28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 EKİM 2012 PAZAR leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr 14 PAZAR KONUĞU Emekli Büyükelçi Süha Umar, Türkiye’nin LübnanlaşmaYugoslavyalaşma felaketinin eşiğine geldiğini söylüyor Batağa sürükleniyoruz SÖYLEŞİ P O R T R E SÜHA UMAR İstanbul, 1945 doğumlu. Yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladıktan sonra 1967’de Dışişleri Bakanlığı’na üçüncü kâtip olarak girdi. Arjantin’de başkâtip, Bulgaristan’da maiyette başkonsolos, Strasbourg’da (Avrupa Konseyi) müsteşar, NATO ve AGİT nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği’nde Daimi Temsilci Yardımcısı gibi önemli görevlerde bulunduktan sonra 1995’te Ürdün’e büyükelçi atandı. Kral Hüseyin tarafından Ürdün’ün en büyük nişanı, 1. Derece İstiklal Madalyası’yla taltif edildi. 1999’da kendi isteğiyle emekli oldu. 2002’de Dışişleri bakanının isteği üzerine büyükelçilik görevini tekrar üstlendi. 20042008 arası Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler (Afrika ve Doğu Asya) Genel Müdürü oldu. 2008’de Belgrad Büyükelçiliği’ne atandı. 2011’de emekli oldu. Çevre, doğal yaşam ve avcılık konusunda pek çok gazetede köşe yazıları ve makaleler yazdı. Çevre korumayla ilgili çok sayıda ödül aldı. LEYLA TAVŞANOĞLU Emekli büyükelçi Süha Umar, Türkiye’nin Suriye konusunda bir bataklığın içine çekilmekte olduğuna işaret ediyor. Ankara’da Dışişleri Bakanlığı’nın tutarsız bir dış politika izlediğine dikkat çeken büyükelçi Umar, “Ulusal çıkarlarımıza ters olan bu dış politika bizi giderek LübnanlaşmaYugoslavyalaşma batağının içine çekiyor” diyerek önemli bir uyarıda bulunuyor. Bulunduğumuz bölge tam anlamıyla kanın gövdeyi götürdüğü bir alana dönüştü. Bu koşullar altında sizce Türkiye nereye doğru gidiyor? S.U. Ne söylenebilir ki? Herhalde sözün bittiği noktaya çoktan geldik. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu durum, “yalnızlaşma” ve “kuşatılmışlık”. İşin ilginç tarafı, politikalarımızla, söylemlerimizle, duruşumuzla, her an değişen tavrımız ve uygulanması olanağı bulunmayan hayalci düşüncelerimizle buna en büyük katkıyı kendimiz yaptık. Israrla dile getirilen, Ortadoğu’daki gelişmelerin Türkiye’ye de yansıyacağı beklentisi giderek gerçek oluyor. Gelişmeler Türkiye’yi bir bataklığın içine çekiyor. Bataklığın kıyısındaydık. Olaylar ve bazı güçler bizi bataklığa doğru itiyordu. Biz de adeta özel çaba gösterdik. Bir defa bataklığa adımınızı atarsanız artık kurtuluş yoktur. Peki, bu nasıl olacak? S.U. Türkiye açısından baktığımızda büyük olasılıkla Suriye’de, en azından kısa sürede bir çözüme varılamayacak. Esad hemen gitmeyecek. Çok sık dile getirildiği gibi, Suriye “Lübnanlaşacak.” “Suriye ne hali varsa görsün” diyebilirsiniz ama biz bunu diyebilecek noktadan artık çok uzağız çünkü Suriye’deki gelişmelerin içine kendi isteğimizle ve büyük bir hevesle girdik. Endişem, Suriye’nin Lübnanlaşması halinde bu sürecin Türkiye’ye de yayılmasıdır. Nitekim bunun göstergeleri fazlasıyla var. Bugün Türkiye’de, en azından belli bir bölgede ama diğer bölgelere de yayılma istidadı gösteren ciddi bir çatışma var. Üstelik bu çatışmanın her geçen gün yoğunluğu artıyor. Bu da Türkiye’nin yapısını, birliğini, geleceğini, psikolojisini etkiliyor. İzlenen dış politikayla bu durumun düzelmesi olanaksız. İç politikada tutarsız olduğumuz gibi dış politikada da tutarsızız. Ama dış politikada tutarsızlığın çok daha ağır bir bedeli var çünkü dış politika sadece sizin denetiminizde değil. Sizin dışınızda başka aktörler var. Üstelik bazıları sizden çok daha güçlü. Peki, bu tutarsızlık Türkiye’yi nereye götürür? S.U. Bunun bedeli çok ağır olur. Suriye’yi örnek vermek istiyorum. Suriye’de bir tutum alındı. Bu yanlıştı. Yanlış olmanın dışında gereksizdi de. Çünkü bu tutum büyük bir risk taşıyordu. Kim için risk taşıyordu? S.U. Elbette Türkiye için. Bir ülke bu tür riskler alabilir. Bazen alması da gerekebilir. Bunun tek koşulu, yaşamsal bir çıkarının söz konusu olmasıdır. Suriye’deki rejim değişikliğinde ya da bir adamın iktidardan gidip gitmemesinde Türkiye’nin ne gibi yaşamsal bir çıkarı olabilir? Benim gördüğüm kadarıyla burada Türkiye’nin hiçbir yaşamsal çıkarı yoktur. Aksine, gelişmeler eski durumun Türkiye’nin çıkarlarına daha uygun olduğunu düşündürmeye başladı. O zaman biz neden bu politikayı izledik ve izliyoruz? Neden kendimizi bu kadar sıkıntıya soktuk? B aşbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bir dakika durup “Biz neredeyiz, ne oluyor” demiyorlar mı acaba? Diyorlarsa nasıl bir sonuca varıyorlar ki, hâlâ bu politikayı sürdürmeye çalışıyorlar. A KP’nin iktidara geldiği günden beri izlediği dış politikanın temel unsurunun ülke çıkarı olduğunu söylemek çok zor. Bu politika, sanki tümüyle bir grup, parti, iktidar çıkarı gözetilerek izleniyor görüntüsü vermektedir. Davutoğlu’nun vizyonu tam anlamıyla çöktü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun iç içe geçen ya da birbirini çevreleyen halkalarla bütün dünyaya hükmedecek, dış politika vizyonu tam tersine döndü. Bu halkalar Türkiye’yi kuşatan halkalar haline geldi Sizce acaba abimiz bu işe girmemizi mi öğütledi? S.U. “Abimiz” kim bilmiyorum ama birileri bizi bu bataklığa soktu. Belki de içimizden birileri. İyi de neden kendimizi buna mecbur hissetmiş olabiliriz? S.U. Ya bizi yönetenlerin gelişmeleri doğru algılayamaması yüzünden ya da bu yapılmazsa başka kayıplarımız olacağı düşünüldüğünden. Ülke olarak mı yoksa hükümet olarak mı kaybetmekten korktuk? S.U. AKP’nin iktidara geldiği günden beri izlediği dış politikanın temel unsurunun ülke çıkarı olduğunu söylemek çok zor. Bu politika, sanki tümüyle bir grup, parti, iktidar çıkarı gözetilerek izleniyor görüntüsü vermektedir. Sonuçta geldiğimiz nokta ne yazık ki iyi değil. Üstelik bu sadece Ortadoğu’da, çevre bölgelerde değil daha uzak bölgelerde de böyle. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, iç içe geçen ya da birbirini çevreleyen halkalarla bütün dünyaya hükmedecek, dış politika vizyonu dikkate alınırsa bu beklenti tam tersine dönmüştür. Neden? S.U. Bütün bu halkalar Türkiye’yi kuşatan halkalar haline gelmiştir. Yakın çevremize bakalım; Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu. Hepsinde yapılan hatanın bini bir para. Bugün geldiğimiz yer, ülke çıkarları açısından kabul edilebilir değildir. Kafkaslar’da bundan on yıl önce bulunduğumuz yerle bugün bulunduğumuz yer arasında olumsuz açıdan dünya kadar fark vardır. Ermenistan’a karşı zemin kaybettik. Azerbaycan’la neredeyse birbirimize girecektik. Üstelik Ermenistan açılımı ile Azerbaycan’ı Rusya’nın yanına ittik. Bölgede savaş çıkmış, Gürcistan’ın canına okunurken Kafkas İstikrar Paktı diye ortaya atıldık. Tabii kimse kulak asmadı. Sonunda, Fransa’nın, hiç sevmediğimiz eski Cumhurbaşkanı Sarkozy, sözcükleri mazur görün, “malı götürdü”. Tabii Nabucco’da, diğer enerji hatlarında da zararlı çıktık. Arap Baharı’nın üstüne atladık. Cumhurbaşkanı büyük bir telaşla Mısır’a gitti. “Hemen seçim yapın” dedi. Anladığım kadarıyla beklentimiz Arap Baharı yaşayan ülkelerde Müslüman Kardeşler’in işbaşına gelmesi ve Türkiye’nin onlara liderlik etmesiydi. Ama geçenlerde Mısır Cumhurbaşkanı Mursi, “Biz Suriye konusunda Erdoğan ile aynı fikirde değiliz” dedi. Bu kadar temel bir konuda bile bizimle aynı fikirde olmayan bir yönetim herhalde ilerde kendisini Türkiye’nin liderliğine teslim edecek değil. Kaldı ki, Türkiye’nin çağlar boyu Ortadoğu’da doğal rakibi olan Mısır’dan böyle bir teslimiyet beklemek, tarih de bilmemek anlamına geliyor. İzlenen dış politika sonunda Irak da Türkiye için büyük bir sıkıntı kaynağı haline geldi. Hangi bakımlardan? S.U. Her bakımdan. Tutarsız davranıp ABD ile ayrıştık. Şimdi Kuzey Irak’ta PKK üzerinden bedel ödüyoruz. PKK terörü ağırlaştı ve nitelik değiştirdi. Irak merkezi hükümeti de AKP’nin “gurur duyduğu” Barzani de Esad’a destek veriyor. PKK’ye, Kuzey Suriye’de Kürtlere verilen destek ayrı. Barzani’nin İsrail’den silah alması ise dış politikamızın başarısı konusunda başka söze gerek bırakmıyor. Özellikle Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu bir dakika durup da “Biz neredeyiz? Ne oluyor?” demiyorlar mı acaba? Diyorlarsa nasıl bir sonuca varıyorlar ki hâlâ bu politikayı sürdürmeye çalışıyorlar. Dayılanma siyasetinin sonuçları vahim ABD’deki etkili düşünce kuruluşlarından Near East South Asia Center for Strategic Studies’in (NESA) önümüzdeki yaza kadar Suriye’den 400 bini Türkiye’ye olmak üzere 1.5 milyon kişinin bölge ülkelerine sığınacağı hesaplamaları var. Buna ne diyorsunuz? S.U. Esad’a yönelik tehditlerimizin göçmen sayısının artmasına yol açtığı kesin. Başbakan Erdoğan’ın esip gürlemesine rağmen Esad’ın yerinde durduğu görüldükçe Suriyeliler korkup ülkelerini terk ediyor. Diğer taraftan göçmenler gün geçtikçe Türkiye için her bakımdan sorun olmaya başladı. Bu sorun büyüyecek ve kimse Türkiye’ye maddi destek için bile kılını kıpırdatmayacaktır. Bizim hem kıpırdayamayan hem “dayılanan” politikamız Suriye’nin giderek Lübnanlaşmasına neden oluyor. Bu politikamız Suriye’deki Kürtlerin de güçlenmesine, çevre ülkelerdeki Kürtlerle işbirliği yapmasına yarıyor. Yine bu politikamız Kürtlerin Türkiye’de artık bir iç savaş haline gelmek üzere olduğunu yadsıyamayacağımız harekâtlarına yeni ve güçlü destekler yaratıyor. Dolayısıyla, yaşamsal çıkarlarımıza ters dış politika, Türkiye’yi de giderek bu “LübnanlaşmaYugoslavyalaşma” batağının içine çekiyor. Türkiye açısından ölüm kalım meselesi Burada işin başka ilginç bir boyutu var. Bütün bu gelişmelerdeki başaktör olan ABD’nin artık sahaya silahlı kuvvetlerini sürmeyeceğini, bölgesel krizlerde ve çatışmalarda özel kuvvetleri, insansız hava araçlarını (drone) ve siber diplomasi olanaklarını kullanacağını beyan etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? S.U. Aferin! Demek Vietnam, Afganistan ve Irak’tan epeyce ders almışlar. Ancak yeni olan insansız hava araçlarını, siber diplomasiyi bırakırsanız, “Özel Kuvvetler” bütün silahlı kuvvetlerin MÖ beri bilinen ve kullanılan “yardımcı” unsurlarıdır. Savaşta kesin sonuç almanın tek unsuru ise kara kuvvetleridir. Yani yeterli güçte ve süre ile alanda bulunmaktır. Bu her savaşın temel kuralıdır. ABD bunu yapmayacaksa söylemek istediği şudur: “Ben dilediğim ülkeye gideceğim. Orayı karıştıracağım. Gerektiğinde ve istediğim zaman belli kişileri ve hedefleri vuracağım. Ama o ülkenin benim öngördüğüm düzene kavuşması için dahi gereğini yapmayacağım”. Bunun Türkçesi, “Ben bütün dünyada istikrarsızlık yaratmaya karar verdim”dir. ABD bunu açıkça söylediğine göre Türkiye’nin daha da iyi düşünmesi gerekiyor. İzlenen dış politikanın mantığı yok İyi de birilerinin de yaşamsal çıkarlarına yaraması gerekiyor ki hâlâ bu politikada ısrar ediliyor? S.U. Bizi bu işe iten, belli kısıtlamalar içinde işin içinde tutmaya çalışanların çıkarına olduğu kesin. Bizim sorumuz, bu durum Türkiye’de kimin çıkarınadır? Bizi yönetenler hâlâ bu politikayı niye izliyorlar? Biraz olsun aklı, mantığı, dış politika bilgisi ve deneyimi olan hiç kimsenin bu soruya mantıklı bir yanıt vermesi olanağı yok. Şu anda görülebilen, bu dış politika nedeniyle Türkiye’nin başının, neredeyse her yerde ve her ülke ile ciddi biçimde derde girdiğidir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle