18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 HAZİRAN 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Nüfusun Niteliği Daha da Önemli Kadına Eziyet ANNELERİNİ çok seven, haklı olarak ve kurban olurcasına onlara bağlanan, bir dediklerini iki etmeyen Türk erkeklerinin acayip bir bölümü, nedense eşlerine, sevgililerine, hatta sıra gelince genelde başka kadınlara da son derece zalim, insafsız, vahşi olabiliyor. Gün geçmiyor ki, tüyler ürpertici işkencelerin, cinayetlerin, boğaz kesmelerin hikâyesi yansımasın televizyon ekranlarına, gazetelerin manşetleriyle üçüncü sayfalarına. Son zamanlarda kadına eziyet listelerine yeni kalemler eklendi. Hem de yasalarla, resmi ağızlardan demeçlerle, fetvalarla. Artık çocuk aldırma yasağı var. Gebe kalan ille doğuracak. Önce, nüfus varlığını koruyucu ve arttırıcı tavsiyeler, teşvikler, ısrarlarla başlayan bir zorlama oldu. Aslında sağlıklı sosyal politikaların temel koşulu olan nüfus planlaması yerine, herkes Mersin’e giderken tersine bir yol tutturuldu. öylendiğine göre, şimdi buna yeni bir neden daha eklenmiştir: İktidarın canını sıkan durumlar ortaya çıkınca gündem değiştirmek için bulunan sorunlar olarak kürtaj ve sezaryen doğum tartışması başlatılmış ve belden aşağı konulara düşkün kamuoyunun bir bölümü büyük bir hevesle bu tartışma denizine balıklama dalmıştır. Artık Güneydoğu sorununu çözmekteki gecikme, komşularla sıfır sorun politikasındaki fiyasko, işsizliğin sürüp gitmesi, geçim derdinin yaygınlaşması gibi konular bir yana itilip gündemden düşmüştür. Var mı yok mu kürtaj. Medyanın kuytu köşelerinde bu “başarı”yı sayın Başkan’ın siyasal dehasına, becerisine, işbilirliğine bağlayan yorumcular bile var. Kimi açıkça, kimi dolaylı olarak, hiç sıkılmadan. ma becerinin, işbilirlik ve hatta kurnazlığın da bir sınırı olmalı. Doğurmanın ve bebek bakmanın zahmetini, ezasını, çilesini yaşamayan, çocuk büyütmenin sadece mutluluk verici yanlarına katılmakla yetinen bir erkek dünyası, beceri, işbilirlik ve kurnazlık başarısı göstermek için, kadınlara eziyet etmek yerine, insanca bir başka yol bulabilmeliydi. Erkekler arasında pek revaçta olan “erkeklik” kavramına yakışıyor mu bu tür bir “kancıklık”? Her şeyden önce, aileler kaç çocuk yapacaklarına kendileri karar verir. Ellerinden geliyorsa, istediklerinden daha fazla çocuk sahibi olmazlar. Bu konuda dışarıdan müdahalenin anlamı olmadığı gibi etkisi de yoktur. Fakir fukara, çoğu zaman bilgisizlik ve imkânsızlık yüzünden zaten bakabileceğinden fazla sayıda çocuk sahibi oluyor. Onlara daha çok çocuk yapın demek, en azından insafsızlık olmaz mı? Baran TUNCER İktisatçı aşbakan “kürtaj” ve “sezaryen” konularında ilk çıkışını yaptığı zaman çoğu kimse bunu “gündemi değiştirmek” için yapılmış bir hareket olarak yorumladı. Hatta, kimileri olayın üzerine gitmeyerek Başbakan’ın oyununu bozmanın daha doğru olacağını savundu. Ancak, kısa sürede gerçek niyet ortaya çıkınca kamuoyunda belki de Tayyip Bey’in beklemediği ölçüde büyük tepki oluştu. Bu gerçekten hassas konuda, durup dururken arı kovanına çomak sokmanın iktidar için maliyeti sanıldığından daha yüksek olabilir. Son günlerde “kürtaj” konusunda çok şey söylendi ve yazıldı. O nedenle burada bazı gerçekleri tekrar ediyor duruma düşmek istemiyorum. Aslında Başbakan uzunca bir süredir “kürtaj” dahil, bireyler ve aileler için çok özel sayılması gereken konulara kafasını takmış gözüküyor. Nüfus konusunda Başbakan’ın söylediklerinin başında “Herkesten üç çocuk istiyorum” söylemi geliyor. Belli ki Tayyip Bey bazı Avrupa ülkelerinde son yıllarda nüfusun azalma eğilimine girmiş olmasından ciddi olarak etkilenmiş. Aynı şeyin Türkiye’nin başına gelmesinden endişe ediyor. Onun için de “hanım kardeşlerini” göreve çağırıyor. Onların çok çocuk yapmalarını istiyor. Belki de kendisinin peşinde koşan ve ona oy veren kitlelerin bu çağırıya cevap vereceğine inanıyor. Oysa bireylerin ve ailelerin ne kadar çocuğa sahip oldukları, toplumdaki değişimin sonucu olarak karşımıza çıkı B S A yor. Gelir artışı, eğitim düzeyi, sağlık koşullarındaki iyileşme, çocuk yetiştirmenin maliyeti, çocuğun büyüyeceği çevre, kentleşme, kadının işgücüne katılımı, yaşlılıkta güvence gereksinimi gibi faktörler, ailelerde çocuğa olan talebi etkiliyor. Olaya gerçekçi yaklaşabilmek için bazı verilere göz atmak gerekiyor. Burada anahtar kavram “doğurganlık”, yani bir kadının yaşam boyunca yaptığı canlı doğum sayısı. Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de yakın geçmişte doğurganlıkta önemli sayılabilecek düşüşler oldu. Otuz yıl gibi kısa bir sürede ülkemizde doğurganlık yarıdan daha aza indi. Artık, kadınlarımız ortalama 2.1 canlı doğum yapıyor ki, bu da nüfusun kendini yenileyeceği bir düzeyi ifade ediyor. Doğurganlıktaki değişmeyi daha iyi yorumlayabilmek için bu ortalamanın gerisine bakmak doğru olur. Bu yapıldığında doğurganlık bakımından kentlerle kırsal yöreler, ülkenin doğusu ile batısı, yüksek ve düşük gelir grupları, değişik eğitim düzeyleri arasında önemli farklılıklar olduğu hemen göze çarpıyor. Fazla rakama boğulmaksızın birkaç örnek vermek gerekirse, Türkiye’de en düşük gelir grubunda doğurganlık 3.39 iken, en yüksek gelir grubunda 1.36. Eğitim düzeyi farklı ailelerde görülen doğurganlık farklılığı da dikkat çekici. Eğitimi olmayan veya düşük düzeyde olan kadınlarda doğurganlık 2.65 iken, lise ve yukarı düzey eğitim görmüş kadınların ortalama 1.53 çocuk doğurduğu görülüyor. Özetle söylemek gerekirse, önümüz deki dönemlerde nüfus artışının daha çok Türkiye’nin doğu illerinde ve kırsal yörelerde yaşayan, fazla eğitimi olmayan, nispeten yoksul ailelerde doğacak ve yetişecek çocuklardan oluşacağı gerçeği karşımıza çıkıyor. Gelecek nesilleri yakından ilgilendiren bu gözlem, üzerinde herkesin düşünmesi gereken bir gerçeği yansıtıyor. Kaldı ki, nispeten varlıklı ve eğitilmiş kadınların, özellikle de dışarıda çalışıyorlarsa, çocuklarının kimlerin elinde büyüdüğü de ayrı bir yorumu gerektiriyor. “Demografi” alanında görülen bu değişimin yalnız ekonomik ve toplumsal değil, aynı zamanda siyasal alanda da sonuçları olacağı açık. Herkesten çok siyasetçilerin olası gelişmeleri anlaması, değerlendirmesi ve ona göre politikalar üretmesi gerekir. Bunu yaparken de ülke nüfusunun niceliği, yani sayısı kadar, hatta ondan da önemli olanın nitelik olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Her şeyden önce, aileler kaç çocuk yapacaklarına kendileri karar verir. Ellerinden geliyorsa, istediklerinden daha fazla çocuk sahibi olmazlar. Bu konuda dışarıdan müdahalenin anlamı olmadığı gibi etkisi de yoktur. Fakir fukara, çoğu zaman bilgisizlik ve imkânsızlık yüzünden zaten bakabileceğinden fazla sayıda çocuk sahibi oluyor. Onlara daha çok çocuk yapın demek, en azından insafsızlık olmaz mı? Öte yandan, eğer varlıklı ve eğitilmiş ailelerin daha çok çocuğu olsun isteniyorsa, politikaların o kesim için çocuk yetiştirmeyi daha az külfetli ve daha çekici hale getirecek şekilde düzenlenmesi zorunluğu var. Her şeyden önce, çocuk sahibi çalışan kadının yaşamını kolaylaştırmak için çaba göstermek gerekmekte. Kuşkusuz çocuğun yetişeceği çevrenin çekici hale gelmesi için yapılabilecek daha pek çok şey bulunuyor. Ancak, bunları bu yazı kapsamında daha fazla ayrıntıya girerek tartışmak mümkün değil. Belki Tanrı Fikir Değiştirdi! Anne karnındaki cenini korumaya alıp “fetva” verdi ya Diyanet... Ama 1970’te anasının karnından çıkmış şairin otel odasında “din adına” benzin dökülerek yakılmasına ilişmedi... Onun gibi 33 göbeği kesilmiş can daha... ? Şuna da bir fetva isterdi mesela: Hapishanedeki kanserli hastanın, hücre tavanına baka baka ve bağıra bağıra ölmesine ne der din?.. O da cenin olmaktan çıkalı 47 yıl olmuştu... Bayağı nefes alıyordu... Fetva gelmedi... ? Ceninin hayatı Diyanet’i ilgilendiriyorsa... Cemile’nin hayatı ilgilendirmiyor mu?.. Annesidir... 3 bin 700 hemcinsi gibi takip edildi, kovalandı, kaçtı, sığındı, polise gitti, savcıya başvurdu... Takma isimle girdiği dikiş atölyesinden çıkarken bıçaklanarak öldürüldü... Elinden düşüp açılan pakette bebeği için bisküvi vardı... Diyanet?.. Dönüp bakmak aklından geçmedi... ? Hadi neyse... “Din adına” dünyayı dolandırdılar... Cennetin anahtarını verenden, deniz feneri dikene... Cami yaptırma derneklerinden, iktidara gelip Türkiye’yi satanlara kadar... Diyanet’in sesi yine çıkmadı... ? Ama Başbakan “Kürtaj cinayettir” deyince... “Fetva” geldi... ? Çünkü Türkiye’de kadınlar kürtaj ve sezaryen için sokaklara döküldüğünde, AKP ve onun Başbakan’ı nasıl bir duvara çarptıklarını anladılar... Bir anda sokaklar, caddeler, meydanlar çığlıklarla doldu... Dışarı çıkamaz oldu badem... Çıkmadan koruma kafasını uzatıp baktı, kimse var mı: “Fetva dersem çık, Fatma dersem çıkma...” ? İşte... Cahil kesimi yanlarına almak için Diyanet’e koştular... Fetva yetişti... “Kürtaj dinen cinayet” oluverdi... Oysa 1982’de anayasa yapılırken soruldu, Diyanet o zaman onay verdi kürtaja... Aradan otuz yıldan fazla zaman geçti... Bu zaman içinde kürtaj “günah” değildi... ? Eh... Laikliğin bir yana atılıp din tüccarlarının elinde “din devleti” olduysan, duruma göre bakacaksın tabii: Tanrı fikir değiştirdi mi?.. Âşık Emekçi ve Yine Sayın Milletvekili Aygün Prof. Dr. Sebati ÖZDEMİR İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi mıştı; yahut sorulamamıştı!.. “Memleketim Maraş, Emekçi adım Bu konularda çok isimler sayabilirim; Yoruldu gençliğim, yoruldu tadım ancak şimdi zikredeceğim isim, sürgünKendimi kimseye anlatamadım deki Âşık Emekçi’dir! Dilim seni arar oldum nerdesin” Emekçi diyor ki: “… 12 Eylül askeri darbesinden sonra mesleğimi icra etme ine döndük geldik Sayın Milletveimkânım kalmadığı için ülkemi terk etkili Hüseyin Aygün’e… Doğru mek zorunda kaldım. Binlerce devrimya, başka kime anlatacağız derdici gibi... Almanya’ya siyasal sığınma mizi ki!.. talebinde bulundum. Yirmi sekiz yıldır Bu ülke, çok faili meçhul cinayetlerle Almanya’da yaşıyorum. Bunun son on karşılaştı ki; kim ya da kimler yetkilietdört yılını Almanya vatandaşı olarak kiliydi: Bilinmiyordu!.. yaşama durumundayım. Türkiye’de Bu ülke, yine çok yargısız infazlarla askerlik yapmadığım için Türk vatankarşılaştı ki; kim ya da kimler yetkilietdaşlığı hakkım kaybettirildi. Oradan kiliydi: Bilinmiyordu!.. yola çıkarak da Türkiye CumhuriyeBu ülke, yine çok sürgüne gönderdiği ti’nin emniyetini ve umumi nizamını insanlarını gördü ki; yine kim ya da kimtehlikeye koymak gerekçesiyle Türkiler yetkilietkili değildi: Bilinmiyordu!.. ye’ye Bakanlık Kurulu kararıyla giriş Aslında bunların, elbet hepsi biliniyoryasağı olan birisiyim. Ancak İçişleri du; ancak adı konulup da hesap sorulmaBakanlığı’nın özel izniyle gelme imkânım olabiliyor. Bunu geçen yıl sekiz günlük bir izinle bu yıl da on beş günlük bir izinle devam ettiriyoruz…” (Bu alıntı, ozanın 15 Ocak 2009 tarihli ‘internet’ aracılığıyla gerçekleştirilen söyleşisinden iktibas edilmiştir.) Şimdi, benim dileğim: Bu ozanımızın ve onun gibi nice değerlerimizin geleceği; sürgünde ölen Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve şu anda hatırlayamadığım nice “değerlerimizin” sonu gibi olmasın ve kendisi bir daha “Ardı olmayanın derdi çok olur / Leşini yemeğe kurdu çok olur / Ömrü sürgün geçer yurdu yok olur / Elim seni arar oldum nerdesin” şeklinde dizeleri yazmasın ve bu topraklara; vatanına dönsün!.. Bu nasıl olacak!.. Ne yazık ki bu soruyu da yine size sorabiliyorum Sayın Aygün; ama ne yazık ki!.. Y C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle