16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 ARALIK 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Herkesin Kardak’ı kendine... S İ anıyorum, hemen her ülkenin bir Kardak sorunu var! Bizim Bodrum yarımadasının Batı ucundaki kayalık Kardak Adası, nasıl Yunanistan’la başımızda, senindi benimdi çekişmesine neden oluyorsa benzer biçimde Kanada’nın Machias Seal Adası da baş ağrısı yaratıyor. Üstelik Kanada’nın bu adalar üzerinde hak talep eden komşusu, hani yenilir yutulur cinsten değildir; ABD! Okul atlaslarında dahi bakılınca görülemeyen 2 kilometre karelik kayalığı, meraklısı, internet üzerinden harita sitelerine girerek bulabilir; yassı, tabak gibi bir düzlüktür. Kanada’nın güney deniz sınırında, böyle olunca Amerika’nın kuzey hattında yer alır. Atlas Okyanusu’nda kıyısı olan ABD’nin Maine eyaletine 16 km., Kanada’nın New Brunswick eyaletine ise 19 km. kadar uzaktadır. Ada üzerinde koparılan fırtınaların sebebi de budur; bir taraf “Burası bana daha yakın!” der, ötekisi “3. km’nin lafı mı olur, biz bütün masrafını ödeyerek adaya sahip çıkıyoruz!” diye karşılık verir. Öyledir nitekim! Kanada tarafı adayı deniz seferlerinde gemi trafiği için kullanıp sivil hizmet verir. Üzerinde bir deniz feneri, bir küçük sahil güvenlik barınağı vardır ki Kanadalılar işletir; ABD tarafı şimdilik elini cebine atmaz. Ada hem deniz canlılarının hem de deniz kuşlarının doğal yerleşim alanıdır, bu yüzden doğal hayatı korumak için üzerine titrenir; sık sık araştırmacılar gelip gider. Okyanuslarda İngilizi olmayan ada kalmasın diyen İngiliz Kraliyeti, 1832 yılında donanmasını gönderip bayrağını kayaların tepesine çaktırmıştır; burada toprak olmadığından bayrak dikilemez, çakılır... İngiliz Kraliyeti kesenin ağzını açıp hemen bir deniz feneri de inşa ettirmiştir ki şimdi halen hizmet görmekte, tarihi eser olarak ışıldağını çakmaktadır. Amerikan tarafı adaya uzun zaman sahiplenmek gibi bir külfete kalkışmadan sadece yararlanmış, uzaktan seyredip geçmiştir. Ancak üzerinde ot bitmeyen çıplak kayalık birdenbire ABD’nin aklına takılmış olmalı ki geçen aylarda eski defterleri karıştırıp 1783 Paris Antlaşması’nın farkına varılmıştır. Antlaşma, Amerikan tarafına kendi karasularının 70 mil NEW BRUNSWICK açığına kadar egemenlik hakkı vermekteydi... Madem öyleydi, “Halep oradaysa arşın burada” misali, bu ada apaçık Amerika’ya aitti. MAHMUT ŞENOL ABD’nin arka bahçesi sayılabilecek, genç irisi küçük kardeşi Kanada ise zilyetlikeldecilik hakkını ileri sürüyor, “Bunca zamandır biz bekçiliğini boşuna mı ettik, şimdi bizi çırak çıkarmaya çalışıyorsun!” diye büyük biraderi ustaya kızıyordu. Geçen kasım ayında New York Times gazetesinde durumu değerlendiren, eski diplomat ve şimdi Duke Üniversitesi hocalarından Stephen Kelly, çekişmenin başlangıç tarihini 1984’e kadar uzatıyor, durumu açıklıyordu. İki ülke Uluslararası Adalet Mahkemesi’ne başvurup ada üzerindeki hakların yeniden dağıtılmasını istemiş, mahkemeyse daha önce verilmiş deniz ve kıyı hukuku kurallarına uyulmasını önerip ne şiş yansın ne kebap demiştir. O zamandan beri hasır altı edilen konu şimdi temcit pilavı gibi tekrar ısıtılıp sofraya konulmaktadır. Bunun nedeni ise açıktır: Kayalık adanın civarında zengin balık ve özellikle ıstakoz yatakları vardır. Amerika’da artan ıstakoz talebini burası kısmen karşılamaktadır. Ayrıca dedikodulara bakılırsa, adanın hemen altında zengin petrol ve doğalgaz damarına rast gelinmiş, bu durumda ABD’nin damarına basılmış gibi birden inadı, ısrarı tutmuştur. Adanın lafı ortalıkta dolaşmaya başlayınca, her iki taraftan televizyoncular buraya doluşacaktır. Şimdi 60 yaşında olup ömrünün 39 yılını burada tüketmiş bulunan, zaman harcamanın büyük sabır ustası, fenerci Paul Cranford da böylece meşhur olmuştur. Zira adaya gelen kameramanların video habere çekeceği başka kimse ortalıkta olmadığı gibi, muhabirlerin de konuşacağı tek Allah’ın kulu civarda yoktur. Fenerci Cranford’un, burada geçen 39 yapayalnız yılında tek arkadaşı civarda avlanmaya gelen Barna Norton adlı kaptandır; onunla çene çalar... Fenerci Cranford’un ışıldak çevirmek dışında bir merakı da keman çalmaktır ki bu kayalık ada çekişmesi sayesinde Amerikan ve Kanada basını anlatacak bir tek bula bula bu mevzuyu bulmuştur. Kanadalı Fenerci, “Yapılacak pek iş yok aslında, fener yanıp duruyor işte, ben de alıyorum kemanı elime, çal babam çal!” diye durumu açıklamaktadır. Herkesin Kardak Adası kendine dedirtecek bir hikâyenin tek kahramanı, öte yandan, ada haberlerini izleyene modern dünyada bir Robinson Cruose olmayı özendirmektedir. Ah bir kenara çekilsem, şu dünya işlerinden uzak kalsam, kafamı dinlesem diyene... [email protected] sveç’te, eski yılla yeni yılı birleştiren aralık ve ocak ayları hayhuy içinde geçer. Resmi kurumlarda doğru dürüst iş yapılmaz, zorunlu olmadıkça bu tarihler arasında iş randevusu verilmez. Derslere boşverilen okullarda Noel’i karşılama amaçlı Sankta Lucia törenleri düzenlenir. Beyaz giysiler içinde, başlarında mumlar taşıyan kırmızı kuşaklı kızerkek grupları Noel şarkıları söyler. 25 Aralık Noel günü ve sonraki iki gün resmi tatildir; yaşam tamamen durur. Uçaklar, trenler doğru dürüst çalışmaz, vapur seferleri aksar; tam Noel’den kurtulduk derken bu kez de yeni yılın hengâmesi başlar... Benim gibi bu taraklarda bezi olmayanlar için ise bu günler karabasandır. Sıkıntıdan patlar, gidecek, oturacak bir yer bulamam. Kar demez, kış demez kendimi parklara, ormanlara vururum. Yürürken muhasebe hesapları yapar, geçmişimi, geleceğimi Eski Türk geleneğinden gelen ‘Noel çamı’ düşünürüm. Bir türlü de MALMÖ çıkamam işin içinden; çabucak yorulur, düşlere, anılara kaptırırım kendimi. Düş derken, anı derken o denli de uzun boylu değil; ALİ HAYDAR örneğin, karlar içinde kuru NERGİS birer çalı yığını haline gelmiş şu sıra sıra leylak ağaçlarıyla ilgili anılara dalarım: Kırmızı gül ve leylak kokularının dereleri, tepeleri silme doldurduğu sıcak bir yaz günüydü. O zamanlar, çiçek kokularıyla aklımı başımdan alan şu leylak ağaçlarının yanından geçiyordum yine. O güne dek hiç yapmadığım bir şey yaptım; uzandım, elimin ulaşabildiği bir yerden leylak yüklü bir dal kopardım. O anda kapı komşum Gunilla nereden çıktıysa karşıma dikildi: “Neden koparıyorsun o güzelim leylakları; bir dalın, bir ağaç demek olduğunu bilmiyor musun?” Aslında böyle durumlarda pek alttan almam, haklı veya haksız vet, evet. Önce gözlerime inanamadım ama ta kendisiydi. Noel Baba, Brüksel’de dileniyordu. Tarihi Borsa binasından Grand Place’a giderken rastladık. Sağ tarafta kendisine işlek bir yer kapmış dileniyordu. Yaşı dersen aynı Noel Baba yaşlarındaydı. Sakalsa sakal. Üstelik kafasında da Noel Baba şapkası vardı. İşi garantiye almak için 4.5 yaşındaki oğlum Emre’ye de sordum. Evet oydu. Dilenen Noel Baba’ydı. Noel Baba’nın dilenmek yerine çocuklara vereceği hediyeleri hazırlaması gerekmez miydi? Yoksa ekonomik krizin darbesini yiyen Noel Baba çocuklara hediye alabilmek için mi dileniyordu? Belçika Kralı II. Albert de Noel konuşmasında ekonomik krizin Belçika’yı eline geçirmesine yoğunlaştı ve “zor zamanlarda kırılgan grupların unutulmaması gerektiği” uyarısında bulundu. Konuşma metnini yazmadan önce Brüksel’de dilenen Noel Baba’yı kral da görmüş olmalı! “Nüfusun yüzde 15’inin yoksulluk sınırının altında yaşadığını” belirten Kral “iş dünyasına entegrasyonun yeni yollarını bulma konusunda dayanışma ve yaratıcılık sergilemeliyiz” dedi. Brüksel’deki tarihi GrandPlace Meydanı 2013 yılına Noel ağacı olmadan girecek. Bu sene, her yıl Ardenlerden getirilen 20 metre boyuncaki dev çam ağacı yerine Electrabel sponsorluğunda aydınlanma destekli “Xmas 3” adı verilen 24 fıstık, krep, wafel/gofret, speculaas, sosis, kızarmış patates, metre boyundaki çelikten yapılan ve ağaçla kaplanan modern kestane ve her türlü tatlı, çikolatalı ve şekerli yiyecek soğuk bir Noel ağacı kurulumu sunuldu. Akşamları ışık ve ses havalarda içinizi ısıtmaya yetmezse imdadınıza sıcak şarap gösterisi de yapılan kurulum 28 Aralık’ta söküldü. Brüksel yetişiyor. Şaraba çeşitli meyve aromaları ve zencefil, tarçın, anakent belediyesi bu yıl kenti inovasyon ve yaratıcılıkla karanfil gibi baharatların katılımıyla yapılan sıcak şarap Noel çağrıştırmak istedi. Ancak bazı uluslararası sitelerce dünyada pazarında geçici de olsa Belçika biralarını gölgede bırakıyor. birinci seçilen modern Noel ağacı “Xmas 3” Hıristiyanlıkla Belçika biralarının yanında Pèket/Jenever gibi yerel Noel’in bağını koparmakla suçlandı. Hatta “Noel cin/likör türleri de tadılmayı bekliyor. ağacımızı istiyoruz” diye imza kampanyaları BRÜKSEL Borsa binasından Grand Place’a giden yolun bile düzenlendi. Noel ağaçları ve ışıklandırması ile süslenen Avrupa’nın diğer kentlerini olduğu kenarında ise Noel Baba dileniyor. Yaşı dersen gibi Brüksel’i de kasım ayı sonundan itibaren aynı, saç sakal tıpkısı. Üstelik Noel Baba şapkası geneksel tatlılardan ve güzel kokulu içki ve da var! Dikkatli ve istekli bakana, kendisine emek şaraplardan kaynaklanan “Noel kokusu” kapladı. verene, her keresinde başka güzel bir yüzünü 30 Kasım’da başlayan ve 6 Ocak’a kadar sürecek gösteren Brüksel’in, görmezden gelinmeye çalışılan olan Brüksel Noel Pazarı bu yıl da soğuk günlerin ERDİNÇ UTKU yüzleri de var maalesef. Yoksulluğun ve sıcak buluşma mekânı oluyor. Bu yıl ilk defa dilenciliğin başkenti olmaya aday Brüksel’de adım BelçikaTürk Dostluk Derneği (BELTUD) adlı başı rastladığınız dilenciler ve köşebaşlarında sıkça Türk derneği 6 kulübe ile Türk kültürünü Noel Pazarı’ndaki gördüğünüz evsizler de “Noel Pazarı”nın ya da “Serbest kış eğlencelerine taşıdı. Etkinliğin ilk gününde Başbakan Pazar”ın olmazsa olmazlarından. Noel Baba’yı dilenirken Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Joëlle Milquet ve Brüksel gördüğümüz o gün, 4 Avro’ya bilet alıp, modern Noel Belediye Başkanı Freddy Thielemans’ı kulübelerinde ağacının en tepesine çıktık ve kenti 360 dereceden seyrettik. ağırlayan BELTUD, cuma, cumartesi ve pazar akşamları Bilet gelirleri Brüksel’in evsizlerine yardım eden “Samu Brüksellilere canlı Türk müziği dinletti. Grand Place ile Social” adındaki kuruma veriliyordu. “Xmas 3”ün Place SainteCatherine Meydanı arasındaki 2 kilometrelik tepesinden, 24 metre yüksekten kimin evsiz, kimin dilenci alanda yüzlerce tezgâh ve ahşap dağ evi şeklindeki stand, olduğunu seçmek mümkün değildi. Öteki Brüksel, görmezden teraslar, ışıklandırılmış kocaman bir dönme dolap, atlıkarınca gelinemeyecek kadar apaçık ortada olsa da, Brüksel’in öteki ve buz pateni pisti Brüksel’in göbeğinde bir panayır havası yüzünü görmek için aşağı inip, halkın arasında karışmak, estiriyor. Noel süslemeleri, hediyelik eşyalar, el yapımı insanlara yakından bakmak gerekiyor! Dilenen Noel Baba ise oyuncaklar ve Noel sezonu tatları bu havayı pekiştiriyor. “Öteki Brüksel”in maskotu olsa gerek! Buharda pişirilmiş salyangoz, istiridye, zencefilli çörek, [email protected] orman mantarı, pamuk şekeri, şekerle kavrulmuş badem, Noel Baba Brüksel’de dileniyordu! E olduğumu düşünmeden tepki veririm. Birden suçluluk duygusuna kapıldım, pısıp kaldım: “Tabii ya! Kadın haklı” dedim kendi kendime, “gelmişsin Üçevler’in dağından; geldiğin yerlerde kesmişsin, iki keçinin otlayacağı kadar dahi orman bırakmamışsın; çevre nedir haberin yok; şimdi de elin doğasını kurutmaya çalışıyorsun.” Gunilla’yı, birkaç gün önce, kucağında güzelim bir çam fidanıyla gördüğümde aklım başımdan gitti. İçeriye girmek üzereyken, koşup durdurdum, yazdan kalma kuyruk acımı anımsatarak: “Sen Gunilla, sen!” diyerek öfke ile çıkıştım, “Sen değil miydin, küçücük bir leylak dalı kopardım diye beni el âleme rüsva eden? Şimdi kucağındaki bu çam fidanı da ne demek oluyor?” Gunilla şaşırmadı; doğrusu beni fazla da umursamadı: “Bunun bir İsveç geleneği olduğunu şimdiye dek öğrenmen gerekirdi” diyerek içeri girdi. Arkasından söylendim: “İsveç geleneğiymiş!.. Bir defa o İsveç geleneği değil, bir Türk geleneğidir...” Yurtdışında uzun yıllar yaşayınca, kendimize birer “misyoner” görevi de yüklüyoruz galiba. Gazeteci arkadaşım Abdullah Gürgün’ün de gayretleriyle, İsveçlilerin Türk kökenli olduklarını kanıtlamak için az çaba sarf etmedik. Şimdi de adamların Noel geleneğini ellerinden almaya çalışıyordum, iyi mi? Gunilla, çoktan gözden kaybolmuş, ancak ben hız kesmemiştim: “Siz var ya siz, bu Noel ve çam ağacı süsleme geleneğini Türklerin ‘yeniden doğuş bayramı’ndan almışsınız” dedim. Bu bilgileri daha yeni edindim. Sümer kraliçemiz Muazzez İlmiye Çığ’a göre, Türkler, tek Tanrılı dine geçmeden önce yeryüzünün tam ortasında bir “akçam ağacı” olduğuna inanıyorlardı. Buna, “yaşam ağacı” da diyorlardı. Bu ağaç motifi, günümüze dek ulaşan bazı halı ve kilimlerde de yer alıyor. Halen, Azerbaycan’da yaygın bir inanca göre de yeryüzünün tam ortasında bulunan “akçam ağacı” gökyüzünde oturan Tanrı Ülgen’in sarayına dek uzanıyordu. Tanrı Ülgen, gece ve gündüzün dönüşümünü düzenleyen bir tanrıydı. Eski Türk inançlarına göre, geceyle gündüz birbirleriyle sürekli savaş halindeydi. Gündüz, 21 Aralık gecesi zafer kazanarak uzamaya başladı. Türkler, günün bu uzamasını “akçam ağacı”nın altında şenlikler düzenleyerek kutluyorlardı. Güneşli günlerini geri verdiği için Tanrı Ülgen’e dua ediyor, onu ödüllendirmek için “akçam ağacı”nın altına hediyeler bırakıyor, dallarına dilek çaputları bağlıyorlardı. En güzel giysilerini giyerek ağacın etrafında dans edip eğleniyorlardı. Bu gelenek, Hun seferleriyle birlikte Batı’ya geçti. Roma (Bizans) İmparatoru Konstantin zamanında İznik’te toplanan konsüller, güneşin doğumu için 22 Aralık’ta yapılan törenleri 24 Aralık’a aldılar. Bu gün, Hz. İsa’nın doğum günü ve Noel Bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Kiliseler, daha sonra kutlama gününü 25 Aralık’a aldı. Batı’da, ilk çam süsleme geleneği Almanya’da başladı, oradan da diğer ülkelere yayıldı. Gunilla ile bir daha karşılaşırsam, bunları anlatacağım... Üzerinde yaban ördeklerinin uçuştuğu, buzlarla kaplı gölün kenarına gidip oturdum, derin düşüncelere daldım yine. Gunilla’nın davranışlarına bir anlam veremesem de, bana karşı haklıydı. Hoş kokusuyla aklımı başımdan alsa bile o leylakları dalından koparmamalıydım... Nice yıllara... [email protected] Direnişçiler yürekli davranmıştı komünistlerden, sosyalistlerden ve solculardan oluşan epsi de Stuttgart’ın göbeğinde. Neredeyse yan direniş grupların yanı sıra tek tek idealistler de yanalar. Eyalet kütüphanesi, devlet opera, bale görülmeye başlamıştı. Ancak hemen hemen hepsi de ve tiyatrosu, devlet sanat galerisi, Nazilerin acımasız takibi sonucu savaş yıllarından konservatuvar, eyalet meclisi ve tarih müzesi! Sanırım önce toplama kamplarına sürülmüştü. Bu insanların başka hiçbir kentte böylesine birbirlerine yakın, başarısız olmasının en önemli nedenlerinden biri de böylesine iç içe değil sanatla kültür, tarihle politika! Nazi tehlikesi karşısında “üç maymun”u oynamayı Kentin göbeğindeler, kocaman bir parkın içindeler. Ünlü mimarlar tarafından değişik stilde inşa edilmiş bu yeğleyen toplumdan hiç destek görmemiş olmasıydı! Bunun en iyi örneklerinden birini de yapılardan, sergilediği eserlerle Baden yazar Hans Fallada’nın ünlü romanı Württemberg eyaletinin geçmişini anlatan tarih STUTTGART “Herkes Tek Başına Ölür”de müzesi, kısa süre önce kuruluşunun onuncu yılını görebiliriz. Biricik oğulları cephede kutladı. Bu kutlamalar nedeniyle çeşitli etkinlikler ölen işçi bir karı kocanın Nazilere tek düzenledi. Eyaletin ünlü tiyatrocuları, ressamları, başlarına direnişini anlatan roman balerinleri, müzisyenleri, edebiyatçıları ve yaşanmış olaylardan yola çıkmış. şarkıcıları Stuttgartlıları müzeye çekti. Stuttgart tarih müzesinde ekimden bu yana konusu çok AHMET ARPAD Çevrelerinden hiç destek görmeyen yaşlı Quangel’lerin sonu idam değişik bir sergi kentlilerin ilgisini çekiyor. oluyor! Stuttgart tarih müzesindeki Sayısız tarihi belge ve fotoğraftan oluşan “Onlar yürekliydi” adlı serginin ana konusu 19331945 yılları sergide yalnız bırakılmış Hitler karşıtlarının yaşamı günümüz insanlarına bir daha anımsatılıyor. Scholl arasındaki Alman toplumu ve direnişçiler! Nazilerin kardeşler ve “Beyaz Gül” direniş grubu, suikast başa geçmesinin ardından Hitler’i, anayasa olanak yolunu deneyen kont Von Staufenberg ve özgürlük tanımadığı için iktidardan uzaklaştırmak mümkün düşkünü genç marangoz Georg Elser’e vitrinler değildi. Naziler faşist iktidarların tümünün yaptığı gibi ayrılmış. Sergide adı geçenlerden biri de, Stuttgartlı korkutma, sindirme ve hile yollarına başvurarak kısa genç sendikacı Willi Bleicher. Gestapo’nun 1934’te zamanda hem yürütme hem de yasama gücünü ele tutukladığı Bleicher 1938’de hapisten çıkarılmadan geçirmişlerdi! Bu süreçte toplum içinde H doğru Buchenwald toplama kampına sürülür. Orada savaşın sonuna kadar kalır. Kendisine verilen görev, diğer tutuklularla kamp yönetimi arasında ilişki kurmaktır. Bleicher, bu görevini “kötüye kullanarak” çalıştırılan birçok tutuklunun hiç olmazsa aç kalmamasını sağlar. 1958’de yazdığı, ilerde filme de çekilen “Kurtlar Arasında Çıplak” adlı romanının kahramanı, gaz odasından kurtarmış olduğu üç yaşındaki Yahudi çocuğu Jetyz Zweig’dır. Büyük bir enflasyonun yaşandığı ve toplum yaşamının neredeyse çöktüğü 1920’li yılların Almanyasında yetişen Bleicher’in şu sözü ilginçtir: “İnsan olarak en önemli görevimiz üzerinde yaşamaya değer bir dünya yaratmaktır.” Almanya’da baskı rejimi toplumu ezerken Bleicher ve diğerleri çoğunluk gibi olup biteni görmezlikten gelmemiş, hayatlarını tehlikeye atarak hemcinslerine yardım etmişti! Stuttgart tarih müzesi kuruluşunun onuncu yılını kutlarken düzenlenen etkinlikler kapsamında konuşan müze müdürü Thomas Schnabel şöyle dedi: “Toplumda medeni cesaret konusu günümüzde yine çok geçerli. En son Neonazi cinayetleri de gösteriyor ki, yabancı düşmanlığı hâlâ geçerli. Bizlerin görevi buna karşı duyarlı bir toplum yaratmak...” www.ahmetarpad.de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle