19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 KASIM 2012 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Çamlıca... Zonguldak Yalnızlığı TÜRKİYE’NİN her ili hep ihmal edildiğini ve öbür illerin korunduğunu ileri sürer. Hoş görülecek, hatta sevindirecek bir yanı da yok değildir bu yakınmanın: Doğduğu yeri sevmek ve ona bağlanıp bütün vatanı sevip yüceltilmesini dilemek gibi. Kötü yanı ise bütün ülkeyi kapsayıp her köşesinde oturanı az çok eşit ödüllendiren ve refahı hakça paylaştıran bir ulusal plan yokluğundan doğan huzursuzluktur. Ayrıca, ülke ekonomisindeki büyük yanlışların zaman zaman sadece bazı illerin başına patladığı da olur. sterseniz, ulaşım politikasındaki bir büyük yanlışı, yani yolcu ve yük taşımacılığında denizyollarının ihmal edilişini ele alalım. Hem de adında ve görevlerinde “ulaşım” sözcüğü bulunan bakanlıkların bile pek önem vermediği bir yanlış. Ama nutuklara “üç tarafı denizlerle” diye başlanan bir ülkede. İngiltere, Yunanistan, Japonya, Avustralya, Filipinler gibi ada halklarının “denizci” olması normaldir de, bir yarımada halkının pek denizci olmayışı, hele bir adanın yarısını yöneten KKTC’de denizciliğin canlandırılmayışı anormal değil mi? Bu açıdan bakınca, Zonguldak gibi ilin kenara itilip yalnız bırakılışını da son yılların ulaşım politikasındaki bir temel yanlışlıkla birlikte düşünmek öğretici olabilir. Eskinin Zonguldak’ı, sadece mendirekli limanıyla değil, büyük ilçesi Ereğli’yle ve eski ilçesi Bartın’ın güvenli Irmakağzı’yla Karadeniz’in “yol üstü” önemli bir iliydi. Bir de, buharlı gemilerin vazgeçilmez yakıt merkezi olarak, Kırım Harbi’nden Harbi Umumi’ye, deniz bağlantılı her savaşın uğrak iskelesi ve Köstence’ye, Batum’a, Hopa’ya gidip gelen gemilerin hep “kömür ikmali” için durdukları yerdi Zonguldak. imdi ise çirkinliği ve israfıyla ünlü “Sahil Yolu”nun bile geçmediği ve para harcayıcı Rus türedilerle Ukrayna feribotlarının yanaştığı küçük bir liman. Bunlarla uğraşmaktan ilin asıl potansiyeline sıra gelmiyor. Böyle mi olmalıydı? Zonguldak, her yönüyle, bütün Türkiye için önemli. Doğanın bize bahşettiği ağaçları, bin bir renkli kokulu çiçekleri, çimenleri yerinden söküp atmayalım. Bunlar doğanın bize emaneti, vazgeçilmezleridir. Bu doğa harikası tepeleri, yoğun yapılaşmalarla yok etmeyelim. Niyazi DURANAY Mimar Nasıl bir yer bu Çamlıca… İstanbul’un gözbebeği, biri büyük biri küçük “doğa harikası” iki yeşil tepe… Ellili yıllarda, Demokrat Parti’nin son döneminde, İtalyan şehirci Prof. Luigi Piccinato, Elmadağ’daki İstanbul Planlama Bürosu’ndaki danışmanlığı sırasında, o yıllarda yakın çevresi henüz yağmalanmamış ve kaçak yapılarla kaplanmamış olan Çamlıcaların “milli park” statüsüne alınmasını önermişti… O zamanki, devlet kesesinden Batı ülkelerinde ayrıcalıklı eğitim görerek kamu yönetiminde önemli mevkiler edinmiş sözde uzman ve yetkili kişiler, bu güzel öneriyi kulak ardı ettiler. Hiçbir girişimde bulunmadılar. Çünkü onların görevi, iktidarda bulunanların, olumlu olumsuz emirlerini yerine getirmekti… Kamu mallarının yağmalanmasına engel olmak gibi bir konu, onların ilgi alanına girmemekteydi. Bahse konu “Çamlıca tepeleri” günümüze kadar, planlı ya da plansız, yağmalanmaya devam etti… İstanbul hayranı, değerli, çok ünlü, rahmetli Çelik Gülersoy da, Büyük Çamlıca Tepesi’nde, bizzat projelendirip uygulattığı kaba yapılarla, o güzelim doğaya zarar vermişti. Keşke yapmasaydı… Günümüzde, Çamlıca Tepesi daha büyük bir “tehlike” ile karşı karşıya… AKP iktidarının dünyaca ünlü lideri Recep Tayyip Erdoğan, Çamlıca Tepesi’nde, 150 bin metrekare alanı kaplayacak çok büyük bir cami ve turistik tesisler için “yapıla” emrini vermiş bulunuyor. Aman yarabbi… İ İnsaf Sayın Başbakan, yapmayın. Size kim akıl verdiyse ya da size nasıl bir vahiy geldiyse... bu asla, iyi ve kabul edilebilir bir karar değil… Dahası, çok yanlış bir karar… İzin verirseniz ve kabul buyurursanız, ben size başka bir öneride bulunmak istiyorum: Gelin, Çamlıca’nın eşsiz doğasını katletmek yerine, karşıt olmayacağınızı umut ettiğim, kendi önerimi sunayım: İslam mimarlığında bir namazgâh uygulaması var… Ben daha lise öğrencisi iken, Eski Malatya’daki ünlü Battalgazi Namazgâhı’nı görmüş, hayran kalmıştım. Namazgâh bir duvar üzerinde kıble ve birkaç basamakla çıkılan minberden ibaretti. Bir açık hava ibadet yeriydi. Size Çamlıca’da, programı ne olursa olsun, asla bir yapı yapmamak kaydıyla, mimarlık örneği gibi “bir açık hava ibadet alanı” düzenlenmesine karar vermenizi öneriyorum… Böyle bir karar verirseniz, tarih sizi Çamlıca’nın eşsiz doğasını, yoğun yapılarla tahrip etmekten daha çok hayırla yâd edecektir, buna emin olun… Bu “açık hava ibadet alanı” nı, bir “ibadet parkı” niteliğinde düşünüyorum. Bu ibadet parkında, “din, dil, ırk, renk farkı gözetmeden” her insan, yüreğinde taşıdığı kendi Tanrısına seslensi: “Tanrım tüm insanlara barış içinde, kardeşçesine, özgür ve adil bir paylaşımla yaşamayı nasip et” diye yakarsın. İbadet alanına ateistler de gelsin, “tüm insanların, insanı insan yapan değerlerle, kavgasız ve mutlu yaşamasını” dilesin… Doğanın bize bahşettiği ağaçları, bin bir renkli kokulu çiçekleri, çimenleri yerinden söküp atmayalım. Bunlar doğanın bize emaneti, vazgeçilmezleridir. Bu doğa harikası tepeleri, yoğun yapılaşmalarla yok etmeyelim. Ayrıca, insanları bölen, ayrıştıran, düşmanlıklara neden olan düşüncelerden arınmaya çalışalım. Bu düşünceleri Sayın Başbakan’ın da paylaşacağını umuyorum. Umarım bu dileğim anlamlı bir uygulamaya vesile olur. Cumhuriyet ve Anadilinde Eğitim Üzerine Türkiye Cumhuriyeti; milleti, vatanı, bayrağı ve resmi dili tek olan üniter bir devlettir. İsteyen istediği dili konuşabilir, öğretebilir ve istediği dilde yayın yapabilir. Bunlar temel haktır. Ama anadilinde eğitimi temel hak olarak öne sürmek ki, öyle bir hak yoktur. H Kemal GÜRÜZ Ş apishanedeki 137. günümde Acemoğlu ve Robinson’un “Milletler Neden Başarısız Olur” (Why Nations Fail) başlıklı kitabını bitirdim. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır” sözlerinin önemini ve içeriğini şimdi daha iyi anlıyorum. Acemoğlu ve Robinson’un iktisat ile siyaset bilimi ve sosyolojiyi birleştiren teorisine göre, içerici ve paylaşımcı (inclusive) siyasi ve iktisadi kurumsal yapılar kurabilen milletler başarılı olmuştur. Dışlayıcı ve sömürücü (extractive) yapılarla yönetilen milletler ise bir süre başarılı olsalar bile, sonunda çökmüştür. Kitapta bu teoriyi destekleyen çok sayıda örnek veriliyor tarihten. Bu örneklere bakıldığında; eğitim, ulaşım ve haberleşme hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının içerici ve paylaşımcı bir devlet düzeni kurulmasındaki önemi açıkça görülüyor. Örneğin, AvusturyaMacaristan ve Rus imparatorlukları, dışlayıcı ve sömürücü düzeni sürdürebilmek için demiryollarını yaygınlaştırmamış ve sonuçta çökmüştür. Acemoğlu ve Robinson’a göre, Osmanlı İmparatorluğu da dışlayıcı ve sömürücü yapılara dayalı devletlerin diğer bir örneğidir, bu nedenle çökmüştür. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin demiryollarını ve eğitim hizmetlerini yaygınlaştırmasındaki azmini; mesut, muvaffak ve muzaffer olmanın önşartı olarak görmesini bu açıdan değerlendirmek yararlıdır. Yükseköğretimden bir örnek vereyim: 1923’te 307 ve 2 bin 914 olan öğretim elemanı ve öğrenci sayıları bugün 115 bin ve 3.5 milyondur. Kitapta insanı cumhuriyetimizi değerlendirmeye yönelten diğer bir örnek de güçlü, ancak gücü çeşitli fren ve denge mekanizmalarıyla denetlenen merkezi yönetimin içerici ve paylaşımcı düzen kurulabilmesindeki önemi. İngiltere ve onun türevleri olan ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda ile bir ölçüde Fransa, bunu ilk başarmış ülkeler. Demokrasi, güçler ayrılığı, insan hak ve özgürlüklerinin kaynağı da bu ülkeler. Hukuk devletini (rule of law), kanunlarla hükmetmenin (rule by law) üstünde bir kavram olarak hayata geçiren ilk ülkeler de bunlar. Cumhuriyetin hukuk ve hukuk eğitimine verdiği önemi de bu açıdan değerlendirmekte yarar var. Kitaptaki diğer bir ilginç tespit, anadilde eğitim tartışmaları bakımından önemli. Sahraaltı Afrika ülkeleri arasındaki tek başarılı ülke Botswana; bu ülke güçlü bir merkezi yönetim kurabilmiş. Çok sayıda kabile ve etnik gruptan oluşan bu ülkede, sömürge döneminden kalan İngilizce dışında, tek bir resmi dil var: Ülkeye adını veren en büyük etnik grubun dili olan Tswana. Türkiye’ye Afrika’dan mı örnek verilir diyenlere karşı, sözü ABD’nin önde gelen akademisyen ve düşünürlerinden Arthur Schleschinger’a bırakıyorum. Schleschinger, “Amerika’nın Birliğinin Bozulması” (Disuniting of America) adlı kitabında resmi dilin tek olmasının hayati önemini şu iki tespite dayandırıyor: Resmi dilin tek olmaması halinde, tarafsız kamu kurumları kurulamaz, ortak bir kamuoyu oluşamaz. Türkiye Cumhuriyeti; milleti, vatanı, bayrağı ve resmi dili tek olan üniter bir devlettir. İsteyen istediği dili konuşabilir, öğretebilir ve istediği dilde yayın yapabilir. Bunlar temel haktır. Ama anadilinde eğitimi temel hak olarak öne sürmek ki, öyle bir hak yoktur, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin değiştirilmesini talep etmekle eşanlamlıdır. Bir söz de Türkiyelilik kavramını allayıp pullayıp öne sürenlere: Tarihin akışı içinde çok sayıda etnik gruptan oluşan İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerin vatandaşlarının kendilerini İngiltereli, Fransalı, Almanyalı, İtalyalı diye tanıttığını duydunuz mu? Onlar, İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyandır; aynen bizim Türk olduğumuz gibi. Cumhuriyetin başarılarını yeterli görmeyebilirsiniz. Ama şayet Cumhuriyet başka bir düzenle kurulmuş olsaydı bu kadar başarılı olabilir miydi sorusunun yanıtını da düşünmelisiniz. Ailevi kökenlerinin bir ucu Selanik, bir ucu Şumnu, bir ucu da Kafkasya’da olan vatansever bir Türk olarak hatırlatmak istedim sadece. Yunus Nadi Armağanı Yarışması, 1946’da kuruldu; hem geçmişe hem geleceğe dönük olan anlamı, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’ye saygı ve sevgiden kaynaklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek bizim için bir görev. Devrimci ve demokrat Cumhuriyet’in Ulusal Bağımsızlık Savaşımızla ve Türkiye Cumhuriyeti’yle zamandaş ve eşanlamlı bir kuruluş tarihçesi var. Yunus Nadi, gazetemizin temel taşlarını bu doğrultuda koydu. Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüştürmek amacıyla bu yarışma düzenlendi. Yarışmanın ilk düzenlendiği yıllarda Türkiye’de sanat alanında hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi ve yalnız CHP’nin koyduğu bir şiir ödülü vardı. Aynı dönemde bütün dünyada sanat, bilim ve edebiyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’da Goncourt ödüllerinin sonuçları Türkiye’de de izleniyordu; ama ülkemiz bu alanda da geç kalmıştı. Cumhuriyet gazetesi bu öncülüğü üstlendi, altmış altı yıl önce düzenlenen Yunus Nadi Armağanı’yla sanat ve kültür yaşamımızda bir yarışma coşkusu oluşturdu. Daha sonraki yıllarda Türkiye’de de yarışmaların ve ödüllerin sayısı çoğaldı, yirmiyi aştı. Bugün belki ödül enflasyonundan söz açılabilir; eleştirel bir yaklaşımla sakıncaları gündeme getirilebilir, ama yine de kültür, bilim ve 67. YIL YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 2013 sanat konularında yapılan yatırımların çok yararlı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zamanla ödüller arasında ayrımlar ortaya çıkar; bir yarışma kurumsallaştıkça, amacı, nitelikleri, karakteri belirginleşir. Bu arada kimi holdinglerin kendi amaçlarına yönelik yarışmalar düzenlemeleri ve ödüller dağıtmaları da bu alanda kaçınılmaz çoğulculuğu yansıtıyor. Kimi bankaların, şirketlerin, ticari tekellerin reklam amacıyla düzenledikleri yarışmaların ödülleri, parasal açıdan ne kadar büyük olursa olsun; özü, maddi çerçevenin dışındaki anlamda odaklaşıyor. Ödüller, Yunus Nadi Armağanı Yarışması adıyla aralıksız olarak altmış yılı aşkın bir sürede düzenli olarak gerçekleştirildi, kültür ve sanat hayatımıza amaçlanan katkıları yaptı ve etkilerini duyurdu. Daha önce bir dalda yapılan ödüllendirmenin kapsamı 1990 yılından itibaren genişletildi ve Yunus Nadi Ödülleri adıyla sürmeye başladı. Ülkemizin kültür ve sanat yaşamı bütün baltalanmalara ve olumsuz yatırımlara karşın sürekli gelişiyor ve yaygınlaşıyor. Fikir ve sanat özgürlükleri Türkiye’de tam değil; siyasal iktidarın baskıları hâlâ sürüyor ve çağdaş demokratik ortamdan henüz yoksun sayılıyoruz. Buna karşın fikir, sanat, bilim, kültürde çabalar sürüyor. Tarihsel gelişim sürecinde elbette ‘aydınlanma’nın önüne hiçbir güç geçemez. Cumhuriyet, çağdaş uygarlığa giden yolun fikir, sanat, kültür, bilim yolu olduğunu kuruluşundan beri savunan bir gazete. Bu yoldaki çabaları desteklemek ve özendirmekte Yunus Nadi Ödülleri’nin işlevi sürecek. 2013 Yunus Nadi Ödülleri Edebiyat Ana Dalı’nda öykü, roman, şiir; Görsel Sanatlar Ana Dalı’nda karikatür, fotoğraf; Bilimsel Araştırma Ana Dalı’nda Sosyal Bilimler Araştırması olarak sürüyor. Adaylara başarılar diliyoruz. ÖYKÜ Ödüle 1 Nisan 2012 ile 1 Şubat 2013 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir ‘kitap dosyası’yla aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısı ile çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Hikmet Altınkaynak, Metin Celâl, Cemil Kavukçu, Osman Şahin, Celâl Üster. ‘kitap dosyası’ ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısı ile çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Ataol Behramoğlu, Egemen Berköz, Muzaffer İlhan Erdost, Doğan Hızlan, Sennur Sezer. rikatürle katılabilinir. Seçici Kurul: Behiç Ak, Ercan Akyol, Musa Kart, Kâmil Masaracı, Tonguç Yaşar. FOTOĞRAF Ödüle en çok 4 adet siyahbeyaz fotoğraf ile aday olunabilinir. Gönderilecek fotoğrafların en az 18x24 cm. boyutlarında ve daha önce başka yerde ödül almamış olması gerekmektedir. Seçici Kurul: Hikmet Çetinkaya, İsa Çelik, Ara Güler, Paul Mcmillen, İbrahim Yıldız. SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI Ödüle 1 Nisan 2012 ile 1 Şubat 2013 tarihleri arasında yayımlanmış bilimsel araştırmalarla yayıma hazırlanmış en az 25 sayfa olarak beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış bilimsel araştırmalar katılabilir. Adaylar yapıtlarını sekiz adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul ödülü kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Erdal Atabek, Prof. Dr. Rona Aybay, Dr. Alev Coşkun, Prof. Dr. Emre Kongar, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Prof. Dr. Ahmet Mumcu. ROMAN Ödüle 1 Nisan 2012 ile 1 Şubat 2013 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir ‘kitap dosyası’yla aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Adnan Binyazar, Ahmet Cemal, Konur Ertop, Murat Gülsoy, Ülkü Tamer. HER DAL İÇİN GEÇERLİ GENEL KOŞULLAR Ödüller, her dalda amatör profesyonel herkese açıktır. (Cumhuriyet mensupları hiçbir dalda ödüle aday olamazlar.) Adaylar gerçek ad ve adreslerini ve telefon numaralarını belirtmek zorundadırlar. Ancak adaylar ad ve adreslerinin saklı tutulmasını isteyebilirler. Ödül koşullarına uymayan yapıtları yarışma dışında tutmak zorundayız. Adayların yapıtlarıyla birlikte adlarını ve soyadlarını arkasına yazacakları iki fotoğraflarını, açık adreslerinin de yer aldığı katılma belgesini ve yaşamöykülerini 15 Şubat 2013 Cuma günü saat 17.00’ye kadar ‘Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödülleri Prof. Dr. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul, adresine iadeli taahhütlü olarak postayla ulaştırmaları ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir. Yayımlanmış yapıtların daha önce herhangi bir ödül almamış olması şartı geçerlidir. Zarfın ya da paketin üzerine hangi dal ile ilgili olduğunun (şiir, roman, öykü vb.) yazılması zorunludur. Ödül dallarında konu sınırlaması yoktur. Yapıtlar hiçbir şekilde iade edilmez. Ödül alan ya da herhangi bir şekilde ön elemeden geçirilen yapıtlar, genel yayın ilkelerimiz doğrultusunda gazetemizde yayımlanabilir. Ödül sonuçları gazetemizin kuruluş yıldönümü olan 7 Mayıs 2013 Salı günü açıklanacaktır. KATILMA BELGESİ ADIM, SOYADIM: ................................................... ADRESİM: ................................................................ ..................................................................................... TELEFONUM: .......................................................... KATILDIĞIM DAL: ................................................. ŞİİR Ödüle 1 Nisan 2012 ile 1 Şubat 2013 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir KARİKATÜR Karikatürlerin boyutu 30X40 cm’yi geçmemelidir. Her türlü teknik serbesttir. Yarışmaya en fazla 5 ka C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle