19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 HAZİRAN 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA 13 3 Değil 5’in Hikmeti CHP’li Veli Ağbaba sordu: “Son 10 yılda TSK’de kaç intihar oldu?” Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz yanıtladı: “934 kişi intihar etti! 1470 de kaza sonucu ölü var!” Yani.. Yılda 93 intihar, 147 de ölüm! ??? Bu rutin bir TBMM işlemi! Milletvekili soruyor. Hükümet yanıtlıyor. İşlem burada bitiyor. Oysa iktidarın görevi burada başlamalı. Asker, astsubay, subay neden intihar ediyor. İntihar nedenleri? Daha çok hangi birlikler ve bölgelerde? Neden maddi koşullarsa bunlar neler? Ve elbette.. “Kaza ölümlerinin” azaltılması, önlenmesi için neler yapılıyor? Hepsinden önemlisi... Toplumdaki ve öteki mesleklerdeki, örneğin emniyetteki intihar yüzdeleri nedir? İlgili kurumlarda önlem alınması yolunda bir çalışma var mı? Yoksa.. Başbakanlık katından yükselen.. “3 değil, 5 çocuk!” talebi.. Bu intiharlara, kazalara karşı toptan ve kökten bir önlem mi? Nâzım Her Gün Yeniden Doğuyor Dün canım olan Yarın, düşmanım olmaz... benim Yaşananların hatırı hep saklı kalır, Hatırları hep sorulur selâmları hep alınır… Sildiklerim vardır bir de, Onlar yanlışlarım ve pişmanlıklarımdır Adları anılmaz, hatırları sorulmaz, Sadece beddualarımdır Vicdanla birlikte Şeref ararım ben sevdiklerimde. Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim Zaman gelir şerefsizleri de severim Her yerde gözüm kulağım vardır benim “Eksik söylemek yalan söylemek değildir” mantığındaki “Çok Dürüstler”? Beni değil, kendilerini kandırırlar yalnızca. Bilmezden gelişlerim, aptala yatışlarım Kaybetme korkumdan değil, Karşımdakilerin yalan söyleme potansiyellerine olan merakımdandır… İnkâr olmaz benim hayatımda Yaşananı, “yaşanmamış” saymam Sayanları da saymam Kelimelere sığmaz, Sayfalar sürer beni anlatmak, Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın Yaşayan bilir beni, yaşamayan anlamaz Ağırdır sevmelerim her yürek taşıyamaz, Büyüktür umutlarım her omuz kaldıramaz. Nâzım Hikmet RAN Alenen Gizlilik! eçimlerde “Açık oy gizli tasnif” ne ise.. Mahkemede de “Açık yargılama gizli tanık” uygulaması odur! Yargılamalar pehlivan tefrikası gibi uzadıkça, “gizli tanıklığın” da resmen ve alenen cılkının çıktığı mahkeme kararıyla sabit oldu. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, “gizli tanık”ı tehdit ettiği için Sedat Peker’e tutuklama kararı verdi. Yıllardır bir başka suçtan hükümlü olduğu S için hapiste yatan Peker, nasıl oluyor da bir “gizli tanık”ın kimliğini belirliyor? Ve yetmiyormuş gibi, o “gizli tanık”ı tehdit de edebiliyor? Hapisteki bir mahkum, dışarıda, devlet koruması altındaki “kimliği gizli” birini bulup tehdit edebiliyorsa.. O “gizlilik” artık Hacivat Karagöz gizliliğidir! TBMM, hayat karartma tetikçiliğine dönüşen “gizli tanık”ların statüsünü gözden geçirmelidir! İftira ve Endişe!.. Basın özgürlüğü konusunda, uluslararası kuruluşlar Türkiye’nin karnesini ortaya döküyor. İktidar “yok canım” dese de, notlar kötü. Öylesine kötü ki, elle tutulur yanı yok... ??? İktidarın ilk işi ne oldu? Yandaş basın yaratmak... Devlet bankalarından sağlanan kredilerle satın alınan gazetelerden tutun da, benzer kıyaklarla yandaş yapılan yazarların varlığı, ayan beyan ortada. Sonra? Çağrıyla Başbakan’ın basın toplantısına katılan gazete patronlarını da gördük bu iktidarda, hey gidi hey! Sıkılmadan “Haberleri nasıl yapmamızı istiyorsunuz” diye sordular Başbakan’a. Sonra, genel yayın müdürlerine buyruklar: “İktidarın canını sıkacak sorular sorulmayacak...” Dikensiz gül bahçesi! Böylece soru sormanın bile sakıncalı olduğu bir düzen oluşturuldu mu, oluşturuldu... Kalem, silahtan daha tehlikeli ya, “terörist” diye hapse atılan gazetecileri unutmayalım bu arada. “Genelkurmay Başkanı’nın silahlı terör örgütü lideri olarak suçlandığı bir ülkede gazetecinin terörist sayılmasında ne var?” pişkinliğini de satır aralarında okumadık mı? Öyle ya, Başbakan’ın gazeteciyi “Kaleminden pislik akan zat” diye tanımladığı bir ülkedeyiz sonuç olarak... ??? Bu arada “Tutuklanacak gazeteciler” listesini yayımlayan, mesleğini bir kenara koymuş, giydikleri savcı, polis ve yargıç üniformalarıyla tetikçi, ihbarcı yandaş köşeler, herkesin malumu... Sonra, korkunun pençesinde sansürün, otosansürün koyu karanlığı... İtibarsızlaştırma operasyonları, tehditler... Devamında mesleğini bırakan gazeteciler, “hizaya gelen” ya da “sütre gerisinde pusan” köşeler... Daha da önemlisi işten atılan meslektaşlar... Sayılarını unuttum... 28 Şubat’taki andıçlarla kaç kişi işinden oldu, şimdi “sivil iktidar” döneminde kaç? ??? Önce iktidar karşıtı köşeler tasfiye edildi. Sonra “ileri demokrasi” uğruna iktidara destek veren, “yetmez ama evetçi” liberal kalemler... “Artık sizi sırtımızda taşıyacak halimiz yok” denmedi mi bu arkadaşlara? Peçete gibi kullanılıp atıldılar bir kenara. ??? Şimdi, yandaş basında “çıkıntılık” yapanlarda sıra... Uludere için “Çık, Kasımpaşalı gibi özür dile” dedi ya yazar. Ertesi gün işine son verdiler, meslekteki onca yıllık hizmetine bakmadan. Ardından “Vicdanım rahat, doğrusunu yazdım” dedi yazar, “Konuşmanın bedeli var...” Bunun üzerine Türkiye’deki basın özgürlüğü konusunda yaşanan onca olumsuzluğu, ödenen bedelleri “görmeyen, duymayan” köşeler, ufaktan tartışmaya katıldı. Sayıları çok değil, birkaç kişi. Kimilerine göre iktidar istemiş, gazeteci atılmıştı. Kimileri ise patronun “tasarrufuna” dikkat çekti. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ açıklama yapma ihtiyacı duydu nedense: “Herhangi bir nedenle gazetesinden ayrılan veya ayrılmak zorunda kalanlarla ilgili olarak bir şehir efsanesi türetiliyor. Hazır bir suçlanacak yer var. Bu konuda AK Parti’ye, Sayın Başbakanımıza fatura kesilmeye çalışılıyor. Bana göre bunlar iftira...” “İftira” da, iktidarın bir zamanlar her uygulamasını dayandırdığı AB’den, basın özgürlüğüyle ilgili geçen hafta yapılan açıklamayı anımsatmalı Bozdağ’a? AB Dönem Başkanı, Danimarka’nın AB Bakanı Nicolai’nin “iftirası”na bakar mısınız: “Basın özgürlüğüyle ilgili Türkiye’deki durumu endişeyle izliyoruz.” Dün iktidarı destekliyorlardı tümüyle, bugün “endişe” ediyorlar, ne büyük aşama! ürkiye uzun yıllardır 3 büyük musibetle uğraşıyor: Üç TTerör, işsizlik ve trafik! Trafikte her yıl 10 bin dolayında yurtMusibetin taşımız ölüyor.. Bir o kadarı da sakat kalıyor.. Ancak bu sayı, sadece kaza anınEn Can daki ölüleri saymak yüzünden az gösteriliyor. Alanı!.. Gizleniyor. “İşsizlik” en büyük bela. Ama bu belayı, iktidar “hormonlu büyüme” rakamlarının arkasına gizlemeye çalışılıyor. “İhracat arttı!” diye her ay yapılan propaganda, aslında patlayan ithalatın Aleni bir ikrarı! Çünkü ihracatımızın ithal ürünlerle beslendiğini seyyar satıcılar bile biliyor. Terör ise.. “Açılım”, “devlet elbette müzakere eder”, “diyalog”, “BDP’ye efelenme!”, “KCK’ye lanet” gibi meydan okumalarla perdeleniyor. Özetle... Ne işsizliğin, ne terörün ne de trafik musibetinin önü alınamadı, alınamıyor. Şimdi ise.. “Trafikte yeni dönem!” haberleri patladı! Otoyollara, duble yollara bol bulamaç radarlar, EDS’ler yerleştirilecekmiş. Ölümlerin önü alınacaksa bu elbette yararlı ve önemli bir önlem. Ama, acaba bunun için neden 10 yıl beklendi. Kürtaj ve sezaryen yasağı ile bunun bir ilgisi var mı?.. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Avusturya Lisesi’nin Nazlıcan Özkan’a Yaşattıkları Bu yazıyı lütfen dikkatle okuyun. Özellikle Avusturya Liseli iseniz. Mensubu olduğunuz kurumun nasıl bir uygulamaya bulaştığını görün. Silivri’ye davayı izlemeye gittiğim günlerden birinde, Tuncay Özkan bana Avusturya Lisesi’ni ömür boyu affetmeyeceğini ve çıkar çıkmaz ilk işlerinden birinin onlarla yüzleşmek olduğunu aktarmıştı. O andan itibaren, medyadan bu konuda kulağıma yankılanan haberlerin derinine dalmaya karar verdim. Evvelsi hafta nihayet Tuncay Özkan’ın canı kadar sevdiği sevgili kızı Nazlıcan ile buluşma fırsatım oldu. Yaşadığı drama karşın son derece sağlıklı, metanetiyle dikkat çeken, babasına yakışan bir kız. Kendisini zaten mahkeme salonunda daha önce izlemiş ve etkilenmiştim. Bir öğrencinizin babası, herhangi bir nedenle hapishanede olsa, o okulun yönetimi olarak ne yaparsınız? Tek seçeneğiniz vardır: Bu öğrenciye her açıdan destek olmak, maddi manevi sorunlarına eğilmek, ona yakın bir akrabanız gibi davranmak… Hele vaka, Tuncay Özkan’ınki gibi tüm toplumu ilgilendiren tarihi, medyatik bir dava ise, gerekirse bir psikolojik destek sağlamayı da gündeminize alabilirsiniz. Aksi düşünülebilir mi? Bakalım Avusturya Lisesi’nde Nazlıcan neler yaşamış: Tuncay Özkan ilk içeri alındığında Okul Müdürü Ziya Bey imiş ve çok anlayışlıymış. Ardından Yasin Beşerler gelmiş, işler değişmiş. Çarşamba günleri, Nazlıcan’ın babacığını ziyaret edebileceği günü Tuncay’ın satırlarından okuyalım: “Kızım Nazlıcan, her çarşamba hiç sektirmeden geliyor. Hasretimiz tarifsiz. İçimizdeki yangın her görüşte daha da büyüyor. Her çarşamba o nedenle ibadet günü gibi. Alev alev yanan yüreğe benzin döküyoruz. Ateşe uçan pervaneler gibi, cama yapışıyoruz; açık görüşte sarılıyor, koklaşıyoruz.” İşte bu buluşmalar yüzünden Nazlıcan’ın gidemediği çarşamba okul saatleri, birileri için bahaneyi oluşturuvermiş. Önce iki Avusturyalı öğretmen, “Ergenekon, Nazi örgütü mü?” diye söylenmeye başlamışlar. Aralarından biri, Frau Berger, Nazlıcan’a “Sen gelme sınıfa artık, senden vazgeçtim, kaldın” diye çıkışmış. Nazlıcan’ın derse devam etme arzusu, duvarla buluşmuş. Olaylar bununla kalmamış, muhasebe hocası Frau Braunschmidt, derste kendisine sorular yönelten Nazlıcan’ı tersleyip “Karşımda oturma! Bilmiyorsun, soru soruyorsun. Derste zamanımı alma!” deyivermiş; fakat ruhunda 1940’ların ağır sıvıları dolaşan bu dar bakışlı kadın, bununla da yetinmemiş, Nazlıcan’ın okulda olmadığı bir gün sırasından kitap ve defterleri hışımla alıp bir kısmını çöpe, bir kısmını camdan aşağıya atmış. Burada yazımıza bir saniye ara verelim: Bu doğrudan klinik psikiyatrik tedavi gerektirdiği tartışma götürmez hareketleri yapan kişi, “öğretmenlik” gibi bir meslekte barınabilir mi? Bu hareketi yapanı işinde tutan bir “okul” saygınlığını sürdürebilir mi? O andan itibaren ısrarla Nazlıcan ve annesi okuldaki rehberlik hocası Ayça Hanım’dan randevu istemişler. Ama nafile, diyalog “sağlanamamış”. Bunun ardından Mart 2010’da Nazlıcan’ın tasdiknamesi eline verilmiş! Bu yıl Şubat ayının 29’unda, Nazlıcan CNN’de 5N1K Programı’na katılınca olay alevlenmiş. Avusturya Lisesi ise “iddialara” 2 Mart günü bir yanıt vermiş. Fakat kamuoyunun ateşini söndürmek için ortaya sürülen bildiri içler acısı cümlelerle dolu: Lisenin iddia ettiği gibi Nazlıcan’ın 45 gün sınırına yaklaşan bir devamsızlığı olduğu, Nazlıcan ve ailesine göre kesinlikle gerçekdışı. “Belki toplasanız 1516 gün eder etmez” diyor Nazlıcan. Avusturya Lisesi’nin kaçak güreşi bununla bitmiyor: “2010 yılı Nisan ayında öğrencinin velisi Arzu Özkan, kızının daha başarılı sonuçlar alabilmesi amacıyla, sanat alanında eğitim veren bir okulda okumasını tercih ettiğini belirterek tasdiknamesini almak üzere başvuruda bulunmuştur.” Bu da tamamen panik içinde desteksiz atış! Çünkü Nazlıcan veya ailesinin ne yazılı ne de sözlü böyle bir talepleri olmuş! Ayrıca tasdiknameyi Nazlıcan’ın eline veren okul, ne özür dilemiş ne de okula dönmesi için talep iletmiş. Bir baba olarak Tuncay’ın isyanını iyi anlıyorum. Yaşanan bu ayıp, herkesindir. İsyan ederek Silivri’den skandalı takip eden arkadaşımdan bir yurttaş olarak özür diliyorum: Toplum bu denli tepkisiz olmasa, bir lise, böyle Nazivari tavırlara cüret edebilir miydi? Böyle bir okulun mensubu olup içinde insanlık olan herkes, yerin dibinde hisseder kendini… Lisenin mezunlarını ve tüm okul camiasını göreve davet ediyorum! HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Uzakdoğu’da ki 1 şileri taşımak için bir kimse tarafından 2 çekilen iki tekerlek 3 li ve küçük araba... Gürcistan’ın plaka 4 imi. 2/ Oğuzların 5 toplumsal örgütlen 6 mesinde aileden sonra gelen ve bir 7 biriyle akraba bir 8 kaç aileden oluşan küçük topluluk... Af 9 rika’da bir ülke. 3/ Kimya1 2 3 4 5 6 7 8 9 sal bir yöntemle parlaklık S verilmiş pamuk ipliği. 4/ 1 K Ü Ş N E M E P E T Kuvvetleri ve bunların oluş 2 A R İ E L turduğu devinimler arasın 3 R E K T İ F İ Y E E S E F E R daki bağıntıları inceleyen 4 P mekanik dalı. 5/ RizeEr 5 A T G E V İ R zurum karayolunda bir dağ 6 Ç E K E L E Z S ve geçit... Derinliğin bitti 7 Y A Z E R P O ği yer. 6/ Bahreyn’in baş 8 O T İ K AME T kenti... “Doğar mide 9 İ N Ç N A R E lerden nur topu ihtilaller” (F. N. Çamlıbel). 7/ Bir tür halk hikâyesi... Daha iyi ürün elde etmek için bir ağaçtan başka bir ağaca dal nakletme işi. 8/ Yapmacıklı... Büyük ve süslü çadır. 9/ Yabancı... Muma batırılmış fitil. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Açık havada topla oynanan bir çocuk oyunu... AB ülkelerinde ve Türkiye’de bir ürünün güvenli olduğunu belirtmek için konulan simge. 2/ Nine... Bir derebeyin himayesine girip kendini onun hizmetine adayan kimse. 3/ Kırmızı renkli bir üzüm cinsi. 4/ Övme, övgü. 5/ Hiçbir hastalığı, vücutça hiçbir eksiği olmayan... Eski dilde su. 6/ İşe yaramaz, yıpranmış eşya... Kemiklerin yuvarlak ucu. 7/ Sıkı dokunmuş bir tür pamuklu kumaş... Soyundan gelinen kimse. 8/ Antalya’nın bir ilçesi. 9/ Yanağın alt kısmı... Horoz, cennetkuşu gibi hayvanların kuyruklarındaki tüylerden en uzun ve en gösterişli olanı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle