25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 HAZİRAN 2012 CUMA [email protected] 16 karşılığını henüz bulamamış sorular var. Ve onların en önemlisi: Bir roman kapsamında bütün bir dönem, nasıl olur da bunca bütün boyutlarıyla, başta toplumbilimsel ve ruhbilimsel boyutlar olmak üzere, hem bireysel hem de toplumsal yönlerle, bunların hiçbirini ötekinden koparmaksızın, tuhaf ve en yetkin düzeyde bir roman mimarisinin yapısı içerisinde işlenebilir? Bu soru, sanırım yaşadığım sürece gündemimde yerini koruyacak ve bulacağım karşılıklardan belki hiçbiri kalıcı olmayacak, bir süre sonra yeterliğini yitirip yerini daha doyurucu bir karşılığa bırakacak. Özellikle romanın ikinci cildinin yayımlanmasından sonra, içimde bir umut belirmişti. İkinci cilt ilkinden on bir yıl sonra yayımlandığından ve yayımlanır yayımlanmaz da çeşitli çevrelerce “çok beklenmiş olduğu” söylendiğinden, belki de benim bulamadığım yanıt o “çok beklemiş olanlar” çevresinden gelebilecekti; öyle ya, artık elde ne de olsa iki ciltlik bir malzeme vardı ve “incelemearaştırma” yapılabilirdi! Yanıldığımı çabuk anladım. Ben, Musil’i çevirdiğim yıllar boyunca farkına varmaksızın onun ortamına, Orta Avrupa’nın çok zengin bir kozmopolit kültürle beslenmiş iklimine taşınmış ve beklentilerimi de böyle bir iklime ait ölçütlerle şekillendirmeye başlamıştım. Oysa gerçekte içinde yaşadığım, aslında çoktandır düşünmeyi ve araştırmayı geniş ölçüde terk etmiş, onun yerine en olmayacak konuları bile “magazinleştirmeyi” seçmiş bir ortamdı. “Niteliksiz Adam” da yakasını bu tiryakilikten kurtaramadı. İkinci cildin yayımlanmasından sonra çıkan yazılarda romanın içeriği değil, fakat neden iki cilt arasında on bir yıl gibi bir sürenin bulunduğu “tartışıldı”. Şimdi, üçüncü ciltle birlikte böyle bir dev eseri kendi dilime taşıyabilmiş olmanın kişisel mutluluğunu yaşıyorum. Bu uzun yolculuk boyunca YKY’den Raşit Çavaş, Aslıhan Dinç ve Fahri Güllüoğlu tarafından hiç yalnız bırakılmadım. Böylece, şimdi aynı zamanda paylaşılabilmiş bir mutluluğun mutluluğunu da yaşayabiliyorum! KÜLTÜR Marjane Satrapi’nin ‘Persepolis’ten 5 yıl sonra çıkagelen ‘Azrail’i Beklerken’i haftanın görmeye değer filmlerinden ‘Niteliksiz Adam’ Biterken... Bu yazın başı, hayatıma, bana yıllardır eşlik eden iki çevirinin sonunu getirdi. “Yaş” sırasıyla, bunların ilki, Hermann Broch’un (18861951) “Vergilius’un Ölümü”, ikincisi ise Robert Musil’in (18801942) “Niteliksiz Adam”ı. “Yaş sırası”nı bu kitapların benimle beraberlik sürelerine göre hesapladım. “Vergilius’un Ölümü” ile yola çıktığımızdan bu yana aradan tam otuz sekiz yıl geçmiş. Bu yıllar boyunca elbette gece gündüz bu kitabı çevirmedim; ama kitap ve onun çizdiği dünya, düşüncelerimde beni gece gündüz bırakmadı. Bu yaz başı sona ulaştığımda ise, geride kalan otuz sekiz yılın ancak “tek” bir çeviri sürecinin çatısı altında yer alabileceğini fark ettim. İşin tuhaf yanı, yolculuğumuzun başında ortada herhangi bir yayınevinin bulunmamasıydı. “Vergilius’un Ölümü”nü “kendim için” çevirmeye başladım. Yıllar içerisinde kitabın “dış hayatı”, birkaç liman dolaştıktan sonra şimdi artık “İthakiYayınları”nda demir attı. Ama durumu son liman da değiştiremedi: Ben, o kitabı hep kendim için çevirdim. “Niteliksiz Adam” ile geçmişimiz ise biraz daha kısa. Gözlerini hayata Yapı Kredi Yayınları Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi’nde açan “Niteliksiz Adam”ın birinci cildinin ilk basımı 1999 Kasım’ında yapılmış. Benim hesabıma göre yirmi beş yılı aşkın bir çeviri süreci. Çünkü “Bin Yıllık İmparatorluğa Doğru” altbaşlıklı üçüncü cilt bu yazın sonuna doğru noktalanıyor. Hayatımın geniş zaman dilimlerine yayılmış bu iki eserin bitiş noktalarının kesişmesi bir ironi mi, yoksa bir tür kendine özgü kader mi, bilemiyorum. Broch’un eseri üzerine daha önce yazmış olduğum için, bugünkü yazımda biraz “Niteliksiz Adam”dan “bende kalanlar” üzerinde durmak istiyorum. Her şeyden önce, kafamda Gamlı kederli kemancı masalı... 5 yıl önce beğenerek seyrettiğimiz, 1979’daki İslami devrimle ülkeyi ele geçiren Mollalar iktidarının, Şah döneminin yoğun baskısından farksız yönetimi altındaki İran’dan kaçıp Avrupa’ya sığınan genç bir kadının “büyümesini” hikâye eden, otobiyografik “Persepolis” animasyonuyla adını bellediğimiz, nicedir Fransa’da yaşayıp üreten, nisan ayında festival konuğu olarak İstanbul’a da gelen, İran asıllı çizgi romancı ve sinemacı Marjane Satrapi’nin yine Vincent Paronnaud’yla birlikte yazıp çizerek ortaklaşa çektiği ikinci filmi “Poulet aux PrunesErikli Tavuk” bugün “Azrail’i Beklerken” adıyla gösterime giriyor. Bu kez, dünya çapında ses getirmiş “Persepolis” gibi başarılı bir animasyon olmayan, ama yine içinde şirin çizgi bölümler barındıran, ölmeye yatmış bir kemancı masalıyla karşımıza gelen Satrapi, yine kendi kişisel aile hikâyesinden kaynaklanıp 2004’te yayımlanmış çizgi romanından uyarlamış, o klasik bir varmış bir yokmuş tekerlemesiyle başlayan “Azrail’i Beklerken”i ortağı Paronnaud’yla. Şirazlı bir saatçinin kızı olan, İran (Golshifteh Farahani) adındaki sevdiğiyle değil de annesi Pervin’in (Isabella Rossellini) zoruyla, sevmeksizin evlenip pek katlanamadığı Faringis’le (Maria de Medeiros) iki çocuklu, mutsuz evliliğini sürdürürken “ölmeye yatan” gamlı kederli kemancı Nasır Ali Han’ın (Mathieu Amalric) hikâyesine odaklanan Satrapi bu kez kurmaca bir aşk ve ölüm masalını perdeye taşıyor ikinci filminde. Sosyalist bir ailenin kızı olan Satrapi’nin, müzisyen bir aile büyüğünden esinlenerek yarattığı Nasır Ali karakteri, müzik dışında hiçbir şeye aldırmayan, karısının kıskandığı kemanını kırmasıyla da iyice içine kapanan, gitgide yabancılaştığı, anlaşılmadığı ve önemsenmediği bu dünyadan kurtuluşu ölümde gören bir ? Satrapi, bu yeni filminde de, kişisel aile geçmişinden yararlanarak hayal gücünü işe koşuyor. Sinemasever dediğin, İranlı yönetmenin aşk ve ölümü şiirsel bir üslupla işlediği bu filmine ilgisiz kalamaz… hüzün abidesi. Nasır Ali’nin canını almaya gelecek Azrail’i 8 gün boyunca beklerken tüm hayatı da film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyor, başarısız okul günlerinden aralarında tatsız bir rekabetin süregeldiği, komünist bir aydın olan kardeşi Abdi’yle (Eric Caravaca) limoni ilişkilerine, hep ilgisevgi bekleyen karısından unutamadığı hayatının aşkına (İran adına dikkat) kadar... Hollywood’la özdeşleşmiş, ana akım sinemanın beylik yaklaşımı ve klişelerinden farklı, stilize bir İran tasviriyle yansıtılmış, 1950’li yılların Tahran’ında geçen “Azrail’i Beklerken” alışılmış anlatım tarzlarından ayrılan, değişik bir yapıda seyreden, kendine özgü naif bir görselliğe ve örneğin Azrail’in geldiği sahnedeki Bergman klasiği “Yedinci Mühür”le “All That Jazz” göndermesi gibi, sinema tarihine ilişkin çeşitli referanslara, zevkli ayrıntılara sahip, görülesi bir masalfilm. Özetle, günümüzün kuşkusuz en çok izlenmeye değer yaratıcı çizeryazaryönetmenlerinden Marjane Satrapi’nin yine kişisel aile geçmişinden yararlanarak hayal gücünü işe koştuğu, şiirsel üslubunu yinelediği aşka, ölüme dair bu yeni filmine bizce kesinlikle ilgisiz kalmaz sinemasever dediğin! ‘KARA ŞÖVALYE YÜKSELİYOR’ TEMMUZDA GÖSTERİMDE Efsane sona eriyor... ? “Kara Şövalye Yükseliyor”un yönetmeni Christopher Nolan, kitlesel sinema kodlarını zorlayıcı öykülere bağlamayı, zamanla oynamayı seven, sorunlu, dengesiz karakterleri yeğleyen bir sinemacı... ASLI SELÇUK C MY B C MY B Yılın merakla beklenen filmi, üçlemenin son bölümü “The Dark Knight Rises” (Kara Şövalye Yükseliyor/2012) 27 Temmuz’da dünya ile aynı anda Türkiye’de gösterimde. Christopher Nolan özgün, sıradışı anlatımıyla yüksek bütçeli gişe filmi “Batman”i neredeyse yaratıcı sinema konumuna taşıdı. Gotham kentindeki suçları ve cinayetleri engellemeye çalışan Bruce Wayne/Batman son bölümde bunu gerçekten başarıp başaramadığını sorguluyor. Gotham kenti ne yazık ki Batman’e karşı cephe alıyor. Film, eylemlerimizin uzun zamanlı sürdürülebilir olmadığını vurguluyor, sorunları çözme hakkımız var mı sorusunu soruyor. Komiser Jim Gordon (Gary Oldman), sadık uşak Alfred (Michael Caine), teknik danışman Lucious Fox (Morgan Freeman) gibi eski karakterlere, kedi kadın Selena Kyle (Anne Hathaway), maskeli terörist Bane (Tom Hardy), polis John Blake (Joseph GordonLevitt), Wayne Şirketi’nin yönetim kurulu üyesi Miranda Tate (Marion Cotillard) gibi yeni karakterler eklendi. Kitle imha terörünün ustası Bane alabildiğine zeki, fiziksel özellikleri ön planda olan kötü bir adam. Kaotik anarşiyi taşıyan Joker’ın tersine Bane tam klasik film canavarı gibi. Nolan’la “Kara Şövalye Yükseliyor” aksiyon vaat ediyor aynı anda politik ileti de var. Bir kentin yaşamını, sakinlerini anlatan filmde Christopher Nolan, Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikâyesi”nden, Fritz Lang’ın “Metropolis” filminden esinlenmiş. İngiltere, Hindistan, Pittsburg, Los Angeles, Manhattan’da özellikle Wall Street’te çekimlerini gerçekleştiren Nolan, haftalar boyunca borsada eylem yapan Amerikan yurttaşlarını görüntülemek istemiş: “Wall Street’deki çekim izinlerini gösterilerden bir yıl önce almıştık. Eylemcilerle aynı nedenden ötürü bu simgesel mekânı seçtik. Wall Street, Amerikan seçimlerinin simgesidir. Multimilyarderlikten süper kahramana dönüşen Bruce Wayne’in öyküsünü anlatırken 21. yüzyıldaki güncel olayları da irdeledik” diyor Nolan. Filmlerinde grafik sembolleri ana tema olarak kullanan sinemacı “Memento”da (“Akıl Defteri”/2000) zamanla oynadı, kronolojik akışı tersine çevirdi. “Insomnia”da (2002) film noir (kara film) türünün tüm kodları vardı. “Kara Şövalye”de iyilik ve kötülük eksenleri üstünden simetri etkilerini yineledi. “Başlangıç”ta parçalanan figürleri derinliğine inceledi. Değişik düşlerin üst üste bindiği bu öyküde her bilinçaltı seviyesi tahta Rus bebekler, matruşkalar örneği bir öncekinden yirmi kat fazla sürdü. “Kara Şövalye Yükseliyor”da Bruce Wayne yaşlanmıştır. Mas keli terörist Bane suçluları taşıyan CIA uçağından kaçırılır. Bane’in dikey kaçışı yönetmenin yeni grafik saplantısını da irdeler. Bane’in yükselişi Kara Şövalye’nin düşüşüyle eş orantılı gider. Görüntüler yükselen ve alçalan elemanların karşıtlığını yansıtırlar: Kuyuya iple inen taburlar, toprağa gömülen futbolcular, binanın cephesinden aşağıya inen Bruce, başını gökyüzüne çeviren Bane, böylece yukarı ve aşağı zincirlemelerin sentezi izlenir. Christopher Nolan kitlesel sinema kodlarını zorlayıcı öykülere bağlamayı, zamanla oynamayı seven, sorunlu, dengesiz karakterleri yeğleyen bir sinemacı: “İnsanlar yanlışlıklarıyla ilginçleşiyorlar. Batman kıyafet değiştirip adalet dağıtıyor. Oysa gerçek dünyada bu eylemiyle tutuklanırdı” diyor Nolan.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle