19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 KASIM 2012 PAZARTESİ [email protected] 8 EKONOMİ Avrupalı parlamenterler DHL direnişinde Kazanan işçi sınıfı olacak ? Sendikalaşmak istedikleri için işten atılan DHL işçilerine bir destek de Avrupa parlamenterlerinden geldi. DHL direnişinin 148. gününde konuşan AP milletvekili Evelyn Regner, “Mücadelenizde yanındayız” mesajı verdi. Ekonomi Servisi DHL Türkiye’de devam eden direnişin 148. gününde, direnişteki işçiler Avrupa Taşıma İşçileri Federasyonu (ETF) Genel Sekreteri Eduardo Chagas ve Avusturya Sosyal Demokrat Partisi Avrupa Parlamentosu (AP) Milletvekili Evelyn Regner tarafından ziyaret edildi. DHL’deki sendikalaşma mücadelesini yakından takip ettiklerini dile getiren AP Milletvekili Regner, “Size sendikal mücadeleye destek veren Avrupa parlamenterlerinden sadece selam değil, aynı zamanda da destek getirdim. Çünkü sadece AB ülkelerinde değil, Avrupa’nın her köşesinde bu haklara saygı gösterilmesi gerekisona erene kadar mücadeleye devam edeceklerini vurguladı. Türkİş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak da uluslararası sermayenin baskısı karşısında uluslararası emeğin de bir araya gelmesi gerektiğine dikkat çekerek “Bugün burada yaşananlar bunun güzel bir örneği. Demokratik hakları, emekleri için mücadele veren DHL ve THY işçilerine yapılanları konfederasyon olarak kınadığımızı bugün bir kez daha ifade ediyoruz. Elbette bu güzel dayanışmanın neticesi eninde sonunda alınacaktır” dedi. TÜMTİS Gen Öztürk şöyle el Başkanı Kenan cilerinin bütü konuştu: “DHL yönetiya’daki DHL işn çabaları boşuna. Almanda bu hukuks yerlerinde ve bütün dünya u destek mesaj zluğa karşı eylemler başl adı, ları yağmaya saldırgan tavı de r ile asla bura vam ediyor. Bu deleyi kıramay daki kararlı m üc yız, sonuna ka acaklar. Sendika olarak ka ararlıdar işçi arkad aşlarımızın hak rını savunmay laUPS’de 282 gü a devam edeceğiz. Dün n mücadele et işçiler oldu, ka tik, kazanan DHL’de de so zanan dayanışma oldu. nuç tün baskılara farklı olmayacak. Bürağm olacağız, kaza en kazanan biz nan olacak, kazan dayanışma an işçi sınıfı olacak.” AKP Rejiminin İnşaat Baronları AKP’nin iktidara geldiği 2002 sonlarından itibaren sermaye birikiminin yükselen bir biçimde inşaat odaklı dizaynıyla beraber, birikimin aktörleri de yeni kimlikleri ile sahne aldılar. Konut, ofis, AVM, kentsel altyapı, donatı vs. biçimlerine bürünen inşaat sektörü ürünlerinin üretici aktörleri, gayrimenkul yatırım ortaklığı, müteahhit, işletmeci, değerleme kuruluşu gibi sıfatlarla sektördeler. Bunlardan sektöre hükmedenler daha çok gayrimenkul yatırım ortaklıkları, yani GYO’lar. Sayıları bugün için 24’e ulaşan, 5’i için de faaliyet izni tanınan GYO’lar, “gayrimenkullere, gayrimenkule dayalı projelere ve gayrimenkule dayalı sermaye piyasası araçlarına yatırım yapmak suretiyle faaliyet gösteren özel bir portföy yönetim şirketi” olarak tanımlanıyor. GYO’lar, inşaat projelerinin finansmanına kaynak sağlayan şirketler. GYO’lar, inşaat projelerini, borsaya yatırım yapan irili ufaklı, yerliyabancı yatırımcıdan, gayrimenkul yatırım ortaklığı payları karşılığında topladıkları paralarla finanse ediyorlar. Yasalar, GYO’ları, görünürde “müteahhit”likten ayırıyor. Onlara, makine parkı vs. sahibi olmayı yasaklıyor. Projelerini “müteahhitlere” yaptırabilirsin, diyor. Müteahhit, görünürde GYO’nun emrinde. Tabii ki birçok GYO’ya hükmeden grubun müteahhit şirketi de var. Ya da çoğu, Ağaoğlu, GAP, Varyap gibi büyük müteahhitlik şirketleriyle birlikte çalışıyorlar. Aktiflerine Göre 24 GYO (2012), Milyon TL 1EMLAK KONUT 7.554 13PERA 2TORUNLAR 3.906 14ALARKO 3SİNPAŞ 1.947 15ATAKULE 4İŞ 1.190 16MARTI 5AKFEN 1.099 17DOĞUŞGE 6YEŞİL 1.069 18VAKIF 7ÖZAK 765 19AKMERKEZ 8SAF 723 20EGS 9NUROL 470 21ÖZDERİCİ 10KİLER 449 22YAPI KR KORAY 11REYSAŞ 383 23AVRASYA 12TSKB G. Y.O. 346 24İDEALİST Kaynak: SPK veri tabanı yor. Burada hakkınız olanı almak için mükemmel bir mücadele yürütüyorsunuz. Haklarınıza saygı göstermeyen, sizi mağdur edenleri de yakından takip ediyoruz. Sizin yanınızdayız ve yapabileceğimiz ne olursa bizden talep etmenizi rica ediyoruz. Mücadelenizde başarılar diliyoruz” dedi. 41 Avrupa ülkesinde 231 ulaştırma sendikasına üye 2 buçuk PS’de kazandık, DHL’de de kazanacağız U milyon işçiyi temsil eden Avrupa Taşıma İşçileri Federasyonu (ETF) Genel Sekreteri Eduardo Chagas ise “Bugün burada DHL’nin merkez depolarından birinin önündeyiz, bundan bir süre önce de benzer şekilde UPS’nin önündeydik. Orada başarıya ulaştık. Aynı sonucu burada da alacağız, burada da kazanacağız” diye konuştu. DHL, TÜMTİS’i yetkili sendika olarak tanıyana kadar mücadeleyi sürdüreceklerini ifade eden Chagas, şunları söyledi: “Buradan önce de THY işçilerinin direnişini de ziyarete gittik. Şu anda sadece lojistik alanında değil, taşıma sektörünün her alanında yoğun baskılar var. Bu nedenle de dayanışmak ve birbirimize destek vermek son derece önemli. Buradan hem DHL yönetimine hem de THY yönetimine sesleniyoruz: Taşıma işçilerinin haklarına saygı göstermek zorundasınız.” Chagas, DHL’ye değil DHL’nin sendika ve işçi düşmanı tavrına karşı olduklarını ve bu Sabancı Grubu, Lassa hisselerinin yüzde 36’sını 60 milyon dolara sattı. Bridgestone, sadece teknoloji vermeyecek, artan kapasitemizden yılda 2 milyon lastiği toplam maliyet artı yüzde 6’dan alacaktı. Aynı zamanda 180 milyon dolarlık ilave yatırım yaparak mevcut kapasitemiz 50 bin tondan 140 bin tona çıkarılacaktı. Lassa markasını üretmeye devam edecektik. Bu anlaşma, bugünlerde tartışılan yerli otomobil için de en uygun modeldir. Hem son teknolojiyi alıyorsunuz, hem kendi markanızı dünya markası yapıyorsunuz. Bugün yerli markamız Lassa, dünyanın üç bin noktasında, yılda 175 milyon adet satıyor. Yerli üretime öneri Yerli otomobil için Lassa’daki model örnek olmalı gelmediği “ne yaparsan satarsın” günleriyle başlıyor. Kitabın son bölümlerinde anlatılan bir aile şirketinden kurumsallaşmaya geçiş çabaları ve karşılaşılan aile içi sorunlar da başlı başına ders niteliğinde. ? Gruba ilk adımı 1970’de Bossa’da attım. Bana “uzman” unvanı verdiler. Sonra Hasan Güleşçi beni Kordsa’ya aldı. 5 yıl orada çalıştım. ? 1980’de Lisa’ya genel müdür oldum. Katostrofik kalite problemleri yaşanıyordu. Bunu traş olmaya gittiğimiz berber biliyor, “Ağbi iyi de sizin lastikler de biraz şey değil mi” diye soruyordu. Ama fabrika bunun farkında değildi. Ne üretirsen satıyordun. ? 1985’te Lassa’ya genel müdür oldum. Lassa, “kur garantili kuruluş”tu. Sonra Ecevit zamanında bu statü geriye dönük iptal edildi. Doları 16 lira üzerinden almıştık, 750 liradan geri ödedik. ? O dönemde işçiişveren ilişkileri gergindi. Bunun nedeni sektördeki üç yabancı şirketti. Bu yüzden 109 günlük, 86 günlük grevler yaşadık. ? 1980’de ithalat serbestisi başladı, bu kalite ve teknoloji sorunlarını dayatıyordu. 227 224 217 205 195 192 156 133 121 113 78 9 Ekonomi Servisi 1970’te girdiği Sabancı Topluluğu’nda uzmanlıktan başlayıp üst yöneticiliğe (CEO) kadar yükselen Hazım Kantarcı, 32 yıllık başarı öyküsünü “CEOSA Kantarcı” adı ile kitaplaştırdı. Kantarcı’nın bu hafta satışa sunulan kitabı, hem TürToyota’dan neden ayrıldık? kiye’de sanayileşme sürecinin önemli bir evresini hem de Türkiye’nin en ToyotaSa 1992’de, 100 bin kapasite ile önemli aile şirketlerinden birinin kukurulmuştu. Sabancı ortaklığı yüzde nıyoryararla de n rumsallaşma öyküsünü anlatıyor. teşvikte bir 50’ydi. Özel Kantarcı’nın Sabancı’daki ilk yılları, du; motor, şanzıman gibi ithal parçalara yüzde 36 yerine 13 gümrük ödeyecekti. gümrük duvarlarının ardında filizlenen Ancak Türkiye, Gümrük Birliği’ne girince sanayinin tüm zayıflıklarını, Teşvik rakipler için yüzde 36’lık gümrük sıfıra in Uygulaması’nın iki dudağı arasındadi. Avantajımız dezevantaja dönüştü. İç ki tahsislerin, teşviklerin ve kimi zapazarla kapasiteyi doldurmak imkânsızdı. man bunların geriye dönük iptal edilistei İhracata Toyota yanaşmadı. Yönetim diği siyasal kararların, kalite soru. dediler olmaz istedik, si garanti diler. Kâr Toyata’nın bizimle işi bitmişti. Pazarlama nunun akıllara bile dahil toplam hisselerimizi 230 milyon dolara sattık. 5 Nisan 2000’de Hasan Güleşçi CEO oldu. 2.5 ay sonra ben Sabancı Grubuna CEO olarak atandım. Grup, 26 işkolunda 73 şirketle faaliyetteydi. Grubu aşağı çeken işlerden çıkmalıydı. 16 işkolundan çıkma kararı aldık. GSM, enerji, kablolu TV, GYO gibi işilerle ilgilenmeye başladık. Aileyi dağıtmadan bir arada tutmak “Lassa’da hem teknoloji aldık Aile genişti, 22 ortak vardı. Dünyadaki tüm aile şirketlerinin çektiği sıkıntılar Sabancı Grubu’nda da yaşanmaya başlamış, damathem kendi markamızla lar, gelinler çağalmış, yürütülemeyen bir durum oluşmuştu. Aynı kişi hem üretimi sürdürdük hem de CEO’ya rapor veren hem de rapor alan makamda olmamalıydı. Bu, Ömer, Demir dün yanın 3 bin noktasında ve Güler Sabancı ile ilgiliydi. Hem kuruluş müdürü olarak bana rapor verecekler, hem de benim rapor verdiğim icra ve yönetim kurullarında görev alacaklardı. Ön satılan bir yerli ürün yarattık. ce kimse itiraz etmedi. Zamanla sorunlar doğdu. O zaman Sakıp Bey’le görüştük. Japonlarla yaptığımız “Aile icradan çıkmalı. Sen de emek verdin ama ben aileyi tutamıyorum. Uygularanlaşma önemli bir sak dağılır” dedi. Ben de “Sezgilerinize hürmetim var. Bence yapmazsanız dağılacak” dedim. Konu derin dondurucuya atıldı. O zaman benim misyonum bitti. model olabilir.” ğu’daki liberal entelijensiya, Müslüman seçkinler de kendilerine kimlik bulduklarını sanarak, ama hâlâ “öteki”nin ürettiği kültürel kodlarla tanımlandıklarının ayırdına varamadan Huntington’un (“öteki uygarlıktan” birinin) savının üzerine atlayarak “yararlı salaklar” işlevini gönüllü olarak üstlenmişlerdi. Huntington uygarlıklar savaşının arkasındaki mantığı ABD’ye de taşımış (“Hispanic Challenge”, Foreign Policy, 01/03/2004). Diyor ki, ABD 17 ve 18. yüzyıllarda beyaz, Anglosakson, Protestan temelde kuruldu, daha sonra 19. yüzyılda gelen göçmenleri de entegre edebilmek için Amerika yeniden, bu kez bir “itikat” (“Yeni Kudüs”, “Tepenin Üstündeki Kent”, “Çok Özgün Ülke” gibi) olarak tanımlandı. Siyahlar da 1960’ların sonunda bu yapıya, sivil halklar hareketiyle ama bu “itikat” temelinde entegre edildiler. Huntington, eğer Amerika beyaz Protestan ve Anglosakson olarak kurulmasaydı Amerika olmazdı; başka bir ülke, Quebec, Meksika, Brezilya (“özel” olmayan bir ülke) olurdu diyor. Huntington’a göre, 20. yüzyılın son yıllarından başlamak üzere, Latin Amerika’dan, özellikle Meksika’dan gelenler şimdi bu yapıya bir tehdit oluşturuyorlar. Bu tehdidin arkasındaki nedenlerden özellikle üçü önemli. Birincisi, bu göçmenler, daha öncekiler gibi deniz ötesi bir yerden değil, sınır komşusundan geliyorlar. Bu gelenler, ABD’nin, Teksas gibi kimi topraklarının daha bir yüzyıl önce kendilerine ait olduğunu düşünerek bu topraklara, üzerinde hak iddia ederek yerleşiyorlar. İkincisi, bu gelenler, belli bölgelerde yoğunlaşıyor, entegre olmuyor, kendi dil ve kültürlerini koruyorlar. Bu bölgelerin bu iki dilli, iki kültürlü özelliği yerel yönetimlere de yansıyor, devletin dil ve kültür bütünlüğünü bozmaya başlıyor. Nihayet, bu gelenlerin nüfusu salt göçlerden değil, yüksek doğum oranlarından da hızla artıyor. Örneğin, seçmen listesine her yıl 50 bin yeni “Latino” ekleniyor. Bu zeminde, Huntington “Amerika tek ulusal dilli, çekirdeğinde AngloProtestan kültürü olan bir ülke olarak kalmaya devam edecek mi etmeyecek mi” diye soruyor. Huntington, konuya ilişkin tartışmalara kısaca değindikten sonra, “Genel bir ‘Amerikan Rüyası’ yok, yalnızca AngloProtestan toplumun yarattığı bir ‘Amerikan Rüyası’ var. Meksikalı Amerikalılar bu rüyayı ancak, rüyalarını İngilizce görecek olurlarsa paylaşacaklar” saptamasıyla, Cumhuriyetçi Parti’nin sağ kanadının, bu seçimleri kaybetmesine neden olan ısrarın altını çizerek bitiriyor. Sorun şu ki, Cumhuriyetçiler bu gelişmelere ayak uyduran bir dönüşüm geçirmezlerse, yalnızca seçimleri değil, partilerini kaybetmek durumunda kalacaklar. Ya da ekonomik kriz içinde sınıf çelişkileri keskinleştikçe, bu histerili kafa onları, Anglo Protestanbeyaz üstünlüğüne dayalı faşist akımlara yem edecek. Dahası, tarihsel durumu, içinden geçerek ileri doğru aşmak yerine, geri çevirme, başa dönme çabası Amerikan toplumunun dokusunun çözülmesini gündeme getirebilecek. ABD başkanlık seçimleri bitti. Bir medya karnavalı, 6.5 milyar dolar sonra yine, Obama başkan, Kongre Demokratların, Meclis Cumhuriyetçilerin... Obama “Biz bir Amerikan ailesiyiz diyor” ama, önceki üç seçimde olduğu gibi yine sonuçlar yüzde 49/51 gibi seçmenin tam ortadan bölünmüş olduğunu gösteriyor. Bir süredir, geçim sıkıntısı, sert geçimsizlik yaşayan, parçalanma eğilimleri sergileyen bir aile bu. Bu ortamda iktidardaki başkanın ufak bir oy kaymasıyla seçimleri kaybetmesi beklenirdi. Cumhuriyetçi Parti taraftarlarının da kamuoyu yoklamaları Obama’nın kıl payı da olsa önde gittiğini göstermesine karşın kendi adaylarının kazanacağına inançları tamdı. Şimdi Cumhuriyetçi parti içinde bir hezimet duygusuna, suçlu arama çabasına bağlı olarak bir “iç savaş” ortamı oluşmuş. erkeklerin’ partisi ‘Beyaz köktendinci Cumhuriyetçilerin önemli bir kısmı, adaylarının yeterince muhafazakâr olmadığı için kaybetmiş olduğunu düşünmeye devam ededursunlar, daha mantıklı yorumcular, Obama’nın bu kadar olumsuz koşullarda yeniden kazanmış olmasını ABD toplumunun demografik koşullarına, siyahlardan, göçmenlerden, kadınlardan ve gençlerden oluşan kalıcı bir blok inşa etmeyi başarmasına, Cumhuriyetçilerin adeta yalnızca “beyaz köktendinci erkeklere” ait bir partiye dönüşmeye başlamasına bağlıyorlar. Güney Carolina’nın Cumhuriyetçi senatörlerinden Lindsey Graham, “Ne yani Afrika kökenli Amerikalıların yüzde 95’inin, Latin Amerika kökenlilerin yüzde 70’inin, 30 yaş altındakilerin oyunu yeterince radikal sağcı olmadığımız için mi alamadık?” diye soruyor. Yalnızca “Latino” (Latin Amerika kökenli) seçmenin değil, Asya kökenli seçmenin, Müslüman seçmenin neredeyse tamamı Demokrat Parti’ye oy veriyor. Buna karşılık, Obama’nın beyaz seçmenden aldığı oy 2008’de yüzde 43’ken bu yıl yüzde 40’a gerilemiş. Kadınlar da Cumhuriyetçilere, özellikle kürtaj ve tecavüz açıklamalarından sonra sırtlarını çevirmiş görünüyorlar. Obama, seçimlerde Romney’ye evli olmayan kadın seçmende yüzde 38, evli kadınlarda yüzde 12 fark atmış. Bu oy dağılımı bir Cumhuriyetçi analistin deyimiyle “yükselenlerin koalisyonunu” bir başka açıdan da özel bir demografik eğilimi temsil ediyor. Sonuçlar, Demokratların güneybatı eyaletlerini “Latino”, işsizliğin yoksulluğun en sert yaşandığı kuzeybatı eyaletlerini de siyahların oylarıyla kazandıklarını gösteriyor. Kısacası bu “demografik trend” aynı zamanda güçlü bir sınıfsal boyuta sahip. Ancak, tartışmalarda, medyada, bu “yükselen koalisyonun” sınıfsal boyutu arka plana itilerek, ırk ve kültür boyutu öne çıkarılıyor. Böylece Cumhuriyetçi partiye oy veren beyaz işçi sınıfı, yoksul beyaz orta sınıf, daha öfkeli, daha radikal temsilci arıyor, adeta histeri krizlerine giriyor (ısrarla aynı şeyi daha fazla yapmaya devam ederek başka sonuç almayı ummak). ABD: Bir Ülke İki Halk Böylece belki çalışanların, ırk temelinde bölündüklerinden krizde “plütokrasi”nin (yüzde 1’in) krizi yönetme politikalarına direniş potansiyelleri kırılıyor, ama Cumhuriyetçi Parti’nin de bu duruma uyum sağlamasının koşulları hızla ortadan kalkıyor. Bu parti, daha sağda daha saldırgan, faşizan bir parti olmaya doğru itiliyor. Bu “beyaz erkek” anksiyetesinin, hatta histeri krizinin arkasına bakınca yine karşımıza Samuel Huntington çıkıyor. Huntington, “uygarlıklar çatışması” teziyle, “merkezçevre”, “emperyalizmbağımlı ülke” ikileminin üzerini çizmeyi, bu çelişkiyi görünmez kılmayı başarmıştı. Ortado Yine Huntington... Sayıları 2012 Kasım itibarıyla 24 olan GYO’ların aktif büyüklükleri 22 milyar TL’yi, piyasa değerleri de 14 milyar TL’yi buluyor. GYO aktiflerinin üçte biri tek başına TOKİ iştiraki Emlak Konut’a ait. AKP rejimi, inşaata dayalı birikimde en önemli katkıyı inşaatın en önemli girdisi olan arsayı temin ederek sağlıyor. TOKİ, RTE’ye doğrudan bağlı denetim dışı bir dev kuruluş olarak yeniden dizayn edilirken, kamu arsalarını bünyesinde bulunduran Arsa Ofisi, TOKİ’ye dahil edildi. Böylece sınırsız kamu arazisini kullanma yetkisi TOKİ’ye geçti. TOKİ de kâh iştiraki Emlak Konut acılığıyla bu arsaları kullanıp sektöre katkı yaptı, kâh arsaları ham haliyle ihaleli ya da ihalesiz inşaat baronlarına satarak onlara alan açtı. ??? Sektörü sürükleyen güç durumundaki Emlak Konut, eski Emlak Bankası’ndan miras bir kuruluş. TOKİ’nin verdiği arsaları müteahhitlerle ortak, prestijli konut yatırımında kullanıyor. Ağaoğlu, Varyap, GAP, Aşçıoğlu gibi büyük müteahhitler, Emlak Konut üstünden TOKİ’nin en önemli partnerleri. GYO’lar arasında aktif büyüklüğüne göre ikinci sırayı Torunlar GYO alıyor. Şirketin kurucusu Aziz Torun, RTE’nin imam hatipli arkadaşı olduğunu saklamıyor ve devasa yatırımlar yürütüyor. Ankara’nın en büyük AVM’si Ankamall’un sahibi Torunlar, şimdi Mall of İstanbul’un yapımını sürdürüyor. Arsayı TOKİ’den aldılar. Büyük bir alışveriş merkezi, ofis, rezidans ve otelden oluşan proje 350 milyon dolarlık dev bir yatırım. İmam hatipli Aziz, Özelleştirme İB’den aldığı eski Paşabahçe rakı fabrikasına da otel yatırımı hazırlığında. Torunlar GYO’nun yanı sıra, Zeytinburnu kuleleriyle İstanbul siluetinin canına okuyan Saf GYO, dikkat çeken bir başka yeni türeme inşaat baronlarından. Acıbadem’de Akasya yatırımı süren grup, hızlı bir yükseliş halinde. Kiler, bir diğer AKP’liliği tescilli inşaat baronu. ??? İnşaatın, sermaye birikiminin başat kulvarı durumuna geçmesi ile özellikle “İstanbul’u satmak” sloganı ile birlikte, 1970’li yılların sanayicileri inşaatçı kesildi. Bankalar, yüzlerini inşaata dönerek GYO’lar kurdu. Bunlardan İş GYO, aktif sıralamasında ilk sırayı alanlardan. İş Kuleleri, eski sanayicilerden Eczacıbaşı ile birlikte gerçekleştirilen Kanyon, Tuzla’daki Çınarlı Bahçe, portföyündeki başlıca projeler. Yapı Kredi, Vakıf, Halk, TSKB, gayrimenkul işinden eksik olmayan diğer finans kuruluşları. Doğuş, Dinçkök ailesi (Akmerkez), Akfen, Yeşil, Nurol, Alarko, Narin (Martı) geçmişte sanayici kimlikleriyle tanınan ama “İnşaat ya resulallah!..” furyasından geri kalmayan, bunun için de GYO’lar oluşturan diğer büyük sermaye grupları. GYO listesinde Ağaoğlu, GAP, Varyap gibi büyük inşaat firmalarının; Zorlu, Tahincioğlu, Çiftçiler, Oyak, Eczacıbaşı, Hattat gibi sanayiciyatırımcı grupların isminin olmaması, bunların sektördeki rollerinin küçük olduğu anlamına gelmiyor elbette. Kâr ve sermaye birikimi inşaatta ise artık herkes inşaatçıdır. Özellikle inşaatçı karakterleri eski ve başat olan gruplar, AKP ile daha yakınlaşarak daha çok TOKİ ile partnerlik ilişkisi ile büyümekteler. Sermaye Piyasası Kurulu’nun denetiminde GYO olmanın “sıkıntısına” gelmeden alaturka büyüme tarzıyla ilerlemekteler. Bunun en çarpıcı örneği Ali Ağaoğlu’dur. Bir zamanların finans ikliminin kabına sığmaz ismi Banker Kastelli’ye benzetilen Ağaoğlu’nun, dileyelim, sonu benzemesin!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle