23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 KASIM 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 19 Eğitim sorunu ve Duru Tiyatro ürkiye’de eğitim sorunu tartışılırken birçok meselenin eğrisiyle doğrusuyla masaya yatırıldığını gördüm ama eğitimde genelde sanatın, özelde de tiyatronun yeri ne olabilir, hayata hazırlanan genç beyinlerin sahne ile sahne sanatları ile tanışmalarının olumlu sonuçları nelerdir türünden doyurucu bir tartışma yaşandığına tanık olamadım. Dışarıdan izlediklerimden ve ilk veya ortaöğretim çağında çocukları olan arkadaşlarımın anlattıklarından edindiğim izlenim, bizdeki eğitim tartışmasının ne yazık ki büyük ölçüde siyasileştiği ve çok büyük ağırlıkla sonuca odaklı bir hal aldığı oldu. Zorunsuz Âşıklama (Ya da Eskişehir) Metin Eloğlu’nun “Üsküdarlama” şiirini okuyunca, bu yazının başlığını “Eskişehirleme” koymak geçti içimden. Sonra da ‘zorunlu açıklama’ kavramının karşıtını düşündüm, acaba ‘zorunsuz âşıklama’ olur muydu? Olurdu, olmazdı derken parantez içine Eskişehir’i de yerleştirince oldu gibi oldu. Olmuş mudur diye bir de size sormak istedim: Olmuş mu? ‘Âşıklama’nın zorunlusu olmaz zaten, zorunsuzdur, gönüllüdür, içinde gönül de vardır a sorun da. Gönül olsun da! Bu yazı da bir aşk yazısıdır, Eskişehir’e duyduğum ‘zorunsuz âşıklama’nın açıklamasıdır. Herkesin bir şehre olan ilgisi farklıdır, şehirleri farklı nedenlerle sever ve ilgileniriz. Şehirlerin imgeleri de farklıdır elbette. Şehre hangi gözle baktığımıza bağlıdır bu biraz da kalple, gönülle, özleyerek, içimiz titreyerek... Bazıları için o şehir bir renktir, yaşamanın rengi. Orada doğmuştur, orada çocukluğunu yaşamış, orada âşık olmuştur, ne yazık ki sonra da orada olamamıştır. Hep olmak istemiştir oysa. O eski çocuk olarak şehrin koynunda uyumak istemiştir hep, gözlerini o şehirde açmak, onunla söyleşmek, dertleşmek, bazen ondan kaçmak, ama sonra yine ve mutlaka ona dönmek istemiştir. Eskişehir benim için o şehirdir ve o renktir: Çocukluğun rengi beyaz, gençliğin rengi kırmızı, aşkın da rengi kırmızı, ayrılığın rengi siyah, kavuşmanın rengi yeniden kırmızı. Yalnızca bu renkler yoktur Eskişehir’de, yaşamanın her rengi vardır, farklılığın çok rengi vardır. Eskişehir bu çokluğun, farklılığın da renkleriyle rengârenk, Can Yücel’in sözüyle “Renkahenk”tir bir de. İnsanlar sakini, yerlisi, göçmeni, eskisi, yenisi olarak bir şehirle nasıl bir aşk ilişkisi, yakınlık kuruyorlarsa, iktidarlar da bir başka tür ilişki içinde o şehri fethetmek, zaptetmek, ele geçirmek isterler. Oysa hemen her şehir farklı bir yaşama rengi taşıdığı için sevilir ve aşkla anımsanır: Ankara, İzmir, Konya, Diyarbakır, Trabzon, Erzurum, Mardin, Edirne, İstanbul, Antalya, Hatay, Bursa, Eskişehir... Bir şehrin gönlüne girmek de bir insanın gönlüne girmek gibidir, hem kolay değildir hem de zorla olmaz. İstemek karşılıklıdır, zorunlu değil zorunsuzdur. Bir şehri kötüleyerek, onu suçlayarak, ona söverek, ona saldırarak, gönlüne girmek sanırım olanaksızdır. Öyle de olsa, sonunda o şehir sizden kaçar, sizi istemez, rengini ve içini karartan birini kim ister, hangi şehir ister? Şehirlere ‘sakin’ce ve sevgiyle yaklaşmak gerek. Renklere kızmamak gerek. Tüm şehirlerin aynı renkte olmasını istemek, ‘tek tip’, ‘tek renkli’, ‘tek sesli’ bir ülkede yaşamayı da istemek demek. Türkiye bu çokkentli, çokrenkli yapısıyla buna katlanamaz. Ne mizah kalır ne türküler, birbirine yakın şehirler bile uzak olur. Türkiye’nin şehirleri, Türkiye’nin renkleridir. Bir şehrin ne kadar renkli, sevinçli, coşkulu olabileceğini görmek için Eskişehir’e bir gidin, ona duyduğum ‘sonsuz âşıklama’nın boşuna olmadığını anlayacaksınız. T ? Bir eğitim kurumu için hemen bahçesinde, yanı başında profesyonel bir tiyatro kurumu bulunması, öğrencilerin sahne sanatıyla yakınlaşması adına eşsiz, bir olanak demektir. Bu olanağı değerlendirmek dururken ortadan kaldırmaya yönelmek isterse en haklı hukuki, idari vb. gerekçelere dayandırılsın; eğitime bakışta bir darlığa işaret etmez mi? yor. Mesele, bir siyasi rant alanı olmaktan bir türlü çıkarılamıyor. Anne babalar ve çocuklar, hatta okullar açısından ise sorun (tüm istisnalar ve yanılma paylarım bir kenara) tamamen sonuca odaklı bir yarış halini almış durumda. 8+4’e geçilmesi, oradan 4+4+4 gibi bir dönemlemeye gidilmesi, “üst” katlarda ne şekilde tartışılırsa tartışılsın, “aşağıya” ister istemez “Peki çocuk dersaneye hangi yıl başlayacak?”, “Bu koşullarda hangi okula gitsin ki üniversite sınavında başarı notu puanını olumlu yönde etkilesin?” türünden sorularla yansıyor. Yani getirilen dönemleme ne olursa olsun, ek dersler, seçmeli dersler vb. ne olursa olsun, temel amaç değişmiyor: Üniversite sınavında en yüksek puan nasıl alınır, dönemin gözde üniversitelerine, bölümlerine nasıl girilir, yarışta en iyi yer nasıl kapılır? Peki, okulöncesi dönemiyle birlikte neredeyse 45 yaşlarından itibaren eğitim sistemine emanet edilen çocukların yetişmesinden, hayata hazırlanmasından anlaşılması gereken bu mudur? Bir yanıyla ağırlıklı olarak ezbere, diğer yanıyla da test çözmeye yani televizyondaki yarışma programlarında olduğu gibi doğruluk ihtimali en yüksek seçeneği en kısa sürede saptamaya dayandırılan bir eğitim sistemi, çocuktaki soru sorma, sorgulama, çeşitli alanları merak etme, bu merakını giderecek araçları edinme dürtülerini olumlu yönde etkileyebilir, geliştirebilir mi? Bence tam aksi yönde, sonuca en kısa yoldan ulaşma ve varılacak sonuç dışında tüm yan yolları, tüm olası ilgi ve merak alanlarını budama yönünde bir etki yaratıyor bu sistem. Böyle bir sistem içinde örneğin eğitimde tiyatronun yeri ne olabilir diye sormanın, bu konu üzerinde düşünüp tartışmanın da fazla bir anlamı kalmıyor, çünkü böyle bir tartışmanın “rating” şansı yok, çünkü böyle bir konu “temel amaç” ile üniversite sınavındaki puanı artırmakla ilişkilendirilemez. Ama uzun vadede bakıldığında, bu eksiklikler yaratıcı ve sorgulayıcı, dolayısıyla dönüştürücü bireylerin yetişmesinde çok ciddi engeller oluşturabilir, oluşturuyor. Kim bilir, belki de asıl istenmeyen böyle bireylerin yetişmesidir. Tüm bu nedenlerden ötürü, İstanbul’un sayılı okullarından birinin, Kadıköy Anadolu Lisesi’nin bir ek binasında kurulu özel bir tiyatro ile Duru Tiyatro ile yaşadığı sorunu okuyunca hem üzüldüm hem de pek şaşırmadım. Konunun ayrıntısı hakkında bilgi sahibi olmadığım için suçlayıcı veya taraflı bir yaklaşım sergilemek istemiyorum. Ama bir şeyi iyi biliyorum: Bence bir eğitim kurumu için hemen bahçesinde, yanı başında profesyonel bir tiyatro kurumu bulunması, öğrencilerin sahne sanatıyla yakınlaşması adına eşsiz bir olanak demektir. Bu olanağı değerlendirmek dururken ortadan kaldırmaya yönelmek, isterse en haklı hukuki, idari vb. gerekçelere dayandırılsın; eğitime bakışta bir darlığa işaret etmez mi? Herhalde konunun özü, şu iki seçenekli test sorusuna verilecek cevapta gizli: Tiyatro en kolay ve en önce vazgeçilebilecek bir lüks müdür, yoksa genç kuşakların yetişmesinde yeri doldurulamaz bir öneme sahip tamamlayıcı unsurlardan biri midir? ??? Kızım Zeynep de hapisteki binlerce insanla birlikte açlık grevine başladı. Bugün (pazartesi) bir haftayı tamamlamış olacak. Hem 12 Mart hapishanelerinde bizzat açlık grevi yapmış biri olarak hem de çok acılı açlık grevlerini yaşamış bir yurttaş olarak, bunun ne anlama geldiğini biliyorum. Kalemimden dökülecek sözlere hâkim olamayacağımdan korktuğum için, feryadımı içime gömüyorum. Ama anaların feryadı bir gün patlarsa, kimse kendine sığınacak liman bulamaz, bunu da kayda geçirmek istiyorum. Sonuca odaklı eğitim Siyaset açısından bakacak olursak, birçok alanda olduğu gibi bu konuda da güncel siyasi tartışmaları aşan ve uzmanların, eğitimcilerin görüşlerinin temel alındığı bir genel mutabakat bir türlü sağlanamı Duru Tiyatro 53. SELANİK FİLM FESTİVALİ’NİN KAZANANLARI BELLİ OLDU ‘A Hijacking’e Altın,‘Küf’e Gümüş İskender BRÜKSEL’DE REİS ÇELİK’E 2 ÖDÜL BİRDEN BRÜKSEL (AA) Reis Çelik’in senaryo ve yönetmenliğini yaptığı “Lal Gece”, 39. Brüksel Uluslararası Bağımsız Film Festivali’nde büyük ödülün sahibi oldu. Festivalde en iyi film seçilen ‘Lal Gece’, Reis Çelik’e de ‘en iyi yönetmen’ ödülünü kazandırdı. Gerçek bir öyküden yola çıkılarak yapılan ‘Lal Gece’ filminde, iki aile arasındaki kan davasını bitirmek için kendisinden yaşça çok büyük bir adamla evlendirilen kızın ilk gecesi hikâye ediliyor. Daha önce katıldığı çeşitli uluslararası festivallerde ‘en iyi film’, ‘en iyi kadın oyuncu’ ve ‘en iyi erkek oyuncu’ ödüllerini alan ‘Lal Gece’ 62’nci Berlin Film Festivali’nde de ‘Kristal Ayı’ ödülünü kazanmıştı. ASLI SELÇUK SELANİK Bu yıl 53’üncüsü düzenlenen Selanik Film Festivali’nin büyük ödülü Altın İskender’i, Tobias Lindholm’un yönetmenliğindeki Danimarka yapımı “A Hijacking” aldı. Festivalin Jüri Özel Ödülü olan Gümüş İskender ise Ali Aydın’ın yönetmen koltuğunda oturduğu “Küf”e gitti. Festivalde, özgünlüğü ve sinema sanatına katkısından dolayı Amir Manor’un yönettiği İsrail yapımı “Epilogue”a ise Bronz İskender verildi. En İyi Yönetmen, “Aqui y Alla” ile Antonio Mendez Esparza, En İyi Senarist ise “Epilogue”la Amir Manor seçildi. Julia Kijowska, Slawomir Fabicki’nin yönettiği “Loving”teki yorumuyla En İyi Kadın Oyuncu seçilirken; Yannis Papadopoulos da Ektoras Ligizos’in yönettiği “Boy Eating the Bird’s Food”taki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu ödülüne değer görüldü. Festivalin Sanatsal Katkı Ödülü ise Vasily Sigarev’in yönetmenliğini yaptığı “Living”in oldu. Festivalde, Crossroads ortak yapım fonundan Türkiye’den katılan Senem Tüzen’in yönetmenliğindeki “Motherland” yapım sonrası görüntü ve ses desteği aldı. Works in Progress forumunda Türkiye’den katılan Melisa Önel’in yönetmenliğindeki “SeaBurners” ise yapım sonrası laboratuvar servisi desteği kazandı. ARTIST IN RESIDENCE HAFTASI KAPSAMINDA Frankfurt’ta ‘Fazıl Say Gecesi’ Kültür Servisi Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, Almanya’nın Frankfurt kentinde “Artist in Residence Haftası” kapsamında konser verdi. Hessischer Rundfunk (HR) televizyon ve radyo kanalı binasındaki salonda düzenlenen konsere “Fazıl Say Gecesi” adı verildi. Çok sayıda Alman seyircinin de yer aldığı konserde, Türkiye’nin Frankfurt Başkonsolosu İlhan Saygılı, muavin konsoloslar Özkan Durmaz ve Sevinç Dağkılıç da bulundu. Fazıl Say’ın yeni eseri “Universe Senfonisi” (Uzay Senfonisi), orkestra şefi Howard Griffiths yönetimindeki HR Senfoni Orkestrası tarafından seslendirildi. Say’ın “Hezarfen Ney Konçertosu” isimli eserine ise neyzen Burcu Karadağ eşlik etti. Say’a ait “İstanbul Senfonisi” de izleyicilerden büyük alkış aldı. Frankfurt’taki konserde Fazıl Say, Ludwig van Beethoven’ın “Piyano Sonatı” ve “Ay Işığı Sonatı” ile Frederic Chopin’in “Nocturne” eserini yorumladı. “A Hijacking” KADİR İNANIR KONYA’DA BİR FİLM ÇEKECEK ‘Sanatçı öncü olmalıdır’ CEREN ÇIPLAK SALON VE DOT’UN İŞBİRLİĞİYLE ‘İki Kişilik Bir Oyun’ MALATYA Bu yıl 3’üncüsü düzenlenen Uluslararası Malatya Film Festivali’nde onur ödülüne değer görülen Kadir İnanır, önceki gün Malatya’daki Ramada Otel’de düzenlenen basın toplantısında, Konya’da bir film çekeceğini duyurdu. Çekimler için bozkır iklimini beklediğini söyleyen İnanır, sinema ve sanatçı kavramı üzerine de çeşitli açıklamalar yaptı. Yönetmenliğini yaptığı filmlerde mutlaka toplumsal bir soruna yer verdiğini söyleyen İnanır, sanatçı tanımını ise şöyle yaptı: “Sanatçı, toplumun sosyal gelişimindeki kavgada öncü insan olmalı dır, sürekli muhalefet etmelidir. En kaliteliye ulaşıncaya kadar hiçbir şeyi beğenmemeli, her şeyi sorgulamalıdır. Önce insan, sonra sanatçı olunca saygınlık kazanılıyor. Bir insan için en büyük servet de budur. Kavgamı, bu ideal uğruna sürdürmeye çalışıyorum.” Son dönem televizyon dizilerini de eleştiren İnanır, bu dizilerin hikâyelerinin birbirine benzediğini, sağlam senaryo olmadığını, hatta iyi senaryolar üretilmediği için şu sıralar eski filmlerin de diziye dönüştürüldüğünü söyledi. İnanır, Malatya Film Festivali ile ilgili olarak da festivalin giderek zirveye çıkacağını belirtti. Kültür Servisi Salon ve Dot işbirliğiyle gerçekleştirilen, yönetmenliğini Bülent Erkmen’in üstlendiği “İki Kişilik Bir Oyun” adlı oyun, prömiyerini bu akşam saat 21.00’de Salon’da yapıyor. Her biri “tek bir kelime”lik cümlelerden oluşan ve Aslı Mertan’la Bülent Erkmen’in birlikte yazdığı oyun, Salon ve Dot’un işbirliğiyle hayata geçiyor. Kasım, aralık ve ocak ayları boyunca her pazartesi Salon’da izlenebilecek “İki Kişilik Bir Oyun”da, Ece Dizdar, Pınar Töre, Serkan Salihoğlu ve Tan Temel rol alıyor. Mekânların, zamanların; sosyal, kültürel, ulusal ve cinsel kimliklerin ötesinde bir gerçekliğe ulaşmaya çalışan bu oyunu, dört oyuncu, farklı eşleşmelerle, dönüşümlü olarak 12 kez Salon sahnesinde oynayacak. Lorin L Maazel yönetiminde İstiklal Marşı orin Maazel yönetiminde 125. yılını kutlayan Kraliyet Concertgebouw Orkestrası; İKSV tarafından Hollanda’nın desteğiyle Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı kutlamaları kapsamında Haliç Kongre Merkezi’nde verdiği konserde, İstiklal Marşı ile Hollanda Milli Marşı’nı da seslendirildi. Kraliyet Concertgebouw Orkestrası’nın konseri, Hollanda Veliaht Prensi Willem Alexander ve eşi Prenses Maxima’nın de katılımıyla Peter van Anrooy’un ‘Piet Hein Rhapsody’si ile başladı. Sergei Prokofiev’in ‘Romeo ve Juliet Süiti’nden bölümler seslendiren orkestra, Piotr Ilyich Çaykovski’nin ‘Op. 36 numaralı Fa minör 4. Senfoni’sini seslendirdi. Defalarca ayakta alkışlanan Lorin Maazel, izleyicileri Glinka’nın “Russlan and Ludmilla” uvertürüyle bis yaparak selamladı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle