19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 NİSAN 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Korku Dağları Bekler mi? İşin Bir de Bu Yanı Var Kenan Evren 95 yaşında... Halkoylamasında yüzde 92 oyla cumhurbaşkanı seçilmiş... Bugün de yürürlükte bulunan anayasayı o hazırlatmış; kabul ettirmiş, yüzde 92 yurttaş oyuyla!.. Üstelik de 12 Eylül’de iktidara el koymadan beş ay önce dönemin Cumhurbaşkanı Korutürk’e bir muhtıra vermiş dört kuvvet komutanının imzasıyla!.. Gidişin doğru olmadığını söyleyerek, iktidardaki Demirel’i, muhalefete düşmüş CHP lideri Ecevit’i uyarmış... İşler iyi değil, bir an önce aklınızı başınıza alın, demiş! İki lider de “Bana değil bu sesleniş” deyip burun kıvırmış! Yeni cumhurbaşkanını bir türlü seçememişler. Günler geçmiş, oylamalar sonuçsuz! CHP ile AP ortaklaşa bir aday bulup seçememiş!.. Aylar geçmiş, boşuna! Toplumda kavgalar, cinayetler, öldürmeler sürüp gitmekte!.. Sonunda Evren’le dört kuvvet komutanı işe el koymuş!.. Bir anda yurttaki kavgalar sona ermiş! Herkes de memnun... İşin bir yanı da bu işte... ??? 12 Eylül 1980’de darbe yapıp on yıl iktidarda kalan Kenan Evren ve arkadaşlarının giriştikleri serüven bu... Bu on yılda çok acılar yaşandı. Haksız idamlar. Sürgünler, hapislikler, tam bir dikta rejimi... ??? Aradan birkaç yıl geçti geçmedi, yine Ecevit, Demirel, derken Özal... Hepsi geçti gitti. Erbakan Bey’in kurduğu bilmem kaçıncı partinin gençleri oturup yeni bir parti kurdular. Karmakarışık bir siyaset ortamının dengesizliğinden yararlanarak yüzde 30 oyla iktidara geldiler. Daha genç yaşlardayken söylediklerini, özlediklerini, yani “ılımlı İslam” ağırlıklı bir devlet kurabilmek hayalini gerçekleştirmek olanağını buldular. Bir seçim daha, bir daha, yüzde kırkları aştılar. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ne, Atatürk’ün bin bir zorlukla kurduğu, çağdaş uygarlık çizgisinde oluşturulmuş bir ülkenin yazgısına egemen oldular. ??? 12 Eylül’ü, Evren Paşa’yı ve o günlerin Hava Kuvvetleri Komutanı’nı adalet önünde hesap vermeye çağırıyorlar şimdi!.. Ne olacak, yüzde 92 halkoyuyla devletin başına seçilmiş kişiyi hapse mi mahkum edecekler? İş bununla bitmez. Evren Paşa iktidarı yıllarında görev yapmış, suçlar işlemiş, türlü sorunlar yaşatmış yüzlerce insan da var, suçlu sayılacak mı? Evren Paşa kalksa dese ki: “Benim anayasam hâlâ yürürlükte, benim kurduğum kurumlar, uyguladığım baskıcı yönetim, hepsi halen yaşatılmakta...” Bilmem o zaman ne diyeceksiniz? ??? 9 Şubat günü bu sütunda çıkan bir yazımı okurlarıma yeniden sunmakta yarar gördüm. Evren Paşa konusu kolay çözülecek bir konu değil. 12 Eylül suçluları yalnız üç dört paşa değil, yüzlerce, binlerce suçlusu var. Birey ve toplum hayatında, suskun korkunun cesaret ve kahramanlıktan daha büyük bir gizilgüç olduğu söylenir. Çoğu tarihçiler, kaba kuvvete ve ‘böl yönet’ ilkesine inanan yöneticilerin uzun ömürlü olmadığını belgeliyor. Bozkurt GÜVENÇ Çoğu beşeri olguları anlam karşıtlarıyla kavrayan ve çağrıştıran insanlar, “korku” denince hemen karşıtı olan cesareti, yiğitliği, korkusuz kahramanları anımsar; korkuyu küçümserken cesareti yüceltiriz. “Acaba öyle mi?” kuşkuculuğum ile düşünceler dünyasında biraz dolanınca, korkucesaret karşıtlığının geçerli olmadığını gördüm. Korku, gerçek, sanal veya kurgusal bir tehlike karşısında, bireysel ve somut bir kaygı duygusudur; yaşanıyor ama kolay açıklanamadığı gibi kolayca paylaşılamıyor. Cesaret ise daha karmaşık, bilinçli, amaçlı kişisel bir davranış. Japon çocukları ise analarından korkarmış.) Samuray kodu şöyledir: Taşıdığın kılıcı çekersen kınına sokma, korkma kullan ama sakın kimseyi korkutma! En keskin kılıç hiç kullanılmayandır. “Korkan kişi köledir”, “Korkma iste dilediğin olacaktır”, “Bireyler birbirine inanıp güvenmediği sürece zalimin korkması gerekmez” (Yönetimde “böl yönet” politikasının tersten söylenişi), “Sertlik korkuya, kaba kuvvet nefrete yol açar”, “Korku, batıl (boş) inancın ve zulmün ana kaynağıdır”, “Sevgiden korkmak hayattan korkmaktır”, “Korkusuz umut umutsuz korku yoktur”, “Zayıflıktan değil sınırsız güç ve güçlülerden korkarız” vb, vb... Ara yorumlar Bir büyükbabamızla büyük amcamız Çanakkale’de şehit düşmüş. Savaştan 30 yıl sonra, hayatta kalmış bir eniştemizden, savaş kahramanlığının öyküsünü dinlemiştim: “Allah Allah sesleriyle düşman hatlarına saldırdık... Tek hatırladığım, bölüğümden ayakta kalan üç kişiyi ‘kahraman’ ilan ettiler. Kahraman olduk.” Çıktığımız hızlı dünya turunda, korku karşısında umutla karşılaştık, cesarete rastlamadık. Son olarak izlediğim “Vahşi Batı” filminde, kasabayı hızlı tabancasıyla yöneten haydut, direnen çiftçiyi, “Diz çök ve yalvar, yoksa vuracağım” diye korkuttu ve ardından vurdu. Korkudan sinmiş kasaba halkı birden ayaklandı ve haydutu bir balina zıpkınıyla öldürdü. Birey ve toplum hayatında, suskun korkunun cesaret ve kahramanlıktan daha büyük bir gizilgüç olduğu söylenir. Çoğu tarihçiler, kaba kuvvete ve ‘böl yönet’ ilkesine inanan yöneticilerin uzun ömürlü olmadığını belgeliyor. Darbe davasından olmasa bile tarihten alınacak dersler vardır: General Franco: “Düşman ölülerine saygılı olun, onlar da İspanya için öldü!”; Mussolini, heykelini dikmek isteyen yandaşlarına, “Benden sonra en az 10 yıl bekleyin!” sözleriyle ünlüdür. Emre Kongar uyarıyordu egemen çoğunluğu: “Milli irade söylemine pek güvenmeyin, yüzde 50 milli irade bugün yüzde 90’ı yargılıyor.” Ataol Behramoğlu, ‘Yunus Emre gibi’ sesleniyor sessiz çoğunluğa: “Korkun varsa konuşmaya / Anlam yükleyip susmaya / Gerek kalmadı korkmaya / Çünkü korkulan olmuştur.” Biraz Adam Olaydım... Karşıya geçmek için, yanmasını bekliyor kalabalıklar, o borunun içinde yürüyen kambur çizgi adamın... “Geç” geç... “Dur” dur... Esiri gibi insanlar, bir parça camın... Bir sürü gibi ışığa göre yürümek bana göre değil... Uçan bir kuş olaydım... ? Kırmızı yandığında, duracağına bir koşu geç diyor şeytan... Yarı yoldan geri dön... Ya da otur orta yere... Hatta eğil bacaklarının arasından bak geçenlere... Biraz deli olaydım... ? Şu kurallar... Şu ceket düğmeleri, yol çizgileri, kapı zilleri, peçeteler, çatal, bıçak, bahçe duvarları, işaretler, tabelalar... Kâğıtlar, rakamlar, harfler... “Sayın” demek zorunluluğu bana göre değil... Yüksek bir yere çıkıp bağıraydım: “Dürzüler...” Biraz dobra olaydım... ? Saatler... Kuş seslerine göre uyanaydım... Yatma saati kafana göre... Yok canın istedi, sabaha karşı kalk otur... Sağı solu telefonla ara... Git kapılarını çal daha gün ağarmadığında, kapıyı açan şaşkın pijamalı adama “Uyuyor musunuz?... Uyandırdım mı yoksa...” diye sor hatta... Yok canım istedi... Duvarın üzerine çık da öten horoz taklidi yap... Biraz özgür olaydım... ? Deli saçması bunlar... Ama bir koca ulusu sinmiş, pısmış, korkmuş, sessiz, tepkisiz gördükçe hani aklımdan geçmeyen şeyler değil... İnadına... Bu ülkeyi başkası mı kurtardı diyorum düşmanlarından çoğu zaman... Bu kadar mı vurdumduymaz olur... Bu kadar mı sağır, kör ve dilsiz... Her şeyini elinden alırlar da; cebindeki emeğinden çocuğunun geleceğine... Adaletinden, demokrasisinden cumhuriyetine, çağdaşlığına, bütünlüğüne, marşlarına, kahramanlarına kadar, hiç mi sesini çıkarmaz insan... ? İşte o zaman... Hayal kuruyorum; koşup koşup uzun eşek niyetine ve milletim adına, sırtına binmişim bir dürzünün... Biraz adam olaydım... Yazarlar ve şairler... “Hayat, can sıkıntısıyla başlar korkuyla sürer”, “Ölüm Vadisi’nden geçerken şeytandan korkulmaz”, “Umut serapsa korku yalandır”, “Korkmayanın umudu da yoktur”, “Dâhiler, hayatın son perdesinde, kahramanların korkularını, korkakların saflığını oynar, ‘Büyük sözlerden korkarım’ diyerek bizi mutsuz ederler”, “Zamanla korkularımızdan utanır, kendimizden nefret ederiz” vb... Korku türleri “Korku”nun; açıklık ve aydınlık, kapalılık ve karanlık, yalnızlık ve kalabalık, yaşam ve ölüm, başarı ve başarısızlık, savaş ve barış, dostluk ve düşmanlık, şeytan ve Tanrı vb. türleri var. Korku üzerine görüşler, yorumlar ve deyimler çok daha zengin. Türkçe deyimler “Korku dağları bekler”, “Korktuğu başına gelmek”, “Gerçek soylular korkmaz”, “Umut yoksa korku da yoktur”, “Tehlikeler korku yaratır”, “Umut korkuları gizler”, “Korku kişiyi hain bile yapabilir”, “Islanmış kişi yağmurdan korkmaz”, “Ölmüş kuzu kurttan korkmaz”, “Korkunun ecele faydası yoktur”, “Gölgesinden (kendinden) korkmak”, “Gözü korkmak”, “Birinin gözünü korkutmak” vb. gibi. Bu sınırlı derlemede, “Yiğit bir kez, korkak her gün ölür” dışındaki bir karşılaştırmaya rastlamadım. ABD başkanları “Yönetilenler korktuğu sürece, nefret etmelerinden korkma”, “Devlet bize ne verdi ki değil biz devlete ne veriyoruz, diye sorun”, “Korkuyla konuşma ama tartışmaktan korkma”, “Korkunun yalnızca kendisinden korkmalıyız”, “Temel hak ve özgürlüklerin dördüncüsü ‘korkmamak hakkı ve özgürlüğü’dür.” Bilgeler ve rahipler “Ölümden değil, ölümün ne olduğunu, ne zaman geleceğini bilememekten, yani belirsizliklerden korkarız”, “Bilimden değil kendimizden korkarız”, “Tanrı’dan ve öteki bilmediklerimizden korkarız.” (Amerikalı çocuklar babalarından, Filozoflar neler diyor? “Sanma ki korku salanlar korkusuzdur”, “Korkuyu giderip güveni sağlamak büyük sevaptır”, Eğitim Üzerine Günay GÜNER eclis’ten hızla geçirilen, 4+4+4 diye bilinen ve kesintisiz eğitimi kesintili, dilim dilim bir duruma getiren yasa, Türkiye’nin çağdaş eğitim birikimine indirilen ağır bir darbedir. Bir ulusun eğitim dizgesi eleştirel niteliğinin yüksekliği, öğrenciyi insanlık birikiminin yarattığı tarihsel seçeneklerle buluşturması, sorma ve araştırma isteğini arttırması ölçüsünde gelişmiş sayılır. Her eğitim anlayışı yönlendirme içerir. Ne ki önemli olan bu etkinin yönüdür. Dizgenin niteliğinin gücünü belirleyen, öğrenci kitlesinin verilen eğitimle eleştirelliğe doğru mu, tekilciliğe, inaklara doğru mu yönlendirildiği sorusuna verilecek yanıttır. Tekilciliğe doğru iten anlayış öğrenciye saygı duymaz. Onun gerçeğe seçenekleri tanıyarak, özgür istenciyle ulaşmasına katlanamaz. Eleştirelliğe değil buyurganlığa, dayatmaya dayanır. Kendi sınırları içinde oluşturduğu sınırlı sayıdaki sözde sorunun tümüne mutlaka bir yanıtı vardır. Bu yanıtların ise sınanmış, gözlenmiş, kanıtlanmış olup olmamasının hiçbir önemi yoktur. Söz konusu tekilci bakışla eğitilecek kuşaklar M hoşgörüsüzlüğe, edilgenliğe, boyun eğmeye eğilimli olacaklardır. Karşı düşüncede saydıkları odakları sindirme, baskılama yöntemlerini benimseyebileceklerdir. Eleştirellik ilkesiyle eğitilenler eleştirilmekten “tahrik” olmazlar, düşünceyle karşılık verirler. Ne ki inaklara bağlı eğitilenler ilk anda “tahrik” olup saldırıya girişebilirler. Belirtilen durum ise bir ulusun geleceğini çatışmaya, kargaşaya, savaşa sürüklemek anlamına gelir ki buna da hiçbir gücün hakkı olamaz. Ulusuna yapılabilecek bundan daha büyük bir kötülük düşünülemez. Tarihimiz bu gerçeğin örnekleriyle doludur. 4+4+4 yasasıyla Arapça dersini birlikte düşünmek gerekir. Kesintili duruma getirilmekle yetinilmemiş, en önemli öğe olarak, eğitimin dili ArapçaFarsça sözcüklerle doldurulduğu gibi Arapça ders olarak da dizgeye sokulmuştur. Doğru yapılmadığını gördüğünüz bir maddesel yapıyı yıkıp yeniden yapabilir, iyileştirebilirsiniz. Yanlış eğittiğiniz kuşakları başa dönüp doğru yöntemlerle yeniden eğitmeniz olanaksızdır. Eğitim, onarım kabul etmez bir alandır. Dolayısıyla en bilimsel dizgenin uygulanması zorunludur. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle