25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 EKİM 2012 CUMARTESİ 2 yükselen çatışma ortamı karşılıklı içinden kolay çıkılmaz bir süreç yarattı. üreç, ancak yine sırayla ve karşılıklı olarak edinilmiş tutumlardan vazgeçmekle düz bir yola girebilir. Öyleyse, dış kaynaklı iç karışıklık girişimlerini desteklemekten vazgeçmek gerekiyordu. Ama tersi yapıldı ve Türkiye’deki iktidar önce durdurulması gereken girişimlerin arkasında durmayı sürdürerek sözde özgürlüğü savunanlar safında yer aldı. Bu uğurda, aslında çok iyi geçinilen Esad rejimini hasım saymak ve dolaylı olarak “özgürlükçü” ayaklanmaları desteklemek hatası işlendi. Şimdi, aynı amaçla, Suriye devletini askeri baskı altında tutarak rejim değişikliğini o yolla elde etme yolu denenmek isteniyor. Hem de Batılı devletlerle birlikte davranılıyor izlenimi vererek. ereksiz yere sık sık Osmanlılık sözü edenlerin, Cihan Harbi öncesinde Almanlarla varılan gizli anlaşmayla koca devletin nelere sürüklendiğini anımsamaları gerekmez mi? Bu ne biçim stratejik derinliktir ki, komşu dostluklarını ve basit tarih derslerini bir yana itip başkalarına hoş görünmek uğruna halkını yersiz savaş ürpermelerine sürükleyebilmektedir? OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Trajik Derinsizlik DERİNLİĞİ kendinden menkul bir stratejinin karanlık köşelerinde yine kendi uydurdukları bir iktidar büyüklüğünün baş döndürücü iksirinden içenler yeni hatalara koşmaktalar. Başları gerçekliğin taşlarına çarpıncaya kadar da bu tutumu sürdürecekler. Hata, sınırları dünya çaplı bir sömürü planı çerçevesinde geniş tutulmuş Ortadoğu’da, devletlerden birinin başındaki kişiyi direnişinden vazgeçirmek için savaş tehdidine başvurarak işleniyor. Beşşar Esad, devlet başkanı olarak, kendi kurallarına göre meşru saydığı devletini ayakta tutabilmek için direnmekte. “Arap Baharı” adıyla Kuzey Afrika şeridinde Batılı büyük devletlere göre ayarlanmış bir şerit oluşturmak için, “turuncu devrimler”e benzetilen iç çalkalanmalar yaratıp ardından yeni yönetimler kurmayı amaçlayan rejim değişiklikleri, istenen sonucu gerçekleştirmeyi sağlamaktaydı. Oğul Esad, babası gibi, böyle bir çizgi izlemedi ve çalkalanmaları durdurmak için devlet gücünü kullanmayı tercih etti. Ama güç gücü, şiddet şiddeti doğurdu ve böylece AKP Kongresine Alınmayan Gazeteciler ve Anayasa Bir siyasal partinin, hele devlet yardımından (yani yurttaşların ödediği vergilerden) en büyük payı alan iktidar partisinin; liderinin, subjektif nedenlerle uygun görmediği basın kuruluşlarını, partinin politikalarının görüşülmesi beklenen en üst düzey organ olan genel kurulun açık toplantılarına katılmaktan yasaklama yetkisi olmamalıdır. Prof. Dr. Rona AYBAY basın kuruluşlarına, gazetecilere haddini bildirme (yi…) demokratik düzen içinde akla bile getirememesi gerekir.” S Top... Önce bakacaksın... Düşen top mu?.. ? Sonra... Nereye düştü?.. ? Hem düşüp hem patladıysa, demek ki top... Ama ne yandan geldi?.. ? Köylü görmüş, “kıble tarafından” diyor... İyi de, muhabir kıbleyi bilmiyor... Külah, burun, namazlığın ucu koordinatlarını aldı, baktı bir başka top çıktı: Top’rak Mahsulleri Ofisi... ? Kaymakama gitti sormaya... Kaymakam top’uklamış çoktan... ? Bunun üzerine Ankara’da top’lantılar başladı... Televizyonlar ilk haberi verdiler: “Ağır top’lar Başbakanlık’ta...” Herkes vardı, top’ların bağlı olduğu Milli Savunma Bakanı yoktu... İyi mi?.. ? TBMM’de kapalı top’lantıya geçildi... (Burası gizli.) Neticede; top iktidara atıldı, savaş yetkisi veren tezkere çıktı... Top’lum “Savaşa hayır” diye ayağa kalkarken, savaş tezkeresinin ne işe yarayacağını Başbakan açıkladı: “Savaşacak değiliz...” ? İyi de... Başka ne işe yarar?.. ? Bir: Suriye’de süren iç savaşa; silah, para vererek, insan göndererek, binbir türlü burunlarını sokarak anayasa suçu işlediler top’yekun... Muhalefet partileri, bu nedenle top’unun Yüce Divan’da yargılanacaklarını söylemeye başladı son günlerde... Ama artık tezkere var... Top’u atarsın TBMM’nin tezkeresine... ? İki: “Gidecek” dediği Esad orada oturuyor... “Bittin” dedi... Meydana çıktı... “Sen öldün” dedi... Baktı, televizyonda... Tabii bunun içi içini yedi... Bundan böyle desteklediği suni isyancılar nerede zayıf düşerlerse, bir bahane bulunup bir iki top atılır Esad askerlerinin kafasına artık... Hatta uçak bile gönderilir... Tezkere cepte... ? Yoksa ABD istemedikçe savaşa mavaşa kalkamayacağını bilmeyen mi var... ? Tüm bunlar, beş yoksulun canına mal oldu top’u top’u.... Mezarları var orada; top’rak... ? Top seslerinin hazin hikâyesidir bu... bir tüzel kişi değildir Siyasal parti herhangi İ G ktidar partisi AKP’nin, geçen günlerde toplanan büyük kongresine, aralarında Cumhuriyet’in de olduğu bazı yayın organlarının temsilcilerinin “akredite” edilmemesi; yani kongre salonuna alınmaması, çeşitli çevrelerce eleştirildi. Bunun “basın özgürlüğü”ne aykırı olduğu, başka bir deyişle halkın anayasa ile güvence altına alınmış “haber alma” hakkını engellediği, haklı gerekçelerle dile getirildi. Sayın Başbakan, bu eleştirilere yanıtını, partisinin grup toplantısında şu sözlerle dile getirdi: “Güya bazı gazetelerin kongreye davet edilmemesi. Bu bizim sorumluluğumuz; mecbur muyum? Nereden çıkıyor bu? Her gün, her türlü hakareti yapacaksın, yalan yanlış her türlü her şeyi yazacaksın, söyleyeceksin ve buna rağmen biz yine davet edeceğiz. Yok böyle 25 kuruşa simit ya. Neymiş; ‘basına, medyaya engel konulmazmış’. Doğru konulmaz. Biz zaten koymuyoruz, öyle bir derdimiz yok. Ama o medya bize saygısızlık ettiği zaman, bize yalan yanlış her gün küfür yağdırdığı zaman, ona haddine bildirmek de bizim cevabımızdır.” “Anadolu’da, ‘misafir ev sahibinin kuzusudur’ sözü vardır. Seni ev sahibi davet ediyor, sen de kuzu kuzu gelirsin, orada oturursun. Ne ikram edilirse yersin, içersin, teşekkür eder, ayrılırsın.” Başbakan’ın, kendine özgü “ileri demokrasi” anlayışını yine kendine özgü üslubuyla dile getiren bu sözlerine Sevgili Şükran Soner, 4 Ekim 2012 günü yayımlanan “Siz Ev Sahibi, Biz Misafir Değiliz” başlıklı yazısında yanıt verdi ve önemli saptamalar yaptı. Sayın Soner, özetle şunları belirtiyordu, yazısında: “İktidarların parti kongresi asla bir özel alan değildir. Kongrenin izlenmesi için verilen giriş kartları ya da davetiyelerin anlamı, yine salon kapasitesi ile öngörülmüş, olabilecek en objektif kriterlerle salona girebilecek toplam gazeteci sayısını sağlıklı saptamayı öngörür. Başbakan’ın istemediği Sayın Soner’in, özetleyerek alıntıladığım gerekçeleri, bence de çok haklı ve yerinde. Cumhuriyet’in aynı sayısında Sayın Perihan Ergun da “AKP Kongresinin Önü Ardı” başlıklı yazısında, Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun bildirisine de yer vererek, bu uygulamanın “basın özgürlüğü açısından kaygı verici olduğunu” belirtmişti. Kanımca, konunun sadece “basın özgürlüğü” bağlamında ele alınması ile yetinilmemesi; sorunun, Anayasa Hukuku ve Devlet Hazinesi boyutlarının da dikkate alınması da gerekiyor. 1961 Anayasası’ndan önceki dönemde, siyasal partilerle doğrudan ilgili bir yasa hükmü olmadığı için, partilere “Dernekler Yasası” uygulanıyordu. Oysa, Türk hukukuna 1961 Anayasası ile giren bazı ilkeler ve Siyasal Partiler Kanunu nedeniyle; siyasal partiler artık bir tür “kendine özgü”, “kamu tüzel kişisi benzeri” bir statü kazanmışlardır. Yani, siyasal parti, şirket, dernek, vakıf gibi herhangi bir tüzel kişi değil anayasanın 69. maddesinde “demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögesi” olarak kabul edilmiş bir kuruluştur. Parti kapatma davalarının Anayasa Mahkemesi’nde görülmesi gibi özellikler de, bu kuruluşların sıradan bir tüzel kişi olmadığının göstergesidir. Kısacası, bir siyasal parti kongresi, örneğin, herhangi bir anonim şirketin paydaşlarının katılacağı genel kurulundan çok farklı nitelikte bir toplantıdır. Anayasanın 69. maddesinin konumuz açısından önemli bir hükmü de şudur: “Devlet, siyasal partilere yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar”. Partilerin mali denetimleri de, özel hükümler uyarınca Anayasa Mahkemesi’nce yapılır.Bu durum, devlet yardımı alan partilere ek bir sorumluluk getirir; çünkü harcamaların büyük bölümü ‘Devlet Hazinesi’nden karşılanmaktadır. Sonuç 1961 Anayasası’ndan beri, “demokratik siyasal yaşamımızın vazgeçilmez ögeleri” sayılan siyasal partiler, bazı açılardan “kamusal” nitelikleri olan kuruluşlar haline gelmiştir. Siyasal partilerin içişlerine yani, politikalarını oluşturmalarına, görüşler geliştirmesine vb. etkinliklerine müdahale elbette kabul edilmez; ama her siyasal partinin, özellikle iktidar partisinin “demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögesi” olduğunun bilincini taşıması da gerekir. Basın yayın organlarının, parti etkinliklerini izleyip, yorumlaması da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bir siyasal partinin, hele devlet yardımından (yani yurttaşların ödediği vergilerden) en büyük payı alan iktidar partisinin; liderinin, subjektif nedenlerle uygun görmediği basın kuruluşlarını, partinin politikalarının görüşülmesi beklenen en üst düzey organ olan genel kurulun açık toplantılarına katılmaktan yasaklama yetkisi olmamalıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle