22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 EKİM 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Cepçilik Direğe Tırmandı! Laiklik Mülkün Temeli! Ülkemizin en zengin 100 ailesi açıklandığı gün, ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık da Kayseri’de “Çok mal haramsız olmaz!” konulu bir konferans veriyordu. “Ticari zekânın” Anadolu’daki doğal yurdu sayıldığı için, Kayseri doğru seçim. Kendisini “Müslüman sosyalist” diye tanımlayan Eliaçık, Kuran hükümlerine dayandırdığı konuşmasını CHP’de değil de, AKP de veya TÜSİAD’da yapsaydı, hedefi 12’den vurmuştu! Söylediği özetle şu: “Müslüman kimse için bir ev bir araba yeterlidir. Zenginin malında fakirin hakkı vardır! Ötesi vebaldir!” Kendisi de belirtiyordu zaten… “Ülkenin çok büyük çoğunluğu için, böyle bir vebal söz konusu değil!” Çünkü halkın yüzde 80’i iş aş geçim derdinde! İslamiyete göre “vebal riski altında olanlar” hiç kuşkusuz mükerrer mülkleri olanlar ve büyük servet sahipleri.. Hâşâ, Kuran hükümleri değişmeyeceğine göre… Servet sahiplerini hiç değilse, bu dünyada “vebal riski”nden kurtaracak bir tek çıkış yolu var: Laik devlet düzenini sonuna kadar savunmak! Öteki dünya için kurtuluş ve huzur İslamda olabilir. Ama ülkemizde gerçek bir İslami düzen kurulursa, cehenneme gerek kalmadan zenginlerin yandıklarının resmidir. Çünkü, İslam dini bir araba, bir ev dışındaki servette fakir fukaranın hakkını sorguluyor! Din adına sorgulama ise Vergi Usul Kanunu’na göre yapılan sorgulamaya benzemez! Bu nedenledir ki.. “Gemicik” sahipleri dahil, mükerreren ev ve araba sahibi olanların, özellikle de en zengin 100 ailenin sığınacağı en güvenli liman, laik devlet düzenidir. Laik düzenin ipine sarılmaktır. Öteki dünya için kurtuluş İslamda olabilir. Ama zenginler için bu dünyada güvence kesinlikle laikliktedir! Köprüsel anlamda dünyada bir ilki başardık: “İlahi âlem” ile “sanal âlem” arasında en sağlam köprüyü kuran millet olduk: Abone başına SMS, Tweet atmada, dünya birinciliğini yakalamışız! “Hayırlara vesile” dileklerimizle el öpme geleneğimizi artık sanal âlem üzerinden yürütüyoruz. Mübarek kandillerimiz, Kurban ve Ramazan bayramlarımız aciz kullara yeterli “dini” fırsatı sunuyor. İktidarın milli bayramlara açtığı düşük yoğunluklu savaş ise milyonlarca naçiz yurttaşa “milli heyecanı sanal âlemde” teati etme olanağı yaratıyor. Laiki, Sünnisi, Alevisi, Çerkezi, Lazı, Zerdüştü her vesileyle cümbür cemaat tespih çeker gibi “SMS” çekip duruyoruz. Mesaj trafiğinin kayıtları uhrevi âlemde de tutuluyor mu? Kutlamaların, hayırlara vesile olsun mesajlarının sağladığı yararlar meçhul. Ama bu ahir zaman iptilası sayesinde GSM şirketlerinin kâr rekorları kırdığı malum. “Çok kazanç” kişiler gibi şirketlerin de ar damarını çatlatıyor. Bazı operatörler, “dinin siyasete alet edilmesinden” ilham alıp onlar da dini ve milli duyguları ticaretlerine alet ediyorlar. Okulların dibine, sokak aralarına minarelere, aydınlatma direklerine kondurulan baz istasyonlarından sonra yeni bir hokkabazlığa yöneldiler. Ay yıldızlı bayrağı sandık yapıyorlar. “İçine” baz istasyonu yerleştirip direğe asıyorlar! Fotoğrafta dam üstünde saksağan resmi değil, uyanık bir GSM şirketinin kamuflaj hilesi! Cep telefonu kazıkları sözde “özel indirimli”, “sınırsız konuşma” “her yöne SMS” paketlerinin içine saklanırdı.. Şimdi direğe asıldı! Bu bayramda da yurtdışına, yanında “cep”i ile gidecek yüz binlerce yurttaş var. “Yurtdışı konuşma paketi” satın alacaklar. Ama paketin içinden çıkacak kazığı yurda dönünce fark edecekler. Gelen telefon da açılan telefon da bir saniye bile olsa dakika olarak hesaplanıyor. Yurtdışı kullanımında kalan süre kesinlikle aboneye bildirilmiyor. Ertesi ay fatura gelince kazığın boyu ortaya çıkıyor. Bir öğrenciye yurtdışında paket aşım ücreti 2 bin 500 lira fatura gönderilmiş. Baba parayı ödemiş ve yargıya gitmiş. 2 yıl sonra davayı kazanmış. Herkese bu kadar büyük kazık atılmıyor. Küçük kazıklar için de kimse yargıya gitmiyor. Cep şirketleri cepleri boşaltmaya devam ediyor. Tıpkı bankaların, yargı kararına rağmen kredi kartı aidatı almayı sürdürdükleri gibi. Minareler, baz istasyonlarına kılıf idi. Şimdi kılıf, bayrağın içine saklanmış direkler oldu. ‘Kral Dairesi!..’ Eviniz “bir karo” boyutu daha büyük, bahçeniz “bir adım” daha uzun olsa!.. Eh, fena değil... Ya cezaevinde, hücredeki için? Yanıtını Silivri Zulümhanesi’nde 1300 gündür yatan Mustafa Balbay versin;“O zaman kral dairesi olur, koridorsalomanje mübarek...” Ekim başında yeniden birlikte kalmalarına izin verilen Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan (her ikisi de bu izinden şaşkın), kimin, nereye taşınacağını tartışmışlar. Bakmışlar ki Tuncay’ın hücresi bir karo daha büyük, havalandırma bir adım daha uzun, Balbay’ın deyimiyle “kral dairesinde” karar kılınmış. “Bir adım çok önemli, halk bir adım atsın diye yıllardır bekliyoruz” diyecek kadar gerçeklikle mizahı bütünleştiren Balbay bu gelişmeyi anlatırken, ölçülerin mekânsal boyutunun değişkenliğini anımsadım... İçim acıdı... Tabii asıl önemlisi, yüksek morali, onca haksızlık ve hukuksuzluğa karşı enseyi karartmaması ve gelecek günlere umudu... ??? Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel’in Adalet Bakanlığı’ndan aldığı izinle geçen hafta Silivri’deydik. Ümit Zileli, Sabah’tan Ünal Ersözlü, Dünya’dan Ali Ekber Yıldırım, 9 Eylül’den Neslihan Perşembe, Alanya’dan Avni Gelendost, Silivri’den bir ay önce tahliye olmuş, Odatv’den Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’la tutuklu gazeteciler Balbay, Özkan, Soner Yalçın ve Deniz Yıldırım’ı ziyaret ettik. Kapıaltında Barış’lar gergin ve heyecanlıydı, açık koğuşta hücre arkadaşlarıyla kucaklaştıklarında hemen gazeteciliğe başlayıp, not tuttular. Her biriyle yaklaşık birer saat sürdü görüş. Ünal Ersözlü’nün deyişiyle “aslında, ziyaretçiler moral aldı” tutuklu gazetecilerden. Ağır hukuk ihlallerine, yıllar süren tutukluluğa karşın Nâzım’ın dediği gibi “Yeter ki kararmasındı sol memenin altındaki cevahir”... ??? Yine de asıl önemlisi bu dünyada, bu çağda sorumluların yol açtığı, kabul edilmez süreç. Balbay, “Mesele uzun tutukluluğu da geçti. Böyle yargılama olmaz, sorgulamak lazım” diyor. 4 yıllık tutukluluk olur mu hiç? Özkan’a göre “Bu davada suç yok, suçlu yok. Politik hedef ve ceza var” durumun özeti. 21 aydır tutuklu Soner Yalçın soruyor: “Hani yargı hızlanacaktı? 21 ayda 14 duruşma. Her mevsime bir duruşma! Artık hukuk dışında ne olabilir diye bakıyoruz.” Dışarıdaki meslektaşlarına siyasal bir kimlik değil, gazeteci olduğunu anımsatıyor. Haksız mı? Deniz Yıldırım, dosyasına çalışıyor, emsal kararlar peşinde... ??? Bu arada Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) dün yayımladığı raporundaki saptamaların altını çizmekte yarar var: “ Gazetecilerin hapsedildiği ve muhalefetin suç sayıldığı karanlık günler... Türkiye’de basın özgürlüğü kriz seviyesine ulaştı... Hükümetin basında otosansürü doğuran baskısı... Hükümet, basına karşı yakın tarihin dünya çapında en büyük saldırısını yürütüyor...” 12 Eylül’ün gölgesinin, bugünkü olayların üstünde hissedildiğine ilişkin CPJ’nin bu raporu, iktidarca nasıl değerlendirilir dersiniz? Akıbeti, AB İlerleme Raporu gibi çöplük olmasın sakın. Yaşam boyu terörle mücadele eden gazeteciden terörist yaratma çabaları buna işaret ediyor çünkü... Tanrı’nın zenginliğe verdiği değeri görmek için, bazen zenginliği verdiği kimi kişilere bakmak yeter. A. Pope (Afili Sözlük) ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Say’dan Ergenekon’a ‘Ortaçağ’ Mahkemeleri 21. yüzyıl, biz Türk yurtseverlerine farklı sürprizler yaptı. Uzay çağına giriyoruz derken ortaçağa geçiş yaptık. Dünya, zaten utanç verici dinırk savaşlarının ortasındayken bu yüz kızartıcı çöküşlerin merkezi emperyalizmin kontrolünde gelişen başka bir girdaba kapıldık. Bundan 13 uğursuz yıl önce, irticanın kahpe kurşunları, dostum, büyük insan Ahmet Taner Kışlalı’yı aramızdan almıştı. Bugün ise artık “irtica” diye bir kavramın olmadığını MGK’ye(!) kabul ettirip, yobazlığı yok sayanlar, antilaik Türkiye’yi dizaynında geçmişle tüm ilişkilerimizi koparmaya çalışıyorlar. Ortadoğu’da bize biçilen hacivatkaragöz rolünü iyi oynayabilmek için ülkenin altını üstüne getiren iktidar, neye saldıracağını şaşırdı. Q klavyeden kürtaj haklarına, ilkokul yaşından hayvan besleme şartlarına (!!) kadar yaşamın tüm odaklarını hedef alan hükümet, sanki bu senaryonun “beyin merkezleri”nden alınmış “tavsiyeler” doğrultusunda çalışıyor. Ankara’da 1. Meclis, Ulus Meydanı ve çevresindeki yapılardan ve İstanbul’da Taksim Meydanı’ndan kurtulmak için “kentsel dönüşüm projesi” adını verdikleri saldırı planını uygulamak üzere her hazırlığı yaptılar. Bu arada 30 Ağustos Zafer Bayramı için uydurulan “Atatürk anıtlarına çelenk koyma yasağı”ndan sonra, sıra 29 Ekim için Cumhuriyetçilere “Yürüyüş yasağı” getirilerek, halkın Atatürk sevgisini törpüleme arzusu ayyuka çıkarıldı. Demokrasi kelimesini tüm anlamlarıyla ıskalamış olan toplumumuz ise bu uygulamaları, hafif homurdanmalarla gelen bahtsız şikâyet seanslarıyla geçiştirmeyi deniyor! Fazıl Say davasını medyadan izlediniz. Binbir güçlükle duruşma salonuna sızabilmiş 50 şanssızdan biri oldum. Bu dönemin yüz kızartıcı davalarından biri Say’ınki. Aynen Ergenekon, Balyoz ve Odatv davaları gibi, niçin açıldığı belli olmayan, kamu vicdanını yaralayan, insana “pes” dedirten bir dava. Bunu normal bir ülkede kime anlatsanız inanmaz, ilgi toplamak için söyleniyor zanneder. Twitter’da Ömer Hayyam’a atfedilen sözler (milyonuncu kere basıldıktan sonra) insanlar tarafından tweet ediliyor. Fazıl da bunu takipçilerine yolluyor. Ve bu dizeleri onlarca yıldır yayımlayan, tweet edenler değil, Say, cımbızla çekilerek dava ediliyor. Hem de ne dava! Say, iddianameyi ve karşı tarafı dinlerseniz, sanki Türkiye’deki tüm toplumsal gerilimin tek sebebi! Fazıl tabii ki üzgün, yorgun. Sıkıntılı gözlerle çevresine bakıyor ve “Kim bu adamlar, ne işim var benim burda?” der gibi gözleri dalıp gidiyor. Tabii bu absürd davanın diyalogları kimi zaman sıcak atışmalar eşliğinde geçiyor. “Şikâyetçi”lerden biri “Gerekirse Fazıl Bey’i Allah’ın varlığına ikna da ederiz; kanıtlarıyla ortada” deme cüretini göstererek, “laik” hukuk düzeninden ne kadar uzaklaştığımızı tescil etmeye kalkışıyor. Salondan gelen tepkiler sonunda, duruşmanın izleyicisiz yapılma taleplerini mahkeme reddediyor... Ertesi gün Ergenekon davası için Silivri’ye gittiğimizde nihayet cezaları (!) biten Özkan ve Balbay’la uzaktan “kucaklaşabiliyoruz”. İzleyicilerle aralarındaki mesafeyi uzatmışlar! Ayrıca artık avukatlarıyla belge alışverişi yapamıyorlar. Yayıncı Ali Özoğul, Özkan ve Balbay kadar şanslı değil: Bana yazıp avukatı ile iletmeyi başardığı mektubunda durumunu şöyle özetliyor: “Mahkeme başkanı ve üyeleri ile eskiden beri çok iyi tanıştıklarını tanık kürsüsünde ifade eden Bülent Orakoğlu isimli şahsiyete soru sormak için söz istedim diye salondan zorla çıkartıldım. Sırf bu nedenle sonsuza kadar duruşmalara katılmam yasaklandığı gibi bir de duruşma düzenini bozduğum gerekçesi ile Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundular.” O davada sonra neler mi oldu? Bir “gizli tanık”, sesi değiştirilerek salona kameralarda “antre”sini yaptı. Yemin etti! Adı, sanı, sesi olmayan o yemin ne işe yarar diye bakakaldım. Bir de daha önce neler söylediğini hatırlamadığı için, ifadesinin okunmasını istedi. Konuşan adamın diliyle, okunan metin arasında uçurum vardı. En alakasız şekilde aşırı sağcı Ecevit isimli bir zatın PKKDHKPC ve güvenlik güçleri arasındaki zikzaklarını çelişkilerle anlattı. Bu arada 2008 sonuna kadar temasta olduğu “Ecevit”i, kamera salonda gezerken hemen tanıyıverdi(!). Fakat şansa bakın ki o da 2007’den beri tutukluymuş! Böylece senaryo tutmadı, yandaşlar “Terörist teşhis edildi” manşetini patlatamadılar. Öğlen arasında Tuncay’a sordum: “Bunların sizinle ne ilişkisi var, ben mi anlayamadım, ‘link’ nerede” dedim. Tuncay kahkahalarla güldü: “Link filan yok. Saçmalık burda zaten” dedi. Fesüpanallah! Devran dönmeye devam ediyor... HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bir organiz1 manın oluşturduğu, ona özel 2 rengini veren 3 kimyasal mad4 de. 2/ Büyük delikli kalbur... 5 İnce dantel. 3/ 6 Kaz Dağı’nın 7 antik dönem8 lerdeki adı... Dönümün dört 9 te biri kadar olan alan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ölçüsü. 4/ Akdeniz O havzasında yetişen ve 1 Ç A L P A R A L A V A J tomurcuklarından turşu 2 Ö Ğ E R E yapılan bir bitki... Vila 3 Z I Y P A K yet. 5/ Bir organımız... 4 E M A G O R A 5 L O T A R İ S Kuran’da bir sure. 6/ 6 T A T A R S K A Roma ve Kartaca’yı S O K U R karşı karşıya getiren üç 7 İ D E L A A L K O V savaşın ortak adı... Es 8 İ N A Y E T kişehir yöresine özgü, 9 E Ş çubuk biçiminde bir tür helva. 7/ Dilbilgisindeki sözcük türlerinden biri... Bir cins iri at. 8/ Bir burç adı... Ses. 9/ Mozambik’in para birimi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ruh hastası. 2/ Alınmış bir şeyi geri verme... Kimi hastalıklarda yüzde, ellerde ve ayaklarda görülen yangısız şiş. 3/ Tektonik çukur... Bir nota. 4/ Fas’ın plaka imi... Fenike mitolojisinde en büyük tanrı... Yemen ve Etiyopya’da yetişen, yaprakları uzun süre çiğnenince sarhoşluk veren bir ağaççık. 5/ Lokmanruhu... “Ati çıkınca ortaya silinmeli” (Tevfik Fikret) . 6/ İtalya’da bir kent. 7/ Yayla ya da bahçe kulübesi... Verme, ödeme. 8/ Umutsuzluktan doğan karamsarlık... Hiç, sıfır. 9/ Şen, şakacı ve güldürücü kimse. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle