkemelerin birer savaş aracı durumuna getirilmelerinin sakıncalarını olanca açıklığıyla gözler önüne sermektedir. 2 Temmuz sabahı kavga gürültü arasında parlamentodan geçen 6352 sayılı yasa, 2006 yılında ÖYM’lerin görevlendirmesinde olduğu gibi yine 3713 sayılı sayılı yasadaki “terörle mücadele” tanımına dayandırılmıştır. Hem de Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki genel düzenlemeler ağırlaştırılarak. Bu suçlardan kovuşturulup yargılananlara yirmi dört saat olan gözaltı süresinin kırk sekiz saate çıkarılması, gözaltı süresi uzatılan kişinin durumu hakkında Cumhuriyet savcısının emriyle yalnızca bir yakınına bilgi verilmesi, gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkının hâkim kararıyla yirmidört saat süre ile kısıtlanabilmesi ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen tutuklama sürelerinin iki kat olarak uygulanması gibi. Böylece bir yandan ÖYM’ler ellerindeki davaları görmeye devam ederlerken, benzer içerikli yeni davalar daha şimdiden “Terörle Mücadele Mahkemesi” adı yakıştırılan ağır ceza mahkemelerinde görülecek. Aceleye getirilen yeni yasada birçok hukuk yanlışlığı bulunmaktadır. Örneğin Geçici 2. maddenin 4. bendinde, ÖYM’lerde “açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemez” deniliyor. Davalar sonuçlanıncaya kadar ÖYM’lerin sürekliliğini pekiştirmek için getirilen yukarıdaki tümceler amacını aşmış, mahkemelerin değişen koşullara göre değerlendirme yetkisine yasa ile müdahale etmiştir. Bunlar hukuk açısından kabul edilemez düzenlemelerdir. Bundan sonra da yakınmaların süreceği, mahkemelerin bağımsızlığına ve yansızlığına yönelik haklı eleştirilerin devam edeceği daha şimdiden görülüyor. Onca eleştiriye karşın, yeni yasada özel yetkili savcılık ve mahkemelerin ikiye katlanmasından öteye, değişen, düzelen bir şeyler bulunmuyor. Yani yargı eliyle mücadeleye devam… Dur Yolcu!.. O kadar durunca trafikte... Yandaki TEMPRA içli köfte gönderdi... Biz de onlara kısır gönderdik, boş tabak ayıp olmasın... (..........) Tolga beyler arkadaki KİA’da oturuyorlar... Eşi ile birlikte emekli olmuşlar, kızları diğer çevre yolundaki HONDA’da kalıyor, birkaç güne kadar görmeye gidecekler... Hep birlikte AUDI’deki Çorumlulara çaya çağırdılar... Arkalardaki PALIO’da oturanlar da geldi... (.........) DAİHATSU ile öbür şeritteki ALFA ROMEO arasında küslük çıktığını söyledi, bu taraftaki FIAT’ta oturanlar... Birisi arka camdan bacağını uzatıp gösterince, öbürü de ona egzoz deliğini göstermiş... Erzurum Seyahat’in kaptanı “Beyim ben bir şey bilirim bu yaşımda, araba alma komşu al hani” dedi... Yeni bir komşu geldi, viyadük mahallesinden... Bizim burası viraj semti... “Siz o zaman refüj tarafındaydınız” dedim... Hatırladı... (...........) Dün toplanıp her birlikte iki öndeki DACİA’da oturanlara tebrike gittik... Evlilik yıldönümleri... Arka bagajda gençler eğlendiler, bizler ön kaputun üzerinde “Sevişmek ah ne hoştur, yıldızların altında” şarkısını söyledik... İkisinin şarkısıymış... LAGUNA’cı “Dur yolcu” şiirini okudu... Sonra tebrike gelen trafikçilerle birlikte “Yürüyelim arkadaşlar” marşı söylendi... ? Trafik amiri bize düdük çaldı... Herkes duygulandı... Amir “Bizim müdürün düdüğü daha içli” dedi... Kırmızı kamyonetçi çiçek göndermişti... Cenaze arabasındakiler de iki çelenk alıp geldiler... ? (Trafik kilitlendi... Karşıdan evini görüyorsun gidemiyorsun... 8 saat değil midir mesai?.. 16 saat yol... Hâlâ “Üç az demişim, en az beş çocuk” diyor... Hadi geçtik okuldan, iş bulmaktan, aş bulmaktan, adam gibi yaşamaktan... Yol bulup evine, işine gidemez hale geldi Türkiye...) ? CLIO’nun küçük kızı akşam geldi “Müsaitseniz annemler oturmaya gelecekler” dedi... “Buyur” ettik... Sonra hep birlikte SANDERO’culara sürpriz yapalım dedik... Kilitleyip Bodrum’a tatile gitmişler... Kapı duvar... Ferrari’sini Satamayan CHP CHP, gençleri kazanmadıkça seçim de kazanmayacaktır. Gençlere ulaşmanın en kısa ve en etkili yolu ise sosyal medyadır. Araştırmalar gösteriyor ki üniversite gençliği, televizyon başında geçirdiği zamanın 3 katını internette dolaşarak geçiriyor. Özcan ALTUNKAYA CHP İstanbul Gaziosmanpaşa İlçe Yönetim Kurulu Üyesi, İletişim Uzmanı ünyanın en iyi arabasını üretebilirsiniz, ancak iyi bir pazarlama ve tanıtım stratejiniz yoksa, o arabayı satamazsınız. İyi bir pazarlamacı ise diğerlerinden hiçbir farkı olmayan bir aracı rahatlıkla çok yüksek ücretle satabilir. CHP’nin son iki yıldaki durumu da budur. Toplumun tüm sorunlarına teker teker çözüm üretmiş, ama bunu anlatamamıştır. Başka bir ifade ile CHP, Ferrari’sini üretmiş, ancak bunu hâlâ satamayan bir parti görünümündedir. Her şerde bir hayır vardır. Hükümetin okul sütü projesi ardından yaşanan skandallar zinciri tüm yönleriyle kamuoyunda tartışıldı, tartışılmaya devam ediyor. Bu skandalla birlikte mevcut hükümetin ne derece beceriksiz olduğu bir defa daha ortaya çıktı. Kamuoyu elbette ki bu beceriksizliğin hesabını bir şekilde soracaktır. Bu, skandalın elbette ki şer tarafı. Ancak bir de “hayırlı” tarafı bulunuyor. Maalesef İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yıllardır hiçbir sorun çıkmadan süt dağıttığını Türkiye bu skandalla birlikte öğrendi. Bu da eminim ki CHP’nin artı hanesine yazıldı. Süt örneği çok iyi gösteriyor ki CHP’nin büyük bir iletişim sorunu bulunuyor. 2011 seçimlerine kadar CHP’ye yapılan en büyük suçlama projelerinin olmadığı yönündeydi. Oysa ki CHP, 2011 seçimlerine aile sigortasından taşeron işçiliğe, bedelli askerlikten intibak yasasına D ve daha birçok sorun için kafa yordu, çözüm buldu, ancak bunu kamuoyuna anlatamadı. Günümüz ekonomisinde en önemli olgulardan birisi de pazarlama iletişimidir. Satamayacağınız bir malın üretiminin de bir önemi yoktur. ençlere ulaşmadan seçim kazanılamaz! 2002 seçimlerinde yurt çapındaki toplam seçmen sayısı yaklaşık 41 milyon 500 bindi. Seçim sonucunda AKP’ye oy verenlerin sayısı ise yaklaşık 11 milyon iken CHP’ye 6 milyon seçmen oy verdi. 2011 seçimlerine geldiğimizde ise toplam seçmen sayısı 51 milyon oldu. Seçim sonucunda AKP 21 milyon, CHP olarak yaklaşık 11 milyon oy aldı. Aradan geçen yaklaşık 9 yılda seçmen sayısında 10 milyonluk bir artış yaşandı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun, yıllar itibarıyla doğumölüm ve nüfus artışı istatistikleri incelendiğinde Türkiye nüfusunun seçmen bazında yıllık artışı yaklaşık 1 milyon 100 bin civarında. Başka bir ifade ile seçme hakkı kazanan 10 milyon genç demek bu. Peki sizce bu 10 milyon yeni genç seçmenden kaçı CHP’ye oy verdi? Sadece 2 milyon genç… Geriye kalan 7.5 milyon yeni genç seçmen AKP’ye oy verdi. AKP’nin 10 milyonluk seçmen artışının 7.5 milyonunun yeni seçmenlerden olması çok dikkat çekicidir. G Dolayısıyla rahatlıkla şunu söyleyebiliriz. CHP gençleri kazanmadıkça seçim de kazanmayacaktır. Gençlere ulaşmanın en kısa ve en etkili yolu ise sosyal medyadır. Araştırmalar gösteriyor ki üniversite gençliği, televizyon başında geçirdiği zamanın 3 katını internette dolaşarak geçiriyor. Her 4 liselinin 3’ü internette dolaşırken aynı zamanda başka şeylerle de ilgileniyor. Gençliğin üçte biri için internet demek, “Yokluğunda yaşayamayacakları bir şey” demek. Gençlerin hayatında internetin anlamı sosyal paylaşım siteleri olmuş durumda. Üniversitelilerin yüzde 87’si, liselilerin yüzde 67’si internete girme amacının sosyal paylaşım sitelerinde dolaşmak olduğunu belirtiyor. (Kaynak Marketing Türkiye) e zamana kadar broşür dağıtılacak? 1980 sonrası iyice liberal eğilimlerin arttığı Türk medyası son birkaç yılda da iktidarın ağır baskısı altındadır. Hal böyle olunca da basın yayın kuruluşlarında CHP’yle ilgili olumlu haberlere yer verilmediği, buna karşılık en küçük olumsuzlukların büyük puntolarla halka servis edildiği bir gerçektir. CHP’nin bu konudaki eleştirileri haklıdır. Ancak bu durum aşılamaz değildir. Sosyal medya bugün en büyük tanıtım araçlarından biri haline gelmiştir. Türkiye’de yaklaşık 22 mil N yon kişi Twitter ve Facebook kullanmaktadır. Toplam gazete tirajlarına bakıldığında ise 5 milyonu geçmemektedir. Demek ki büyük kitlelere ulaşmak eskisinden daha kolaydır. CHP son dönemlerde bu alandaki girişimlerini artırmış durumda. Genel başkanın Twitter kullanması çok önemlidir. Bununla birlikte CHP’nin sosyal medya kullanımı daha çok düşük. Bu konuda üzerinde düşünülmüş, projelendirilmiş bir çalışma maalesef bulunmamakta. (Varsa bile kamuoyu ile paylaşılmamıştır.) Mevcut sosyal medya kullanımı halen daha yöneticilerin demeçlerinin paylaşılması şeklindedir. Buna karşılık en basit örneğiyle viral reklam uygulamaları, kampanyalar, proaktif birçok çalışma yapılabilir. Bütün bu çalışmalar hem klasik medya çalışmasından daha ucuz hem de daha etkilidir. Ölçümlemesi de çok daha kolaydır. Basının CHP’ye yönelik tavrını aşmasının bir diğer yöntemi ise sokak iletişimin farklılaştırılmasından geçmektedir. Özellikle yerel yöneticilerin temel sorunu da budur. 1960, 70, 80, 90’ların iletişim yöntemleriyle halka ulaşmaya çalışmaktadırlar. Herhangi bir konuda yapılacak iletişim çalışmasında yöneticilerin aklına gelen ilk yöntem afiş asmak ve broşür dağıtmak. Ortalama 6.5 yıllık öğrenimin olduğu, gazete ve dergi tüketimin yerlerde süründüğü ülkemizde broşür dağıtmak ve kitlelerin bunlardan etkilenmelerini beklemek en iyi tabirle iş bilmezliktir, üstelik de kaynakların yanlış kullanımıdır. Broşür dağıtmak yerine iletişimcilerin “gerilla marketing” de dikleri ve kitlelerin ilgisini çekebilecek, üzerinde düşünülmüş ve maliyeti sıfıra yakın çok sayıda projeler geliştirilebilir. HP’li profesyonel iletişim ekibi CHP il ve ilçelerinde maalesef profesyonel halka ilişkiler uzmanları ve iletişimciler bulunmuyor. Bu tür görevler başkan yardımcılarına bırakılmış. Bu yüzdendir ki son dönemlerde geliştirilen ve birçok soruna çözüm üreten projeler halka anlatılamamıştır. Halkla ilişkiler ve reklamcılık profesyonel mesleklerdir. Farklı meslek gruplarından kişilerden, bir halkla ilişkiler uzmanından daha verimli bir çalışma yapmasını beklemek sadece iyi niyettir. Genel merkez ve il başkanlıkları düzeyinde muhakkak iletişim yönetimleri geliştirecek, planlaması ve uygulamasını yapacak profesyonel ekiplere gerek vardır. CHP’nin kesinlikle bir iletişim koordinasyon merkezine ve burada çalışacak profesyonel insanlara ihtiyacı var. Örneğin seçim sürecinde genel başkan tarafından çok önemli olan bir proje açıklanırken bir başka önemli proje ile ilgili basın bülteni servis edilebiliyordu. CHP’nin bir an önce bu sorunu çözümlemesi gerekmektedir. İletişim koordinasyon merkezi, genel başkanın konuşmalarından projelerin açıklama şekline, kriz iletişimden yeni gündem yaratma gibi konulardan sorumlu olmalıdır. İletişim ekibi ise CHP üyesi ya da CHP’ye yakın profesyonellerden seçilmelidir. Bu şekilde profesyonelliğin yanında gönül birliği de oluşturulacaktır. C C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle