25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 ARALIK 2012 CUMARTESİ 8 DİZİ Yakamadıkları ‘yasaklı’ kitapları su sıkarak yok etmek istediler Yaşar Kemal terörist Pamuk’un davası kıytırık Edebiyat parçalayan nutuklar TÜREY KÖSE 5 TBMM tutanaklarında Yaşar Kemal’in adı yasaklanmış kitap listelerinde ya da kitaplarını okuttuğu için cezalandırılmış eğitimcilerle ilgili birçok yerde geçiyor. 21 Mart 1992 tarihinde Kültür Bakanı Fikri Sağlar; 1984 yılında Mükerrem Taşçıoğlu Kültür Bakanı’yken şikâyetçi oldukları yayınlarla ilgili olarak Burhan Kara’nın “Yakılsın onlar, yakılsın” dediğini, Mehmet Nedim Budak’ın da “Hayır başka tedbirler var, o tedbirler alınsın” dediğini aktarıyor. Ve “başka tedbir”i anlatıyor: “Başka tedbir üzerine su sıkılıyor, depodaki o kitapların üzerine su sıkılıyor. Efendim biz orayı açtık, gördük. Biz orayı açtık, TRT ekibi kamerasıyla gelerek çekti, televizyonda 60 milyon insana gösterdi. Orada 154 bin kitap vardı, o kitapların kutularının üzerinde ‘Yasaklı kitaplar’ yazıyordu. ‘Yasaklı kitaplar’ yazılı kılıfları ve kapakları da bakanlığımızın koridorlarında teşhir ediyoruz; bir gün kahvemizi içmeye teşrif ederseniz, bunu göreceksiniz. El yazısıyla ‘Yasaklı kitaplar’ diye yazılmış ve içinden Yaşar Kemal çıkıyor, başkaları çıkıyor.” 27 Ekim 1995 tarihinde Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik öngören tasarı tartışılırken SHP’li Mehmet Kerimoğlu, “Düşünün ki bir köy kahvesinde gencecik çocuk kendini ve demokrasiyi anlatmaya çalışıyor. Orada başka niyetli biri o genç çocuğa ‘Bırak sen şimdi demokrasiyi; Türkiye’nin en önemli yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal bile bu maddeden yargılanıyor, demokrasi senin için çözüm değildir, haydi dağa’ derse o neye hizmet eder” der. Üniversiteli Gençlik ÖNCE, tanımlamalar. Titiz tanımlamalarla belirlenebilecek kategorilerin dışındakiler ne şu yazıyı tam anlayabilirler ne de bu şamatalı günlerin Türkiyesi’nde üniversitelere ilişkin olaylara doğru “tanı” koyup ülkeye ve topluma yarayabilecek bir sonuca varabilirler. Kategorilerden biri: Şimdi “üniversiteli gençlik” denince, şu sıra bu ülkenin değişik nitelikli üniversitelerinde okumakta olan ya da çok zor koşullara karşın okumaya çalışan gençler anlaşılmalıdır. Başka bir kategori, “üniversiteli gençler konusunda görüş bildirmeye ehil akademisyenler” denince, bizim üniversitelerimizde uzun süre gençleri yakından izleyebilmiş ve onlarla haşır neşir olmuş deneyimli öğretim elemanları anlaşılmalıdır. Vaktiyle bugünkü koşullara benzemeyen koşullarda üniversite bitirmiş ya da yönetmiş olanlar tam olarak bu kategoriden sayılmazlar. Çünkü o zamanların koşullarıyla bugünün koşulları aynı değildir. Bırakın üniversiteleri, ülkeyi yönetenlerin ve yönetilen toplumun nitelikleri açısından da devir değişti. Tek örnek olarak sadece gelir dağılımındaki bozukluğu alsanız bile: Kıt gelirli ailelerin yarım yamalak ve paralı mı parasız mı olduğu pek anlaşılmayan bir eğitim düzensizliğinde binbir güçlükle herhangi bir üniversiteye girebilmiş gençler o gelir eşitsizliğinin iç burkucu bozukluğunu artık yakından gözlemlemeye, hatta yaşamaya başlamışlardır. Üniversitelerdeki yaşamı da öyle değerlendirirler. stelik, iyi yetişmişlerin bile işsiz kaldığı, ancak nüfuzlularla çeşitli türden yandaşların geçim kapısı bulabildiği bir hengâmede öğrencilerin önleri de pek açık değil. “İstikbalsiz” genç elbet kızgın ve öfkeli olur. Uyuşuk olmadığı için barut fıçısına döner, terslerseniz patlar. Anlayış ve çalışma yeri göstermeyip sadece boş sözlerle yetinirseniz ve hele sopadan daha katı cop ve sineksavardan daha ağır biber gazıyla üstüne yürürseniz, o da ölçüyü çabuk kaçırabilir. Dünya egemeni ABD’nin verdiği “Olası bir saldırıyı önlemek için savaş bir an önce başlatılmalıdır” dersini o da öğrenmiştir belki. yakta kalmak için herkesin bir şeyler öğrenmeye çalıştığı bu yarışmalı çağda, zor ülke Türkiye’yi yönetmeye soyunan politikacılar ile zor öğrenci üniversiteliye söz dinletmek isteyen yeni profesörlerin de gecikmiş derslerini iyi öğrenmeye çoktan başlamış olmaları gerekmez miydi? Geç başlayınca böyle oluyor işte. Ü Ahmet Altan da terörist 100 bin dolar ? Nobelli yazar Orhan Pamuk’un “Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü” sözleri ve bu sözler üzerine açılan dava nedeniyle tutanaklarda sık sık adı geçiyor. 9 Kasım 2005 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Rene Vander Linden Genel Kurul’da konuşur. Türkiye AB ilişkileri ve ifade özgürlüğünün önemi üzerinde dururken “Sayın Orhan Pamuk’a karşı açılmış olan davanın bir an önce durdurulacağından emin olduğumu söylemek istiyorum” der. 18 Aralık 2005’te CHP’li Ahmet Sırrı Özbek, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerinde görüşürken “Öncelikle açıkladığı düşüncelerinden dolayı yargılanan Orhan Pamuk’a yönelik baskı, sindirme, şiddet, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük eylemlerinde bulunan herkesi ve bu baskıları bu fiili eylemleri önlemeyen ilgilileri kınayarak sözlerime başlamak istiyorum” der. Bir gün sonra, 19 Aralık 2005’te bu kez AKP’li Süleyman Sarıbaş kürsüdedir. Orhan Pamuk davasına değinir o da: “Sayın Orhan Pamuk, 100 bin dolar reklam ücreti verseydi, kendini dünyada bu kadar reklam ettiremezdi. Sayın Orhan Pamuk yazarımız, iyi bir yazarımız, okuyanlarımız var, sevenlerimiz var, ama Avrupa’da Sayın Orhan Pamuk’un ismi bilinmiyordu. Orhan Pamuk’a herhalde, dünyada kendisini tanıtması için, insan hakları savunucusu rolüne soyunmasının fayda sağlayacağını birileri söyledi. Bunun için ne lazımdı: Orhan Pamuk’un çok sivri bir laf etmesi lazımdı. ‘Efendim 1 milyon 500 bin Ermeniyi biz Türkler kestik’ dedi. Akıllı bir savcı da çıktı, ekmeğine yağ sürdü kıytırık bir dava açtı. ” CHP’li Ahmet Ersin de aynı gün “Orhan Pamuk’un söylediklerini kabul etmiyorum, onun söylediği sözlere asla katılmıyorum; ama söylemesi gerekiyor idiyse, eğer bir düşünce özgürlüğü itibarıyla olaya baktığımızda bu sözleri söylemesinden gocunmuyorum” der. Kitabı verse yaptıramaz çok satıyor diye... ? Üç gün sonra, 13 Mart 1996’da Altan Öymen kürsüdedir. Mesut Yılmaz’ın sözlerine atıfta bulunur ve “Sayın Yılmaz’ın belirttiği bu hususlar çok doğrudur. Gerçi denilebilir ki keşke Sayın Yılmaz bu görüşlere biraz daha önce gelseydi. Yaşar Kemal’i tanımak suretiyle bu kanaate vardığını belirtiyor. Keşke daha önce aynı suçtan mahkum olanlardan bazısını, bir ikisini tanıma fırsatını bulsaydı. Mesela Ahmet Altan’ı tanısaydı da onun mahkumiyeti geçen yıl olmuştu geçen yıl bu Meclis’te düşünce hürriyetini sağlama ve demokratikleşme yolunda adımları destekleseydi” diye sitem eder. Kültür Bakanı Agâh Oktay Güner, bu sözlere yanıt verirken “Benim tanıdığım kadarıyla da Sayın Yılmaz, bir yazarla konuşup fikrinden ve içtihadından dönecek adam değildir” diye liderine sahip çıkar. Ancak arkasından da “dokundurur”: “Hekimoğlu İsmail mahkum olduğu zaman onun adını hiç anmamak veya Ahmet Tan mahkum olduğu zaman onun adını hiç anmamak; kitapları çok satan bir Yaşar Kemal’i anmak bana garip geliyor. Ben Hekimoğlu’nu da aradım, ona da mektup yazdım, o zaman milletvekili değildim, diğer fikir suçlarından giren herkesi aradım; çünkü ben zulmün ne olduğunu bizzat yaşamış bir adamım, on beş ay savcı karşısına çıkarılmadım, on altı ay sonra çıkarıldım ve ittifakla tahliye edildim. (...) Ancak şu var: ‘Sayın Güner Yaşar Kemal mahkum olmuş..’ Haberim yok, dedim, çünkü kültür bakanları adli sicil amiri değildir. Gazetecilere de söyledim, bu kürsüden sizlere de söylüyorum: Çok okunan bir yazar olmak, kanunları ihlal etme hürriyetini vermez. Yaşar Kemal de, Cumhurbaşkanı da, Öymen de, çöpçü de, dağdaki çoban da kanun önünde eşittir.” SHP’li Mahmut Alınak da “Şimdi buradaki görüşmeler altmış milyon insanın gözlerinin önünde cereyan ediyor. Bir politikacı buraya çıkıp gerçekleri tersyüz ederse yalnız kendisine ihanet etmiş olmaz, altmış milyon insana haksızlık etmiş olur. Ahmet Altan terörist midir” diye sorar. RP’li Seyfi Şahin “Evet” karşılığını verir. Mahmut Alınak, “Yaşar Kemal terörist midir” diye ekler. Yanıt yine Seyfi Şahin’den gelir: “Evet.” A İNTERNETTE MUHALİF AVI Düşünce hakkı 10 Mart 1996’da bu kez Başbakan Mesut Yılmaz kürsüde. Hükümet programı görüşülmektedir. Mesut Yılmaz, Güvenpark’ta sendikal haklarını isteyen öğretmenlerin polis tarafından dövülmesi ve Yaşar Kemal’e verilen mahkumiyet kararından üzüntüsünü dile getirir: “Düşünce hürriyetinin sınırsız olmadığını burada en fazla dile getiren parti benim partimdir; en fazla dile getiren parti lideri de benim, hakaret kastıyla düşünce hürriyetinin kullanılamayacağını söyleyen biziz; bölücü terörü teşvik etmek için düşünce özgürlüğünün kullanılamayacağını söyleyen biziz; ama benim hükümetimin görevi Yaşar Kemal gibi dünyanın takdir ettiği bir yazarın düşünmesini engellemek değildir; bizim görevimiz onun düşünce hakkını kullanmasını teşvik etmektir, ona sahip çıkmaktır. Onun gibi düşünmeyebilirsiniz, Yaşar Kemal gibi düşünmeyebilirsiniz, ama onun düşünce hakkını elinden alamazsınız. Çünkü o benim çok uzun zamandan beri dostumdur; ben onun Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü konusunda bizden daha az duyarlı olmadığını çok iyi biliyorum; onun Türkiye’yi bölme gibi bir kastının olmadığını biliyorum. Eğer bu yasa hem de savcının beraat talebine rağmen onu mahkum ediyorsa biz burada mahkeme kararlarını tartışmak durumunda değiliz; mahkeme neticede bir yasayı uygulamıştır, kendi takdirine göre o yasayı doğru uygulamıştır, o yasanın bu Meclis’e gelip yeniden görüşülmesi lazımdır.” Karikatür beğenmek suç oldu! ? Penguen, Leman, Gırgır’ın kapaklarını sosyal paylaşım sitelerinde beğenip arkadaşlarıyla paylaşan Ankara Defterdarlığı çalışanları hakkında “Devlet büyüklerine hakaret ve başbakanı küçük düşürmek” suçlamasıyla soruşturma açıldı. MUSTAFA ÇAKIR Sağcıları kızdıran şiir ? Bülent Ecevit’in 1947 yılında yazdığı “sıla derdine düşünce anlarsın/ yunanlıyla kardeş olduğunu/bir rum şarkısı duyunca gör/ gurbet elde istanbul çocuğunu...” dizelerinin yer aldığı “TürkYunan Şiiri” sık sık sağcı politikacılar tarafından gündeme getirilir. 18 Haziran 1974’te AP’li Nahit Menteşe ve arkadaşlarının Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ hakkındaki gensoru önergesi görüşülmektedir. Demokratik Parti grubu adına konuşan Mehmet Altınsoy, CHP’li Hayrettin Uysal’a “Sayın Uysal’a tavsiyemiz, Sayın Başbakan’ın Atinalı kardeşine yazmış olduğu şiiri bir defa daha okumasını tavsiye etmek olacaktır” der. Başbakan Bülent Ecevit, sataşma ge rekçesiyle söz aldığında “şiirini” savunur: “Yurtdışına gidenler, zannederim itiraf etmeseler bile, benim o şiirde belirttiğim duyguları içlerinde duyarlar. (AP sıralarından ‘Asla’ sesleri.) Yabancılık duygusunun yalnızlığı içinde bulunduğunuz sırada bu bölgenin milletlerinden bir fertle karşılaşırsanız, söylediğiniz ve zevk aldığınız türküler aynı türkülerdir. Devletler arasında gerginlik bulunsa bile, o bölgenin insanları olarak birbirinizi gördüğünüz vakit, içinizde ister istemez bir yakınlık duyarsınız. Bazı arkadaşlarım ‘asla’ dediler. Bu duygudan korkmayınız. Bu insanca bir duygudur.” BİTTİ ANKARA Ankara Defterdarlığı’nda mizah dergileri Penguen, Leman, Gırgır’ın kapaklarını sosyal paylaşım sitelerinde beğenen ve paylaşan altı çalışan hakkında soruşturma başlatıldı. KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) Ankara 2 No’lu Şube Başkanı Mevlüt Çakmak soruşturma hakkında bilgi verdi. Çakmak, Maliye Bakanlığı’na bağlı Ankara Defterdarlığı’nın 6 çalışanı hakkında sosyal paylaşım sitelerinde Penguen, Leman, Gırgır gibi mizah dergilerinin kapaklarını paylaştıkları ve beğendikleri için “Devlet büyüklerine hakaret ve başbakanı küçük düşürmekten” soruşturma açıldığını söyledi. Soruşturmayı öğrendikten sonra Ankara Defterdarı Hidayet Altınbaş ile görüştüklerini anlatan Çakmak, “Sayın defterdara bu görüşmede soruşturmanın derhal geri çekilmesini ve defterdarlığın soruşturma açtığı altı çalışanından derhal özür dilemesini talep ettik. Sayın defterdar bu soruşturma emrinin Başbakanlık’ın emri olduğunu ifade etmiştir” dedi. Çakmak, soruşturma kapsamında müfettişlerin çalışanların ifadelerini aldıklarını belirterek “Hatta arkadaşlarımızın ifadelerini alırken, ‘Sizin maaşınızı CHP mi ödüyor, sizin paranızı devlet ödüyor, siz devlet büyükleri hakkında nasıl böyle şeyler paylaşırsınız?’ demişler” diye konuştu. Mizah dergilerinin beğenilmesi ve paylaşılmasının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çeken Çakmak, AKP’nin “ileri demokrasi” anlayışının muhalif kesimlerin üzerine “karabasan” gibi çöktüğünü söyledi. Çakmak, “Bizler AKP’nin bu anlayışına boyun eğmeyeceğiz” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle