19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 NİSAN 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Trafikte şehitlikgazilik ne zaman? göstermelik bir iki tören dışında... O günden bu yana, trafikte can güvenliği adına hiçbir ciddi adım atılmadı. Kentlerde otopark zaten gündemden düştü. Mafyalaşan belediyelere, derneklere gelir kaynağı oldu. TOKİ, konut ve piyasadaki sıkışıklığın... “Duble yol” da trafik sorununun ilacıydı! TOKİ dağı taşı sokağı bayırı işgale devam ediyor... Duble yollar bir yandan yapılıyor... Öte yandan yamanıyor. ??? Tatil ayları yaklaşıyor. Her gün yollardan üçer beşer ölüm haberleri ajanslara akıyor. Ama ekranlara, sayfalara yansıması için, tek kazada en az.. “567” ölü veya... “Bir ailenin toptan yok olması” gibi “şok” ölçüler aranıyor. “Trafikte ölenlerin büyük çoğunluğunun AKP’li seçmen olması(!)” gerçeği bile iktidarın, trafikteki trajik ilgisizliğine çözüm olamıyor. Trafikte, yılda 10 bin dolayında ölü... Kaçının hayat boyu sakat kalacağı belli olmayan 100 bine yaklaşan yaralı... Hiçbir uygar ülkenin kabul edemeyeceği bir tablo. Ama bizim “ileri demokrasimiz”in trafiğinde.. Yollarda ölüm bir tür kader... 8 yıl önce, “2004 Trafik Yılı” ilan etmişti. İktidar Birkaç suyuna tirit demeç, Bir çeşit “ilahi takdir”e dönüşmüş durumda! Bu nedenle... İktidarın ciddi ve içten ilgisini çekemiyor. Yollarda akan kan yollarda kalıyor. Ve mevzuatımız, sadece kaza anındaki ölüleri saydığı için “Yılda 35 bin ölü” kanıksanmış durumda. Oysa gerçek rakam 10 bin! Avrupa’daki gibi, kazayı izleyen 30 gün içindeki hastanede ölümleri bu nedenle istatistiklere dahil edilmiyor! Trafik yetkisi 8 ayrı bakanlığakuruluşa bölünmüş durumda. Bu devletin işini kolaylaştırıyor. Hiçbir zaman 8’de 8 sorumlu ortada görünmüyor. Oysa 8’de 8 sorumlu var: Başbakan! 2918 sayılı yasaya göre, başkanı olduğu ve en az 6 ayda bir toplamak zorunda olduğu Trafik Güvenliği Yüksek Kurulu’nu Başbakan toplamıyor! Bu konuda TBMM’den de medyadan da hiç ses çıkmıyor. Çünkü, trafiğin, yeterli bir entelektüel boyutu yok. Oysa en acil en yaşamsal açılım trafikteki açılımdır! Trafikteki ölümler belli ki, “ileri demokrasi”mizin meşrebine pek uygun düşüyor. Hiç değilse, bu konuda kesinlikle bir etnik ayrım veya mezhep farkı yok! Ama ne yazık ki “şehitlikgazilik” türünden bir teselli de yok. RTÜK ve TDK Kararıyla ‘Ulu Önder’ out, ‘Biji Önder’ in! ÖK’ten sonraki en Y damardan 12 Eylül organımız RTÜK’tür! Her iki 12 Eylül’ün de benimsemiş olduğu ortak üründür. TSK 12 Eylül’ünün 1. lafı “Asmayalım da besleyelim mi?” idi. AKP 12 Eylül’ünün kulağa küpe sözü ise “Seçilmişleri atanmışlara ezdirmem!” ??? RTÜK, “seçilir gibi yapılmış gerçek atanmışlardan” oluşur!.. Atanmışlar, önceki gün verdiği bir kararla “seçilmişleri” ezmekten de beter, dümdüz ettiler.. Seçilmişler, başta TBMM’de, iktidarın kendi seçilmişleriydi. Ki CHP ve MHP’nin seçilmişleriyle birlikte Meclis kürsüsünde her “sayın” dediklerinde BDP’lileri taciz edip duruyorlardı! Atanmış RTÜK, bir kararıyla, seçilmişleri yamyassı etmiş oldu. Seçilmiş Başbakan’dan ise 48 saat geçti bir ses çıkmadı. ??? Olay şöyle gelişti: Diyarbakır’daki Kürtçe Gün TV adlı kanal için, Emniyet Müdürlüğü RTÜK’e başvurdu. Çünkü, Öcalan’dan sürekli “Önder” diye söz ediyordu. Emniyet’e göre, bu yayınlar “suçu ve suçluyu övme” niteliğindeydi! RTÜK nihayet, önceki gün başvuruyu karara bağladı. Bunu yaparken de “yasalara” değil, “sözlüklere” dayandığını açıkladı! Gerekçesi şöyleydi: * Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde “Önder: Gücü, ünü ve toplumsal konumu dolayısıyla lider” olarak tanımlanıyor. * “Kürtçede ise önder sözcüğü ‘PKK lideri’ anlamında kullanılıyor. * Öcalan, PKK lideri olarak hüküm giymiş olduğu için bu sözcüğün kullanılması yasaya herhangi bir aykırılık oluşturmuyor!” ??? Buyurun buradan yakın! Apo’ya “sayın” dediği için hapis yatanlar... Bu “suçu” işlediği için halen yargılananlar için bu bir tür “af ilanı” idi! Hayırlı olsun! Ancak bugüne kadar Apo’ya devletin resmi ağızları, yayın organları hep “bebek katili” ve “terörist başı” demişlerdi. Bu sözler, söyleyenin yanına kâr mı kalacaktı? Bunun için de “sivil şehitlik” türü bir düzenleme, “TDK tazminatı” gibisinden bir ödeme yapılması gerekiyordu. Elbette “Diyalog kapıları açık tutulmak isteniyorsa!”... ??? Bu kararın bir anlamı da şudur: Yayın kuruluşu denetleme ve kapatmakla görevli organımız RTÜK, kendisini yüksek yargı organlığına terfi ve tayin etmiştir. Yeni anayasada yerini “rezerve” ettirmiştir. ??? Ayrıca bu karar, Başbakan’ın emri ve yeni yasanın kavli ile müzakere masasına oturacağı günü bekleyen MİT’in ve hatta AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın bile elini ve ağzını güçlendirmiştir. Artık herkes, rahatça ve özgürce eski “bebek katili‘mize, “sayın” ve “önder” diyebilir. ??? RTE ile AKP’nin... Ve BDPKCKPKK’nin yüzüne gözüne bulaştırdığı “Kürt açılımımız” RTÜK’ün bu kararıyla da hale yola giremezse... Tanrı saklasın, 3. bir 12 Eylül beklemekten başka çare kalmayacak! GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT Demirel’i Savunmak Evet inanmayacaksınız, ama ben bu yazıyı Demirel’i savunmak için yazıyorum. Demirel’i savunmak sana mı kaldı derseniz, evet kime yapılırsa yapılsın, haksızlıklara karşı çıkmak, insanlık ve sosyalistlik görevidir. Demirel, bugüne kadar anlamadı ama biz bunun için solcu olduk. Elli yıllık politik hayatında beraber olduğu, iyilik yaptığı hiç kimse onu savunmuyor ve bu haksız saldırılara maruz kalıyor. Bir insan olarak ona yapılan saldırıları; onun eseri olan, eğer o olmasaydı var olmayacak olanlar yapınca canım acıdı ve bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum. Ona borçlu olduğum, bana faydası olduğu için değil, tam tersine hem kişisel olarak bana hem de benim kuşağıma çok büyük zararı olmuştur. Ben 1961’de ilkokula başlayıp 1980’de üniversiteyi bitirdim, siz tahmin edin artık karşılıklı duygularımızı. Demirel bizi hiç sevmedi, bizi yok etmek için 70’li yıllarda cephe hükümetleri bile kurdu. Aslında çok yetenekli ve becerikli bir siyasidir. Ülkeyi ve insanımızı bizden daha iyi tanır. Bu ülkedeki insan malzemesiyle, üretimiyle, sosyal yapısıyla sosyalizm ya da komünizmin olmayacağını yine en iyi Demirel bilir. Siyasi hayatı boyunca bize karşı akıl almaz bir nefret ve kini vardı. Deniz’lerin idam oylamasında bir ayağa fırlayıp “kabul” deyişi vardı, hiç gözümün önünden gitmez o sahne. Ben yaşadığım dönem ve özel merakım gereği bir Demirel uzmanı sayılırım, ama sola karşı olan kin, nefret ve düşmanlığını anlayamıyorum. Tamam duruş olarak sağda olmasını, farklı bakmasını kabul ediyorum, ama bu kin ve nefretin sebebini izah edemiyorum. Sosyalistlere bu bakışına rağmen, ben kişisel olarak kendisiyle aynı masada rakı içerken, fıkra anlatmak, sohbetimizi meze yapmak isterim. Biz aynı toprağın çocuklarıyız, ikimiz de bu ülkeyi çok seviyoruz, paylaşacağımız çok şey var. Gelelim bu yazıyı yazma sebebine, Tayyip Erdoğan demiş ki “28 Şubat’ta ülkeye kesintisiz eğitimi dayattılar, imam hatiplerin, Anadolu çocuklarının önünü kesmek için bunu yaptılar. Çobanlıktan cumhurbaşkanlığına kadar yükselenler de başörtüsüyle okumak isteyenlere ‘Suudi Arabistan’a gitsin’ diyecek kadar bunlara payanda oldu, özüne ihanet etti”. Bana göre bu Demirel’e yapılan gerçek bir ihanettir. Bunun içinde Demirel’i sonuna kadar savunurum. Bir kere Tayyip Erdoğan ve AKP kadrolarının tümü Demirel’in öncülük ettiği, her ortamda savunduğu imam okullarının ürünleri ve mezunlarıdır. O okullar olmasaydı ve Haydarpaşa, Kabataş Lisesi gibi klasik bir okulda okusaydı, ne imam olurdu ne de İslamcı bir siyasi hareketin içinde olurdu. Söylemesi ayıp, belki de solcu olurdu. Tayyip Erdoğan’la aynı kuşaktanız, benden sadece üç gün büyük kendisi. Benim okuduğum liseden hiç dinci çıkmadı, 1500 kişi yatılı öğrenci vardı sadece üç kişi oruç tutardı. Gündüzlülerden de pek yoktu oruç tutan. Bizim tek amacımız vardı okulumuzu en iyi şekilde bitirip üniversiteye girmek. 1961 Anayasası’na göre okullarda din dersi isteğe bağlıydı, ama tam tersi uygulamayla bu dersi almak istemeyenlerden dilekçe alınırdı. O dönemde başbakan hep Demirel’di ve yine de ben kendisini lafını bilemeyen ölçüyü kaçırmış AKP’lilere karşı savunuyorum. Hâla sola karşı yanlış yaptık, kötü davrandık deyip helalleşmeyi kabul etmemesine rağmen. ‘Gülbeddin Efendi’den Önceki... MERİÇ VELİDEDEOĞLU Geçen cumartesi, “31 Mart” Ayaklanması’nın “103.” yılıydı. Tarih, “103” yıl önce o gün, “İstanbul kana bulandı!” diye yazar. Bu “kan”, “Osmanlı”nın “Çağdaşlaşma” atılımının önünü kesmek için akıtılacaktı. Bilindiği gibi, “irtica”nın başlattığı ve yaygınlaştırdığı bu sarsıcı ayaklanmayı, “asker” kışlasından çıkarak bastırır. Kurmay subayı olarak Mustafa Kemal’in görevlendirildiği, dolaysiyle hareket planını yaptığı ve adını verdiği “Hareket Ordusu”, bu akan kanı durduracaktır. Tarihçiler, “Meşrutiyet” devam eder, “Osmanlı Mebusan Meclisi” çalışmalarını sürdürür diye not düşer. Sağlanan bu ortamda “şeriat ve ümmet” taraftarı “İslamcılar”la, “dindevlet ayrımı” isteyen “Ulusalcılar” ve “Batı”cılar arasındaki taratışma da yoğunluğunu arttırır. Bu çetin tartışmada adı çok geçen biri de Ahmet Naim Babanoğlu’dur. Dönemin “Maarif Nezareti”nde “Yüksek Tedrisat Müdürü” olarak çalışmakta ve “Ulusalcı”lara çok içerlemektedir. Çünkü bir eğitimci olarak ona göre “Osmanlı”nın kurtuluşu, “din temelli” özellikle de “Peygamberin Hayatını” öğreten, “İslam kahramanları”nı tanıtan bir “eğitim” ile sağlanabilirdi (1913). Bu kısa özeti ve son “vurgulama”yı, geçen cumartesi “31 Mart” günü, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı yazılı bir açıklamayı TV’de izlerken anımsadım. Bahçeli, “Hz. Peygamberimizin hayatının ve Kuranıkerim’in ders olarak okutulması kararının ‘MHP’nin gayretiyle hayat bulduğunu” söyleyerek “AKP” ile yarışmaktaydı. Görüldüğü gibi, bugünlerde olan bitenin hangisinin üzerinde duracağını insan şaşırıyor; yine de şunun altını çizmekle başlayalım diyorum. “99” yıl önce, eğitimin “AKP”nin ve “MHP”nin bildirdiği bağlamda düzenlenmesini isteyen Ahmet Naim, ne Meclis’te yer alan bir partinin “genel başkanı” ne de “başbakan”dı; o yalnızca bir kamu görevlisiydi. Ayrıca, “Peygamber Hayatı”nın “öğretim”de yer almasının anlamı; Peygamberin “yaşamı”nın “örnek” olarak gösterilmesi ve bu “yaşamın” her türlü olanak önünde serili olmasına karşın neredeyse “bir lokma bir hırka” söylemiyle anlatılacak bir boyutta olduğunun ortaya konulmasıdır sanırım. İyi de, bunu “örnek” bir yaşam olarak eğitimi boyunca öğrenen ve şimdi bu “yaşamı”, “dokuz” yaşından başlayarak öğretilmesini taşkın bir coşkuyla isteyen Başbakan R. T. Erdoğan’ın yaşamında, bu “örnek”ten bir “iz” var mı? Evler, daireler, giyimkuşam, banka hesapları, hisseler, süreduran pazarlıklar, gemicikler vö.’ler bir yana; yalnızca kilolarca “altın”la sarmaş dolaş yaşamış olmayı Peygamber’in “havsala”sı alır mıydı? Demek ki, Hz. Muhammed’in alçakgönüllü (mütevazı) yaşamını öğrenmek R. T. Erdoğan’a, hiçbir katkı sağlayamadığı gibi doyumsuz denebilecek varsıl (zengin) olma tutkusunu da “fren”leyememiştir. Üstelik yukarıda da belirtildiği gibi Peygamberin yaşamını öğrenmeye, daha “67” yaşlarında mahalle camisindeki “Ali Efendi”nin dizi dibinde başlayıp, “imam hatip”de sürdürüp, ardından da “Gülbeddin Efendi”nin ayakları dibinde oturarak aldığı “kul”luk eğitimiyle “bütünleştirmiş” olmasına karşın... Öte yanda, “Peygamberin Hayatı” öğretilirken “aile” yaşamından da doğal olarak söz edilecektir, bu konu “hayat”ının bir “bölümü” olduğuna göre... Ne ki bu bağlamda evliliklerine örneğin sayısına değinmek oldukça “hassas” bir konu olarak görülüyor; hele eşi Hz. Ayşe ile “78” yaşlarında evlendiğini, “9” yaşındaki bir kız öğrencinin gözlerinin içine bakarak söylemek... Gerek bu gibi konulardan, gerek Kuran okumak için “abdest” almakla ilgili sorunlardan, gerekse benzer durumlardan Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ömer Dinçer hiç “tedirgin” olmadı mı, olmuyor mu, diye sormaktan insan kendini alamıyor. Ama “eğitim”de bu denli derin değişiklikler yapan “yasa”nın haberlerde de belirtildiği gibi “MEB” dışında hazırlandığı halde, buna Bakan’ın hiçbir “tepki” vermediği anımsanınca da “yanıt”ın “Hayır!” olduğunu insan kestirebiliyor. Hele çarşamba günü, Cumhuriyet’te yayımlanan bir haberi okuyunca, Prof. Dr. Ö. Dinçer’in bu tutumunu insan kavrayıveriyor. Haber şöyle: “Macaristan Cumhurbaşkanı Paul Schmitt, ‘doktora tezi’nde ‘intihal’ (çalıntı) yaptığı ortaya çıkınca, yoğun eleştirilerden çok ‘tedirgin’ olmuş ve dayanamayıp ‘İSTİFA’ etmiştir!” Aynı durumda olan üstelik bu durumu mahkeme kararıyla da saptanan ve o günlerde üniversitede görevli Prof. Dr. Ö. Dinçer ne yaptı? “Tedirgin” olup gereğini yapmaması bir yana, laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Türkiye’nin “geleceği”ni biçimlendiren bakanlığın başına geçti... Böyle bir “kişilik”ten beklenen “hizmet”in ne olduğunu gördüğümüz halde, bizler, “anne ve babalar” gereken boyutta “tedirgin” olduk mu? Çocuklarımızın eğitiminin, mahalledeki “Ali Efendi”nin, terörist tarikatçı “Gülbeddin Efendi”nin dizlerinin dibinde yetişen ve akademik çalışmasının “çalıntı” olduğu mahkeme kararıyla saptanan kişilere teslim edilmesi karşısında... [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Diyarbakır 1 yöresine özgü yoğurt çorba 2 sı. 2/ Sert, ağır 3 ve siyah bir 4 tahta... Eski 5 Mısır’da güneş tanrısı. 3/ De 6 nizcilik dilin 7 de “temiz, düz 8 gün, derli toplu” anlamında 9 kullanılan sözcük... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Osmanlılarda gece 1 Ç A R L İ S T ON bekçisi. 4/ Nişastayı 2 A S İ D A İ R E parçalayarak şekere 3R İ NG D R AM çeviren enzim. 5/ 4 L G Ü R E M Hayvanları bağla5 İ D R A K AM maya yarayan kalın K U K A ip ya da zincir... Ar 6 S A D E 7 T İ R K U R L navutluk’un para bi8 O R A M A K O T rimi. 6/ Bir gösterme sıfatı... Tavlada “üç” 9 N E M M A L T A sayısı... Düz ve geniş arazi. 7/ Kişinin, kendisini başkalarının yerine koyarak onun duygu ve düşüncelerini anlayabilme yeteneği... Hayvanlara vurulan damga. 8/ Yelkenli gemilerde kullanılan bir tür halat. 9/ Dar ve kalınca tahta... Çok sevilen kimse ya da şey. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Pastane kurabiyesi” de denilen ve torba içine konulup sıkıştırılarak yapılan bir cins kurabiye. 2/ Nine... Küba kökenli bir dans ve müzik. 3/ İçinden çıkılması güç durum... Irmakları geçmek için kullanılan sal. 4/ Kuran’da bir sure... “Yilbik, tutarık” gibi adlar da verilen sinir hastalığı. 5/ Numaranın kısa yazılışı... Mesaj. 6/ Yok etme, giderme... Küçük erkek kardeş. 7/ Paltoya benzer bir tür üstlük... Şöhret. 8/ “Delice” de denilen, taneleri zehirli olan ve ekin tarlalarını saran bir ot... Bir yasanın, bir kararın yürürlüğe girmesine karşı çıkma hakkı. 9/ İskambilde bir kâğıt... Gerçekte yeri olmayıp zihinde tasarlanan. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle