19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 KASIM 2012 PAZARTESİ KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 15 AHMET NECDET 2012 ŞİİR ÖDÜLÜ ‘Doğu Tabletleri’ne bir ödül daha Kültür Servisi 4 Mayıs 2010 tarihinde hayatını kaybeden şair, çevirmen ve coğrafya profesörü Ahmet Necdet adına ailesinin koyduğu şiir ödülü sonuçlandı. Eray Canberk, Prof. Dr. Cevat Çapan, Prof. Dr. Gertrude Durusoy, Prof. Dr. M. Nejat Gacar, Tarık Günersel, Tuğrul Keskin ve Leyla Şahin’den oluşan jüri, Ahmet Necdet 2012 Şiir Ödülü’ne Hüseyin Haydar’ın “Doğu Tabletleri” adlı kitabını değer gördü. Hüseyin Haydar’a ödülü, 31. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nda düzenlenen bir törenle verildi. 1954 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nü bitiren Ahmet Necdet, şiirlerinde geleneksel olan ile modern edebiyat unsurlarını bir araya getirdi. Kanşaubiy Miziev’le Puşkin’den çevirdiği “Yevgeniy Onegin” adlı şiir roman, Dünya Kitap Dergisi’nin 2003’teki “En İyi Çeviri Kitabı Ödülü”nü aldı. 1981’de Akademi Kitapevi Şiir Ödülü’nü alan “Acı Türkücü” ile tanınan Hüseyin Haydar, Kara Şarkılar (1983), Yıldız Tutulması (1987), Sudan Gövde (1993), Zor Günlerin Şiirleri ( 2011), Doğu Tabletleri (2012) adlı şiir kitaplarını yayımladı. Şiirlerini her hafta Aydınlık gazetesindeki Şairin Emeği köşesinde yayımlayan şair, bu yıl Yunus Nadi Şiir Ödülü ile TROYA Folklor Araştırma Derneği Ödülü’nü de kazanmıştı. Ergin Konuksever: Tarihe Işık Tutmak İlhan Selçuk “Sepya” başlıklı bir yazısında “fotoğrafın zamanı” üzerine şöyle bir saptama yapmıştı: “Fotoğrafta donmuş olan zaman, bir anın sürekli geleceğe taşınmasından oluşur. Duran zamandır fotoğraf...” Bu “geleceğe taşınma” duygusunu oluşturan, bizim fotoğrafa yönelen ve “duran zaman” karelerini bütün bir “zaman çizgisi”nin parçaları yapan bakışımızdır. Paul Klee’nin resim sanatı bağlamında söylediği, “Empresyonizm içinde bulunulan anı aktarır, ekspresyonizm ise biriktirilmiş zamanın, zamanla belleğe yığılan şeylerin patlamasıdır” sözü, fotoğraf sanatına da uyarlanabilir. Fotoğrafların öncesini ve sonrasını bağlayan belleğimiz, o kısacık anların içine “biriktirilmiş zaman”ı yükler. ? Sergiden çıkıyorum. Geçmiş ve şimdiki zamanlar birbirine karışmış. Değişmeyen bir tek şey var: Tutukluydum, tutuklusun, tutuklu, tutukluyduk, tutukluyuz, tutuklu… Peki gelecek zaman? Göreceğiz bakalım… Ergin Konuksever’in Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde açılan fotoğraf sergisine gittim. Belleğimdeki görüntüler duvarlara asılmış bir halde karşıladılar beni Sami Baydar’ın ‘Dünya’sı Dünyaya bir kâğıt inceliğinde geldi, dünyayı bir kâğıt, kendini de harf bildi, hem dünyaya hem kâğıda hem de tenine ve ruhuna o harfleri döktü, işledi, oydu, kazıdı, yazdı. Sonra da hepsini “Dünya İnancı” (YKY, Ekim 2012) başlıklı bir harfler kitabına topladı, gitti. Sami Baydar “Dünyanın sevdiği sözler/ vardır./Şiirler gibidir/ve onları bilmeyiz” diyordu “Sözler” şiirinde. Sami’nin şiirlerinden rastgele dizeler alsak, onlar için de bu dizeler için yapacağımız yorumu yapardık. Yorum da değil aslında, Sami için bilebildiğimiz şeyleri dizeleri için de tekrarlardık. Çünkü Sami de tekrarladı ve gitti, inanmak isteyen herkes gibi. Şiir bazen inanmak için yazılır ve bazıları inanmak için yazar. Şiire gereksinim duymakla inanmaya olan gereksinim birbirlerine çok yakındır. Bir insana inanmak, aşka inanmak, çocukluğa inanmak, Tanrıya inanmak, dünyaya inanmak, kendine inanmak, şiire inanmak... Şairleri bundan niye ayrı tutalım ki? Sami Baydar da bence, şiir bir anlam yaratsın diye olmasa da, bu dünyada ve bu dünyaya bir anlam bulmak için şiir yazdı. Dünyayı şiirle anlamaya çalıştı. Kendisini de şiirle ve şiirle kurduğu dünyayla anlamaya çalıştığı gibi. Eskiyeni pek çok şairin çeşitli biçimlerde söylediği sözü ben de sık sık tekrarlıyorum, “Şiir öncelikle şairi için bir gereksinimdir.” Bu gereksinimi en çok duyan, duyuran şairlerdir belki de; çok severek okuduklarımız, bambaşka şiir evrenlerinde de dolaşsak, şiirlerimiz bambaşka dünyalardan da çıkıp gelmiş olsa şairlerin dünyayı zenginleştirmesine bir delil sayılır bu. Şair o dünyada çok yoksulluk ve yoksunluk çekse de! Şairin ironisi de bu olmalı, kendi yaşamı pahasına dünyaya katkıda bulunmak, başka hayatları zenginleştirmek için kendi yaşamını hiçe saymak. Sami’nin “Dünya İnancı”nda, şairane bir gösteriş olan, bir tür şair süsü de sayılır, ‘şair yaralıdır’ düşüncesine rastlanmaz. Yarası açıkta bir şiir değildir onun şiiri. Saygı ve hayranlık uyandırdığı kadar sessizlik de uyandırması bundandır. “Bendeki yaralar türlü türlüdür” dediği gibi türkünün, şiirdeki dünyalar da türlü türlüdür, kalpteki yaralar da türlü türlüdür. “Dünyayı seviyorum/kalpten seviyorum” diye yazabilme doğallığını gösteren bir şiirdir Sami’nin yazdığı. Ve onu yazabildiği için şu çok acıtıcı dizeleri de yazmıştır: “Acılar dolu kalbimden korkmuyorum/ kendimden öğreneceklerimden./Acı artık varlığıyla güzel/söyleyecek sözlerim gizli artık./.../Beni yaratan sensen sevgili yok edecek misin yeniden?/Acı üstün geldi de yaşadım varlığımı.” Sami Baydar İstanbul’dan gideli 20 yıl oldu, benim de onu son görüşümdü, giderken bir tablosunu bırakmıştı, ilk sergisinden, “Yeşil Melek”. 20 yıl sonra da Merzifon’dan gitti. Onun kadar ‘Dünya’ya inanmak ve bağlanmak isteyen şair az bulunur. “Dünya Öyküyle Doldu” idi bir şiirinin başlığı. Sami Baydar’la da ‘dünya şiirle doldu’. Sami inanmak istediği ‘Dünya’yı yazdı, ona inandı ve sonunda ‘Dünya’sı da kendisi oldu. “Sergiden çekilmiş mahkeme fotoğrafı ‘24 sanıklı dava’ya ait. Önde Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Kamil Dede, Necati Sağıroğlu ve Necmi Demir var. Mahir ile Ulaş‘ın arasında, 2. sırada Rüçhan Manas görülüyor. Ben de karşıdan bakıldığında sol tarafta en arkadayım.” 13. ANTALYA PİYANO FESTİVALİ enim ‘biriktirilmiş zamanım’ 23 Kasım Cuma günü, hareketli ve donmuş karelerin art arda sıralandığı unutulmaz bir tarih olarak, benim “biriktirilmiş zamanım” içindeki yerini aldı. Önce Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’ne, kızım gazeteci Zeynep Kuray’ı ziyarete gittim. Görüşsüz geçen hemen hemen 2 ayın ve 15 gün sürdürdüğü açlık grevinin ardından kızımı biraz solgun, biraz zayıf, ama bir o kadar da moralli gördüm. Camın ardından bizlere bakışı unutulmaz bir fotoğraf karesi olarak nakşoldu belleğime. Peş peşe sıralandı “hareketli kareler” ve her ziyarette olduğu gibi, yine kendi geçmişime doğru bir yolculuğa çıkardılar beni. Cezaevinden çıktıktan sonra, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onur Kurulu Üyesi ve İstanbul Gazeteciler Derneği Basın Meclisi Başkanı Ergin Konuksever’in 19 Kasım Pazartesi günü Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde açılan fotoğraf sergisine gittim. Belleğimdeki görüntüler duvarlara asılmış bir halde kar B Buika sahnede büyüledi İspanyol şarkıcı ve besteci Buika, 13’üncü Uluslararası Antalya Piyano Festivali kapsamında, Antalya Kültür Merkezi’nde dinleyiciyle buluştu. Genel sanat yönetmenliğini Fazıl Say’ın yaptığı gecede sahneye yalın ayak çıkan Buika’ya, ünlü piyanist Ivon Melon, vurmalıda Fernando Favier ve gitarda Danny Noel eşlik etti. Konser sonunda Buika’ya katılımlarından dolayı çiçek ve plaket takdim edildi. Festival, bu akşam saat 20.00’de gerçekleşecek Gülsin Onay konseriyle devam ediyor. Sanatçı bu konserde, Ahmet Saygun ve Beethoven’ın eserlerinin yanı sıra, 150. doğum yılı kutlanan Fransız besteci Claude Debussy’nin eserlerini de yorumlayacak. şıladılar beni. Mahir, Ulaş, Deniz, Yusuf, Hüseyin, Cihan ve bugün hayatta olmayan diğer tüm arkadaşlarım o sonsuz gençlikleri içinden gözlerini diktiler bana. Battal’ın cenazesi, 16 Haziran işçi direnişi, Kanlı Pazar, 1 Mayıs 1977, Deniz’lerin ABD 6. Filo askerlerini Dolmabahçe’de denize döktükleri anlar, Deniz’in Sultanahmet Meydanı’nda yaptığı konuşma, kalabalıklar, kalabalıklar… Attilâ İlhan’ın “Mahur Beste”sinden iki ayrı dizeyi birleştiriyorum aklımda: “Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı (…) Gittiler akşam olmadan ortalık karardı.” Sonra da çöken karanlığın resimlerine bakıyorum, yine Konuksever’in objektifinden: 12 Mart mahkemeleri, 12 Eylül sabahı, Kızıldere… Kızım Sema da yanımda, babasının, Sarp Kuray’ın 12 Mart mahkemelerinde çekilmiş fotoğraflarına bakıyor. Sarp o sırada 25’indeydi, şimdi 67 oldu, yine hapiste… Bizim davanın fotoğraflarından birinde kendimi de buluyorum, mahkeme salonunda, arkadaki bir sırada. En önde Mahir, Ulaş, Kamil… Kamil’i ara sıra görüyorum, konuşuyorum, Mahir ile Ulaş, “dondurulmuş zaman”ın içinden bakıyorlar. 68 Kuşağı, Ergin Konuksever’i yakından tanır. Mahir Kızıldere’de öldürüldüğünde üstünde olan kazak, Konuksever’in Maltepe Askeri Cezaevi’nde açık 68 Kuşağı ve Konuksever görüşte İlhan Ağabey’i ziyaret ederken, yan masada oturan Mahir’e üstünden çıkarıp verdiği kazaktır. Deniz yakalandığında çekilen ve belleklere kazınmış o parkalı fotoğraf Konuksever’in objektifine aittir. Yakın tarihimizle bütünleşmiş, simge haline gelmiş birçok başka fotoğraf gibi… Ben mahkemelerden hatırlıyorum onu. Tarihe tanıklık etmek ister gibi nasıl bir disiplinle o mahkemeleri izlediğini, her anı tespit etmek için nasıl uğraştığını hiç unutmuyorum. Sergideki fotoğraflar onun “biriktirilmiş zamanımızı” oluşturmak için harcadığı çabayı, verdiği emeği yansıtıyor zaten. Ayrıca Konuksever, Türkiye’nin gerçek anlamda ilk savaş muhabiridir. 1967 Altı Gün savaşı, Kıbrıs Barış Harekâtı, İranIrak savaşı… İstanbul Kültür Sanat ve Yaşam Derneği Başkanı Neşe Berber’in gazeteciliğimizin duayenlerinden Ergin Konuksever için düzenlediği bu sergi, önümüzdeki günlerde de Beşiktaş’ta açılacak, kaçırmayın. Orada yakın tarihimizi göreceksiniz. Konuksever’in deklanşörüyle durdurduğu zamanın içinden, “güneşten ışık yontmuş” yüzler size, bize, hepimize, bugüne bakacaklar, hâlâ, her zaman… ??? Sergiden çıkıyorum. Geçmiş ve şimdiki zamanlar birbirine karışmış. Değişmeyen bir tek şey var: Tutukluydum, tutuklusun, tutuklu, tutukluyduk, tutukluyuz, tutuklu… Peki gelecek zaman? Göreceğiz bakalım… ? Kültür ServisiİKSV İstanbul Tasarım Bienali Akademi Programı kapsamında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık ve Şehir ve Bölge Planlaması bölümleri tarafından düzenlenen “IAPSCSBE Network” etkinlikleri kapsamındaki “Kentsel Ek’im+” Ulusal Öğrenci Tasarım Yarışması’nda, Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Bölümü araştırma görevlilerinden Mustafa Tolgay Keskin ve Tarık Emre Kırhallı, “Kepenkli Bahçe” isimli projeleri ile ödüle değer görüldüler. ‘Kepenkli Bahçe’ye ödül C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle